Kur’an korku olayını pek çok kelime ile anlatmaktadır.

Bu kelimeler arasında ince mana farklılıkları olsa da her biri korku olayını değişik boyutlarıyla ifade ederler.

 

Bunlar; havf, haşyet, hazer, feza’, rehbet, vecel, şefkat, huşu’ ve ru’b’dur.

Biz bu yazımızda ‘havf’ ve bu kökten gelen ‘Mehafetullah-Allah korkusu’ üzerinde duracağız.

-          Havf ne demektir

Havf, sözlükte; korkmak, kaygılanmak, endişe duymak anlamlarına gelir. Bilinen ve hissedilen bir işaretten dolayı irkilme, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak anlamında bir masdardır[1].   

Bir başka deyişle havf, hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan koku ve kaygıdır[2].

Mesela; bir kimse bir krala karşı cinayet işlemekten çekinir. Buna rağmen bunu yapsa öldürülmekten korkar ve affedilmeyi ister. Ancak bundan kötüsü o hatayı kimse karşı işlediği hakkındaki bilgisi onu daha fazla eleme sürükler. Bu nedenle böyle bir cinayet gözünde büyür, korkusu daha da artar. Bu korkunun sebebi de cinayet değil; kendisinden korkulanın özelliği, makamının büyüklüğüdür.

İnanmış bir kimse bilir ki Allah dilerse bütün alemi helak eder de bundan dolayı hiç kimse O’na hesap soramaz ve hiç kimse buna engel olamaz. Sonra da bilir ki O (cc) yaptıklarından dolayı sorgulanamaz. Allah hakkında ma’rifeti çok olan O’nun yüceliğini kendisinin eksikliğini daha iyi idrak eder.

Böyle bir bilgi de insana davranışları konusunda korku verir. İnsanların en çok korku taşıyanı kendi nefsi ve Rabbi hakkında ma’rifeti derin olandır. Nitekim Kur’an buna korkuyu veya çekinmeyi farklı ifade eden haşyet kelimesiyle işaret ediyor: “Allah’tan, kulları içinde en çok âlimler korkar.” (Fatır 35/28) Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: “Şu insanlara ne oluyor ki benim yaptığımı yapmaktan yüz çeviriyorlar. Vallahi Allah hakkında en derin ma’rifeti olan benim ve O’ndan en fazla çekinen de benim” [3].

Bir kimsenin ma’rifeti (Allah hakkındaki idraki) arttıkça bu korkuya yansır. Etkisi ta kalpte duyulur. Sonra üzüntü ve çekinme olarak olarak organlarda görülür. Ölüm korkusu artar. Öyleki beyni sarsar, kalbi her açıdan etkiler. Böyle bir korkunun organlarda ortaya çıkması, kişinin günahlardan uzak durması ve farzlara daha fazla düşkünlük göstermesidir.  

       

-Kur’an’da havf

Kur’an’da ‘havf’ ve türevleri 124  yerde geçmektedir[4]. Bunların yarısına yakını dünyevi korku ve kaygıları, diğerleri ise Allah korkusu, azap korkusu, ahiret kaygısı, günah işleme endişesi gibi dini kaygıları ifade etmektedirler. Hz. Musa’nın (as) firavun tarafından yakalanıp öldürülmekten korkması (Kasas 28/33), Yakub’un (as) Yusuf’u (as) kurdun yemesinden korkması (Yusuf 12/13), sahabelerin zayıf zamanlarında düşmanları tarafından yakalanmaktan korkmaları (Enfal 8//26) bunlardan bazılarıdır.

Mü’minler, Allah’ın dinine uygun yaşayamama ve hakkıyla şükretmeme endişesi ve korkusu içerisinde yaşadıkları için Allah, onların havflarını (korkularını) emniyete (güvene) çevirir (Nûr 24/55). Burada havf’ın zıt anlamlısı olarak ‘emn’, yani güven kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.

