ÖNSÖZ

Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salat ve selâm Hz. Muhammed’in, Allah’ın selâmı ise bütün mü’minlerin üzerine olsun.

Bütün insanlar Allah’ın kulları olduğuna ve hepsi de İslâm fıtratı üzerinde yaratıldığına göre hepsinin insan olarak bir değeri vardır.

Kimileri bu değerinin farkında olmasa da. Ya da bu değerini aşağa düşürse de.

Öyleyse bütün insanlar Hz. Âdem’in çocukları olmaları açısından karındaş/ insanlık kardeşidirler. Bu kardeşliğin getirdiği bazı mükellifiyetler olmalıdır.

İnsanlar toplu olarak yaşamak zorundadırlar. Bu birliktelik karşılıklı bir hukuku, sorumlulukları, ötekini de hesaba katma anlayışını da beraberinde getirir. Birinin yaptığı ötekini de ilgilendiriyorsa, kişinin yanlış yapmaması, karşısındakine zarar vermemesi, rahatsız etmemesi gerekir.

İslâm, insanların Allah’la, kendileriyle, diğer insanlarla, hayvanlarla ve kâinatla ilişkilerini düzenlemek için gelmiştir. İslâmın önemli hedeflerinden biri de insanlar arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir düzende olması, hakkaniyete dayanması, toplum huzurunu sağlayıcı bir şekilde uygulanmasıdır.

İslâm, kişinin kendisiyle, ailesiyle, anne-babasıyla, akrabalarıyla, çocuklarıyla,  arkadaşlarıyla, diğer insanlarla ilişkilerini en güzel ve fayda verecek, herkesin hakkını ve saygınlığını sağlayacak tarzda düzenlemiştir.

Müslümanların gayr-ı müslimlerle ilişkilerini beş ana başlık altında toplamak mümkün:

a-Aynı mekanı paylaşma açısından ilişkiler

b-Gayr-i müslimlerle velâyet ilişkisi

c-Gayri müslimlerle insanî ilişkiler

d-Gayri müslimlerle hukukî ilişkiler

e-Gayri müslimlerle hak ilişkileri.

Biz bu yazımızda özellikle halkının çoğu gayr-i müslim ülkelerde yaşayan müslümanlar açısından, diğerleriyle olan velayet (dostluk) ilişkilerini özetlemeye çalışacağız.

 

İÇİNDEKİLER

B-Gayr-i Müslimlerle Velâyet İlişkisi:

1-Velâyetin Anlam Sahası;

         a-Veli Nedir?

         a1-Velinin Sözlük Anlamı,

         a2-Velinin Terim (Istılah) Manası,

         a3-Velinin Kur’an’daki Anlamları

b-Velâyetin Anlamları:

         b1-Sözlük Anlamı Açısından Velâyet,

         b2-Velâyetin Terim Olarak Anlamı,

      b3-Velâyet Kavramının Anlamı;

         b-Hukukî Anlamıyla Veli (Velâyet):

            c-Siyasî Anlamıyla Veli (Velâyet);

2-Berâ’/Teberri’nin Manası;

3-Velâyet Açısından Müslümanlarla Gayr-i Müslimlerin Beşerí İlişkileri:

           a-Gayr-i Müslimleri Veli Edinmek (muvâlât),

        b-Müslümanlara Düşmanlık Eden Kitap Ehlini;

          c-Münafıkları Veli Edinmek?

         d-Tağutları ve Yandaşlarını Veli Edinmek        

         e-Mü’minleri Veli Edinmek

         a1-Allah’ı;

         a2-Rasûlü’nü;

         a3-Mü’minleri;

        10-Allah (cc) Bazı Kimselerin Velisi Değildir:

C-Gayr-i Müslimlerle Günlük İnsaní İlişkilerin Ölçüsü:

         1-Sözlük Anlamındaki Dâru’l Harb’i Dâru’s Sulh Kabul Edip Ona Göre Davranma,

         2-Müslümanların Birbiriyle Münasebetlerinin Önemi ve Ölçüsü,

         3-Gayr-i Müslimlerle Beşerí İlişkiler:

         a-Gayr-i Müslimlere Takiyye Yapmanın Boyutları,

         b-Gayr-i Müslimlere Mudâra Yapmanın (İyi Geçinmenin) Boyutları,

d-Gayr-i Müslimlerle Yardımlaşmanın Ölçüleri,

             d1-Dinle İlgili Olmayan Konularda;

         d2-Eman Dilemek (Can ve Mal Güvenliği, Oturum İzni İstemek);

         d3-Çalışma İzni veya Geçinme Kolaylığı İstemek;

         d4-Kültür ve İlim Sahasında Yardımlaşma;

         d5-Gayr-i Müslimlerle Olağanüstü Şartlarda Yardımlaşma,

         e-Gayr-i Müslimlerin İşyerlerinde Çalışmak,

           g-Gayr-i Müslimleri Taklid ve Onlara Benzeme Hastalığı,

h-Dâru’l Harb’te Öğrenim Görmek,

         f-Gayr-i Müslimlerin (Ehl-i Kitabın) Kestiklerinin ve Yemeklerinin Yenilmesi, Hazır Yiyeceklerin Durumu,

4-Gayr-i Müslimlerle Ahlâkí İlişkiler:

           a-İş Yerlerinde,

             a1-Yapılan Anlaşmalara Uymak,

         a2-Dürüst Olmak, İnsanlara İyi Davranmak,

         a3-İş Arkadaşlarıyla Kaynaşmak, ama Taviz Vermemek ve İslâmí Kişiliği Zedelememek,

         a4-İş Ahlâkı, Çalışma Metodu, Teknik Bigileri Daha İyi Öğrenmek,

         b-Okullarda,

         b1-Okul Kurallarına Karşı Tavır,

         b2-Öğretmenlere Saygının Boyutları,

         b3-Ders Arkadaşlarıyla İyi Geçinmek, Müslümanca Davranmak,

         b4-En Başarılı Olmaya Çaba Harcamak,

         b5-Öncelikli Olarak Azınlıklar İçin Faydalı Olmaya Niyet Etmek,

         d-Gayr-i Müslimlerle Komşuluk İlişkileri,

e-Gayr-i Müslimlerle Arkadaşlık İlişkileri,

         f-Gayri Müslimlerle Evlilik,

         g-Gayri Müslimlerle beraber İbadet Etmek  (Aynı Anda ve Aynı Mekanı Paylaşarak, Onlar Kendi Dinlerine Göre, Biz Kendi İnancımıza Göre),

         6-Onların Kutsallarına ve İnançlarına Karşı Tavır,

         7-Normal Zamanlarda Verdikleri Hediyeleri Almak, Onlara Hediye Vermek,

         8-Avrupadaki ve Özellikle Hollandadaki Entegre Politikaları ve Bunun Asimile Fikriyle İlgisi,

D-Gayr-i Müslimlerle Müslümanların Hukukí İlişkileri:

         1-Müslümanlar Açısından Dâru’s Sulh’ta (Terim Anlamıyla Dâru’l Harb’te) Hukukí Durum,

         2-İnsan Hakları Açısından Dâru’s Sulh (Diğer Ülkelerle Karşılaştırarak),

         3-Dâru’s Sulh’ta Kanuní Hakların Kullanılması,

         4-Dâru’s Sulh’ta Kamu Düzeni ve Toplumsal Hayat;

           a-Müslümanlar Eman İstedikleri Ülkenin Kamu Düzenin Bozmazlar,

           b-Kişi ve Toplum Haklarını Korurlar,

           c-Daru’s Sulh’ta (Terim Anlamıyla Dâru’l Harb’te) Vergi Mükellefiyeti,

           d-Böyle Bir Ülkede Askerlik Yapmak,

           e-Din, Vicdaní Kanaat, Konuşma ve Yazma Hürriyet Hakları ve Bunları Kullanmak,

           f-Gayr-i Müslim Bir Ülkenin Tabiiyetine Geçmek,

5-Kamu Alanına Katılım;

           a-Siyasí Hakları Kullanmak,

           b-Bu Hakları Kullanmanın Önemi,

             b1-Yerel Yönetimler, Sendikalar ve Sivil Toplum Örgütlerinde,   

             b2-Ülkesel Çapta, Parlamento ve Ülkesel Kuruluşlarda,

6-Gayr-i Müslimlerle Ticaret,

7-Gayr-i Müslimlerden Yer Kiralamak, Onlara Kiraya Vermek,

8-Hukuk Davalarında Takınılması Gereken Tavır,

        

E-Gayr-i Müslimlerle Hak İlişkileri:

1-Günümüzde İnsan Haklarının Önemi,

2-İnsan Hakları Açısından Avrupa ve Özelde Hollanda,

3-Müslümanların Bir Müslüman Üzerindeki Hakları,

4-Gayri- Müslimlerin Yardım Amaçlı Teşkilatlarına Yardım Etmek,

5-İnsaní Amaçlı (Aİ, Yabancılar Meclisi gibi) Teşkilatlarla İşbirliği,

6-Gayr-i Müslimlerin Müslümanlar Üzerindeki Hakları;

           a-Kişi Haklarına Saygı,

           b-Kamu Haklarına Saygı,

           c-İyi Komşuluk,

           d-Temiz Bir Çevre,

           e-İslâmı Duyma ve Canlı İslâmlar Görme (Tebliğ),

7-Tebliğin Önemi ya da Avrupalı Müslümana Düşen,

 8-Tebliğin Metodu;

           a-Dil ve Üslûp,

           b-Kişilik Konumu,

           c-Araçlar,

           d-Tebliğ Ortamı ve İmkanlar.

 

- Gayr-i Müslimlerle Velâyet İlişkileri

1-Velâyetin Anlam Sahası;

         a-Veli Nedir?

         a1-Velinin Sözlük Anlamı,

‘Veli’ kelimesinin kökü ‘velâ’dır. Bunun masdarı da ‘velyü, vilâyet veya velâyet’tir.

‘el-Velâü ve et-tevellâ’, sözlükte; iki şeyin aralarına kendilerinden olmayan yabancı bir şey girmeyecek şekilde peşpeşe meydana gelmeleridir. Buradan benzetme yoluyla bir şeyin yakınında bulunma, arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yaklaşma ve yanyana olma manalarına ulaşılmıştır.

‘Veli’, ya faîl vezninde, araya isyan girmeksizin itaatı ardarda yapan, mef’ul (tümleç) vezninde, Allah’ın lütuf ve bağışını üzerine alan kimse demektir. (Cürcanî, Kitabu’t-Tarifât, ter. s. 247)

Veli ve mevlâ (sonu elifle biten)  fail olarak yakın, dost, yardımcı olan, mef’ul olarak da veli edinilen manasında kullanılır. (A. Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s: 575)

         a2-Velinin Terim (Istılah) Manası,

         ‘Veli’ kelimesi Kur’an’da fiil halinde 110 defa, ‘veli’ olarak 44 defa, bunun çoğulu olan ‘evliyâ’ olarak 43 defa, bunun türevleri ‘vâli’ olarak 1 defa, ‘mevlâ’ olarak 18 defa yer almaktadır.

         ‘Veli (çoğulu evliyâ)’; seven, dost, yardımcı, işini yüklenen, en yakın sorumlu, sırdaş, candan sevip destek olan, komşu ve yakın olan demektir. ‘Veli’;  ‘düşman olmanın’ karşıtıdır. (4 Nisa/45. ayrıca bak. 18 Kehf/50)

         Kişiye sevgi ve yardım duygularıyla yaklaşıp onu hiç terketmediği için yardım eden dosta ‘veli’ denilir.            

           ‘Veli’ olmak, veli olunan üzerinde bir yetki ve hak sahibi olmayı ifade eder. Bu, karşıdakine tahakküm etmeğe yol açan bir yetki ve hak değil, aksine her bakımdan onun iyiliğine çalışmayı ve onu doğrultmayı gerektiren bir yetki ve haktır.

         Bir kimseyi veli edinmek, onu dost saymak, onunla yardımlaşmak, -yetki sahibi ise- otoritesine boyun eğmek, ona ait görev ve yetkilerini tanımak, yönetme işini ona emanet etme gibi anlamlara gelir.

         Kur’an, veli sıfatını hem Allah hakkında hem de insanların Allah’tan başka ilâh edindikleri şeyler hakkında kullanmaktadır. Ki bu anlam, Kur’an’ın ‘veli’ kelimesine yüklediği en ağırlıklı anlamdır. Bu sıfat ister Allah’a (cc) ait olarak, isterse O’ndan başka tapınılanlar hakkında kullanılsın; ilâha ait özellikleri ifade eder.

