-        Zalim kimdir?

‘Zalim’, zulüm yapan kimsedir.  Zalim kavramı, zulmün taşıdığı bütün olumsuz anlamların bizzat yapıcısı, meydana getiricisidir. Aynı kökten gelen ‘zulmet’ de nur’un (ışığın) olmama durumudur.

 

‘Zulüm’, sözlük anlamı olarak, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. İlginçtir Kur’an bu kavramı küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence ve haksızlık anlamlarında kullanmaktadır. Bütün bu anlamların, hem bir şeye ait olan hakkı başkasına verme, o hakkı başka bir yere koyma, hem de karanlık gibi kötü olma durumunu içerisine aldığı görülmektedir.

Zulmün aslı cevr ve haddi tecavüzdür.  Kim başkasının hakkını kısarsa veya hak ettiğinden fazla verirse bu zulümdür. Haksızlık da tıpkı karanlık gibi ürkütücü, siyah ve güvensizdir.

Türkçe'de  'zulüm' genellikle tecavüz, haksızlık, işkence ve baskı anlamlarına gelir. Zalim de, merhametsiz, haksızlık yapan, gaddar ruhlu, işkence eden, baskı yapan, hakkı hak sahiplerine vermeyen ve aşırı kötülük edendir. Bu anlamlar doğru olmakla beraber yetersizdir.  Çünkü zulüm,

Göklerin ve yerin Nûr’u olan Allah (cc) (Nur 24/34), nûr saçan bir kandil (çerağ) olan Peygamberi aracılığıyla (Ahzab 33/46), yine nûr (aydınlı) olan bir kitap gönderdi. (Maide 5/15) Allah (cc) bunlarla insanları Nûr’a davet ediyor. Allah böylece insanları karanlıklardan (zulumât’tan) Nûr’a (aydınlığa) çıkarmak istiyor. (Bakara 2/267) Bu davete sırt çevirip hevalarına (egolarına) tabi olan zalimler,  kendileri karanlıkta kaldıkları gibi, çevrelerini de karartırlar.

Zulüm, yaratılış düzenindeki bozukluğun sebebidir. Yaratılış düzenini, tabiatı ve toplum bünyesindeki dengeyi, adaleti ve barışı hep bu kötü insan tipi bozmaktadır. Öyleyse bu anlamda en büyük zalim kötü insandır.

Kur'an göre genel manada üç çeşit zalim tipi vardır.

-        Birincisi; Allah’a karşı isyan eden kâfirler veya Allah’a ortak koşan müşrikler.

(Bakınız: Lokman 31/13. Kehf 18/18, 57. Cumua 62/5. Zümer 39/32. En’am 6/93. Bakara 2/ 92-93. Necm 53/52)

-        İkincisi; Toplum ve kişi haklarına tecavüz edenler. Bu kamu haklarına saldırı ve

kişinin, -ister doğuştan ister sonradan elde ettiği- hakları gasbetme, kişiye veya kamuya her türlü işkence, baskı ve hak ihlâli şeklinde ortaya çıkar. Hak ve adaleti dağıtma makamında olanlar, adaletten ayrılırlarsa zalim olurlar.

Devlet otoritelerinin fertlere ve toplumlara yaptıkları zulümleri de bu kategoride değerlendirmek mümkündür. Halkına zulmeden, onların haklarını vermeyen, toplum düzenini sağlamak için gönderilmiş olan Allah’ın hükümlerini uygulamayan bütün kişi ve rejimler zalimdirler. (Maide 5/45) Zulmün kişiden kitleye, kitleden kişiye doğru gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Zulüm zulümdür.

Kim olursa olsun toplumun ve kamunun haklarına tecavüz edenler, onların haklarını vermeyenler, hakların kullanımını rüşvet, torpil, baskı, şiddet ve terörle engelleyenler zalimdirler. Yine halkını iyi yönetmeyip onlara haksızlık ve adaletsizlik yapanlar ile, mahkeme ve hukuk işlerinde adaletten ayrılanlar da zalimdirler. Bu zalimler, müslümanlardan da olabilir, inkarcılardan da.

-        Üçüncüsü; Kendi kendilerine zulmedenler. Bu, kişinin Allah’a karşı hata işleyerek

içine düştüğü günahkârlık, ya da bedenin veya ruhun hakkını vermeyerek, kendi bünyesindeki dengeyi bozmaktır.