‘Havf’, korku duygusunu genel manada ifade eder. Tabii ki, olağandışı, esrarengiz bir şeyin sebep olduğu korkuya işaret etmiş olabilir. Nitekim Hz. Musa’nın, ‘asa’nın ve iplerin yılan gibi kıvrıldığını görünce duyduğu korku bu kelime ile anlatılır.

“Asanı at! Musa (asayı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.” (Neml 27/10)

Bu korku (havf) hissini, Allah’ın âyetlerinin, -özellikle de ceza ile ilgili olanlarının- uyandırması gayet doğaldır. Hûd (as) kavmine şöyle sesleniyordu: “Doğrusu,  ben sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” (Şuarâ 26/135. Ayrıca bak. İbrahim 14/14. İsra 17/59-60)

Buradaki havf’ın (korkunun) hedefi Allah (cc), inkârcılar için ise şeytandır. Bundan dolayı Allah (cc) şeytanın tarftarlarından değil, kendisinden havf edilmesini-korkulmasını emrediyor.

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.”  (Âli İmran 3/175)

Bu âyette geçen ‘...Eğer mü’min iseniz benden korkun’ cümlesindeki ‘havf’ın takva ile aynı manada kullanıldığını söylenebilir [5].

Hz. Muhammed’e hitap eden De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.” (En’am 6/14) ayetinde havf hem günah işleme endişesi, hem de uhrevi ceza korkusunu anlatmaktadır[6].

Allah’dan ‘havf’ edenlerin dünyalık havfları-korkuları da buna bağlıdır. Sözgelimi, mü’minler Allah’ın koyduğu hadd’leri (ölçüleri) yeterince yerine getirememekten (Bekara 2/229), adalet yapamamaktan (Nisa 4/3), inkârcıların kendilerini fitneye düşürmesinden (Nisa 4/101), kendilerinden sonra gelenlerin İslâm’a bağlı kalıp kalmayacaklarından (Meryem 19/5) ‘havf’ ederler-korkarlar.

Mü’minler şerri-sıkıntısı yaygın olan bir günün azabından korkarlar ve buna göre ahirete hazırlanırlar. (İnsan 76/7)

Hz. Âdem’in oğullarından biri diğerini öldürmeye teşebbüs edince diğeri ona; kendisini öldürmek istese bile ona el kaldırmayacağını söyledi ve şunu ekledi:  “...Çünkü ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım (havf ederim).” dedi. (Maide 5/28)

Hz. İbrahim’in müşrik olan babasına şöyle söyledi: “Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman (olan Allah) tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum (havf ediyorum). O zaman şeytanın velisi (dostu) olursun.” (Meryem 19/45)

Bazı âyetlerde;  “Allah’ın hidayetine uyanlar” (Bakara 2/38), “İyi bir mü’mim olarak kendini Allah’a teslim edenler” (Bakara 2/112), “İman ettikten sonra davranışlarını düzeltenler” (En’am 6/48), “iman ettikten sonra istikamet üzere olanlar” (Ahkaf 46/13), “Allah’ın velileri (dostları)” (Yunus 10/62) için ahirette ‘havf-korku’ ve hüzün olmayacağı haber veriliyor. İnsan mutlaka ‘Rabbinin makamı’nda durup hesap vereceğini bilerek bundan korkması ve ona göre davranması gerektiği (Hud 11/103. Rahman 55/46) havf kelimesi ile hatırlatılıyor. Bazı ayetlerde de havf (korku), ümit ve yakarışla birlikte dua, zikir ve tesbihin adapları arasında gösteriliyor. (A’raf 7/56. Ra’d 13/13. Secde 32/16)

Havf’ın dünyalık korku ve endişelerle ilgili kullanıldığı ayetlerde konu bir şekilde dini bir konuyla ilişki kurulur. Allah’ın sevgisini kazanmış ihlaslı müslümanların yüksek niteliklerinden bahsedilirken, haksız kınama ve eleştirilerden korkulması din duygusunun zayıflığına bağlanır[7]. (Maide 5/54) Şu ayette haber verilen dünyevi korku müslümanların imtihan gereği karşılabilecekleri sıkıntılardan biridir. “Andolsun ki sizi bir parça korku (havf), açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme türünden bir şeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara 2/155)