         “De ki: ‘Ben Allah’tan başkasını mı veli edinecek mişim? Ve O, yediriyor, ama yedirilmiyor.’ De ki: ‘Ben İslâm’a girenlerin ilki olmakla emrolundum ve (bana); ‘Sakın müşriklerden olma!’ (denildi)” (6 En’am/14)      

         a3-Velinin Kur’an’daki Anlamları

        aa1-Veli kelimesi Kur’an’da; Dost, (47 Muhammed/11)

         aa2-Yardımcı ve Taraftar  (8 Enfal/40)

         aa3-Hakim/Vâli/Yönetici/Sırdaş, sultan, vâli, birinin emrine veya idaresine girme, sevgili, ortak, komşu, (İbni Manzur, Lisânü’l Arab, 15/406-415. ez-Zebidî, Tâcü’l-Arûs, 10/400-40)        

         aa4-Koruyucu/Sahip/Gözeten (3 Âli İmran/150) manalarında kullanılmaktadır.

         ‘Veli’ aynı zamanda, kişinin yararını ve ulaşmak istediği amaç doğrultusunda işlerinin yoluna gitmesine yardımcı olabilecek, o konuda sorumluluğu üslenen kimse demektir. 

         ‘Veli’ kelimesine, seven ve yardım eden şeklinde bir anlam da verilmektedir. ‘Veli’ kelimesinde doğrudan doğruya sevgi manası olmasa bile; buradaki dost olma, başkasının işini üzerine alma, yardımcı olma gibi anlamları düşünürsek, işin içerisinde sevginin de olduğu görülecektir.  Bu gibi özellikler aynı zamanda gerçek dostun da (velinin de)  belirgin nitelikleridir.

 

b-Velâyetin Anlamları:

         b1-Sözlük Anlamı Açısından Velâyet,

         Velâyet’e; arkadaşlık/sadâkat, niyet, yer, zaman, din ve nisbette, yardımda, inançta (itikatta) tam bir yakınlık, yanyana bulunma anlamları verilmektedir.  (R. Isfehânî, el-Müfredât, s: 837. M. H. Tabatabâî, el-Mizan, 10/89)

         ‘Velâyet’ aynı zamanda bir  işi yüklenme, işinde tasarruf sahibi olma, emirlik, riyaset (yönetim ve yetki), yardım işini üzerine alma, destek olma demektir. (Cevherî, es-Sıhah Tacu’l-Lüga, 6/2528-2530. Firûzâbâdí, Kâmusu’l-Muhît, 4/404. Isfehâní, Müfredât, s: 83)

         ‘Vilâyet’, yardımdan yana bir yakınlık ifade ederken, ‘velâyet’  daha çok emirlik (riyâset-yöneticilik) ifade eder. Cürcânî’ye göre ‘vilâyet’; gerek dilesin, gerekse çekinsin, sözü başkası üzerine geçerli kılmaktır. (Cürcanî, Kitabu’t Ta’rifât, ter. s: 2247)

           ‘Velâ’ fiilinin masdarları olan ‘el-vilâyetü  ile el-velâyetü’nün farklı manaya geldiği söylenir. Ancak gerçekte her ikisi de bir işi üzerine alma anlamındadır. (R. Isfehânî, el-Müfredât, s: 837. Kurtubî, Tefsir, çev. B. Eryarsoy, 8/109)

 

         b2-Velâyetin Terim Olarak Anlamı,

         ‘Velâyet’, yardım etmek, sevgi, zafer, ikram, açık ve gizli sevdiği kişilerle beraber olmaktır. Birinin dostu olan devamlı iyiliğini ve mutluluğunu ister. Dosta düşen, dostuna tehlikeler karşısında yardım etmektir. Buna göre veli, dostunun zararını gidermeye kâdir olan ve devamlı fayda sağlayandır. Bu durumda asıl dost, Yüce olmakta, ikinci derece inanç ve fikir bazında uyuşabilen insanların dostluğu gündeme gelmektedir. (R. Kaya, Kur’an’da Dosluk İlişkileri, s: 29)

         Kur’an, din konusunda müslümanlarla savaşan, müslümanları haksız yere yurtlarından çıkaranlarla ve bunlara yardımcı olan kimselerle velâyet ilişkisini yasaklıyor. Sonra da bu gibi kimselerle velilik bağı kuranlara zalim diyor. (Bak. Mümtehıne/8-9)

         b3-Velâyet Kavramının Anlamı;

         Kur’an’da iki âyette geçmektedir. (18 Kehf/44. 8 Enfal/72)

 

         b-Hukukî Anlamıyla Veli (Velâyet):

         Bir hukuk terimi olarak ‘velâyet’; başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirmeyi, itaat edenle onun işini üzerine alan arasındaki ilişkiyi konu alır. İçerisinde sevgi ve yardım manalarını da barındıran velâyet, genel olarak, aile içerisinde akrabalık, ümmet içerisinde ise imamet (önderlik/halifelik) sebebiyle gündeme gelir.

         Bazı âyetlerde ve hadislerde ‘veli/velâyet’  daha çok bu anlamıyla yer almaktadır. (2 Bekara/282. 17 İsra.33. 27  Neml/49.  bak: M. Müfehres, 7/329-331)

         Çocuklar üzerinde öncelikle anne-baba velâyet hakkına sahiptir ve bu tabii bir süreçtir ve zorunlu bir görevdir. 

         Ebeveyn ile çocuklar arasındaki yakınlık ya da hukuk açısından sahiplik beraberinde sorumluluğu da getirmektedir. Onların bakımı, yetiştirilmesi veya ihtiyaçlarının giderilmesi ana-babanın aslî görevidir. Bundan dolayı da ebeveynin kendi çocukları üzerinde otorite hakları vardır. Onlar bu otoriteyi/yetkiyi onlara hükmetmek için değil; onları hayata hazırlamak, hukukî açıdan onlara sahip olmak ve terbiye etmek amacıyla kullanırlar.

       ‘Velilik’ kelimesinde saklı olan sevgi, şefkat ve yakın ilgi anlamlarını da beraber düşünülürse, ebeveynin ‘velâyet’ hakkı daha iyi anlaşılır.

         Hukukî velâyet (velâu), başkaları adına onların rızaları aranmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. (İlmihâl, İSAM, 2/211)

         Böyle bir durumda, raşîd olan büyük birinin kâsir durumundaki birinin şahsî ve malî işlerini yürütür.  (Darimî, Ferâiz/31)  

 

c-Siyasî Anlamıyla Veli (Velâyet);

         Ümmet içerisinde (müslümanlar arasında) ‘veli/velâyet (veliyyü’l-emr olma)’ hakkı, müslüman olup diğer müslümanlar tarafından biat (serbest seçim) ile seçilen yetkili kimsenindir.

         Ümmet arasında serbest biat (seçim) ile uygun birisine verilen velâyet görevi ise, karşılıklı anlaşmaya ve rızaya bağlı bir emanettir.

         Müslümanların serbest seçim ile yetki verdikleri yöneticilere ‘veliyyü’l-emr’, yani işin sahibi, sorumluluk üslenen, veya ehil olduğu için işi üzerine alan kimse denilir.

         Dikkat edilirse burada da ‘veli’ kelimesi kullanılıyor. Bu ifadede; sorumluluk, işe uygunluk ve yetki anlamlarının bulunmaktadır. Yine bu ifadede  sevgi, merhamet ve yakın ilgi manaları bulunmaktadır.

         Bu demektir ki, müslümanların serbest oyuyla onların din ve dünya işlerinin başına geçen, onların sorumluluğunu üslenen yöneticiler, bu seçimden dolayı bir yetki ve otorite kazanırlar. Ancak onlar da bu otoriteyi -tıpkı ebeveynler gibi- halka hükmetmek için değil, onların işlerini adaletle ve hakkaniyetle görmek, ihtiyaçlarını gidermek ve onları zararlı şeylerden korumak için kullanırlar. Onlar bu yetkilerini halka sevgi ile yaklaşarak, merhamet ve ilgi göstererek kullanırlar.

         Halkın seçimiyle (biatiyle) geçici olarak ve belli şartlara bağlı olarak ‘veliyyü’l-emr-yönetici’ olan kimse, yetkisini yanlış kullanırsa, merhamet ve adaletten saparsa veya görevini kişisel çıkarlara alet ederse halk ile yaptığı anlaşma sona erer, yani ‘velâyet’ hakkı düşer.

         Siyasî anlamdaki velâyet karşılıklı rızaya dayanan bir anlaşma, anlaşma şartlarına uygun olarak verilen bir vekâlet/emanet veya geçici olarak verilen bir yetkidir. 

         Zorla veya baskı ile ümmetin (toplumun) velâyetini almaya kalkışmak işin mantığına uymaz.  

 

2-Berâ’/Teberri’nin Manası;

         Berâ, terketmeyi, uzaklaşmayı, yakınında bulunmamayı ifade eder.

“Ey iman edenler! Kendinizden başkasını sırdaş (bitâneh) edinmeyin. Onlar (müşrikler) halinizi bozmaktan geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Onların kinleri ağızlarından taşıp çıkmıştır. Göğüslerinde gizledikleri ise (açıkladıklarından) daha büyüktür. Şayet düşünürseniz âyetlerimizi açıkladık.” (3 Âli İmran/118)

         Âli İmran yüzüncü âyet, kendilerine kitap verilen inkârcılara meyletmeyi yasaklıyor. Bu âyet ise onlara meyletme yasağını daha pekiştirmektedir. Âyette geçen ‘bitâne’; kişinin iç ve gizli işlerinden haberdar olan özel yakınları ya da adamlarıdır. 

          Kur’an, onlara meyletmenin ve yakın ilişki kurmanın neden yasaklandığı da açıklıyor: “...Onlar, size kötülük yapmaktan geri kalmazlar...”

         Kur’an, yanlış bir sevgi peşinde olan müslümanları uyarmaya devam ediyor:

         “İşte siz, öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz. Halbuki onlar sizi sevmezler...” (Âli İmran/119)

         Kur’an’ın bu açık yasağına rağmen, kendilerine kin besleyen, Allah ve Rasûlüne düşmanlık yapan, ya Kur’an’ın mesajıyla her şart ve zeminde mücadele edenlere yakınlık duyanlar, Allah’a kendileri aleyhine apaçık delil verirler. Bu şüphesiz ciddi bir uyarıdır.

         “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp ta kâfirleri veli edinmeyin. Aleyhinize Allah’a açık bir delil vermek mi istersiniz.” (4 Nisa/144)

         “Ey iman edenler! Babanız ve kardeşleriniz eğer küfrü imandan sevimli bulurlarsa; onları veli edinmeyin. İçinizden kim onları veli/dost edinirse; onlar nefislerine zulmedenlerdir.” (9 Tevbe/23)

          Yani başkaları şöyle dursun, hukukî anlamda velileriniz olan babalarınız ve öz kardeşleriniz bile inkârcılığı müslüman olmaya tercih ederlerse, küfürden dönme ümidi de kalmamışsa; onları (din kardeşliği anlamında) veli/dost edinmeyin, sırdaş tutmayın. Sizin üzerinizdeki velâyet hakkını kabul etmeyin ve onu kullanmalarına izin vermeyin. Onların emirlerine uyup küfre hizmet etmeyin, küfre yardımcı olmayın. (Elmalılı, Tefsir, 4/299)

         Burada mü’minlere, İslâmın aleyhine olmak üzere gayri müslimlere yardım, işlerinin kâfirlerden ayrılması ve onlardan teberrinin (inanç açısından uzak kalmanın) sağlanması için kafirlerle müvâlaât (velilik ilişkisi) yasaklanıyor. Ancak Kur’an, baba kâfir de olsa ona ihsan etmeyi, onunla ilişkiyi kesmemeyi ve iyilikle davranmayı, onlarla iyi geçinmeyi, ancak şirk koşma konusunda onlara itaat etmemeyi de emrediyor. (31 Lukman/14-15) 

         Şu âyetler konuyu biraz daha açıklıyor:

         « Sizinle din hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.

         Allah, ancak sizinle dininiz sebebiyle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş kimseleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.” (Mümtehıne/8-9)

 

3-Velâyet Açısından Müslümanlarla Gayr-i Müslimlerin Beşerí İlişkileri:

           a-Gayr-i Müslimleri Veli Edinmek (muvâlât),

           Mü’minler arasında velâyet ilişkisi olduğu gibi, Kur’an’ın kâfir dediği kimseler de birbirlerinin yakını, dostu, yardımcısı ve destekçisidirler. Onların da kendi aralarında bir yakınlık ve dayanışma söz konusudur.

         “Kâfir olanlar da birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur.” (8 Enfal/73)

         Kur’an’ın kâfir (inkârcı) diye nitelediği kimseleri ‘veli-dost’ saymayı uygun görmüyor:

         “Mü’minler, diğer müslümanları bırakıp, inkârcıları veli-dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başka...” (3 Âli İmran/28)

         Mü’minler iman ahlâkına küfür davranışı karıştıracak, mü’minlere şimdi veya gelecekte zararı dokunacak, İslâma zarar verecek ve ters düşecek şekilde kâfirlerle velâyet (dostluk) ilişkilerine girmeleri caiz değildir. Mü’minler sevgilerini ve buğzlarını Allah için gösterirler.

