Kur’an’a göre Hz. Süleyman sadece dinî ilkeleri aldığı vahyi insanlara ulaştıran,  güzel ahlâkı öğreten bir din büyüğü değil; aynı zamanda toplumunu yöneten yönetici idi.

Kur’an’da bazı peygamberlere diğerlerine göre farklı özellikler verildiği söyleniyor. Hepsinin ortak özellikleri Allah elçisi olmasına rağmen, bazıları bazı alanlarda daha fazla dikkat çekiyor.

 

Söz gelimi her peygamber dürüsttür ve iffetlidir ama, Hz. Yusuf’un dürüstlüğüne ve iffetine daha fazla vurgu yapılır. Her peygamber sabırlıdır ama Hz. Eyyûb’un sabrına daha fazla yer verilir. Her peygamber aynı zamanda kendine bağlananların önderidir ama Hz. Davud’un, Hz. Musa’nın, ve Hz. Süleyman’ın yöneticiliğine daha fazla dikkat çekilir. Her peygamber merhametlidir ama Hz. Muhammed için “bütün âlemlere rahmettir” ifadesi kullanılır. (21 Enbiya/107)

-          Hz. Süleyman’ın özellikleri

-          Yöneticiliği

Hz. Süleyman’a görülmemiş bir mülk (hükümdarlık ve zenginlik) bağışlanmıştı. Çok farklı bir ordusu vardı. Başka ülke yöneticileriyle diplomatik ilişkileri, halkının yönetimi ve devletinin hakimiyetinin devamı için takip ettiği bir siyaseti vardı.

Her peygamber aynı zamanda kendine inananların yöneticisiydi. Hiç bir peygamber insanları İslâma davet ettikten ve bir kısmı da müslüman olduktan sonra onlara; ‘gidiniz, başınızın çaresine bakınız, benim işim ve yetkim buraya kadardı’ dememiştir.  Onların davetinde düalizm/din ve hayat ayrılığı ve sekülarizm yoktu.

Hz. Süleyman’ın  mülkü ve peygamberlik görevi diğer peygambere göre biraz daha geniş ve biraz daha değişikti. O yetkin, cömert, dikkatli, disiplinli ve merhametli bir yönetici, Rabbine hakkıyla teslim olmuş bir müttaki, hakkıyla şükreden bir âbid, görevini en güzel yerine getiren bir elçi idi.  O, kendisine bu geniş hükümdarlığın ve zenginliğin niçin verildiğinin şuurunda olarak, emrinin altındakileri adaletle yönetmişti

Mesela, görev yerini izinsiz terkeden Hüdhüd, Güneş’e secde eden ve bir kadın tarafından yönetilen Sebe’ ülkesinden bahsedince, hen onu cezalandırmadı, -çünkü niçin uzağa gittiğine dair bir gerekçe ileri sürmüştü-,  hem de Hüdhüd’ün tek başına getirdiği bir haberle başkaları hakkında, araştırmadan hemen karar vermedi. Doğru olduğunu anlayınca da, o zaman geçerli olan devletlerarası diplomatik usûle göre onlarla temasa geçti.

Bütün bu tavırlar onun dikkatli, temkinli, sabırlı, olgun ve yerinde karar veren bir yönetici olduğunu göstermektedir.  Nitekim onun bu güzel tavrı Sebe’ halkının müslüman olmasını sağladığı gibi, kendi halkının da rahat ve huzur içinde, onun rehberliğinde daha müreffeh yaşamasını sağlamıştır.

İyi bir yönetici halka merhametle muamele eder, onların davalarını adalete uygun olarak çözer, herkesin hakkını kendisine verir. Yönetim yetkisini kendinin ve ailesinin çıkarı için kullanmaz. Elindeki yetki ve makamla şımarmaz ve kimseye tahakküm etmeye kalkmaz.

Onun âdil ve becerikli yönetimi sayesinde israiloğulları tarih boyunca ulaşabilecekleri en yüksek güce ve rahata onun zamanında kavuşabilmişler, onun yönetimi altında başka ülkelerin saldırısına uğramadıkları gibi, kendileri de peygamberlerin yolundan sapmamışlardı. (A. Lütfi Kazancı, K. Tanıttığı Peygamberler, 3/58)

-          Alçak gönüllü oluşu

Kur’an, Hz. Süleyman’ın Allah (cc) katında güzel bir yeri olduğunu haber veriyor. (38 Sâd/40)

Çünkü o, kendisine emanet olarak verilen bu büyük servet ve hükümdarlıkla şımarmadı, kibirlenmedi, hiç kimseyi tahakküm etmedi. Herhangi bir ülkeye, o ülkenin topraklarını kendi devletinin topraklarına katmak için girmedi. Şerefli insanları da intikam duygusuyla aşağılamadı.