İki âyetde müslümanların Allah’a, O’ndan korkularak, ümit ve yakarışla dua ettikleri dile getirilmektedir. (A’raf 7/56. Secde 32/16)

Bütün bu ve benzeri âyetlerde korku olayı ‘havf’ kelimesi ile anlatılıyor. Ayrıca  Kur’an’da kişinin sadece kendisi için değil, başkası adına duyduğu endişe de ‘havf’ kelimesiyle ifade ediliyor. (Hûd 11/26, 84. Mü’min 40/26)

 

-          Hadislerde havf

Pek çok hadiste de aynı manada geçmektedir[8]

Mesela: Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kim karanlıktan korkarsa gecenin son kısmında yola çıkar. Gecenin son kısmında yola çıkan da menziline ulaşır...”[9]

Şeddâd b. Evs’in anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ümmetin için korktuklarımın en önemlisi, onların Allah’a şirk (ortak) koşmalarıdır. Dikkat edin ben size onlar Güneş’e, Ay’a, ya da putlara yapacaklar demiyorum. Fakat onlar ibadeti Allah’tan başkası için yapacaklar ve gizli şehvete düşecekler.[10]

İbni Abbas (ra) diyor ki: “Rasulüllah (sav) Mekke’den Medine’ye (doğru yola) çıktı. Alemlerin Rabbi Allah’tan başka kimseden korkmadan iki rekat namaz kıldı.” [11]

Ebu Bekre’nin rivayetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Güneş ve Ay Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Kimsenin ölüm, üzerinbe tutulmazlar. Lakin Allah kullarının bunlarla korkutur (havf ettirir)”[12]

Rasulüllah (sav) buyurdu ki: “Hiç kimsenin korkmadığı kadar Allah için korktum, kimsenin görmediği kadar eziyet gördüm…[13] 

-Havf ile Haşyet arasındaki ilişki

Havf ile haşyet arasında korkunun ilgili olduğu şey bakımından fark vardır.

Havf; hoşlanılmayan bir şeyden ve o şeyin sebebi olan varlıktan korkmak, haşyet ise; hoşlanılmayan şeylerin kendisinden değil de onlara sebep ve kaynak olan varlıklardan korkmak demektir. Havf daha genel, haşyet daha özeldir. Allah’tan hem havf edilir, hem haşyet duyulur. Ama azabından yalnızca havf edilir-korkulur.[14]

İman eden bir kul, Allah’ın kendisine yakın olduğunu ve kendisini her an gözettiğini kalbinde hisseder. O bunu bilerek Rabbinden haşyet eder, korkar.

Haşyet; sürekli Allah’ın  (cc) huzurunda olmanın bilincidir.  Kur’an bu korku sıfatını daha çok alimler hakkında kullanmaktadır.

“...Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar”. (Fatır 34/28)

Haşyet, marifetle (tanıma-idrak) ile birlikte ortaya çıkan bir korku türüdür. Allah (cc) bilinmez ve insanın gözüne görünmez. Bilen, bilinenden daima üstündür. Bu gerçeği bilenler Rablerinden ‘haşyet’ duyarlar. 

‘Havf’ harekete geçme, ‘haşyet’ ise derlenip toparlanma ve sakinleşmedir. Mesela, korkunç bir tabiat olayını gören kimsenin iki durumu olur:

Birincisi ondan korkma halidir.

İkincisi ise o olayın kendine zarar vermemesi için tedbir alması veya bir yerde karar kılmasıdır. İşte bu durum ‘haşyet’ halidir. Kişi o olay karşısında korkudan sonra onun tehlikesini anlamış ve ondan korunmak üzere tedbir almıştır.