         Mü’minler, herkese karşı iyi davranmaktan, adalet göstermekten, ihsan etmekten sorumludurlar. Onlar başkalarının haklara saygı gösterirler. Verdikleri  sözde dururlar. Allah’ın yaratıklarının tümüne karşı merhamet sahibirler.  İhtiyaç anında kim olursa olsun yardım etmek onlar için imanî bir vazifedir. Başkalarına iyi davranmak, güzel komşuluk kurmak, arkadaşlığa vefa göstermek, ya da insanların iyiliğini istemek müslümanın güzel huylarındandır.

         Ancak, iman bağının kurduğu velilik farklı bir şeydir. Ne bütün bu güzel davranışlar, inkârcıları dinî anlamda veli edinmeyi gerektirir, ne de mü’minler arasındaki velilik bağı, başkalarına kötü davranmayı, ya da herkesi düşman bilmeyi gerektirir.            

         Mü’minler, her şeyden önce din ve imanlarında samimi olmak zorundadırlar. Allah’tan başkasına nefsini teslim etmeyecek olan mü’min, inkârcılara veli olma yanlışlığına düşmemesi gerekir. Bir kâfir, dünyaları verse bile imanına ve din kardeşlerine en ufak zarar verecek bir şeyi kabul etmemelidir.  (Elmalılı, Tefsir, 2/339-340)

         Müslümanlar, Allah’a veli olanlarla, ya da Allah’ın kendisi için veli edindiği kimselerle velilik bağını kurarlar. Onlara karşı velâyetin gereklerini yaparlar, onları sever, onlara yardımcı ve destek olur, gerekirse ihtiyaçlarını giderirler. Onları candan sırdaş, dost ve ahbab kabul ederler. Onların faydasına çalışarak işlerine yardımcı olurlar, aleyhine olabilecek faaliyetlerde bulunmazlar. Onlara karşı düşmanlara yardım etmezler. 

         Prensip olarak hem hak dine iman etmek, hem de bu dine düşman olanlara sevgi beslemek ve velâyet bağıyla bağlanmak mümkün değildir. Bu iki zıd tavır bir mü’min de bulunamaz. 

         Buradaki kilit ifade, ‘Allah’ın mesajına ve Peygamber’in kişiliğine yahut öğretisine aktif bir düşmanlık besleyenlerdir’. Böylelerine karşı sevgi beslemek, onları veli saymak Kur’an’ın emrine aykırıdır. İslâm’a aktif olarak düşmanlık yapmayan gayri müslimlerle ilişkiler konusunda ise Kur’an onlara nezaket ve yakınlık içinde davranılmasına izin vermekte ve hatta bunu zimnen emretmektedir. (60 Mümtehıne/8-9) (M. Esed, Kur’an Mesajı, 3/1126)

         Hz. Ebu Bekr’in kızı Esma anlatıyor: “Annem bana Kureyş’le anlaşma yapıldığı zaman gelmişti. Annem o zaman müşrikti. Rasûlüllah’a sordum: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Annem bana geldi. Kötü bir durumdadır (bakıma muhtaçtır). Anneme sıla yapayım mı (ona iyilik edeyim mi)?” Buyurdu ki: “Annene iyilik et.”  (Müslim, Zekât/14 (1003). Buharî, Edeb/7, 8/5)

         Bir âyette şöyle buyuruluyor:

         “Allah’a ve Ahiret Gününe (gerçekten) iman eden hiç bir topluluğun, Allah’a ve  Rasûlüne karşı çıkanları sevgi gösterdiğini göremezsin. İsterse bunlar babaları, oğulları veya kardeşleri veya soydaşları olsalar bile.

         İşte bunlar (Allah’ın) kalplerine imanı yazmış olduğu ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiş olduğu kimselerdir. Hem de onları orada ebediyyen kalıcı kalıcılar olmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah da onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar ‘hizbullah/Allah’ın taraftarı’dır. Haberiniz olsun, muhakkak ki hizbullah umduklarına kavuşanların ta kendileridir.” (58 Mücadile/22)

         Muhammed Abduh, bu âyetle ilgili olarak şöyle diyor: “Dinde menedilen velâyet (dostluk) dini kiçik düşürme, dindarlara eziyet etme ve maslahatlarını zayi etme gibi durumlarda söz konusudur. Bunun dışında dünyevî muamelelerde, ticaret, ziraat ve benzeri gibi şekillerde olursa bu yasaklamanın kapsamına girmez. Çünkü bu muamele  Allah’a ve Rasûlüna karşı hudud (sınır/hüküm) koyma yarışına giren, yani Alşlah’a ve Rasûlüna düşmanlık ve mükavemet anlamına gelmez. “ (Menar, 3/278. nak. K. Veli ve Velâyet, s. 127) 

 

        b-Müslümanlara Düşmanlık Eden Kitap Ehlini;

         Kur’an, İslâma karşı mücadele eden ve müslümanlara düşmanlık besleyen kitap ehlinin de veli edinilmesini yasaklıyor.

        “Ey iman edenler, yahudileri de hiristiyanları da veliler edinmeyiniz. Onlar (ancak) birbirlerinin velileridir. İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz Allah (cc) zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (5 Maide/51)        

        Yani onlara veli olmayınız, güvenip de yâr tanımayınız, onlara yardakçılık yapmayınız. Velâyetlerine, hükümlerine, yardımlarına başvurmak, önemli işlerin başına getirmek şöyle dursun; onları din bağının gereği olan bir ‘veli’ gibi zannedip kendinizi kaptırmayınız. Onları candan ahbap sanıp da sıkı fıkı beraberliklere dalmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz.

         Bu âyette  “Yahudileri ve hırıstiyanları dost tutmayınız” denilmemiş, “onlara dost (veli) olmayınız” denilmiştir. Çünkü “Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan yasaklamaz.” (60 Mümtehıne/8) buyuruluyor. Şu halde müslümanlara yahudi ve hırıstiyanlara iyilik etmekten, arkadaşlık yapmaktan, onlara âmir olmaktan yasaklanmamış, onları veli edinmekten, yardakçılık yapmaktan yasaklanmışlardır. (Elmalılı, Tefsir, 3/265)

         Kur’an, onları veli edinmenin pek çok zararları olduğunu, hatta böyle yapmanın kişiyi zalim bile yapacağını işaret ediyor.

         Şu âyet konuyu biraz daha açıyor. Müslümanın göstereceği olumsuz tavır, sıradan her ehli kitab’a değil, müslümanlara saldıran veya onların değerleriyle savaşan, ayrıca İslâmla alay edenlere karşı olacaktır.

         “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kafirleri veli olarak tutmayın. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan ittika edin (korkup-sakının).

         Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu, onların akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.” (5 Maide/57-58)        

         Burada yasaklanan velilik, iman bağı ile oluşan yakınlık, dostluk ve müslümanların aleyhine olacak şekilde onlara yardımdır, onlara yağcılıktır. Müslümanlara saldırmayan, onlara zarar vermek için çaba göstermeyen, İslâmla alay etmeyen bütün insanlarla normal hayat ilişkilerini sürdürmek yasaklanmış değildir. (bak. 60 Mümtehine/8-9. 4 Nisa/36)

         Şu örnek daha dikkat çekicidir ve hangi tip kitap ehline karşı dikkatli olunması gerektiğini ortaya koymaktadır:

         Cahiliye döneminde Evs ve Hazrec kabileleri birbirlerine hasımdılar ve sürekli savaş halinde idiler. İslâm’ın daveti Medine’ye ulaşınca bu iki kabile  müslüman oldular. Aralarındaki savaş ve hasımlık durumu sona erdi ve dinde kardeş oldular. Bir gün onların bu durumunu kıskanan bir Medineli yahudi onlara eski savaşlarına ait şiirler okudu ve aralarındaki hasımlığı yeniden alevlendirdi. Bunun üzerine Âli İmran Sûresi yüzüncü âyet nazil oldu.

         “Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak geri çevirirler.”

         Hz. Peygamber (sav) savaşmak üzere saflar düzeni alan Evs ve Hazrec kabilelerinin arasına girip bu âyeti okudu. Onlar da sakinleşerek bazısı bazısının boynuna sarılarak ağladılar. (el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nuzûl, s: 84-86. A. El-Kâdî, Esbab-ı Nüzûl, ter. S. Akdemir, s: 94-95)

         Günümüzde müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklara, ya da bazılarının müslümanlara karşı gayri müslim kesimlerle işbirliğine girmelerine, ittifak kurmalarına, Kur’an’ın müşrik dedikleriyle birleşip müslümanlara saldırmalarına bakınca, bir kez daha “Allah (cc) mutlaka doğru söyler” diyoruz. 

         Onlardan bir kısmı sırf müslümanlara kin duymalarından ötürü puta tapanları veli edinirler, onlara yakınlık duyarlar, hatta müslümanlara karşı onlarla ittifak kurarlar.        

         “Onlardan pek çok kimsenin kâfirleri veli edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine hazırladığı şey ne çirkin şeydir. Çünkü Allah onlara gazap etmiştir. Azapta da ebedî kalıcıdırlar.

         Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları veli edinmezlerdi.. Fakat onlardan bir çoğu fasık kimselerdir.” (5 Maide/80-81)        

         Nitekim, Hendek Savunması ve sonrasında kitap ehli olanlar, Hz. Peygamber’le anlaşmaları olduğu halde, bu anlaşmayı ihlal ederek O’na ve müslümanlara karşı müşriklerle işbirliği yaptılar.   

         Müslümanların kendi aralarında kurmakla yükümlü oldukları velilik bağı, özel bir din kardeşliği bağıdır ve imana dayalıdır. Kur’an, bu anlamda, başka din mensuplarıyla olan velâyet bağını yasaklıyor. Hatta böyle yapanların, artık onların tarafında sayılacaklarını ve böylelikle zulmetmiş olacaklarını söylüyor. 

         Din konusunda müslümanlara sataşan, savaş açan, ya da İslâmla alay eden kitap ehlinin bir kısmı birbirlerinin velileridirler. Onlar müslümanlara karşı zaman zaman biraraya gelebilir, yardımlaşabilir veya ittifak kurabilirler.  Onların dostlukları kendilerine mahsustur. Onlar kendi dinlerine uymadıkları sürece müslümanlardan razı olmazlar. (2 Bekara/120)

         Onlar velâyet’e, yani yönetim makamına mü’min olanlardan başkasının geçmesine rıza göstermezler. Onlar bilirler ki, Allah’a karşı isyan eden zalimlerin, Allah’a itaat eden mü’minler üzerinde velâyet hakkı olamaz. Onlar, müslümanların din ve dünya emanetini yüklenme noktasında hem yetersizdirler, hem de onların bu gibi işlerini İslâmın ölçülerine göre yönetemezler.

         Kunut duasını okurken, ilah makamına Allah’tan başkasını uygun görmedikleri gibi, müslümanların velayetini uygun olmayanlara, zalimlere ve hevasına uyanlara vermemeye söz verirler. 

         Müslümanın üzerinde kâfirlerin ‘velâyet’ hakları yoktur.

 

          c-Münafıkları Veli Edinmek?

         Münafıklar dinde ikili oynayan gayri ciddi, kalleş ve tehlikeli insanlardır. Onları veli edinmek Allah’a emrine aykırıdır. (4 Nisa/88-91)

         Münafıklar, inançta samimi olmadıkları için çıkarlarına uygun olarak müslümanlardan yana oldukları gibi, inkârcılardan da olabilirler. Müslümanların yanına gelip müslüman olduklarını söylerler, ama fırsatını bulunca da müslümanlara ihanet etmekten, onları arkadan vurmaktan, aleyhlerine çalışmaktan geri kalmazlar. Bu gibi zararlı faaliyetleri belli olanlara karşı uyanık olmak, onları candan dost bilmemek, onlarla birlikte atılacak adımlara dikkat etmek gerekir. Zaten onlar müslümanlara veli olmazlar. İki oynarlar, her tarafı memnun edip dünyalık menfeatlerini artırmanın yollarını ararlar.

         Onlar, mü’minleri bırakıp İslâmla mücadele eden inkârcıları veli edinirler. Onlara yanaşırlar, onları dost tutarlar, müslümanların aleyhine onlara yardım ederler. Halbuki mü’min olduğunu iddia edenlerin zalim inkârcıları veli edinmesi mümkün değildir.

         Kur’an bu gerçeği şöyle açıklıyor:

         “Münafıklara kendileri için can yakıcı bir azab olduğu müjdesini ver.

         Onlar mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli (dost ve yardımcı) edinenlerdir. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Gerçekte izzet bütünüyle Allah’ındır.” /4 Nisa/138-139)

         Onların kalpleri kâfirlerle beraberdir. Duyguları onlarladır. Onlara yardımcı olurlar, onlardan da yardım isterler. Onlara itaat ederler, onları candan severler.  (2 Bekara/14)

 

         d-Tağutları ve Yandaşlarını Veli Edinmek        

         Tağut, isyanda, kafa tutmakta, rabblik taslamda sembol bir tiptir. Allah’ın indirdiği hükümlere karşılık hüküm koyar, sonra başkalarını bu hükümlere zorla boyun eğdirmeye çalışır.

