Ya da insan ne ile nasıl kurtulabilir? Mutlak anlamda Allah’tan başka kurtarıcı var mıdır?

Bu soruyu duyan herkes, elbette Allah’tan başka kurtarıcı olmaz der. Bu doğru da ama maalesef piyasada bu böyle değil. Keşke sözde Allah’tan başka kurtarıcı yoktur  denildiği gibi, kanaatler, tutumlar, beklentiler de böyle olsa.

Kitaplarda ve dillerde, Âhirette birilerinin kendilerine medet edeceği, el atacağı, Hesab’ın zorluğundan kurtarıp, geçmesi çok zor Sırat köprüsünden sağ salim geçmesine yardımcı olacağı yer alıyorsa, burada durup düşünmek gerekir. Böyle bir şey olabilir mi?

Âhirette bir insanın/beşerin başka bir insana faydası olabilir mi?

Faydası olacağı zannedilen kişinin kendisini Hesap’tan kurtulacağı ne malum? Kim diyebilir ki falanca zat kurtulanlardandır. Kendisi kurtuldu ve başkasını da kurtarabilir?

Hem bunu nasıl  yapabilir bir insan? Hangi yetki ile ve hangi güç ile? Başkasını kurtarmak diye bir şey var mı?

Sorular uzatılabilir.

Konuyu Kur’an çerçevesinde incelemeye çalışalım. Gerçekten Âhirette insan nasıl kurtulur, ne ile kurtulur, onu kim kurtarır?

Kur’an bu sorulara nasıl cevap veriyor?

Âhirete inanmayanlar belki mallarının, saltanatlarının, çocuklarının (soylarının) kendilerine bir üstünlük sağladığını, hatta kurtardığını zannedebilirler. Kendilerine bir şey olmayacağını düşünebilirler. Nitekim böyle düşünenler var.

“Onlar: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”[1]

Ama gerçek böyle değil. Belki fani dünyada böyle şeyler insanlara biraz hava, biraz kibir, az biraz zevk ve saltanat duygusu verebilir. Zira insan dünyada serbesttir. Ama sıra Hesab’a gelince iş başkalaşır.

Kur’an üç âyette hemen aynı ifadelerle inkâr edenleri Âhiret hesabından malları ve çocukları kurtaramaz deniliyor:

“İman etmeyenlere gelince, ne dünya malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz: İşte onlardır ateşin yakıtı olanlar!”[2]

Muhammed’in (sav) hak peygamber olduğunu bildiği ve bunu kardeşine söylediği halde Rûm krallarının verdiği malları kaçırmamak için iman etmekten yüz çeviren Necran piskoposu hakkında indiği söylenen bu âyetin hükmü geneldir ve herkes için geçerlidir.[3]

“İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.”[4]

Kur’an bu gerçeği hareketli ve canlı bir tablo halinde sunuyor. Dünya hayatında inkâr etmenin sonucu bu. Onları hak ettikleri sonuçtan kimse kurtaramaz. Ne soyları, ne servetleri, ne makamları. Hatta dünya da iyilik yapıyoruz diye yaptıkları harcamalar da boşa gider.

Zira imandan kaynaklanmayan bir infakın değeri yoktur.

Arkadan gelen âyet onların durumunu şöyle anlatıyor: “Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgarın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.”[5]

İnkârcıların harcamalarının, mal ve evlât nimetlerinin durumu budur. Hepsi yok olup gidecektir ve sahibine bir fayda vermeyecektir. Zira inkârcılar hidayeti bırakıp sapıklığı, hayrı bırakıp şerri, nûr’u bırakıp nâr’ı alırlar, Allah’ın uzattığı İp’e sarılmak yerine kendi hevalârına uymayı tercih ederler.[6]

Denilebilir ki, doğru, inkârcılara malları da, evlâtları da, soyları da, dostları da Hesap Günü hiç bir fayda sağlamaz. Zira onlar zaten Âhireti inkâr ediyorlar. Onlar Kur’an’ı da, Peygamber’i de, Kur’an’la amel eden âlimlerin rolünü de kabul etmiyorlar. İnkâr ettikleri şeyin elbette onlara bir faydası olmaz.