Allah’tan haşyet duyan, O’na itaat eden, ma’siyeti (günah işlemeyi) terkeden; işte gerçek alim budur. Böyle bir kimse ‘haşyet’in taşıdığı bütün korkularla Allah’tan korkandır. Zaten Allah’ı hakkıyla bilmeyenler O’ndan gereği gibi haşyet duymazlar. İbni Mes’ud; “Allah’tan haşyet duymak için ilim, aldanmak için de cehalet yeter” demiştir.[15]

Bütün müslümanlara ‘havf’ duygusu olsa bile, ‘haşyet’ sıfatı daha çok alimlerde bulunur. Havf ve haşyet duyguları Allah’ı tanımak ve arif olmakla orantılıdır. Kalp ‘marifetullah’a, yani Allah’ı hakkıyla tanıma ve anlama makamına ulaşırsa; O’nun zikriyle meşgul olur. Kişinin Allah’a karşı duyduğu havf ve haşyet-korku’ sürekli bir itaate dönüşür. Kalbin bu haline ‘tazarru’ denir. Tazarru’ ve niyaz (yakarma) içinde olan bir kalp organlara etki eder, onları iyi amellere yönlendirir.

Hüseyin K. Ece

27.12.2012

Zaandam/Hollanda

[1] R. Isfehâní, Müfredât,  s: 229

[2] S. Şerif Cürcani, Tarifât, s: 106. El-Makdisi, M. Minhacu’l-Kasidin, s: 380

[3] Buhâri, Edeb/72 . Müslim, Fezâil 127-128 no:6109-6110. Bir benzeri:  Buhari, Nikah/1 no: 5063

[4] Abdulbaki, M. F. Mu’cemu’l-Müfehres, s: 246-248

[5] T. İzutsu, K. Diní ve Ahlâkí Kavramlar, s: 262-263)

[6] M. Kara, DİA Havf  maddesi. 16/529

[7] M. Kara, DİA Havf maddesi, 16/529

[8] Bakınız. Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazı’n-Nebi 2/88 HAVF mad.

[9] Tirmizi, Kıyamet/18 no: 2450

[10] İbni Mace, Zühd/21, no: 4205

[11] Nesai Taksir/1 no: 1436

[12] Buhari Küsuf/6 no:1048, Küsuf/14 no: 1059. Müslim, Küsuf/21 no: 2114. Ebu Davud, İstiska/3 no: 1177. Nesai, Küsuf/1,10, 24 no: 1460, 1471, 1503

[13] Tirmizi, Kıyame/34 no: 2472

[14] L. Cebeci, Takva, s: 20

[15] İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l Kebir, 3/329-330

 

ALLAH’TAN KORKMALI (MIYIZ?) 2

-          Allah korkusu (mehafetullah) nedir?

“Allah’tan hem korkulur, hem haşyet duyulur. Havf korkanın güçsüzlüğünden, haşyet korkulanın yüceliğinden kaynaklanır. Haşyet tazim, hürmet, sevgi ve yüceltme ihtiva ederken, emn’in (güvenin) zıddı olan havf bunları içermez. Kur’an’da haşyet övülürken, havf övülmez. Haşyetin kaynağı bilmek, havf’ın kaynağı bilmemektir.”[1] (Kur’an’da alimlerin övülme sebebi budur.[2] Bir hadiste Allah’tan en çok haşyet duyanların O’nu en iyi bilenler olduğu söylenmektedir.[3])

Havf bir diğer açıdan korkulan kişinin hatırlanmasından dolayı kalbin ızdırap duyması ve harekete geçmesi, ilâhí hükümlerin ve kaderin işleyiş tarzını kuvvetli bir şekilde görmektir. Ancak burada söz konusu edilen görme korkunun kendisi değil, sebebidir.[4]  

Havf bir açıdan ihlaslı bir kulu günah işlemekten alıkoyan en önemli korkudur. Bir hadiste; Allah (cc) hiç bir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde ‘Ben Allah’tan havf ederim (korkarım)’ diyen kimseyi Arşının gölgesinde gölgelendirecek.  

"Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ onları hiçbir gölgenin bulunmadığı (Kıyamet) gününde Arş'ın gölgesinde gölgelendirir. Adaletli yönetici, Allah'a ibadetle büyüyen genç, kalbi camilere bağlı kimse, Allah için birbirini seven, bu uğurda bir araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki kimse, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından birlikte olmaya çağırıldığı halde, "Ben Allah'tan korkarım" cevabı ile karşılık veren kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allah'ı anarak gözleri yaşla dolup taşan kimse."[5]

Allah’tan ‘havf’; O’nun cezasından ve azap tehdidinden çekinerek itaat yolunu tutma ve günahlardan kaçmadır.[6] İnsan Rabbinin makamı karşısında duracak ve hesap verecek. O halde insan böyle bir durumdan korkmalı (havf etmeli) ve ona göre hazırlanmalıdır.

“Aşikar olan şu ki, bütün bu [anlatıla]nlarda, o Son Gün başa gelebilecek azaptan korkanlar için apaçık bir ders, bir uyarı vardır;…[7]

Aşağıdaki hadiste havf, kişiyi ibadet etmeye götüren, ona Allah’a itaat bilinci kazandıran Allah korkusu manasında kullanılmaktadır.

Ukbe b. Amir (ra) Rasûlüllah’ın (sav) şöyle dediğini anlatıyor:

“Rabbin, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkıp namaz için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve Allah Teâla şöyle der: “Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor; yani Bendan korkuyor (havf ediyor). Yemin olsun ki o kulumu affettim ve onu Cennetime koydum.”[8]       

-          Allah’tan korkulur mu?

Allah’tan korkmak bizzat O’nun emridir.

O’ndan çekinmek, O’nun kendisine ceza vereceğinden korkmak, ya da emrini hakkıyla yerine getirememekten endişe duymak imanın gereğidir.

Kur’an’da pek çok ayette Allah korkusundan, Allah’tan korkanlardan, Allah’tan korkmanın; sakınma, ahlak ve kulluk anlayışına yaptığı olumlu etkilserden söz edilmektedir.

İnsanlardan bazıları, ya otorite sahiplerinden, ya dünyalık bir çıkarın elden çıkması tehlikesinden, ya bir takım makamları ele geçirme arzusundan, ya da insanların tepkilerinden korkarlar. Bundan dolayı da Allah’ın emirlerine uymaktan, O’nun hükümlerini uygulamaktan kaçınırlar. Böyle bir tavıra karşı Kur’an şöyle diyor:

“...İnsanlardan korkmayın, benden korkun ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfir olanlardır.”[9]  

Bir başka ayette şöyle deniyor: 

İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını (ya da sizi dosrlarıyla) korkutur. Şu

halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” [10]

Kur’an’da bir çok yerde kimilerinin ‘ben Allah’tan korkarım” dediklerini görüyoruz.

Mesela: hz. Âdem’in oğullarından biri diğerini öldürmeğe teşebbüs edince o “Ben seni öldürmek için elimi kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’ demişti.[11]

Şeytan bile Allah’tan korktuğunu söylemektedir. O iman edenlerin gücünü görünce kendi tarafralarına şöyle dedi: “Benim sizinlşe hiç bir ilişkim olamaz. Çünkü ben sizin  görmediğinizi görüyorum, üstelik ben Allah’tan korkarım.”[12]

Şeytan insana inkâr etmesini telkin eder. Sonra o da inkâr edince; “Ben senin yaptığından sorumlu değilim, çünkü ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım” der.[13]

Hz. Musa kavmini Allah’ın vadettiği ödüle ulaşmak üzere O’nun yolunda cihada davet ettiği zaman Allah’tan hakkıyla korkan iki kişiden başkası bu davetin hikmetini anlamadılar, ve gereğinin yapmadılar.[14]

Peygamber Allah huzuruna bir şefaatçi olmadan çıkmaktan korkan kimseleri vahiyle uyarmakla yükümlü idi.[15]

Kur’an Peygamber’e şöyle emrediyor: “Ve sen, (ey Peygamber), gönül alçaltarak, korku ve duyarlık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.Rabbini korkarak zikret.” [16]

Benzer bir çağrı da müslümanlara yapılıyor. Burada da havf kelimesi kullanılıyor.[17]

Değil aklı başında, iman eden kimseler; melekler, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ın varlık için koyduğu yasalara boyun eğerler, büyüklük taslamazlar ve her şeye hakim olan Allah’tan korkarlar.[18]

Melekler de korkuyla Allah’ın tesbih ederler, O’nu saygıyla anarlar: gök gürlemesi O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle anmakta; melekler de korku ve sakınma içinde bunu yapmaktalar…”[19]

Hatta müşriklerin taptıkları putları bile kendi hallerince Allah’tan korkarlar.