         Ona itaat edenler de bir anlamda onu ilâh edinirler, onun yakını, dostu ve zulümde ona yardımcı olurlar.

         “Allah, mü’minlerin velisidir (yakını ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûr’a çıkarır; oysa  hakikati inkâra şartlanmış olanlara yakınlık gösterenler (onların velileri), onları aydınlıktan çıkarıp derin karanlığa iten ‘tağut’tur (şeytaní güçlerdir): İçinde yaşayıp kalmak üzere ateşe mahkum olanlar da işte böyleleridir.” (2 Bekara/257)

         Din konusunda müslümanlarla savaşan, İslâmî davetin önünü şiddet, baskı, savaş veya törerle kesmeye çalışanlar tağut zihniyeti kişi veya kurum olabilir. Bunların ortak özelliği zorbalık, baskı, Allah’ın hükümlerine kafa tutmask ve zulümdür. 

         Mü’minleri dinlerinden uzaklaştırmak için, onları yurtlarından sürüp çıkarmak, onların değerlerini ve varlıklarını yağma etmek isteyen tağutları dost tutanlar zalimlere destek oldukları için kendileri de zalimdir.

         Mü’minler ise ne tağutlara ne de onların ahmak dostlarınaö ya da kullarına veli olmazlar, yakınlık duymazlar, zulümde veya sömürülmekte onların yanında yer almazlar.

 

         e-Mü’minleri Veli Edinmek

         Kur’an;  Allah’ı, Rasûlünü ve mü’minleri ‘veli’ edinmeyi emrediyor. Bunu kısaca açıklayalım:

         a1-Allah’ı;

         Müslümanlar öncelikle mutlak ve bir ilâh ve rab olan Allah’ı veli bilmek zorundadırlar. Onlar, bir ilâhta olması gereken bütün velilik özelliklerini Allah’ta var olduğuna iman ederler. O’nu kendilerine en yakın bilirler, bir ilâhtan istenebilecek yardımı O’ndan isterler, mutlak anlamda O’nu severler.

         Zaten, “…Allah, mü’minlerin velisidir.” (3 Âli İmran/68. 2 Bekara/257) Öyleyse onlar da O’nu veli edinmelidirler.

         “Bu böyledir, çünkü Allah mü’minlerin mevlâsıdır (koruyucusudur). Kafirlerin ise mevlâsı (koyucusu) yoktur.”  (47 Muhammed/11)

         Allah’ın mü’minler üzerindeki velâyeti, önce bütün mü’minlerin birbirleri üzerinde velâyetlerini doğurur. Yani her mü’minin diğer mü’min üzerinde bir hak ve yetkisi, her birinin diğerine karşı görevleri vardır. (A. Ünal, K. Temel Kavramlar, s: 578)

 

         a2-Rasûlü’nü;

         Müslümanlar Allah’ı mutlak veli olarak tanıdıktan sonra da Allah’ın rahmet Peygamberi diye seçip gönderdiği Hz. Muhammed’i veli bilirler. Hz. Muhammed (sav) bütün insanlara rahmet kaynağı olduğu gibi, müslümanlara yakındır. Müslümanları sevmektedir ve onlar için dua etmiştir.

         “Andolsun ki içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür. (Bütün) mü’minlere oldukça şefkatli ve merhametlidir.” (9 Tevbe/128)

      “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz (ne ala)! Çünkü) kalpleriniz meyl etmiş bulunuyor. Şayet onun aleyhine birbirinize yardım ederseniz, muhakkak ki Allah onun velisidir. Cebrail de, mü’minlerin salih olanları da. Bundan sonra melekler de (ona) yardımcıdır.” (66 Tahrim/4)     

        

         a3-Mü’minleri;

         Müslümanlar bundan sonra da din kardeşleri olan diğer müslümanları velileri olarak bilmek, onlara veli olarak davranmak, ya da İslâmın öngördüğü bu velâyetin gereğini yapmak durumundadırlar.  (9 Tevbe/71)

         Allah’ı, O’nun elçisini ve mü’minleri veli-dost olarak bilmek imanın gereğidir. Bir başka deyişle Kur’an’a iman edenler; Allah’ı, O’nun son elçisini ve diğer müslümanları dost (veli) olarak kabul eder. (5 Maide/55)

         Kur’an, mü’minlerin dostlarını (velilerini) açıkladıktan sonra; kim böyle yaparsa, onun hizbullah olacağını ve hizbullah olanların da mutlaka galip geleceğini açıklıyor:

         “Sizin veliniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.”

 

        10-Allah (cc) Bazı Kimselerin Velisi Değildir:

         Allah (cc) bütün mahlûkatın yaratıcısı, Rabbi ve velisi iken, bazı insanlar kötü (sû’i) ameller işlerler, Rablerine karşı hata üstüne hata yaparlar, Allah’ı bırakıp iblisi veya onun taraftarlarını veli edinirler.  Allah’ın indirdiklerine sırt çevirirler ve kulluğu başkalarına yaparlar. 

         İşte böyleleri bu yanlış davranışları yüzünden ilâhî velâyeti/dostluğu kaybederler.

         Kur’an’ın haber verdiğine göre Allah (cc) şu kimselerin velisi değildir:

         1-Kötülük yapanların ve fenalıkta bulunanların; (4 Nisa/123),

         2-Kendilerine hakkı batıldan ayıran bir ilim ve hak bir davet geldikten sonra hevâ ve hevesine (tutku ve arzularına) uyanların; (13 Ra’d/37. Bir benzeri: 2 Bekara/120)         

         3-İman nimetinden sonra inkâra sapan ve dinde iki yüzlü davranan münafıkların; (9 Tevbe/74. 33 Ahzab/17)

         4-Dalâlette olanların (sapıklığı tercih edenlerin); (42 Şûra/44. 17 İsra/97), 

         5-Allah’a ibadetten sorumlu oldukları halde, büyüklük taslayıp kulluktan yüz çeviren müstekbirlerin; (4 Nisa/173. 45 Casiye/8-10),

         6-Allah’tan gelen hakkı ve dini inkâr eden kafirlerin  ve müşriklerin; (33 Ahzâb/64-65. 48 Fetih/22.

         7-Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen ve yeryüzünde haksızlık yapan, ya da Allah’a şirk koşmak, O’ndan gelen ilâhî vahyi ve peygamberi dinlemeyerek zalim olanların; (42 Şûra/8. 11 Hûd/20),

         8-Zalimlere meyledenlerin, onları onaylayan, ya da destek olanların da velisi değildir. 

         “Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.” (11 Hûd/113)   

         Kur’an onlara karşı mücadele edilmesini emrediyor. (4 Nisa /75) Zalimlerin yaptıklarına ses çıkarmamak, zulümlerine ortak olmaktır.  Kur’an, zalimlere veli olmak şöyle dursun; onlara meyletmeyi bile yasaklıyor, hatta onların yanında oturmayı bile hoş görmüyor. (6 En’am/68)   

         Allah’ın veli olmadığı kimslerle müslümanların velâyet bağı kurması, onlara yakın olması, onları sevip onlarla her türlü ittifak kurması doğru değildir.

 

       C-Gayr-i Müslimlerle Günlük İnsaní İlişkilerin Ölçüsü:

         1-Sözlük Anlamındaki Dâru’l Harb’i Dâru’s Sulh Kabul Edip Ona Göre Davranma, (Savaş Hali Olmayan, Tek Başına Eman-Oturum İstenen veya Devletlerarası Anlaşmalı Olunan Ülkeleri Dâru’s Sulh Saymak),

         Istılah anlamıyla Daru’l-harb; İslâmî ahkâmın uygulanmadığı, müslümanların hakimiyetinde olmayan yer demektir. Burada müslümanlarla gayri müslimler arasında harp (savaş) halinin olup olmamsı önemli değildirç Öyleyse bu tanım, gayri müslimlerle her zaman var olanö devam ettiği düşünülenö asla barış ihtimali olmayan bir savaş durumunu değilö hukukî veya hakimiyet durumunu ifade eden bir nitelemedir.

         Bir ülkede uygulanan fıkıh ya da şeriat anlayışı esas alınırsa, bu tanım isabetlidir. Daru’l-harb’ı sözlük anlamıyla, ya da gayri müslimlerle müslümanlar arasında sürekli savaş olur anlayışı ile bakıldığı zaman, karşımıza yeni problemler çıkar.

         Başkalarıyla sürekli savaş halinin hiç bir topluma güven ve huzur vermeyeceği açıktır. Bununla bereber Kur’an mü’minlere; inkârcılarla sürekli kavgalı olmayı bir tavır olarak getirmiyor. Onlar barışa yanaşırlarsa, müslümanlara düşen de barış yapmaktırç Nitekim Hudeybiye anlaşması tipik bir örnektir.

         Daru’l-harb -sözlük anlamıyla- sürekli savaş ülkesi anlaşılırsa, halkının çoğunluğu gayri müslim ülkelerde yaşayan müslümanların durumu zorlaşacaktır. Bu durumda olan müslümanlar, her şeye rağmen –eğer bulabilirlerse- müslüman bir ülkeye öç edeceklerdir, ya da hata olduğunu bile bile fıkhın hükümlerini çiğneyeceklerdir.

         Halbuki ictihada dayalı bir hüküm zamanın değişmesiyle değişebili. Yeni olaylar ve oluşumlar için yeni ictihadlar geliştirilmedir. Geçmişin siyasi ya da kültürel olaylarına uygun olarak verilen fetvaların, bugünkü sorunları çözemediği açıktır.

         Halkı gayri müslim bir ülkeye ister çalışmak, ister okumak, isterse sığınmak üzere gelen bir müslüman bir anlamda müracaat ettiğ ülkeden ‘eman’ istemiş olur. Kendisine eman verildiği zaman, -ki bu da zamanımızda geçici veya sürekli oturum izni demektir- bir anlamda emanı verenlerle anlaşma imzalanmış olur. Bu anlaşma karşılıklı bir mükaveledir. Bir taraf can, mal, din ve benzeri hürriyetleri garanti ediyor, çalışma (geçinme) imkanı veriyor, diğer tarafa da kendi kamuoyu düzenine uymayı taahhüd ediyor. Oturumu kabul edip o ülkeye yerleşen zımnen bu şartları kabul etmiş sayılır.

         Öyleyse bulunduğumuz, halkının çoğunluğu müslüman olmayan ülkelerdeki davranışlarımızı, insanî ilişkilerimizi, dâr anlayışımızı bu prensiplere uyarak yeniden değerlendirmemiz gerekiyor.

         Bu bağlamda biz öncelikle müslümanlar arasındaki insanî ilişkilere kısaca kısaca temas ettikten sonra, gayri müslimlerle olan insanî muameleleri ele almak istiyoruz.

 

         2-Müslümanların Birbiriyle Münasebetlerinin Önemi ve Ölçüsü,

         Mü’minler dinde kardeştirler. (Hucurât 49/10) Öyleyse kardeşliğin gereğini yapmalılar.

         Hadislerde de aynı ifadeyi görüyoruz. (Buharî, Edeb/57,58. Ferâiz/2. Müslim, Birr/28-34 (2563-2564). Ebu Davud, Edeb/40, 56(4882, 4917). Tirmizî, Birr/18 (1928)

         Mü’minler birbirlerinin velileridir. (Tevbe/71) Ma’rufun emredilebilmesi, münkerin yasaklanabilmesi için müslümanların dayanışma içinde olmaları, birbirlerine sevgi ve saygı duymaları, birbirlerine değer vermeleri gerekiyor.

        “İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerle , (onları) barındırıp (düşmanlara karşı) yardım edenler (Ensar), işte onlar birbirlerinin velileridir. İman edip de hicret etmeyenler ise, hicret edene kadar, sizin onlarla, hiç bir velâyetiniz yoktur. (Buna rağmen) eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse size yardım etmek düşer. Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme karşı değil. Allah yaptıklarınızı görendir.” (8 Enfal/72)

          Mü’minler iyilik ve takva konusunda yardımlaşırlar, günah ve isyan konusunda birbirlerine yardım etmezler. (Maide/2)

         Mü’minler yabancı unsurları önemli meselelerde sırdaş edinmezler.

         “Ey iman edenler! Kendinizden olmayanı sırdaş (bitâneh) edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler. Size sıkıntı verecek şeylerden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışarı vurmuştur, sinelerinde gizli tuttukları ise daha büyüktür. Size âyetlerinmizi açıkladık; belki akıl edersiniz.” (Âli İmran/118)

         Peygamber (sav) kardeşlik hakkında şöyle buyuruyor:

         “Sakın zanna yer vermeyin. Zira zann, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği gibi kardeş olun.

         Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihanet etmez), ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez.

         Kişiye şer olarak, müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır.

         Allah sizin sûretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize bakar. Takva şuradadır –eliyle göğsünü işaret etti. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”

         Peygamber (sav) mü’minlerin diğer mü’minlere karşı bazı görevlerine de şöyle işaret ediyor:

         “Mü’minin mü’mine karşı durumu bir yapı gibidir. Biri diğerinin güçlendirir.” (Müslim, Birr/17 (2585). Buharî’nin rivâyetinde; “Sonra ellerini birbirine geçirdi” ilâvesi vardır. Buharî, Edeb/36, 8/14)

         “Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin örneği bir tek beden gibidir. Onda herhangi bir organ rahatsızlanacak olursa vücudun diğer kısımları ateşin yükselmesi ve uykusuzlukla ona katılır.” (Müslim, Birr/17 (2586).)

         Hz. Enes’in (ra) rivâyetine göre Hz. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:

         “Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez.” Nesâî’nin rivâyetinde “...hayır şeylerden” ziyâdesi mevcuttur. (Buharî, İman/7, 1/10 . Müslim, İman/71 (45). Nesâî, İman/19. İbnu Mace, Mukaddime/9 (66).)

         Ebu Hureyra (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:

         “Nefsim kudret elinde olan Zât’a (Allah’a) yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırınz.” (Müslim, İman/93 (54). Ebu Davud, Edeb/142 (5193). Tirmizî, İsti’zan/1 (2688).) 

         Ebu Ümâme (ra) Peygamber’in (sav) şöyle dediğini rivâyet ediyor:   

         “Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını (kemâle (olgunluğa) erdirmiştir.” (Ebu Davud, Sünne/16 (4641).)

         Birbirlerinin velisi olan mü’minlerin de birbirleri üzerinde elbette ‘velâyet’ hakkı ve yetkisi bulunmaktadır. Onlar bu hakkı; -münafıkların aksine- birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, ma’rufu emrederek, münkerden alıkoyarak, birbirlerine yardım ederek, dostluğu ve sevgiyi birbirlerine göstererek, her zaman onların iyiliği için çalışarak yerine getirirler.

         Şunu da eklemek gerekir: Mü’minler sadece din kardeşlerinin değil; bütün insanların haklarına saygı duyarlar ve onları korumaya çalışırlar. Çünkü onlar, her insanın kendine ait hakları olduğunun ve bunların kullanılmamasının zulme sebep olacağının farkındadırlar. Bununla beraber müslümanlar, yaptıkları her şeyin hesabını bir gün vereceklerine ve herkesin hakkını diğerinden mutlaka alacağına inanırlar.

         Mü’minler, diğer müslümanların, İslâmın aleyhine olacak şekilde inkârcılara ve bozgunculara (müfsitlere) destek olmazlar. Onlar, hiç bir durumda hak ihlallerine yol açmazlar.          

         İman etmek, müslümanlar arasında bir ‘velâyet’ bağını gerekli kılar. Bu bağ; dinde kardeşlik, iman yakınlığı, duygu ve birbirini destekleme, birbirlerine müttefik olma beraberliğidir. Buna göre bütün müslümanlar karşılıklı olarak birbirlerine veli/dosttur.

         “Mümin erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği (ma’ruf’u) emrederler, kötülükten (münker’den) alıkorlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Allah daima Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (9 Tevbe/71)

         İman bağı ile kurulan ‘velâyet’ gerçeğini anlamış olan bir müslüman, mutlak ve değişmez ‘veli (dost, yakın ve yardımcı)’ olarak Allah’ı tanır. Bir ilâhın sıfatı olarak, başka bir varlıkta, eşyada, ya da otorite sahiplerinde böyle bir özellik kabul etmez. 

         İşte bu bilinçle hareket eden müslüman; Allah’ın dışındaki kimselerle ve odaklarla kuracağı dostlukta temel olarak Allah’a ait velilik ölçüsünü alır.

Yani o, Allah’a veli olanlarla, ya da Allah’ın kendisi için veli edindiği kimselerle velilik bağını kurar. Onlara karşı velâyetin gereklerini yapar. Veli olarak onları sever, onlara yardımcı ve destek olur, gerekirse ihtiyaçlarını giderir. Onları candan sırdaş, dost ve ahbab kabul eder. Onların faydasına çalışarak işlerine yardımcı olur, tehlikelere karşı onları korur. Onların aleyhine olabilecek faaliyetlerde bulunmaz. Onlara karşı düşmanlara yardım etmez, maddî ve manevî destekçi olmaz.   

 

3-Gayr-i Müslimlerle Beşerí İlişkiler:

-Beraber Yaşama Mecburiyeti;

         Savaşlar, göçler, iş arama, geçinme şartları, tahsil yapma, sığınma talebi, giderek dünyanın küçülmesi, iş alanlarının, ticarî ilişkilerin uluslararası alana taşması ve benzeri sebeplerden dolayı müslümanlarla gayr-i müslimler birarada yaşama zorundadırlar. Müslümanlar, halkının çoğu gayri müslüman ülkelere göç ettiği gibi, tersi- yani gayri müslimler de halkının çoğu müslüman olan ülkelere göç ediyorlar ve oralarda yaşamak istiyorlar.

         Bu bir realitedir.

         Bu gün saf İslâm ülkesi kalmadığı gibi, saf kâfir ülkesi de kalmadı denilebilir.  Üstelik bazı müslümanlar kendi ülkelerinde bulamadıkları imkanları, din hürriyetini, rahatlığı halkının çoğu müslüman olmayan ülkelerde bulabiliyorlar. Pek çokları da o ülkelere hicret etmek zorunda kalmışlardır.

         Birarada bulunmaktan veya birlikte yaşamaktan dolayı bazı haklar ve mükellefiyetler doğar. İnsanlar biraraya gelince aralarında hukukî ilişkiler gündeme gelir. Hukukî ilişkiler de hem hakları belirler, hem hareketleri sınırlar, hem de bazı sorumluluklar doğurur.

         Müslümanlar, başkalarını da hesaba katarak yaşamaları gerektiğinin farkındadırlar.

         Müslümanlar hakkın şahitleridir. ((“Böylece sizi vasat/orta bir ümmet kıldık. Bütün insanlara karşı şahitler olasınız; bu Peygamber de size şahit olsun diye...” (Bekara.143. Bir benzeri Nisa 72. Hacc/78.))

         Onlar gayri müslimlere İslâmı yaşayarak, ya da güzelce anlatarak ulaştırmak, sonrada onların bu davet karşısındaki tavırlarına şahit olmak görevindedirler. Şahitliği kabul edilmek doğrulukla, dürüstlükle ilgilidir. Şahit, sözü ve ahlâkı senet olan insandır.

         Ya müslümanlar İslâmı öylesine güzel yaşayıp örnek olurlar ki başkalarına âdeta; ‘işte bakınız ben hakikatın şahitliğini yapıyorum. İman ettiğim gerçek bu denli güzel, tutarlı, ahlâklı ve huzurlu bir hayatı sağlıyor’ diyebilmelidir. Ya da inkârcıların İslâm karşısındaki yanlış tutumlarının adil bir şahidi olurlar.

         Diğer taraftan, müslümanların gayri müslimler arasında bulunmaları bir imkan, hatta bir lütuftur. Sahip oldukları güzellikleri, inandıkları hakikatı, şahit oldukları hakkı başkalarına ulaştırabilme imkanı elde ederler.

         Müslümanların başkalarına davranışları, adalet ve ihsan anlayışına dayanır. 

         “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar, adaletle şahitlik eden kimsler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesinç Adil olun. Çünkü o, takvaya daha yakın olandır. Allah’tan ittika edin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide/8)

         “Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler, öfekelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir. Allah muhsinleri sever.” (Âli İmran/134. Bekara/195. Maide/13. Nahl/90)

         Adalet herkese hakkını vermekse de, ihsan daha fazlasını vermek, daha fazla güzel muamele etmek, güzel davranmak demektir.

         İslâm kısaca, Allah’a itaat, yaratılmışlara şefkattir. Bu yaratılmışlara gayri müslimler de dahildir.

 

         a-Gayr-i Müslimlere Takiyye Yapmanın Boyutları,

         -Takıyye, zorlama anında istenilen şeyi dil söyleme ile sınırlıdır. Kalb ve amel ile takıyye yapmak caiz değildir.

         “Nefisler hakkında kâfirlerden korku, onların küfürlerine tabi olmadan ve herhangi bir müslümanın aleyhine fiilî olarak onlara yardım etmeden dil ile yüzlerine dostluk ızhar edilebilir.” (Taberî, Tefsir, 3.228)- Âli İmran/28)

         Kur’an ‘takıyye’ye izin veriyor.

         “Mü’minler, diğer müslümanları bırakıp, inkârcıları veli-dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başka...” (3 Âli İmran/28)

         Onlar inkârcılardan gelebilecek bir zarardan korunmak için tedbirli olmak zorundadırlar. Bu ise inkârcıları veli edinmeden, ya da ikiyüzlülük, yağcılık  yapmaktan, ilkesiz olmaktan farklı  bir durumdur.

         Bir müslüman İslâm düşmanlarının eline esir düşer ve kötü davranılmaktan, baskı altına alınmaktan korkarsa imanını gizleyebilir. İmanını korumak şartıyla onlardanmış gibi görünebilir. Ya da hayati bir tehlike varsa onlara dost gibi görünebilir.

         Bu bir ruhsattır. Bazı durumlarda kullanılabilir. Ancak hiç bir dünyalık korku Allah (cc) korkusunu kalpten silecek kadar büyütülmemeli. İnsanların yapacakları en büyük kötülük bile bu dünya hayatı ile sınırlıdır. Oysa Allah (cc) Ahiretin de Rabbidir. İnsanlardan aşırı bir zarar karşısında imanı gizlemek gereği olsa bile, İslâm davasına, müslümanlara zarar verecek tavırlara girmek helâl olmaz. Kendi hayatını kurtarma amacıyla hiç bir mü’min diğer mü’minler aleyhine inkârcılara yardım etmemeli. (Mevdudi, Tefhim, 1/249)

         Müslüman, Kur’an’ın çerçevesini çizdiği ve mü’minler arasında olması gereken din bağı yakınlığı, dost ve sırdaş tavrını kâfirlere gösterirse, bu, zamanla onlardan etkilenmeyi beraberinde getirebilir. Dinin ölçüleri konusunda gevşemeye yol açabilir. Fena ve haram olan şeylere düşmesine zemin hazırlayabilir. Böylece yavaş yavaş kâfirlere benzeme tehlikesi başgösterir. Böyle yapanlar da Allah’ın dostluğunu kaybedebilirler.

 

         b-Gayr-i Müslimlere Mudâra Yapmanın (İyi Geçinmenin) Boyutları,

         ‘Mudâra’ birisine karşı içindeki kini, düşmanlığı saklamak, yumuşak davranmak, bir sözü nezaketle söylemek, bir şeyi inceltmek, yumuşatmak demektir.(Cevherî, Sıhah, 6.2335,. İbni Manzur, Lisânü’l*Arab, xIV/255)

         Ezherî, huy güzelliği ve insanlarla ünsiyet kurup iyi geçinme demiş. Tacu’l-Ârus, X.129)

         Istılahta, Bir kimesnin şerrinden korunabilmek ve ondan gelebilecek tehlikeyi savabilmekö ya da kalbini İslâm ısındırabilmek için karşıdakine yumuşak davranmak, güleryüz göstermektir. (Kur’an’da Veli ve Velâyet, s: 121)

         Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İmandan sonra en akıllı hareket, insanlara karşı mudâra yapmak; yani onlara karşı yumuşak davranmak, onlarla güzel ilişkilerde bulunmak ve senden nefret etmemeleri için onlardaa tahammül etmektir.” (nak. Lisanü’l-Arab, XIV/225 (Veli ve Velâyet, s: 121)    

         Mudâra tavrı tıpkı takıyye ruhsatı gibidir.

         Dinin faydasına ya da dünyevî bir maslahat için başvurmak caizdir.

         İslâm ve müslümanların menfeatını korumak üzere şerrinden korkulanlara karşı yumuşaklık ve güleryüz gösterilebilir.

         Yalnız ölçü kaçırılmamalı, kime karşı müdâra yapılacağı iyi ayarlanmalı.

         ‘Müdâhane’ye kaçmamak gerekiyor.

          R. Rıza; yumuşak söz ve insanalara tebessüm her ferdin görevi. Bunlar münafıklık ve dalkavukluk değildir. Allah’ın Rasûlünin (sav), “Kâfirlere karşı sert davranması” (Tahrim.9) âyetiyle de çelişmez. Çünkü emir kâfirlerin eziyetlerini savuşturmak, daveti himaye etmek ve cihad etmek konusundadır” diyor. (Menar, 3.281-282, nak. Kç Veli ve Velâyet, s: 122)

         Müdâra bize göre zamanımızda daha fazla başvurulacak bir ruhsattır.