İnkârından veya günahından dolayı azabı hak edenler, kendi kendilerine zulmedenlerdir. Allah (cc) onlar hakkında, “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler.” demektedir. 

Hz. Âdem (as), Cennette yasak meyveyi yedikten sonra yaptığı hatası için “kendi nefsime zulmettim” demiştir. (A’raf 7/23. Kasas 27/16)

Kur’an, muttakilerin özelliklerini sayarken, çirkin bir hayasızlık işledikten ve nefislerine zulmettikten sonra Allah’ı hatırlayanlar, tevbe edenler demektedir. Bu anlamda günah işlemek nefse karşı yapılmış bir zulümdür. (Âli İmran 3/133-135)

Müslüman olsun, inkârcı olsun; kim Allah’ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse, kim Allah’ın hükmünün dışında iş yaparsa o zalimdir. (Bakara 2/229)

Yukarıda geçtiği gibi müşrikler ve kâfirler zalimdirler. Zaten Kur’anî anlamda zulüm bu iki tipin en önemli özelliğidir. Çünkü Allah’a ait olan ilâhlık hakkını yerine getirmiyorlar, bu hakkı inkâr etmek veya birden fazla ilâh bulmak suretiyle başkalarına veriyorlar. Onların içinde bulundukları küfür ve şirk hali karanlıktan başka bir şey değildir. Zulüm zihniyeti taşıyanlar hem kendileri için hem de başkaları için karanlık taşırlar, karanlık üretirler, karanlık işler çevirirler. Onlar, bir şeyi ait olduğu yerden alır başka yere koyarlar. Onlardan bir kısmı, azarak, haddini aşarak insanlara zulmeder, haklarını ellerinden alır. Onlar, Allah’ın ölçülerini dinlemez, kendi hevâlarına, kendi görüşlerine uyarlar.

Zalim, başkasına şiddet kullanan, işkence eden ve haksızlık yapandır. Hak yiyendir. Bunun boyutları da oldukça geniştir.

Haksız yere atılan bir tokattan tutun da, gizli mahvillerde en iğrenç ve acımasız işkence yapmaya kadar, bir kimseye manevi işkenceden tutun da masumlara terör uygulamaya kadar; ne kadar hukuk, ahlâk ve insanlık dışı uygulama varsa hepsi zulümdür. Bunları yapanlar da zalimdir.

İnsanları zorla, şiddet ve terörle evlerinden-yurtlarından sürüp çıkaranlar, nâhak yere evlerini ve yurtlarını yerle bir edenler, insanları haksız yere öldürenler veya yaralayanlar, dövenler ve sövenler, ekini ve nesli harap edenler zalimdir.

Otorite sahibi olan bir kimse, yasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanıp, onunla bir nevi maddi ve manevi çıkar sağlıyorsa, bu yetki ile insanlara zarar veriyorsa,  o da zalimdir. Karar verme makamında olan yetkili adaletten saparsa, rüşvet veya torpille haksızın lehine karar verirse zalimdir.

Şimdi zalimlerin Kur'an' göre bazı özelliklerini özetlemeye çalışalım. Zalimlerle ilgili âyetler hem kendimizi test etmemizi, kendi kendimize karşı zalim olup olmadığımızı hatırlatır, hem de çevremizdeki zalimleri tanımamızı sağlar.

 

Kur’an’a göre zalimlerin bazı özellikleri

1-Allah’ın âyetleri ile alay ederler:

Onlar özellikle kavli (sözlü) âyetler veya mucizevî işaretler (ilahî belgeler) kendilerine okununca  veya hatırlatılınca gülerler, alay ederler ve ileri geri konuşurlar.  Hatta Kur’an Peygamberin şahsında bütün mü’minlere Allah’ın âyetleri hakkında alaylı bir tavır takınanlar bu gibi zalimlerin yanında bulunmayın diyor. (En’am 6/68)

Kur’an bu çeşit zalimlere hz. Musa’nın peygamber olarak gönderildiği Firavun ve kevmini örnek gösteriyor. Hz. Musa (as) onlara “Bakın, ben bütün âlemlerin Rabbinin bir elçisiyim!” dediği ve Allah’ın izniyle mucizeler gösterdiği zaman hemen onunla alay etmeye başladılar. (Zuhruf 43/46-49)

Bu tavır şüphesiz tarih boyunca gelen haddini aşan, istiğna eden (kendini Allah’a muhtaç görmeyen) bütün dik kafalı zalimlerin tavrıdır.