Hz. Süleyman farklı ordusuyla karınca vadisinden geçerken bir karıncanın diğerlerine; “Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçirmesin” dediğini duydu. (27 Neml/17-19) Bunun üzerine gülümsedi ve Allah’tan böyle bir olağanüstü nimete şükredebilme gücü istedi.

Hüdhüd, ‘senin henüz ulaşamadığın bir habere ulaştım’ dediği zaman, ona karşı kızmadı, kibirlenmedi, ‘bu küçücük bacağınla kendini bir şey mi sanıyorsun ?’ demedi ve onun haberini araştırmaya değer buldu.

Sebe’ kraliçesinin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar yanına getiren ilim sahibi hakkında da aynı tavrı gösterdi. Allah (cc) dileseydi, kraliçenin tahtını Hz. Süleyman (as) eliyle getirebilirdi. İlimden nasibi olan birinin getirmesi, hem ilme teşvik hem de Hz. Süleyman hakkında bir tevazu göstergesidir.

Bazı kaynaklarda geçtiğine göre bunca servete ve mülke sahip olmasına rağmen, vaktinin elverdiği kadar eliyle sepet örer  ve günlük geçimini onunla sağlardı. (İbni Esir, el-Kâmil Fi’t Tarih, 1/229. D. Walker, İslâm Ansiklopedisi, Süleyman mad. 11/174,

-          Cömertliği

Kur’an’ın bildirdiğine göre cinlerden/görünmez varlıklardan  bazıları Hz.

Süleyman’ın emrine verilmişti. Bu varlıklar onun için farklı aletler, mabetler ve bu mabetler için süsler yapıyorlardı. Bunların bazıları bina ustaları ve dalgıçlar idi. (38 Sâd/35-38. 21 Enbiya/81. 34 Sebe’/12-13)

Bu görünmez varlıklar  Hz. Süleyman ne isterse onu yaparlardı. Bunlar arasında topraktan veya başka madenden yapılan havuz büyüklüğünde yemek kazanları ve tencereler, yemek kapları ve sahanları da bulunmaktadır. Kur’an’ın ifadesine göre onların yaptığı kazanlar veya tencereler yerinden kolaylıkla kaldırılmayacak kadar büyüktüler.

Bunlar da Hz. Süleyman’ın ne kadar cömert, sofrasının herkese açık olduğunu ve elindeki imkanlardan insanları faydalandırdığını göstermektedir.

- Adaleti

Adalet, hakkı ait olduğu yere koymak, hakkı sahibine vermektir.  Hayatın bütün alanlarında adaletle hareket etmek hakların sahiplerine ulaşmasını sağladığı gibi insanlar arasındaki barışı korur.

Kur’an, Hz. Süleyman’a ve babasına ilim ve hüküm (isabetli karar verme yeteneği) bağışlandığını haber veriyor. Kendilerine verilen ilim ve doğru karar verme yeteneğiyle her iki peygamberin de adaletli bir yönetim uyguladıklarını, karşılarına gelen davaları adalete uygun çözdüklerini ve herkesin hakkını verdiklerini söyleyebiliriz.

Allah (cc), Hz. Davud’u yeryüzünde halife tayin ettikten sonra insanlar arasında hak ile hükmetmesini ona emretmişti. Hz. Davud’un ve ona peygamberlik, ilim ve hükümde mirascı olan oğlu Süleyman (as)’ın bu emri hakkıyla yerine getirdikleri açıktır. (38 Sâd/26)

Yöneticiler, hakimler; yani hükmetme makamında olanlar adaletten niçin ayrılırlar?

Ya yakınlarını ve güçlüleri kayırma endişesi taşırlar,

ya, hasımlarından intikam almaya kalkarlar,

ya, insanları bu yolla sindirmek isterler,

ya, verilen rüşvetin bedelini ödemek isterler,

ya, güçsüzlere ve düşman bildiklerine zulmetmeye kalkarlar,

ya da yükselmek ve şöhrete ulaşmak isterler.