 

c-Mudâra (Güzel Davranma) ile Muvâlât’ın (Veli Edinmenin) ve Taviz Vermenin Farkı,

         -İyi geçinme ile dalkavukluk yapmak, akideden, İslâî anlayıştan veya ahlâktan taviz vermek demek değildir. Müslüman geçim ehlidir. Kendisi hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen insandır. Ama o menfeatı icabı yanar döner, kişiliksiz, ilkesiz, bulunduğu kabın şeklini alan, sakala göre tarak vuran bir kimse değildir. O, ülfet etmenin, insan haysiyetien saygı duymanın, insanların gönlünü almanın, olnları güzelliklerle tanıştırmanın adamıdır.

         Müdâra, çevredeki insanlarla iyi geçinmedir, kavga etmemektir, zararlı şeyleri savabilme dikkatidir, düşmanlığı artırmama titizliliğidir.

         O bir anlamda tebliğe ortam hgazırlamaktır.

         Hz. Aişe’den (r.anha); Adamın biri Rasûlüllah’ın yanına girmek için izin istedi. O da ‘Ona izin verin, bu aşiretin oğlu ne fenadır’ dedi. Adam yanına girince  Rasûlüllah (sav) onunla yumuşak konuştuç Bunun üzerine Aişe şöyle sordu: -Yâ Rasûlüllah! Onun hakkında söylediğini söyledinö Sonra kendisiylke yumuşak konuştun?

         -“Yâ Aişe! Şüphesiz ki kıyamet gününde Allah katında insanların en kötü mertebelisi insanların, fuhşundan korkarak kendisini terkettiği kimsedir” buyurdu. (Tirmizî, Birr/59 (1996). Ebu Davud, 4/251 (4791). Müsned, 6.38)

         Hadisin başka varyantlarında ‘müdâra’ lafzı kullanılıyor. Rasûlüllah, ‘O adam münafıktır. Münafıklığından dolayı ‘müdâra’ ediyorum ve başkalarını da bana karşı kışkırtmasından sakınıyorum’ şeklinde rivâyet ediliyor. (Fethu’l-Bâri, 10.545, nak. Veli ve Velâyet, s: 124)

         İbni Battal, “Müdâra, mü’minlerin ahlâkındandır. O, insanlara şefkat kanatlarını indirma, yumuşak söz söylemek ve onlara karşı kaba konuşmatı terketmekten ibarettir. İşte bu, ülfetin en kuvvetli sebeplerindedndir. Bazılarının müdâra’yı yardakçılık.müdâhene kabul etmeleri yanlıştır. Çünkü İslâmda müdâra teşvik edilmiş, müdâhene haram kılınmıştır. Aralarındaki fark: Dalkavukluk/ed-dihân kökünden gelen müdâhene’nin bir olayda dış yüzünü açığa vurup iç yüzünü gizlemekten ibaret olmasıdır. Bazı alimler onu, fasıkın yaptığı işi tenkit etmeksizin ona açıkça rıza göstermek ve onunla iyi geçinmektir şeklinde açıklamışlardır. Müdâra ise, cahili eğitirken, fasıkı yaptığı işlerden me ederken, bilhassa kazanılmasına ihtiyaç duyulduğu zaman, yaptığı işi açıkça belli etmeycek şekilde kaba davranışı terkedip tenkit ettiğini hissettirmeyecektir.”

         Müdâra, asla ikiyüzlülük ve yağcılık değildir.

         Tehlikesinden korkulan veya gönlü kazanılmak istenen kimselere karşı gösterilir.

         İslâm, müslümanlara zulmetmeyen ve düşmanlık beslemeyen kimselere karşı söz ve davranışla iyilikte bulunmayı yasaklamadı:

         “Allah içinizden din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adlaetli olanları sever.” (Mümtehıne/8)

         Düşmanlık yapanlarla, müslümanlarla iyi geçinenö hatta komşu olanlara aynı davranışı göstermek adaletsizliktir.

         İyi münasebet, güler yüz, onlardan menfeat gelecek diye iman ilkelerindenö ahlâktan, İslâmî dünya görüşünden, kültürden, anlayıştan, değerlerdan taviz verilmez.

         Haklara riayet, yardım etmek, onlara karşı insaflı olmak, adaletli davranmak, aldatmamak esastır.

        

         d-Gayr-i Müslimlerle Yardımlaşmanın Ölçüleri,

             d1-Dinle İlgili Olmayan Konularda;

             Gayri müslümanlarla bir arada bulunmadan dolayı, arkadaşlık, komşuluk, bazı konularda işbirliği söz konusu olabilir. Bazen de yardım etmek, yardımlaşmak, ya da aynı hayır işini berbaer yapmak gündeme gelebilir.

         Zekât ve fıtra müslümanlardan ilgili kimselere verilir. Gayri müslimlere sadaka verilebilir mi, infak yapılabilir mi?

         Aynı şartlarda akraba, yakın veya uzak komşu, din kardeşi dururken, öncelik elbette gayri müslime verilmez. Gayri müslim bir kimse kapımıza kadar gelmişse, yapacağımız yardım müslümanların aleyhine değilse, düşmanımıza bir destek olmuyorsa, ya da kişi onunla fesada koşmuyorsa, kapıya geleni boş çevirmek, karşılaştığımız bu gibi yardım ortamından yüz çevirmek doğru olmasa gerektir.

         Unutmamak gerekir ki genel anlamda insanlığa, özel anlamda müslümanlara veya müslüman topluma zararlı olabilecek hiç bir teşebbüse, hiç bir faaliyete, veya hiç bir kuruma yardım edilmesi caiz değildir.

         Mesale ideolojik olmayan bir yardım kumunda görev almak, yardım etmek normaldir ama, İslâmî olmayan din örgütlerinin yardım organizelerine katkıda bulunmak, katılmak için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

         

         d2-Eman Dilemek (Can ve Mal Güvenliği, Oturum İzni İstemek);

         Müslümanlar, İslâmın hakim olduğu, İslâmî ahkâmın uygulandığı ülkelere kurmak, orada yaşamak ve çalışmak, oradan dünyaya İslâmî güzellikleri göstermek durumundadırlar.

         Bu mümkün değilse yukarıda geçtiği gibi bugünkü şartlarda gayri müslimlerin ülkelerine gidebilirler.

         Bazen müslümanın doğup büyüdüğü ülkede can güvenliği ö hayatı normal bir şekilde sürdürme imkanı kalmayabilir. Böyle bir durumda hicret gerekebilir. Bu, onlardan eman.can güvenliği, yaşam ortamı istemek anlamına gelir.

         Taif dönüşü Rasûlüllah (sav) henüz müslüman olmayan Mut’im ibnü Adiy’in verdiği eman ile Mekke’ye girebilmiştir. (İslâm Peygamberi, M. Hamidullah, 1/118)

         d3-Çalışma İzni veya Geçinme Kolaylığı İstemek;

         Müslüman, prensip olarak İslâm ülkesinde kalmalı, rızkını orada aramalı ve orada geçinmeye çalışmalıdır.

         Bu mümkün değilse, ya da şartlar onu zorluyorsa, dinini yaşama imkanı bulduğu yerlerde çalışabilir.

         

         d4-Kültür ve İlim Sahasında Yardımlaşma;

         Müslümanlar, akide, amel, ahlâkta hiç bir milleti (din mensubunu) örnek almazlar. Bu alanlarda hareket noktası onlar için Kitap ve Sünnettir.

         Bunlar dışında kalan ilim, teknik, keşif ve icatlar, hayatı kolaylaştırıcı her türlü araçlar insanlığın ortak malıdır. Müslümanlar da herkes gibi onları inançlarına uygun olarak kullanabilirler. Doğru, güzel fikirler ve sözler, hakka ve adalete uygun görüşler kimden gelirse gelsin müslüman onları hikmet sayar ve onlardan istifade eder.

         “Hükmet müslümanın yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır. Zira müslüman ona başkalarından daha layıktır.” (Tirmizî, 5/49. İbni Mace, 2/1395)

         Günümüzdeki müsbet ilim ve sonuçları, insanlığın ortak tecrübesi ve ortak kazancıdır.

 

         d5-Gayr-i Müslimlerle Olağanüstü Şartlarda Yardımlaşma,

         Müslümanlarla savaş halinde olan topluklara ise hiç bie şekilde yardım edilmesi müslümana caiz olmasa gerekir. Ancak karşı tarafın mağdurlarına, savaşa katılmadıkları sürece insanî yardım müslümanın görevidir.

         Savaş zamanlarında müşriklerden yardım istenmesi konumuz değil.

         Tabii âfetlerde, kazalarda, kişisel sorunlarda onların yardımına müracaat edilebilir mi? Yardımları kabul edilebilir mi?

         Müslümanların aleyhine olacak şekilde onlara yerdım, ya da onlaraın bünyesinde/emirlerinde askerlikte bulunmak caiz olmaz.

         Haram ve günâh işlerde yardımlaşma zaten helâl değildir.

         Farzları yerine getirmek, yasaklananları bırakmak ve kendilerinden emin olmak şartıyla müslümanlar maslahatlarını ilgilendiren konularda başkalarıyla yardımlaşabilirler.

         Onların muhtaç olanlarına yardım edilebilir mi?

         Peygamberimiz (sav) Hudeybiye zamanında Mekkedeki kıtlığa Hatip bç Belta’a ile, Ebu Süfyan’a teslim edilmek üzere buğday yardımı göndermişti.

 

         e-Gayr-i Müslimlerin İşyerlerinde Çalışmak,

        Gayri müslim müslümanı tahkir etmiyorsa, dininden ya da kültüründen dolayı ayıplamıyor, aşağı görmüyorsa, müslüman onun işinde, ya da bu gibi işlerde zelil ve aşağılık olmuyorsa, ücretle çalışmak caizdir.

         Günah işlenmiyorsa, günâha götürmüyorsa gayr-ı müslimin iş yerinde çalışmak caizdir. (İbni Teymiyye, Kafirlerle İlişkiler, s: 20)

         Ahmed b. Hanbel, içki taşıyan hamalın ücretinin mekruh olduğunu, ama o ücretin hamalın hakkı olduğunu söylüyor.

         Hz. Ali (ra) ücret karşılığı bir yahudi için kuyudan su çekmiş, aldığı karşılığı Rasûlüllah’a getirmiş, O da ondan yemişti.

         Sahabeden de bu şekilde çalışanlar olmuştur. (Tirmizî, Kıyame/34. İbni Mace, Rukûn/8)

         Böyle bir çalışmada müslümanı küçük düşürecek bir durum sözkonusu değildir.

         Ancak iş akdi ile uzun süreli çalışma konusunda İslâm alimleri arasında fikir birliği yoktur.

         a-Caiz değildir diyenler; böyle bir durumda kâfirin müslüman üzerinde hakimiyeti söz konusu oolabilir diyorlar.

         b-Caizdir diyenler göre, bir saatlik çalışma ile, bir aylık veya bir yıllık çalışma aynıdır. Bu, kendi iradesiye ve ücret karşılığı bir çalışmadır. Dolaysıyla helâldir görüşündeler. (İbni Kudâme, bu isabetli bir görüştür diyor. El-Müğnî, 4/294)

         Avrupa’ya kaçak işçi olarak gelenlerin uzun süreli iş akitlerinde, endişe edilen tahkir veya inkârcıların emrine, insafına, keyfine, sömürüsüne girme durumu söz konusu olmuştur, bundan sonra da olabilir. Aklı başında müslümanların bunu göz önünde bulundurarak, kendilerinin ve inançlarının aşağılanma ihtimali bulunan işlerde çalışmamaları gerekir.

         Gayri müslim ülkelerde hukukî bir statü veya yerliler gibi bir statü kazanan müslümanların uzun süreli iş akitleri, birinci görüşe göre caiz değil, ikinci görüşe göre caizdir.

         En iyisi kendi işini kurabilmek, kendi ayakları üzerinde durabilmek, ya da müslümanların ekonomik olarak dayanışmalarıdır.

         İslâm hukukçuları, zımmilere ücret çalışma durumundan hareketle bu görüşe varıyorlar. (F. Beşer, Fıkıh Penceresinden, s. 134-135)

         Ahmed b. Hanbel’e göre müslümanın zımminin özel hizmetinde çalışması caiz değildir. Belirli bir işi yapmak üzere çalışması ise caizdir diyor. Hanbelîler, müslüman zımmiye mahkûm olur ve şahsiyeti rencide eden bir akitse, caiz değildir görüşündeler. El-Müğnî, 5.554)

         Bir şeyin caiz ve mümkin olması, onun iyi bir şey olduğunu göstermez. Zaten ‘beis yoktur’ tabiri fıkıhta, yapılmasa daha iyi olur anlamında kullanılır. Çok ücretle çan çalmak, az ücretle başka bir işde çalışmaktan kötüdür. (Kâdıhan, 3.404, 426. nak. F. Beşer, age. s. 136)

         Müşrikleri istihdam etmek caiz midir?