 

2-Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı halde sırtını dönüp giderler veya âyetleri reddederler:

Allah'ın yazılı sözlü ve varoluşsal âyetleri hem insanları Âlemlerin Rabbi Allah'a teslim olmaya, hem O'na kulluk yapmaya davet ederler. Bazı âyetler ise hüküm yani ölçü, emir, yasak ve ilkeler öngörür. Allah'ın kulu insanlar bu hükümlere uymak durumundadır. Ancak zalimler Allah'ın bütün âyetlerine karşı kör, sağır ve duyarsızdırlar. "Gelin âyetlerin hükmüne uyun" denildiği zaman aldırmazlar,  sırtlarını döner giderler.

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan (yani, kötü ve haksız davranışlarına devam edenden) daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsanda artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.” (Kehf 18/57)

Allah’ın indirdiği âyetleri kabul etmeyenlerden, ya da kainatta varlığının belgesi olarak yarattığı âyetleri görmemezlikten gelenlerden daha zalim kim olabilir?

“Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!” (A’raf 7/177)

Kur’an, Firavun ve adamlarının Allah’ın âyetlerini yalanladıklarını, bu sebeple zalim olduklarını, zulümlerinin cezasını daha dünyada iken çektiklerini anlatıyor. (Enfal 8/52-54)

 Bazıları Kur’an’ı Muhammed’in (sav) uydurduğunu, onun vahiy olmadığını iddia ederler. Kur’an onlara şu cevabı veriyor: “Bilakis, onlar ilmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olan (Kur'an'ı) yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu!” (Yûnus 10/39)

 

3-Kıyametin kopmasını hesaba katmazlar:

Dünya hayatına öylesine dalarlar ki öleklerinini, kıyametin kopmasını, yeniden dirilişi, hesaba çekileceklerini düşünmezler. Hayatlarında böyle bir şeye yer vermezler. Onlara göre hayat bu dünyadan ibarettir. Zaman/tabiat onları yaşatır ve öldürür. Ötesi yoktur. O yüzden zalimler, hesap vermekten korkmadıkları için canlarının istediğini yaparlar, güçleri yeterse zulüm yaparlar, hesaba çekileceklerini ummazlar. Zuhruf 65-66. Âyetlerde onların bu gafletine işaret ediliyor.

Böyleleri hayatı ve insanı yoktan var eden Allah’ın onu yeniden yaratacağını kabul etmezler. (Yasîn 36/77-79) Bu konudaki bütün açık belgeleri, mucizeleri göremeyenler, inatçı bir şekilde onları inkâr edenler zalimdir.

“Düşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir! Allah, onlar için bir vade takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler, inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. (İsra 17/ 99)

 

4-Allah’tan başkasını ilah (tanrı) edinirler:

Zalimlerin en büyük hatası ya Allah’ı yok saymaları, yani Allah yokmuş gibi davranmaları, ya da Allah’tan başkasına tanrılık vasfı vermeleri, onlara kulluk etmeleri, onlardan geldiğini sandıkları ilkelere göre hareket etmeleridir.

Kur’an hz. Musa Tur dağına gittikten sonra sonra buzağıyı tanrı edinen İsrailoğullarına zalim  diyor. Zira onlar yanlarındaki yüce bir peygamber’e rağmen zanlarınca görünen bir tanrı bulup ona ibadet etmeye başlamışlardı. (Bekara 2/51, 92)

Kur’an’a göre Meryem oğlu İsa’yı tanrının oğlu saymak inkarcı ve zalim olurlar. “Gerçekten, “Allah Meryem oğlu Mesih'dir” diyenler hakikati inkâr etmiş olurlar; (bizzat) Mesih'in, “Ey İsrailoğulları! (Yalnızca) hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin!” dediğini gördükleri halde. Unutmayın, kim Allah'tan başka bir varlığa ilahlık yakıştırırsa, Allah onu cennetten mahrum edecek ve böylelerinin varış yeri cehennem olacaktır: ve böyle zalimler kendilerine bir yardımcı bulamayacaklardır.” ( Maide 5/72)

Şüphesiz yerde ve gökte tek ilah âlemlerin Rabbi Allah’tır. O’nun dışında herhangi bir şeyi tanrı zannedenler veya tanrı edinenler İslâm’a göre sapıtırlar, müşrik ve inkârcı sayılırlar. Böyleleri Allah’a ait ilahlık hakkını başkalarına, yani hak etmeyenlere verdikleri için zalim olurlar.  