Bunların hiç biri Hz. Süleyman’da yoktu

- Anlayış derinliği ve isabetli karar verme yeteneği

Kur’an, Hz. Süleyman’a hüküm (karar) vermenin öğretildiğini haber veriyor.  (21 Enbiya/78-79)

Bunu Kur’an’ın ‘koyun sahpleri’ dediği olaydaki tavırlarından anlıyoruz.

Âyet aynı zamanda her iki peygamberin Allah vergisi üstün yeteneklere ve güce sahip olmalarına rağmen, onların birer insan olduklarına dikkat çekmektedir. 

Hz. Peygamberin anlattığına göre Hz. Süleyman’ın bir tanesinin çocuğunu  kurtun kapıp götürdüğü iki anne hakkında verdiği hüküm oldukça dikkat çekicidir. (A. b. Zebidî, Tecrid-i Sarih,  9/158)

-Bir yönetici olarak Hz. Süleyman

-Hz. Süleyman’ın diplomatik ilişkilerine örnek

Kur’an’ın anlattığına göre Hz. Süleyman bir gün cinlerden, kuşlardan ve insanlardan meydana gelen ordusunu denetliyordu.  Denetleme sonucu anlaşıldı ki Hüdhüd isimli kuş yerinde yok. Bunun üzerine; “Ya inanılır bir mazeret bildirir, ya da onu cezalandırırım” dedi.

Hhüdhüd, Güneş’e tapan bir kavim bulduğunu, başlarında bir kraliçenin yönetici olduğunu, kraliçeye ait büyük taht olduğunu ve aynı zamanda zengin bir topluluk olduklarını haber verdi. Belli ki adı  geçen taht Sebe’ ülkesinin zenginliğini gösterecek ve kraliçenin güçlü yönetimini yansıtacak şekilde yapılmış bir sanat eseridir.

Hz. Süleyman Hüdhüd’ün kraliçenin göz alıcı tahtıyla ve güçlü saltanatıyla ilgili anlattıklarıyla değil, onların Güneş’e secde edişleriyle ilgilendiği anlaşılıyor. Çünkü onun için dünyalık zenginliklerinin,  süslü tahtların, maddi güçlerin hiç bir değeri yoktu. O bunların daha fazlasına sahipti.  

Hüdhüd her ne kadar getirdiği haber için ‘çok doğru ve önemli haber getirdim’ dese de haber tek kişilik kanalla geldiği için, onunla hüküm verilemezdi. Araştırma yaparak haberin doğru olup olmadığını anlaması gerekiyordu.   

Hz. Süleyman, tedbirli insandı, her şeyi yerli yerinde ve işin gereğine uygun yapardı. Hüdhüd’ü bu haberinden ötürü hemen doğrulamadı. Ama yalanlamadı da. Onu küçümsemedi, tam tersine ona önem verdi ve haberini araştırmaya değer buldu.

Hz. Süleyman olayın doğrusluğunu araştırmak için bir mektup yazıp Hüdhüd ile onlara gönderdi. (27 Neml/22-26

Hüdhüd Hz. Süleyman’ın verdiği mektubu kraliçeye götürdü. Kraliçe nektubu ileri gelenlerin yanında açtı ve kimden geldiğini söyledi. (27 Neml/29-31) Sonra onların fikirlerini sordu. İleri gelenlerin büyük bir bölümü kendilerini güçlü olduklarını, gerekirse sanaşabileceklerini söylediler.

Sebe’ kraliçesi, savaşa, çatışmaya taraftar olmadığını şu tarihî gerçeği ifade eden sözleriyle ortaya koydu:

“…Gerçekten krallar, bir ülkeye girdikleri zaman orasını perişan ederler, ve halkından şeref sahibi kimseleri hor ve aşağılık yaparlar…” (27 Neml/34,

Âyeti şöyle anlayabiliriz : Zalim krallar veya yöneticiler bir ülkeye zorla, savaşarak girmişlerse, ya da  böyleleri bir ülkede zorla veya hakları olmayan bir yolla iş başına geldikleri, ellerine bir yetki geçirdikleri zaman ; orayı perişan ederler, düzenini bozarlar, halkın mallarını yağma ederler, mahremiyetlerini çiğnerler, kan akıtırlar, zulmederler, can yakarlar. Kendilerine ve yaptıklarına razı olmadıkları için ülkenin şerefli, onur sahibi kişilerini ezerler, hor ve aşağılık yaparlar. Onları bulundukları değerlerinden ayırırlar.