Ama müslümanlar başka. Onlar hem Peygamber’e iman ediyorlar, hem de ona ve onun izinden giden, onun davasını yaşatan âlimlere hürmet ediyorlar. Onların sevgisini ve yakınlığını kazanmaya çalışıyorlar. Bu sevgi ve yakınlığın Âhirette bir karşılığı, bir faydası olabilir. Müslümanlar onların şefaatini (aracılığını) isteyebilirler. Onlar da Allah katında kendilerine şefaat (aracılık) edebilirler.

Masum gibi görünen bu iddia Kur’an tarafından reddediliyor. Pek çok âyette genel ve keskin ifadelerle Hesap Gününde kimsenin kimseye bir faydası dokunamayacağı, kimsenin kimseyi kurtaramayacağı vurgulanıyor. İşte bir kaç örnek:

“Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetleri ve sizin diğer kavimlere karşı üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlasanıza!

Ve hiçbir insanın ötekine en ufak bir yararının dokunamayacağı, hiç kimseden şefaatin (aracılığın –torpil mi desem-) kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği Gün(ün mutlaka gelip çatacağı) bilinciyle yaşasanıza!”[7]

Yani önünüzde sizi bekleyen Büyük Gün’ün dehşetinden sakının, tetikte olun, hazırlığınızı ona göre yapın. O gün öyle bir hesaba çekme olacak ki, takva dışında, yani Allah’ın koyduğu ölçüler içinde kalanlardan başkası o hesabın dehşetin kurtulamayacak. O gün kurtuluş hakkı, sadece bu dünyada Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davrananların hakkıdır. O gün öyle bir zor gündür ki, kimse konumu, makamı ve mevki ne kadar önemli olursa olsun kendisine veya başkasına bir fayda sağlayamaz, kurtuluş fidyesi veremez.[8]

Çünkü -Fatiha’da geçtiği gibi- o günün yegâne maliki ve hâkimi Allah’tır.[9] 

Burada Gün’den maksat elbette Ahiret günü, özellikle Hesap Günüdür.[10]

İsrailoğulları büyük peygamber torunu olduklarını ileri sürerek kurtulacaklarını zannediyorlardı. Ya da peygamber soyundan gelmeyi kurtuluş için yeterli görüyorlardı. Bu sebeple kendilerine ulaşan son ilâhi tebliği kabul etmediler ve ondan yüz çevirdiler. Âyet, aynı zamanda yüce ve kutsal saydıkları kişilerin de onlara şefaat edemeyeceklerini, fayda sağlayamayacaklarını bildiriyor.[11]

Âyet her ne kadar İsrailoğullarını yanlış âhiret tasavvuru hakkında gelse de hükmü geneldir. Âhiret hakkında yanlış düşünen, ya da Âhireti ciddiye almayan herkes hakkında geçerlidir. Görüldüğü Kur’an, gibi belli bir soya mensup olmayı, fidye verecek kadar zengin olmayı, kendilerince ulu saydıkları kişilerin arkasına takılmayı kurtuluş sebebi saymıyor. Bunlar bazılarının ham hayallerinden başka bir şey değildir.

İslâmdan önceki Arap müşrikleri, Allah’ın kızları zannettikleri ve heykellerle sembolize ettikleri tanrıların kendilerini Allah’a yaklaştıracağına ve kendilerine şefaat edeceklerine (aracılık yapacaklarına) inanıyorlardı. Yahudiler ve hırıstiyanlar da peygamberlerinin ve din adamlarının kendilerine Allah katında şefaat edeceklerini sanıyorlardı.[12]