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.”[20]

Sorumuzu tekrar edelim: Allah’tan korkulur mu?

Elbette. Yukarıdan beri örnekleri verilen âyetlere göre Allah’tan korkulur. Korkmak gerekir. Varlıklar, melekler bile Allah’tan korktuğuna göre iman eden bir insanın, Allah hakkınaa az veya çok ma’rifeti (anlayışı) olan imanlı bir kimsenin korkmaması düşülünemez.

Ama Allah’tan nasıl korkulur?

Allah’tan bir gürültüden, vahşi bir hayvandan, karanlıktan, dehşet bir olaydan, ürpertici, yürekleri hoplatan, insanın yüreğini ağzına getirebiecek korkunç şeylerden korkulur gibi korkulmaz. Bir zalimin zulmünden, bir diktatörün, bir tiranın işkence ve heybetinden, bir gaddarın işkencesinden, bir teröristin teröründen korkulur gibi korkulmaz. Bir sonucu veya bir kârı elde edememekten, bir müsabayı kaybetmekten, bir şeyleri yitirmekten korkulur gibi korkulmaz. Bir patlamadan, bir gürültüden, ani bir şoktan korkulur gibi korkulmaz.

Allah korkusu şu ayette ifade edildiği gibi kalbin titremesi, ürpermesi, saygı ve tazim ile dolması. Bundan sonra yapması gereken şey her ne ise ona hazır olma dugusudur.  “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allah'tan söz edilse kalpleri korkuyla titrer; ve kendilerine her ne zaman O'nun ayetleri ulaştırılsa imanları güçlenir ve Rablerine güven beslerler.”[21]

Allah’tan korkmak, O’nun rızasını kazanamama endişesi, O’nun rızasına layık olamama korkusu, O’nun rızasını kaybetme ürpertisidir. Nitekim bir ayette buna işaret ediliyor. İman edenler şöyle derler: “Elbet biz yüzleri asıp kaşları çatan bir günde Rabbimizin (rızasını) kaybetmekten korkuyoruz.”[22]

‘Havf’ kelimesi ile ifade edilen korku; -Cüneydi Bağdadí’nin dediği gibi-, “her nefes alış-verişte azap görebilirim diye düşünmektir.”[23]

Allah’tan korkmak O’na hakkıyla ibadet edememek, O’nu hakkıyla tanıyamamak, O’nu hakkıyla sevememek, O’na hakkıyla şükredememek, O’nu O’nun layık olduğu gibi övememek korkusudur. Allah’tan korkmak O yakacak diye değil, O hak etmediğim için beni az sevecek, ya da ben O’nun sevgisine layık olamaycağım endişesidir.

Allah’tan korkmak, O’nun makamına karşı gereken saygıyı, tazimi, edebi gösterememek sıkıntısıdır. Yarın mahşer günü, hesaplar yapılırken ayıpların, noksanların, Allah’a karşı saygısızlıkların ortaya çıkmasından, rezil olmaktan, kaybetmekten, hüsrana uğramaktan içinin titremesidir.

Allah (cc) –haşa- ne korkunç bir şeydir, ne  yakaladığını hemen ateşe sokan bir ceberruttur, ne de katı yürekli bir despottur. Tam tersine Rahman ve Rahim sıfatlarına sahip, özünde ve işinde merhametli, affetmeyi seven ve çok çok affeden, çok seven ve çok sevilen, rahmetin, bağışın, ikramın kaynağı, karşılıksız veren, isteyene veren âlemlerin Rabbidir. Mehafetullah (Allah korkusu) bu makama layık olamama endişesidir.