Sebe’ kraliçesi belki de o ana kadar Hz. Süleyman’ın peygamber olduğunu bilmiyor veya inanmıyor, gelen mektuptan onun bir kral olduğunu sanıyordu. Krallar da böyle yaptığına göre böylesine güçlü bir kralla savaş kendileri için felâkat olurdu.

Kraliçenin sözlerinden onun bir düşmanlık peşinde olmadığını, soruna daha akıllı bir çözüm bulmaya çalıştığını anlıyoruz.  Bu nedenle o barış yolunu denemeyi tercih etti. Hz. Süleyman’a seçkin adamlarıyle pahalı hediyeler gönderdi.

Ancak Hz. Süleyman’ın  beklentisi dünyalık hediyeler değil, kraliçenin ve adamlarının Allah’ın dinine girip hidayeti bulmaları idi. Bu onu daha çok sevindirirdi. Zira onun görevi insanları Allah’ın dinine davetti. Elindeki yöneticilik veya dünyalık imkanları da bu amaç için kullanıyordu.

Görünen o ki, sürdürülen diplomatik ilişkiler sonunda kraliçe Hz. Süleyman’ın davetine uyarak onun ülkesine geldi ve müslüman olarak kurtulanlar safına geçti.

Hz. Süleyman (as) bunca mala ve mülke sahip olmasına rağmen bir-çoklarının sandığı gibi- bir kral (sultan) değil, bir kuldu, âdil bir yönetici  ve bir peygamberdi. 

Bu müstesna ve örnek yönetici ahlâkı ile günümüzde müslümanları yönetenler arasında bir benzetme yapalım.

 

-İslâm ülkelerindeki yönetici tipleri

Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki yöneticilerin yönetme anlayışlarını bir kaç başlıkta özetlemek mümkün. (Sultanlığın, şeyhliğin, ağalığın hakkını veren, görevini en güzel şekilde yapan, hakta ve adalette, çalışma ve hizmette  önder olanları tenzih ederek.) Şöyle ki :

-Sultan anlayışı

Böyleleri yönetime ehil olmasa da genelde babadan miras alınır. Mülkün ve halkın  hakimi sultandır veya çevresidir.  Ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tasarufu da ona aittir. Onlara göre, zati şahaneleri bulunmaz hint kumaşıdır, yoklukları ülke için felakettir. Kendilerini bağlayan kanun, prensip, ilke hemen hemen yoktur. Nerede ise her dedikleri kanundur.

Bunların tebaasına düşen görev biat, itaat,  bir de sultana dua etmektir.

Kimi yöneticiler seçimle, darbeyle veya hasbelkader bir şekilde iş başına,  bir grubun, bir cemaatin başına gelseler aynen bu sultanlar gibidirler.

-Şeyh/ağa anlayışı

Yöneticilerin bir kısmı bazı yörelerdeki şeyh/ağa karışımı reisler gibidirler. Mülk bunlara da atalarından miras kalmıştır. Mülkün üzerindeki köyler, insanlar, dağlar-ormanlar, hayvanlar, hatta yabaniler bile onların tapulu malıdır. Halk onlara başlarındaki şeyh veya ağa gözü ile bakar. Varlıklarını ağalarına borçludur. ‘Varlığımız ağanın varlığına armağan olsun’ vaziyetindedir.

Böyleleri, halkı ikna için bazen olağanüstülükler de gösterirler. Ya da halkın öyle vehmetmesinin temin ederler. Halkın kendilerini özel varlıklar olarak tanımasını sağlarlar.

Ağanın sözünün üstüne söz, kararının karşısında karar olmaz. Ağa sevkeder, yönetir, karar verir, dilediği gibi paylaştırır. Maraba durumundakiler ağanın sayesinde ayakta durabildiğine göre, yapmaları gereken boyun bükmek, ‘ağam çok yaşa, Allah seni başımızdan eksik etmesin’ demek ve itaat etmektir. Başındakilerin kendileri için uygun gördüklerine razı olmaktır.  

-Şeyh anlayışı

Bazıları tanrı tarafından görevlendirildiğini, her ne kadar kendileri bu

emaneti taşımak istemiyor gibi görünseler de, ilâhi karar böyledir diye inanırlar.