Âyet çok açık bir şekilde Âhirette hiç kimsenin bir başkasına faydasının olamayacağını söylüyor. O gün öyle bir gündür ki, hiç kimse başkasının başına gelebilecek azabı gideremez, kimse başkası namına bir bedel, bir fidye, bir kurtuluş parası ödeyemez. Ne zorla, ne kolaylıkla. Zira buna gücü yetmez. İşte böyle bir gün gelmeden önce bunu ciddiye almalı, bu günün zorluklarından korunmak için hazırlıklı olmalı. Bu da burada, yani dünyada olur. Âhirete göçtükten sonra kurtuluş için başkasından yardım beklemek yanlıştır. “Melekleri gördükleri gün suçlulara müjde yoktur.”[13] Onlara şefaat de edilemez, yardım da. O gün öyle bir gündür ki o sırada şefaat (aracılık) söz konusu değildir. Herkes kendi kazancıyla başbaşa kalacak, yaptıklarının karşılığını alacaktır.[14]

İslâma göre sorumluluk kişisel olduğu gibi, hesap verme de kişiseldir. Hiç kimse kimsenin yerine hesaba çekilmez,[15] hiç kimse başkasını hesaptan kurtaramaz. O gün iman ve salih amelle birlikte Allah'ın huzuruna gelmeyenlere hiç kimsenin aracılığı yarar getirmeyeceği gibi, küfür ve günahların cezasını kaldırmak üzere hiç kimseden fidye de alınmaz.[16]

Şu âyette konu bir daha vurgulanıyor:“Hesap Günü nedir bilir misin? Ve bir kez daha: Hesap Günü nedir bilir misin? Hiçbir insanın başka birine zerre fayda sağlayamayacağı bir Gün(dür o): çünkü o Gün (açık seçik görülecektir ki) emir (söz, hâkimiyet) yalnız Allah'a aittir.”[17]

Âyet gayet açık: Hiç kimse başkasına zerre kadar fayda sağlayamayacak. Cezayı hak edenleri hiç kimse onu cezadan kurtamayacak. Hesap anında kimsenin böyle bir cesareti olamayacak. Falanca kişi benim dostumdu, ahbabımdı, adamımdı, öğrencimdi, müridimdi, şeyhimdi gibi yaklaşımlar söz konusu olmayacak. O gün söz de, hüküm de, karar da Allah’a aittir. Herkesi dünyada yaptıklarına göre karşılayacak, herkese rahmetiyle muamele edecek. 

Bırakın yabancı bir kimsenin diğerine el atması, yardım etmesi, imdadına gelmesi, bir baba bile çocuğuna, bir çocuk ebeveynine o Hesap Günü hiç bir şey veremez, hiç bir yardımda bulunamaz. Kur’an adeta bunun olmayacak bir şey olduğunu tekrar tekrar vurguluyor:

“Ey insanlar! Rabbinize karşı sorumluluğunuzu unutmayın; ve ne hiçbir anne babanın çocuğuna herhangi bir faydasının erişebileceği, ne de hiç bir çocuğun anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı Gün'den korkun.

Unutmayın, Allah'ın (yeniden diriltme) vaadi gerçektir. Öyleyse, bu dünyanın sizi ayartmasına izin vermeyin, ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerinizin sahte cazibesine kapılmayın!”[18]

Bir kimsenin arkadaşı, lideri veya mürşidi (rehber edindiği kimse) ona anne-babasından daha yakın olamazlar. Anne-baba bile kişiye bu Hesap Günü bir fayda sağlayamazken, birilerinden medet ummak ne kadar doğrudur? Kur’an böyle bir yanlış konusunda sürekli mü’minleri uyarıyor. Bu dünyada başkası uğruna âhiretini heba eden, ya da başkalarına bağlanarak günah yolunu seçenler ahmaklardır.[19]

Ebeveynin bırakın çocuklarına yardım etmesini; o dehşet günde, o ana-baba gününde herkes birbirinden kaçacak. Dünyada birbirini candan sevenler bile:

Kulakları sağır eden o ses geldiğinde; İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından.” Niçin? Çünkü “O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.”[20]

Gerçek ortada, o gün ana mı görülür baba mı, evlât mı, sevgili mi?