         “Allah kâfirlere mü’minler üzerinde asla bir salahiyet vermez.” (Nisa/118) Bunun için müslümana âmir olabilecek işlerde ve gizlilik özelliği olan görevlerde inkârcılar istihdam edilmemeli.

         Âli İmran Sûresi 118. âyetinden hareketle gayr-ı müslimler müslümanalra danışmanlık, ya işlerini yönetme makamında çalıştırılmaları uygun görülmemiş. (Cessâs, Ahkâmu’l- Kur’an, 2/324. Kurtubî, Tefsir, 4/178-179) Hz. Ömer (ra) bir zımmiyi kâlarak çalıştıran Hz. Musa el-Eşârî’yi bir mektupla uyarmıştır. (el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 1.447)

         Hayır olmayan ve müslümanların manen veya maddeten zelil ve zayıf olmasına sebep olan konularda müslüman, gayr-ı müslimlere akıl ve fikir veremez, danışmanlık yapamaz. (F. Beşer, age. s. 137          

       

           g-Gayr-i Müslimleri Taklid ve Onlara Benzeme Hastalığı,

         Yenilmiş topluluklar galiplerin giyim-kuşam, mezhep, diyenet ve hareket tarzlarını taklid ederler.

         Nefisö galiplerede bir üstünlük olduğuna inanır. Bu da yenmenin/galip gelmenin onlardaki kemâl ve üstünlükten ileri geldiğini düşündürür. Sonra onu teklid etmeye yeltenmesi, yahut kendisini yenenin galebesinin asabiyetten, şecaat ve kuvvetten değil, onun alıştığı âdeti, mezhep ve mesleğinden ileri geldiğini zanneder.

         Oğullar da genelde babalrını taklid ederler. (İbni Haldun, Mukaddime, ter. 1.374-375. nak. F. Beşer, age. s. 149-159)

         Peygamber (sav); “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”

 

buyurarak, inanç ve ibadette, bakış açısında ve dünya görüşünde, hayat anlayışında ve değer yargılarında bir müslümanın kâirleri taklid etmesinin caiz olmadığını beyan etmiştir.

 

         h-Dâru’l Harb’te Öğrenim Görmek,

 

         f-Gayr-i Müslimlerin (Ehl-i Kitabın) Kestiklerinin ve Yemeklerinin Yenilmesi, Hazır Yiyeceklerin Durumu,

 

4-Gayr-i Müslimlerle Ahlâkí İlişkiler:

           a-İş Yerlerinde,

             a1-Yapılan Anlaşmalara Uymak,

         Yapılan anlaşmalar uymalı, sorumluluk yerine getirilmeli. İş anlaşmaları İslâm inancına uygun olmalı, ibadet saatlerine, Cuma ve Bayram namazlarına imkan verecek iş akitleri yapılmalı. Yine yapılan anlaşma, ne haram işlemeye kapı açmalı, ne de müslümanların aleyhine olmalı.

         a2-Verilen İşi Yapmak ama Köle Ruhu Taşımamak,

         Müslüman, yaptığı iş akdine göre verilen işi yapar, sorumluluğunu yerine getirir, bir anlamda üzerine aldığı emaneti korur, kimsenin hakkını yemez, ama o hiç bir zaman köle ruhu taşımaz. Göze gireceğim diye, kendini aşırı yıpratmaz, patronuna yağ yakmaz, karşı tarafın kendisini ücretli köle gibi görmesine izin vermez, ya kendisine böyle yaklaşılmasına yol açacak haysiyet kırıcı tavırlara girmez.

         a2-Dürüst Olmak, İnsanlara İyi Davranmak,

         Müslüman kendine, Rabbine, diğer insanlara ve işine karşı doğru insandırç Sadâkatın büyük bir fazilet olduğunu, insana izzet kazandırdığını, hatta gayri müslimlerin İslâma ısınmalarına yol açtığının bilincindedir.

         O, günlük hayatında olduğu gibi, iş yerinde de dürüsttür. Yaptığı işi düzgün yapar. Öaldığını hak etmeye, helâl hale getirmeye çalışır. Hakkını yedirmez, ama kimsenin de hakkına tecavüz etmez. Dünyalık çıkarlar için eğilmez, bükülmez, küçülmez, kendini ve mensup olduğu toplumu rezil etmezç

         İnsanlar müslüman olsun, geyri müslim olsun iyi davranır. Efendice hareket eder. İyilik yapar, gönül alır, hoş geöinmeye çalışırç

 O bilir ki “Müslüman başkalarıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen insandır”.

         Yine o bilir ki, yaptığı her ieyin hesabını verecek, eğer bi

Rinin hakkını yemişse, ya da birisini hakkına tecevüz etmişse; karşıdaki mutlaka kendisinden hakkını alacaktır.

         a3-İş Arkadaşlarıyla Kaynaşmak, ama Taviz Vermemek ve İslâmí Kişiliği Zedelememek,

         Müslüman bulunduğu ortamda cıvık, sulu, madrabaz, orata malı gibi eğlence konusu olamaz. O ciddi her zaman ve her yerde bir tavır takınır ama, geçimsizlik yapmaz, kaba davranmazö büyüklük taslamaz, kimsye tepeden bakmaz.

         O, çirkin, faydasız, seviyesiz konulara girmez. Edep ve vakarını taşıyarak verilen işi, daha doğrusu üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirir.

 

         a4-İş Ahlâkı, Çalışma Metodu, Teknik Bigileri Daha İyi Öğrenmek,

         b-Okullarda,

         b1-Okul Kurallarına Karşı Tavır,

         b2-Öğretmenlere Saygının Boyutları,

         Bulunduğumuz ortam neresiş lursa olsun, insanlarla iyi geçinmek, onların kişiliklerine saygı duymak durumundayız. Buna öğretmenler de dahildir. Gayri müslim binlerce harf öğretse elbette onun kölesi oluınmaz. Müslüman iyiliklere teşekkür etmesini bilir. Öğretmenine de bu bağlamda teşekkür borçludur, iyi davranış borçludur.

         Bu saygı, öğrertmenin her dediğini kabul etmek anlamına gelmez. Hele onun dediği İslâmî ölçülere zıd ise zaten kabul edemeyiz. Kabul etmediğimizi de, gerekçeleriyle birlikte, saygı sınırını aşmadan, kavga ortamı oluşturmadan onlara bildirebiliriz.

         b3-Ders Arkadaşlarıyla İyi Geçinmek, Müslümanca Davranmak,

         Müslümanö çevresindeki insanları hesaba katar, onların haklarına saygı duyar, kişiliklerine değer verir. Bu değer verme, onların yanlışlarını, ahlâk sınırını aşan tavırlarını, çirkinlikleri onaylama, katılma, kabullenme sınırına varmamalı. Tam tersine, iyi davranışlarda örnek olma anlayışı olmalı.

         Yukarıda geçtiği gibi müslüman, insanlarla hoş geçinen, âdab-ı muâşereti iyi bilen ve uygulayan insandır. Hır gür çıkarmaz, kavga ortamı hazırlamaz am haysiyetine, inancınaö toplumuna bir saygısızlık yapıldığı zaman uygun bir dille veya tavırla karşılık vermesini de bilir. Ezmez, hakaret etmez, kimseyi küçümsemez ama, kendisi de kimseyi ezmez, kimseye hakarete temz, kimseyi de küçümsemz.

         c4-En Başarılı Olmaya Çaba Harcamak,

         Müslüman bulunduğu sahada en başarılı, en önde olamaya çalışır. Bu ona hem kariyer, maddi getiri, itibar sağlayacaktır, hem de müslümanlar lehine iyi bir intiba doğuracaktır.

         Hem bulunulan yerde, sonuncu, beşinci, dördüncü olmak yerine birinci olmak daha akıllıca, daha faydalı değil midir? Niçin emir alan olalım? Niçin iş alan olalım? Niçin yardım alan olalaım? Niçin başkalarına muhtaç olma anlayışına sahip olalım?

         c5-Öncelikli Olarak Azınlıklar İçin Faydalı Olmaya Niyet Etmek,

         Bir başka hassas nokta da gayri müslimlerin ülkesinde yaşayan bir müslüman, müslüman toplumun da bir temsilcisi olduğunu unutmamalı. Yapacağı güzel davranışlar, kendi toplumuna bakışları etkilediği gibi, yaptığı hatalar da kendi toplumuna, hatta dinine yanlış bakışlara sebep olmakatdır. Onun için herkes yaptıklarına, başklarıyla olan ilkişkilerine, tavırlarına dikket etmeli.

         Müslüman, özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan azınlıklara mensup olduğunu unutmamalı, onların hakları için mücadle etmeli. Bunu sağlamak için hem tavırlarını güzelleştirmeli, hem de her alanda kendini iyi yetiştirmeli.

         

d-Gayr-i Müslimlerle Komşuluk İlişkileri,

         Bugünkü şartlarda gayr-ı müslimlerle komşuluk bir anlamda zaruridir. Kiralık evlerde oturma gerçeği, size kandi komşunuzu seçme imkanı vermiyor gibi.

         İslâm genelde komşulara iyi davranmayı, onları rahatsız etmemeyi, onlarla iyi geçinmeyi emretmektedir. Msülüman komşuluk ilişkilerinde de adaşet ve ihsan ahlâkını elden bıakmamalı.

         Amr b. Şuayb dedesinden rivâyetle şöyle anlatıyorŞ

         Abdullan ibni Amr (ra) için bir koç kesildi. İbni Amr ailesine; “Ondan yahudi komşuya hediye ettiniz mi?” diye sordu. Zira ben Rasûllah’ın (sav); “Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiye de bulundu ki, komşuyu komşuya mirascı kılacak zannettim” buyurduğunu işittim.” (Ebu Davud, Edeb/132 (5152). Tirmizî, Birr/28 (1944)

         Hadiste geçen ‘komşu’ kelimesi, müslüman-kafir, dindar-fasık, yerli-yabancı, akraba-nâmahrem, faydalı-zararlı, ev bakımından uzak-yakın her türlü komşuyu kapsar. Ancak aralarında derece farkı vardır. Yakın komşu ile uzak komşu, akraba olan komşu ile yabancı olan bir komşuya aynı derece davranılmaz.

         Komşulara iyi davranmak ahlâkın kemâlindendir. Kişi şahsi gücüne göre, ya da duruma göre, çeşitli şekillerde iyilik ederek, ya da zarar vermeyerek hadiste emri yerine getirebilir. Bu hediyeleşmeden, selam vermeye, hal hatır sormaya, teselli etmeye, güler yüz göstermeye, onu rahatsız edici davranişlardan kaçınmaya uzayabilir.

         Komşun, müslüman akraban ise, senin üzerinde akrabalık, müslüman kardeşlik ve komşuluk hakkı vardır. Komşun akraban olmayan bir müslüman ise, ona karşı müslüman kardeşlik ve komşuluk görevlerin vardır. Komşun gayri müslim ise onun senin üzerinde komşuluk hakkı vardır. (Tabaranî’den K. Sitte 10/207)

         Ebu Hureyre’nin (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle dedi:

         “Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman edne komşusuna eziyet etmesin. Allaha ve ahiret gününe iman eden har söylesin, yahut sussun.” (Ebu Davut, Edeb/133 (5153) (Bir benzeri Hz. Aişe (r.anha) tarafından rivâyet ediliyor. Buharî, Edeb/28. Müslim Birr/140 (2624))

         “Ya Rasûlelleh! Komşunun komşuda hakkı nedir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Senden borç irtese borç vermen, yardım dileyince yardım etmen, hastalanınca ziyaret etmen, muhtaç olunca ihtiyacını görmen, fakirleşince yardım etmen, bir hayra kavuşunca tebrik etmen, musibete uğrayınca taziyede bulunman, ölünce cenazesine katılman, izni olmadıkça binanı onun binasından yüksek yapıp onun rüzgârına engel olmaman, çorbandan az da olsa ona göndermek suretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemen. Bir meyva satın alınca ona da hediye et. Eğer bunu yapamazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice taşı. Onu, çocuğun da dışarı götürüp, komşunun çocuğunu da gayza atmasın.” (nak. K. Sitte, 10/210)

Alimler, komşuya ikramın bazen farz-ı ayn, bazen farz-ı kifaye, bazen de müstehab olacağını söylemişlerdir.

         Yine Ebu Hureyre’nin rivâyetine göre Paygamber (sav) şöyle buyurdu: “Komşusu zararından emin olmayan kimse Cennete giremez. “ (Buhari\ Edeb/29. Müslim, İman/73 (46)

         Komşuya iyili etmek aynı zamanda Kur’an’ın da emridir:

         “Allah’a ibadet edin. O’na hiç bir şeyi ortak koşmatın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşunuza, uzak komşularınıza, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında bulunanlara iyili edin. Allah, elbette büyüklenip böbürlenenleri sevmez.” (Nisa/34)

        Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: “ (bir gün), ay Allah’ın Rasûlü, dedim, iki komşum var, hangisine (öncelikle) hediye vereyim?”