-          Allah’tan korkmanın boyutları

İman edenlerin özelliği şöyledir: “Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.”[24]

Allah (cc) kullarını cehennem ateşiyle sakındırıyor.

“Onların üstünde ateş bulutları toplanacak ve altlarında da [benzer ateş] tabakaları bulunacaktır...” Allah kulların(ın kalbin)e işte bu yolla korku salar. Ey kullarım! Öyleyse, Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun;”[25]

Basiret sahipleri Allah’ın sevgisini kaybetme endişesiyle içleri titrer, hesabı kötü vermekten dolayı korkarlar.[26]

Allah (cc) müslümanlara zulmedenlerden boşalacak yerelere yerleştireceğini va’dediyor ve arkasından da şöyle buyuruyor: “… İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.”[27]

Rahman olan Allah’ın makamından korkanlar/çekinenler için farklı ödüller vardır: “Rablerinin mutlak otoritesinden korkup sakınanlara çifte cennte sunulacak.”[28] 

Peygambere şöyle demesi emrediliyor:  De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım. [29]

Kur’an inkarcıları şöyle uyarıyor: “Şimdi [cehennemden bahsederek] insanlara korku veren bir uyarıda bulunuyoruz, ama (hakkı inkara niyetli oldukları sürece) bu [uyarı] onların sadece büyüklük taslayarak küstahça azgınlık, taşkınlık yapmalarını artırıyor” demiştik.” [30]  

Allah’tan hakkıyla korkup çekinenler, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davrananlar hakkında Kur’an şöyle diyor:

Bizim mesajlarımıza (gerçekten) inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; (onlar) Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltenler ve asla büyüklük taslamayanlardır; (onlar) yataklarından (geceleri) kalkarak korku (havf) ve ümit içinde Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiğimizden başkalarına harcayanlardır.”[31]

İki hadiste Allah korkusu şöyle yer almaktadır:

Habibe bintü Sehl’in kocası Sabit b. Kays b. Şemmas çirkin bir adamdı. Bu kadın Peygamber’e (sav) geldi ve Ya Rasulellah! “Allah korkusu (mehafetullah) olmasaydı bu adam yanıma geldiği zaman yüzüne tükürürdüm” dedi. Peygamberr (sav) “Onun bahçesini geri vermek ister misin?” diye sordu. Kadın: “Evet” dedi ve bahçesini geri verdi. Peygamber de boşanmalarına hükmetti.[32]   

İşkencenin dayanılmaz bir hal aldığı, müşriklerin şiddetli baskı yaptıkları bir zaman Habbab b. Eret Kâbe'nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş oturan Hz. Peygamber'in yanına geldi; "Allah'a bizim için dua buyurmaz mısın?" dedi: Hz. Peygamber yüzü kıpkırmızı halde doğruldu, şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde bir adam demir tarakla taranır ve sinirleri kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi. Testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi. Allah muhakkak bu dini tamamlayacaktır. San'â'dan kalkan yolcu Hadramevt'e içinde Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan gidebilecek. Ama siz acele ediyorsunuz[33]

-          Son söz

İnsanın fıtratında sevgi de vardır, korku da. Bu iki duygu insan hayatı ve onun faaliyetleri için çok önemli olsa da, Tevhidi bakış açısına göre, bu ik duygunun insana verilmesinin hikmeti Allah’ı hakkıyla sevebilmek ve O’nun makamından hakkıyla korkabilmek/çekinebilmek içindir.

Allah’tan korkmanın bir kaç basamağı var denilebilir: En alt basamağı kişinin küfürden, inkârdan, ilhadtan uzak durması, onu küfre düşürecek söz ve davranışlardan sakınmasıdır.

İkinci basamağı müslümanın günahlardan elinden geldiği kadar sakınmasıdır.

Üçüncü ve en yüksek basamağı ise Allah’ın sevgisine engel olabilecek her türlü sevgi, meşguliyet ve gafletten kalbini korumaya çalışmasıdır.