Âyetler insanı adeta sarsıyor. İnsanı çarpıcı bir gerçekle yüzyüze getiriyor. Dünya hayatının anlamını ve amacını ve arkadan gelecek olan hayatın gerçeğini düşünenler (fıkh edenler) bu gerçeği es geçmezler.

Âyette geçen “saahha” sözcüğü etkili ve sert bir tona sahip. İnsanın kulak zarını patlatırcasına bir ağırlığı var. Âyet bu sert ve rahatsız edici ses ile peşinde gelen sahneye zemin hazırlanmaktadır. Bu sahne kişinin kendisine en yakın olan insanlardan bile kaçıp kurtulmaya çalıştığı sahnedir. “O gün kişi kaçar; kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından”. Kopmayan bağlarla ve sağlam ilişkilerle bağlandığı insanlardan kaçar.  Zira herkesin işi başından aşkındır. Herkesin derdi kendisine yeter.[21]

Peygamber (sav) o günkü sıkıntıyı şöyle anlatıyor:

Kıyâmet günü olunca güneş, kullara bir mil veya iki mil mesafede oluncaya kadar yaklaştırılacaktır. Güneş onları âdetâ eritecek ve amelleri miktarınca ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimini topuğuna kadar alacak, kimini diz kapaklarına kadar alacak, kimini beline kadar alacak, kimine de basbayağı gem vuracaktır." (Peygamber bu sırada ağzını işaret etti.)[22]

Kıyâmet gününde, hesap için toplanma yerinde terlemek, içine düşülecek sıkıntının  bir göstergesidir. Çünkü hesaba katılmayan, ya da tam hazır olunmayan Âhiret hayatı başladı, dünyada yapılan bütün işlerin hesabı biraz sonra görülecek. Kimse sonucun ne olduğunu bilmiyor. Böyle bir durumda insan dehşete ve sıkıntıya düşecek, daralacak, bunalacak. Bir an önce hesabının görülmesini bekleyecek.

Âyetlerin mesajları bu açık iken hala bazı müslümanların, kendileri gibi insanlardan medet ummaları anlaşılır şey değil. İman ve salih amel yapmak dururken, birilerinin ortaya attığı bir iddianın ardından giderek, o dehşet gününde beşerden imdat beklemek, bu âyetleri anlamamak manasına gelmez mi? Kur’an iman edenler için bir şey söylüyor. Ama ona inandığını söyleyen birileri aynı konuda bambaşka bir şey iddia ediyor. Bu yanlışın üzerinde tekrar tekrar düşünmeye değer.

Allah (cc) mutlak bir Hakikati açıklıyor. Sanki şöyle deniliyor.  “Ey insan, seni Hesabın zorluğundan kurtaracak olan senin samimi imanın ve  Rabbinin katında makbul olacak amellerin/işlerindir. Hatta Allah’ın rahmeti olmazsa bunlar da seni kurtarmaya yetmez. Zira kulluk borcuna karşılık senin amellerin çok yetersiz kalır. Öyleyse senin için Allah’ın rahmetinden başka bir kurtarıcı yoktur.”

Bu gerçek başka bir âyette infak bağlamında şöyle dile getiriliyor. “Ey iman edenler! İçinde, ne bir alışverişin, ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin (aracılığın) bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve kâfirler, onlar zalimlerdir.”[23] O gün buradaki dostluk işe yaramaz, başkasının yapacağı zannedilen şefaat, yani aracılık da.

Eğer sahih ise şu hadis üzerinde dönüp dönüp düşünmek gerekir. “En yakının olan aşiretinin (akrabalarını) uyar”[24] âyeti indirildiği zaman Peygamber (sav) ailesinin bütün fertlerini, akraba ve yakın komşularını Ebû Kubeys tepesinde toplamış ve: “-Ey Kâ'b b. Mürre oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, Âhirette sizin adınıza bir şey yapamam!

-Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira Âhirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez!

-Ey Abdülmuttalip oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira Âhirette sizin adınıza da bir şey yapamam!

-Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira Âhirette senin adına da bir şey yapamam” buyurmuştur.“[25]

Peygamber (sav) yani gelmiş ve gelecek günahları affedilen[26]  son Elçi ve Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (sav) akrabalarına,  can parçası, kadınların en hayırlısı olan Hatice bintü Huveylid’in kızı Fatıma’ya[27]  bile orada yardımcı olamayacağını söylerken; başka kim kime el atabilirmiş, kim kimi kurtarabilirmiş???

Peygamber’in arkadaşlarından Osman bin Maz’ûn (ra) Medîne’de Ümmü’l-Alâ isminde bir kadının evinde vefât etmişti. Bu kadın: “–Ey Osman, şehâdet ederim ki şu anda Allah (cc) sana ikrâm etmektedir.” dedi. Rasûlullah (sav) bunu duyunca müdahele etti: “–Allâh’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?” buyurdu. Kadın: “–Bilmiyorum vallâhi!” deyince Peygamber (sav) şöyle buyurdu. “- Osman vefât etmiştir. Ben onun için Allah’tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben Allah’ın elçisi olduğum hâlde, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.” Ümmü’l-Alâ demiş ki: “Vallâhi, bu olaydan sonra hiç kimse hakkında bir şey söylemedim.”[28]

Fazla söze gerek yok, hakikat ortada.

-Son söz

Kişiyi kurtacak olan imanı ve Allah rızası için işlediği salih amellerdir, Allah’ın

rahmetidir.

Kur’an açık bir şekilde Mahşer Günün (kıyâmette) neyin fayda vereceğini söylüyor:

O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).”[29]  Tıpkı Rabbine kalb-i selim ile gelen müstesna insan hz. İbrahim gibi.”[30]

Bize düşen hayelleri bir tarafa bırakıp Allah’ın huzuruna selim bir kalple gitmenin imkanlarını aramak, el açıp aczimizi itiraf ederek tıpkı Yûsuf (sa) gibi dua etmek ve duamıza layık, sâlihlerden, sâdıklardan ve müttakılerden olmaya çalışmaktır.

“Teveffeni müslimen ve elhıknî bi’s-sâlihîn - Ey Rabbim, beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarının arasına kat.”[31]

 Hüseyin K. Ece

15.06.2014 Zaandam-Holanda

[1] Bekara 2/80

[2] Âli İmran 3/10

[3] Elmalılı, H. Y. Tefsir (sad.) 2/318)

[4] Âli İmran 3/116. Bir benzeri: Mücadile 58/17

[5] Al-i İmran 3/117

[6] S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/451

[7] Bekara 2/47-48

[8] Fâtır 35/18

[9] M. Abduh. M. Reşid Rıza, Menar Tefsiri (Çev.) 1/423

[10] Kurtubî,  el-Câmiu lil-Ahkâm, 1/185

[11] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, 1/75)

[12] S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/158-159

[13] Furkan 25/22

[14] Elmalılı, Tefsir (sad.) 1/291

[15] En’am 6/164. İsra 17/15. Fâtır 35/18. Zümer 39/7

[16] S. Kutub, fi-Zılali’l-Kur’an 1/70

[17] İnfitâr 82/17-19

[18] Lukman 31/33

[19] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/341)

[20] Abese 80/34-37

[21] S. Kutub, fi-Zılali’l-Kur’an, 6/3838

[22] Tirmizi, Kıyâmet/2 no: 2421. Bir benzeri: Müslim, Cennet/62 no:2864)

[23] Bekara 2/254

[24] Şuarâ 26/214

[25] Buhârî Tefsir/233 no: 4771. Müslim, İman/205-206 no: 350-351

[26] Fetih 49/2

[27] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/20 no: 3815. Müslim, F. Sahâbe/69 no: 2430

[28] Buhârî, Cenaiz/3 no: 1243, Tâbîr/27 no: 7018 . Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/461 no: 27525

[29] Şuarâ 26/88-89

[30] Saffât 37/81-84

[31] Yûsuf 12/101