Halka arada sırada kendilerinde ilâhi bir yönün olduğunu hissettirirler.  Bir kısmı da özellikle  seyyit (Hz. Hüseyin’in soyundan) olduklarına vurgu yaparlar.

Bunlar bu emaneti. bir önceki şeyhin/yöneticinin manevi işaretiyle aldıkları için konumları tartışılmaz. Tartışanın itkadında bozukluk var diye propaganda yapılır. Halk bunların elinde ‘ğassal’ın elindeki cenaze gibi olmalıdır.

Böyleleri halkın ihtiyaçlarını görme, onların din ve dünya siyasetlerini adaletle yürütme diye fazla bir dertleri yoktur. Onlar kendi gündemleriyle zamanı geçirirler. Her yaptıklarında keramet aranmasını isterler. O yaptı ise bir bildiği, ya da bir hikmeti vardır anlayışını empoze ederler.

-Deli Dumrul anlayışı

Böyleleri her nasılsa ya güçleriyle ya da tilkilikleriyle bir makamı ele geçirirler, sonra da köprüden geçenden bin akçe/lira, geçmeyenden kılıç (kanun) zoruyla beşbin akçe/lira alırlar. Yani halk istese de istemese de bunlara itaat eder. Sorgulamayamaz, soramaz, hak isteyemez, itiraz edemez. Çünkü Deli Dumrul’un kılıcı sürekli başında sallanır. Onlara göre halk sürüdür, göbeğini kaşıyandır. Vergi verir, askerlik yapar, bir de başında kim varsa ona oy verir.

Böyleleri arada bir merhamete gelip halka ulufe dağıtsa bile, sonunda ülke

onlara çalışır. Bunlar halktan sürekli tedirginlik içindedirler. Hak etmedikleri şeyleri elde ettikleri, ya da kamunun malını çokça yedikleri için hak sahiplerinin günün birinde hak talep etmelerinden korkarlar. Halkı cahil ve hasım olarak bilirler.

-Faruk anlayışı

Böyleri halkın rızası, serbest biatiyle (oyuyla) seçilirler. Yöneticiliği hizmet ve Yaratan’ın kendilerine bıraktığı bir emanet gibi bilirler. Emaneti koruma konusunda kılı kırk yararlar, faruk’turlar. Adalet, merhamet ve sorumlulukla iş yaparlar. İcraatlarında hakka ve hukuka uymaya çalışırlar. Ağlayan bir annenin, boynu bükük bir yetimin, beli bükük sahipsiz bir dedenin kederini paylaşırlar.

Bunların örneği Hz. Ömer’dir. Hz. Ömer’in beslendiği kaynaktan beslenirler. Kendilerine yöneticilik emanetinini tevdi eden halkın din ve dünya siyasetlerini maslahata ugun bir şekilde yapmaya çalışırlar.

Hak yemekten, haksızlık yapmaktan, hesabını verememekten, halkın ’âhhhh’ demesinden çok korkarlar. Bunun için uyanık, tayakkuz halinde ve sorumluluk içinde bulunurlar. Asla nefislerinin hevasına göre iş görmezler, sürekli danışarak en iyisini bulmaya çalışırlar.

Günü gelince, ya da emaneti taşıyamama korkusu duyunca, insanları incitmeden, etrafı kırıp dökmeden emaneti halka, ya da sahibine geri teslim ederler.

-Bir temenni

Gönül ister ki günümüzün yöneticileri de Hz. Süleyman gibi, el-Faruk gibi olsalar. Adaletli, merhametli, barış sever, babacan, çalışkan, cömert... 

Halkın gönlüne taht kursalar, halk onları bağrına bassa. Halkın sırtında yük değil, halkın ağır yüklerini azaltmaya çalışanlar olsalar. Halkın anasını ağlatan değil, anası ölenlerle birlikte ağlayabilseler. Halkın makamını halka karşı kullanmasalar.

Keşke günümüzün yöneticileri o makamları ele geçirmek için birbirlerini yemeseler.  (Sahi ne var ki o makamlarda herkes orayı ele geçirmek için bu kadar yarışıyor. Acaba bal tutan parmağını mı yalıyor ?)

Keşke üzerine oturdukları makamı hak ederek, halkın rızası ile, alın teriyle ve azim bir emanet olarak alabilseler.

Allah müslüman halka el-Faruk gibi yöneticilere sahip olacak bir seviye, kıvam ve şuur nasip etsin.

Hüseyin K. Ece

12.3.2011

Zaandam/Hollanda