İslâmın hedeflerinden birisi de insanın kalbine Allah sevgisini ve Allah korkusunu yerleştirmektir. Her güzel iş, ya da her güzellik Allah sevgisinden, her türlü korunma, çekinme, titiz olma ahlâkı da Allah korkusundan kaynaklanır. Allah (cc) Rahman ve Rahim’dir. Yani O bütün yaratıklarını sever. Ama kendisini sevip saygı göstereni daha çok sever. Kendisinden korkup çekineni ise azapla, ceza ile, kötü sonuçla mahzun (üzüntülü) etmez.

Bu anlamı şu hadislerde buluyoruz: “Allah korkusundan (haşyetinden) ağlayan göze, süt memeye dönünceye kadar ateş dokunmaz.” [34]

“İki göze Cehennem ateşi dokunmaz: Biri, Allah korkusundan (haşyetinden) ağlayan göz, diğeri de Allah yolunda nöbet bekleyen gözdür.” [35]

Kur’an Allah’tan hakkıyla korkanlara şöyle müjde veriyor: “Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat edenler, Allah'tan korkup (haşyet duyup) O'na karşı sorumluluk duyanlar; işte bunlardır, (nihaî) zafere erişecek olanlar!” [36]

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır

Fazilet hisse insanlarda Allah kokusundandır

Yüreklerden çekilmiş farzedilsin havf-ı Yezdân’ın

Ne ahlâkın kalır tesiri katiyyen, ne de vicdanın“ M. Akif Ersoy

Hüseyin K. Ece

21.01.2013

Zaandam/Hollanda

[1] M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, , s: 385.

[2] Kur'an, Fatır 35/28.

[3] Darimi, Sünen, Mukaddime/34, no: 368.

[4] İbni Kayyım el-Cevziyye, Medaricu's-Salikin, 1/397.

[5] Buhari, Sahih, Ezan/36 no: 660, Zekat/16 no: 1423, Hudud/19 no: 6806. Müslim, Sahih, Zekat/91 no: 2380. Tirmizi, Sünen, Zühd/53 no: 2391. Malik b. Enes, Muvatta, Muvatta Şiir/14. Nesai, Sünen, Kudat/2.

[6] Kur'an, En’am 6/15.

[7] Kur'an, Hûd 11/103.

[8] Ebu Davud, Sünen, , Salat/272 no: 1203. Nesâí, Sünen, Ezan /26.

[9] Kur'an, Maide 5/44.

[10] Kur'an, Ali İmran 3/175.

[11] Kur'an, Maide 5/28.

[12] Kur'an, Enfal 8/48.

[13] Kur'an, Haşr 59/16.

[14] Kur'an, Maide 5/23.

[15] Kur'an, En’am 6/51.

[16] Kur'an, A’raf 7/205.

[17] Kur'an, A’raf 7/56.

[18] Kur'an, Nahl 16/50.

[19] Kur'an, Ra’d 13/13

[20] Kur'an, İsra 17/57.

[21] Kur'an, Enfal 8/2.

[22] Kur'an, İnsan 76/10.

[23] İbni Kayyım el-Cevziyye, Medaricü’s Salikín, 1/396.

[24] Kur'an, Nahl 16/50.

[25] Kur'an, Zümer 39/16.

[26] Kur'an, Ra’d 13/21.

[27] Kur'an, İbrahim 14/14.

[28]Kur'an, Rahman 55/46. Bir benzeri: Naizat 79/40.

[29] Kur'an, En’am 6/15. Benzeri Yunus 10/15. Zümer 39/13.

[30] Kur'an, İsra 17/60.

[31] Kur'an, Secde 32/16.

[32] İbni Mace , Sünen, , Talak/23 no:2057.

[33] Buhari, Sahih, Menakıb/25 no: 3612, M. Ensar/29 no: 3852. Ebu Davud, Sünen, Cihad/97 no: 2649.

[34] M. A. Nasıf, et-Tac, , chap. 5/204. Bir benzeri: İbni Mace, Zühd/19 no: 4197. Munzirí, et-Terğíb ve’t Terhíb, 4/194 .

[35] Münziri, et-Teğib ve't-Terhib, 4/194.

[36] Kur'an, Nur 24/52).