         “-Sana kapı itibarıyla hangisi yakınsa ona” cevabını verdi.” (Buharî, Edeb/32. Şuf’a/3. Hibe/16. Ebu Davud, Edeb/132 (5155).)

         e-Gayr-i Müslimlerle Arkadaşlık İlişkileri,

         Gayr-ı müslimlerle din kardeşliği mümkün değildir. Yine onlarla müslümanlar arasında İslâmın getirdiği anlayış çerçevesinde ‘velâyet’ bağı da olamaz. Ancak bunun olmaması, onlarla bir arada bulunulamaz, onlarla komşu olunamz, onlarla iş, okul, sokak, kurum arkadaşlığı kurulamaz anlamına gelmez.

         Hayat şartlarını gereği, gayri müslimlerle aynı mekanları paylaşıyoruz, aynı işleri yapıyoruz, aynı şartlarda hayatımızı ssürdürüyoruz. Aynı yerde komşuluk yapıyoruz. Bize düşen herkese iyi davranmak, kimsenin hakkınını yememek, kimseyi küçük görmemektir. Hak olan dinimiz iyi temsil etmektir. Onlarla arkadaşlık, bizi onların hayat anlayışına götürür, İslâmî hayatımıza zarar verirse; bu arkadaşlık caiz değildir.

         f-Gayri Müslimlerle Evlilik,

         “Müşrik kadınları iman edinceye kadar nikâhlamayın. Mü’min cariye, müşrik bir kadından – okadın hoşunuza gitse bile- elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de iman edinceye kadar  (mü’min bir kadını) nikâhlamayınç Mü’min bir köle, müşrik bir erkekten – o erkek hoşunuza gitse bile- daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfirete davet eder, âyetlerini insanlara ibret alsınlar diye apaçık bildirir.” (Bekara/221)

         Maide/5 bu hükümden ehl-ı kitabın kadınlarını istisna ediyor.

         Selefin ittifakıyla ehl-ı kitabın kadınlarıyla evlenmek caizdir. (Cessâs, 2/16) Çocuk terbiyesindeki riskten dolayı bazıları bu evlenmeyi kerih görürler. Harp halinde haram, normal zamanlarda helâl diyenler de var. (Cessâs, 2/17. Kurtubî, Tefsir, 3.67, 69)

         Ataistlerle evlenmek ise ittifakla caiz değildir. (Cessâs, 2/16. Kurtubî, Tefsir, 3/70)

         Peygamber (sav) mecûsiler hakkında; “Karılarını nikâhlamaksızın, kestiklerini yemeksizin, onlara ehl-ı kitaba davrandığımnız gibi davranın” buyuruyor. (Muvatta, Zekât/42. Beyhakî, 9/189. nak. Beşer, age. s. 133-134)

         g-Gayri Müslimlerle beraber İbadet Etmek  (Aynı Anda ve Aynı Mekanı Paylaşarak, Herkes Kendi İnancına Göre),

         Bu, onlarla yakınlaşmayı, tanışmayı, kaynaşmayı sağlayacaksa olabilir. Ancak müslümanların onların ibadetine katılmaları caiz olmadığı gibi, ibadet ettikleri yerde –en azından kıble tarafında- put, resim olmamalı.

         5-Gayri Müslimlerin Bayramlarına Katılmak, Bayramlarını Kutlamak ve Bayram Dolaysıyla Verdikleri Hediyeleri Almak, Kendi Bayramlarımıza Onları Davet Etmek,

         Gayr-ı müslimlerin bayramlarına katılmak caiz değil. Onların kendilerine göre pek çok bayramları var. Onların bayramlardaki kutlama şekilleri, âdetler, ibadet anlayışı ile yaptıkları kendilerine aittir.

         Hatta şöyle söyleniyor: Bir müslüman onlara ait bir bayram dolaysıyla şenlik yapsa, bizi davet etse, o davete gitmemeliz. (Müslümanın meşru davetine icabet edilir.) (İbni Teymiyye, Kâfirlerle Münasebetler, s: 8)

         Onların bayram dolaysıyla verdikleri hediyeler alınabilir.

         Onların bayramlarına katılmak, tebrik etmek, bayram dolaysıyla ziyaret etmek caizdir.

         Onların bayramlarına ait elbisleri ve  eşyaları satmak, bayram dolaysıyla kestikleri kurban etlerini yemek caiz değildir. (İbni Teymiyye, K. Münasebetler, s. 9)

         Hediyeleri alınabilir. Hz. Ali (ra) Nevruz hadiyesi almıştır. Kâbus’un babsasının mecûsi dadıları varmış. Ateşperestlerin bayram hediyelerini getirlermiş. O da bunun hükmünü Hz. Ali’ye  sormuşç Hz. Ali (ra) O güne mahsus kurban etinden yemeyiniz. Fakat meyveleri yiyebilirsiniz demiş.

         Ebu Berze ailesine; “Hediyeler arasındaki meyveleri yeyin, ancak diğer hediyeleri kabul etmeyin” dermiş.

         Hadiyelerini almak onların kâfirliklerinden doğan karakteristik sembollerine destekçi olmak anlamına gelmez.

         Ehli kitabın bayramlık yiyecekleri arasında bayram için kestikleri kurbanlar dışındakileri yemek caizdir. (İbni Teymiyye, K. Münasebet, s: 8)

         6-Onların Kutsallarına ve İnançlarına Karşı Tavır,

         Müslümanlar, komşu da, arkadaş da, tanıdık da olsa, gayr-i müslimlerin kutsallarına kutsal gözüyle bakıp saygı duyamaz. Ancak onların kendi tercihlerine saygı duyulur. Bize göre hak değildir, bu onların seçimidir. Bize dayatmadıkları sürece hesapları Allah’a aittir.

         Kur’an onların kutsallarına sövmeyi yasaklıyor:

         “Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyiniz. Sonra da onlar da Allah’a bilgisizce söverler. İşte Biz, böylece her ümmete yaptıuklarını süsledik. Nihayet dönüşleri yalnız Rablerinedir. O da kendilerine yaptıklarını haber verecektir. (En’am/108)

         7-Normal Zamanlarda Verdikleri Hediyeleri Almak, Onlara Hediye Vermek,

         Yukarıda geçtiği gibi gayr-ı müslimlerle hediyeleşmek caizdir. Hatta bu zaman zaman iyi sonuçlard adoğurabilir. Başkalarıyla olan ilişkilerde sıcak bir ortama yol açabilir.

         Şüphesiz müslümanlarınö barış ve dostö huzur ve herkesin genel kurallara uygun olarak yaşadığı bir toplumda yaşamak, Allah’a kulluklarını böyle bir ortamda yerine getirmek isterler. Öyleyse o sıcak ve huzurlu ortamın olması için üzerlerine düşeni yapmlaılarç

         Hediyeleşme müslümanı rencide edecekse, haram şeylere götürecekse, günâhı övücü bir şekilde olursa, haram bir eşya ile olursa bu caiz olmaz.

         8-Avrupadaki ve Özellikle Hollandadaki Entegre Politikaları ve Bunun Asimile Fikriyle İlgisi,

 

D-Gayr-i Müslimlerle Müslümanların Hukukí İlişkileri:

         1-Müslümanlar Açısından Dâru’s Sulh’ta (Terim Anlamıyla Dâru’l Harb’te) Hukukí Durum,

         2-İnsan Hakları Açısından Dâru’s Sulh (Diğer Ülkelerle Karşılaştırarak),

         3-Dâru’s Sulh’ta Kanuní Hakların Kullanılması,

         4-Dâru’s Sulh’ta Kamu Düzeni ve Toplumsal Hayat;

           a-Müslümanlar Eman İstedikleri Ülkenin Kamu Düzenin Bozmazlar,

           b-Kişi ve Toplum Haklarını Korurlar,

           c-Daru’s Sulh’ta (Terim Anlamıyla Dâru’l Harb’te) Vergi Mükellefiyeti,

           d-Böyle Bir Ülkede Askerlik Yapmak,

           e-Din, Vicdaní Kanaat, Konuşma ve Yazma Hürriyet Hakları ve Bunları Kullanmak,

           f-Gayr-i Müslim Bir Ülkenin Tabiiyetine Geçmek,

         5-Kamu Alanına Katılım;

           a-Siyasí Hakları Kullanmak,

           b-Bu Hakları Kullanmanın Önemi,

             b1-Yerel Yönetimler, Sendikalar ve Sivil Toplum Örgütlerinde,   

             b2-Ülkesel Çapta, Parlamento ve Ülkesel Kuruluşlarda,

         6-Gayr-i Müslimlerle Ticaret,

         7-Gayr-i Müslimlerden Yer Kiralamak, Onlara Kiraya Vermek,

         8-Hukuk Davalarında Takınılması Gereken Tavır,

        

       E-Gayr-i Müslimlerle Hak İlişkileri:

         1-Günümüzde İnsan Haklarının Önemi,

         2-İnsan Hakları Açısından Avrupa ve Özelde Hollanda,

         3-Müslümanların Bir Müslüman Üzerindeki Hakları,

         4-Gayri- Müslimlerin Yardım Amaçlı Teşkilatlarına Yardım Etmek,

         5-İnsaní Amaçlı (Aİ, Yabancılar Meclisi gibi) Teşkilatlarla İşbirliği,

      6-Gayr-i Müslimlerin Müslümanlar Üzerindeki Hakları;

           a-Kişi Haklarına Saygı,

           b-Kamu Haklarına Saygı,

           c-İyi Komşuluk,

           d-Temiz Bir Çevre,

           e-İslâmı Duyma ve Canlı İslâmlar Görme (Tebliğ),

         7-Tebliğin Önemi ya da Avrupalı Müslümana Düşen,

 

         8-Tebliğin Metodu;

           a-Dil ve Üslûp,

           b-Kişilik Konumu,

           c-Araçlar,

           d-Tebliğ Ortamı ve İmkanlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bakılabilecek Kaynaklar:

Ağırakça, Ahmed, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Dâru’l-Harb maddesi, 1/361,

        =Şamil İsl. Ans. Dâru’l-İslâm maddesi, 

Akyüz, Vecdi, Kur’an’das Siyasí Kavramlar, İstanbul 1998.

Dr. Beşer, Faruk, Fıkıh Penceresinden I, İstanbul 1994

Çelik, Mustafa, Dâru’l-Harb Fıkhı, İstanbul, Tarihsiz.

Döndüren, Hamdi, Şamil İslâm  Ansiklopedisi, Dâru’l-Bağy maddesi

        =Dâru’r-Ridde, Şamil İslâm Ansiklopedisi

Ebu Zehra, Muhammed, İslâmda Beşerí Münasebetler, çev. H. Algül-O. Şekerci,   

        İstanbul Tarihsiz.

Ece, Hüseyin K., İslâmın Temel Kavramları, İstanbul 1999

=Kur’an’da Üç Evliya, İstanbul 2003

Erboğa, Halid, Şamil İsl. Ans. Dâru’l-Eman maddesi, 1/359.

Gökmenoğlu, Doç. H. Tekin, İslâmda Şahsiyet Hakları, Ankara 1996.

İbni Teymiyye, Müslümanların Kafirlerle İlişkileri, çev.Heyet, İst. 1996,

        =Siyaset, çev. Vecdi Akyüz, İst. 1984

        =Velâyet Risalesi, çev. Heyet, İst.1996.

El-Kahtaní, Muhammed b. Yusuf b. Salim, el-Velâu ve’l Berâu, Yersiz, 1409.       Türkçesi, İslâma Göre Dost ve Düşman, Harun Ünal, İst. 1991,

Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, İst. 1986,

el-Kardaví, Yusuf, Müslümanlar Gayr-i Müslimlere Nasıl Davrandı? Cev. B.  

        Eryarsoy, İst. 1985.

Öccü, Mikdat, Kur’an’da Veli ve Velâyet, İst. 1997,

Özalp, Ahmed, Şamil İsl. Ans. Velâyet maddesi, 

        =Şamil İslâm Ansiklopedisi, Veli maddesi, 

Özel, Dr. Ahmed, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul 1984,

        =TDV İsl. Ans. Dâru’l Bağy maddesi, 8/514

        =TDV İsl. Ans. Dâru’l Harb maddesi, 8/536,

        =TDV İsl. Ans. Dâru’l İslâm mdaddesi, 8/541.

Şekerci, Doç. Osman, İslâm  Ülkelerinde Gayri Müslimlerin Temel Hakları, İstanbul    

Yalar, Mehmed, Gayri Müslim Bir Ülkede İslâmî Hayatın Problemleri, İstanbul 1993, Emin yay.

Yılmaz, Hüseyin, Kur’an Işığında Müslim-Gayri Müslim Münasebetleri, İstanbul 

        1997