“De ki (ey Muhammed): “Ey insanlar, şüphesiz, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçiyim; O (Allah) ki, göklerin ve yerin egemenliği O'na aittir! O'ndan başka tanrı yoktur; hayatı ve ölümü bahşeden O'dur!” Öyleyse artık inanın Allah'a ve O'nun Elçisi'ne!..” (A’raf 7/158)

 

5-İnkârcıdırlar:

Kur’an, Hakikati, yani Allah’tan gelen Hak dini, Kitabı ve Elçi’yi inkar edenlere kâfir (inkarcı) adını veriyor ve onlar zalimdir diyor. Zira onlar hakkı ait olmadığı yere koymazlar,Allah’ın ilahlık hakkına haksızlık ederler.

“Ey iman edenler! Pazarlığın, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir Gün gelmeden önce size rızık olarak bağışladığımız şeylerden (Bizim yolumuzda) harcayın. Ve bilin ki hakikati inkâr edenler zalimlerin tâ kendileridir.” (Bekara 2/254)

Firavun kavmi zalimdi. (Kasas 25, 40) Zira onlar kendilerine elçi olarak gelen Hz. Musa’yı, onunla gönderilen dini ve o dinin kitabını kabul etmediler. Üstelik hz. Musa’ya ve ona uyanlara  baskı uyguladılar, zulmettiler. Onların ülkelerin hicret etmelerine sabep oldular.

Firavun’un iman eden karısı “…Rabbim, lutfu kereminden benim için Cennette bir köşk inşa et. Beni Firavun’dan , onun (çirkin) işlerinden ve zalim kavmin (şerrin)den kurtar” diye dua etmişti. (Tahrim 66/11)

Lût kavmi de zalimdi. (Ankebût 29/31). Çünkü onlar da Lût (as) ile kendilerine gelen Vahyi inkar ettiler. Peygamberlerinin davetine karşı çıktılar. Allah’ın yasakladığı çirkin fiili işlemeye devam ettiler.

 

6-Allah’ı gönderdiği ölçülere itibar etmezler:

Kur’an boşama ile ilgili ölçüleri söyledikten sonra şöyle diyor: “… İşte  bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; onları ihlal etmeyiniz: Zira kim Allah'ın koyduğu sınırları ihlal ederse, işte onlar zalimlerdir!” (Bekara 2/229)

Demek ki Allah’ın koyduğu ölçüleri, ilkeleri, değer hükümlerini tanımamak, reddetmek, itibar etmemek zulümdür, haksızlıktır. Böyle yapanlar da zalimlerin ta kendileridir. Nitekim bir başka âyette şöyle deniliyor: “… Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” ((Maide 5/45)

Kendilerine Tevrat verildiği halde onunla hükmetmeyenlerr, onun ilkelerini hayatlarına hakim kılmayanlar zalimlerdi.  (Cumua 62/5)

Aralarında hükmedilmek üzere Allah ve Rasûlüne çağrıldıkları, yani Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek, ilahi ölçülerle hareket etmeye çağrıldıkları halde yüz çevirirler.

“Bunların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa (bunun ilahî mesaj olduğundan) şüphe mi ediyorlar? Yahut Allah'ın ve Elçisi'nin kendilerine haksızlık (zulüm) yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, asıl kendileri zalimlerdir (haksızlık yapanlardır).” /Nur 24/50)

Kur’an, kendisiyle hükmedilsin diye indirildi. Kur’an’da hayata dair hükümler, ölçüler ve ilkeler yer almaktadır. Bunlara itibar etmeyenler, bunlara karşı çıkanlar, bunların yerine başka odakların  ölçülerini esas alanlar, yukarıdaki âetin hükmüne göre zalim olurlar.

 

7-Allah’ın âyetlerini inkâr ederler.

“Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder.” (Ankebût 29/49)

Kur’an’ın kendilerine zalim dediklerinin bir kısmı bile bile ve açıkça, bir kısmı bilgisizce, bir kısmı cahilce Allah’ın âyetlerini görmezlikten gelirler. Allah’ın varlığının ve büyüklüğünü apaçık belgeleri olan sözlü (kavlî) ve varoluş (kevnî) âyetleri, yani Kur’an’daki ve kainattaki âyetleri inkâr ederler. Kainatın Allah tarafindan yaratıldığını ve oradaki dengeli hayatın O’nun tarafından devam ettirildiğini veya idare edildiğini kabul etmezler.

“Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” (En’am 6/33)

Böyleleri bırakın mutevazi bir şekilde inanmayı ve kendilerini yaratıp rızık veren Rablerine saygı duymayı; bir de Allah’ın âyetleriyle mücadele ederler. Doğru mu yanlış mı, bu devirde, ya da bizim için geçerli mi geçersiz mi diye tartışırlar.

Âyetlerin gereğini yapma bir tarafa, onlar özellikle peygamberler aracılığıyla gelen âyetlere karşı inatla direnirler, alay ederler, önemsemezler. Kendini yaratan Rabbine bu denli nankörlük yapan kimse zalim degil midir?

“Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!” dediklerini çok iyi biliriz.” (İsra 17/47)

Allah (cc) bu gibi zalimleri cehennem cezası ile tahdit ediyor.

Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır…” (Kehf 18/29)

Şüphesiz ki buradaki tehdit kendilerine apaçık belgeler geldiği halde âlemlerin Rabbini inkâr zalimleredir. Zalim diye nitelenenler öncelikle Allah’ın ilahlık hakkına haksızlık yaparlar. Bu öylesine büyük bir hatadir ki, öldükten sonra en ağır cezayı hak ettirir.

Zalimler Allah’ın hayatı inşa etmek ve düzgün yaşayabilmek için Âdemoğullarına armağan ettiği âyetleri umursamalar ama bunun yerine –Kurán’ın nitelemesiyle- derin bir kopuşu (şikâkun baîd)  tercih ederler. Şu âyette söylendiği gibi.

(Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) derin bir kopuş içerisindedirler.” (Hac 22/53)

“Bu kopuşun sahibi, kendi kendine kıyan bir zalimdir. Şikak’ın muhalefet, karşılık anlamı göz ününe alınırsa buna yabancılaşma manası da verilebilir. Zaten kelimenin semantik yapısı  bizi ‘kendi kendisiyle kavgalı’ manasına kadar götürür.” (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/652)

 Başka bir ifade ile onlar apaçık bir sapmanın (dalalet) içindedirler. Öyle ya Allah’ın lutfettiği hidayeti tepenler, onun tam tersi dalaleti tercih ederler. Hidayetten süratle uzaklaşanlar sapıklık çukurunu düşerler. Hidayet gülistanından kaçanlar, ateş çukuruna yuvarlanırlar. Kendilerine takdim edilen ab-ı hayatı beğenmeyenler, kirli/tadsız/mikroplu/bulanık sulardan içmeye mecbur kalırlar. 

“Hayır bu Allah’ın yaratışıdır. Haydi gösterin bakayım O’nun dışındakiler neyi yaratmışlar. Hayır, zalimler apaçık bir sapıklık (dalalet) içindedirler.” (Lukman 31/11. Bir benzeri: Meryem 19/38)

Mekkeli müşriklerin durumu da aynı. Kendilerine kendi içlerin gelen Elçiyi, Elçini tebliğ ettiği Hakikat bilgisini reddettiler. Reddetmekle kalmadılar Elçi ve ona tabi olanlarla amansız bir mücadeleye giriştiler. Üstelik Allah (cc) Kâbe sebebiyle kendilerine güven verdiüi ve nimetlendirdiği halde. Beytullah’a komşu olmaları sebebiyle saygı gördükleri halde. Bile bile hem Allah’ın nimetlerine nankörlük yaptılar, hem de kendi yalanlarını Allah’a nisbet ettiler.

Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsi bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hala batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

Allah'a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kafirlere yer mi yok!” (Ankebût 29/67-68)

“Mekkliler Mekke kentinde güvenlik içinde yaşıyorlardı. Buna rağmen Allah'ın evini putların sergilendiği bir yere dönüştürmeleri, orada Allah'tan başka herhangi bir yaratığa ibadet etmeleri tuhaftı.

Onlar Allah'ın ortaklarının bulunduğu iddia etmekle O'na iftira ediyorlardı. Kendilerine sunulan gerçeği yalanlayıp inatla karşı çıkıyorlardı.   

Şüphesiz kendisine hakikatin bilgisi, emin bir Elçinin daveti ulaştığı halde inatla inkâr edenler, miras edindiği batıl dinin hak din olduğunu sananlar Mekkeli müşrikler gibi zalim olurlar. 

 

8-Peygambere de itibar etmezler.

“Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.” (Nahl  16/113)

Demek ki Allah tarafından seçilip kendilerine gönderilen elçiyi yalanlamak, itibar etmemek zulüm imiş. Bunu yapanlar da zalimlerdir. Böyleleri elçi konusunda öylesine uçuk düşünürler ki, kendileri gibi normal bir insan olan elçi onları tatmin etmez. Çok zengin, hazineleri olan, harikulâde bahçeleri/bağları olan, ırmaklar akıtan, yağmur yağdıran bir peygamberler isterler. Eger gerçek elçi böyle değilse ona büyülenmiş adam diye iftira ederler. Mu’minleri de böyle büyülenmiş bir kimsenin peşine gitmekle suçlarlar, onlara ahmak (sefih) derler.

“Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız! dediler.” (Furkan 25/8)

 

9-Allah’ın emrini dinlemezler.

Allah (cc) Âdem’i ve eşini yaratıp Cennet’e koydu ve onlara: “…Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın…” buyurdu. Arkasından da onları şöyle uyardı: “… Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz…” (Bekara 2/35. Bir benzeri: A’raf 7/19)

Buradan şunu anlıyoruz: Kim Allah’ın açık bir emrini veya yasağını hangi sebepten dolayı olursa olsun, dinlemezse o zalimlerden olur. Yani kendi kendine haksızlık etmiş olur. Hem Allah’ın hakkını, hem de insan olarak kendi hakkını çiğnemiş olur. Kur’an pek çok âyette isyan edenlerin, günah işleyenlerin, ilâhi emir ve yasakları dinlemeyenlerin kendi nefislerine zulmettiklerini söylüyor. (A’raf 7/23. Kasas 28/16. Âli İmran 3/135. Nisa 4/110. Rûm 30/29)

Musa'dan sonra İsrailoğulları belli ki ya işgale uğradılar veya işgal tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. Bunun üzerine zamanın peygamberine gidip Allah’a kendilerine güçlü bir lider (kumandan/melik) göndermesi icin dua etmesini istediler. Ancak bu noktada kendilerine de o kumandan ile savaş emri gelince, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Kur’an onların bu tavrını zulüm,  Allah’ın emrini dinlemeynleri de zalim diye niteliyor. (Bekara 2/246)

 

10-Allah’a iftira ederler.

Kur’an bir çok âyette bazi insanların Allah’a iftira ettiklerini, bunun zulüm olduğunu söylüyor. Zira bunda da ciddi haksızlık söz konusudur.

Risalet döneminde Mekke müşrikleri ve daha sonradan günümüze kadar niceleri Kur’an’ı hz. Muhammed’in uydurduğunu veya yazdığını iddia ederler. Buna karşılık Kur’an şöyle diyor:

“Kendi yalanlarını Allah'a yakıştıran kimselerden daha zalim kim olabilir?...” (Hûd 11/18)

Yani Allah tarafından elçi seçilmeyen birileri çıkar ve “bana vahyediliyor, bana bu kitap Allah’tan geldi. Ben kendimden bir şey demiyorum, beni söyleten yukarısıdır” derse, böylesi Allah’a göre zalimdir. Hatta eşed zalimdir. Onun söyledikleri Allah’a iftira olduğu gibi, kendi çıkarı için Allah adını korkusuzca kullanmaktır.

Kaldı ki Kur’an herkese meydan okuyor. Eğer Kur’an'ı Muhammed'in kendisi uydurdu (veya yazdi) diyorlarsa, hadi ona benzer bir kitap getirsinler, yazsınlar… Eğer iddialarında samimi iseler. Bu iftiracılar şimdiye kadar elbette bunu yapamadılar, yapamazlar da. (Bekara 2/23. Ayrıca bakınız: Yunus 10/37-38. Hûd 11/13)

Kur’an bir başka âyette bu durumu şöyle anlatıyor:

“De ki: “Bütün insanlar ve görünmeyen varlıklar bu Kur’an'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelselerdi ve, birbirlerine (bu konuda) destek olmak için ellerinden gelen her şeyi yapsalardı, yine de onun benzerini ortaya koyamazlardı!” (İsra 17/88)

Kimileri Allah’a, çocuk isnat ederek, ortağı, eşi, yardımcıları var diyerek iftira ederler.

“Ama hala O'na bir çocuk yakıştırırlar, üstelik yarattıklarından birini! Belli ki, (böyle düşünen) insan şükretmeyi terk etmiş bir nankördür!” (Zuhruf 43/15)

Bu öylesine büyük, temelsiz ve haksız bir iftiradır ki, Allah (cc) bunun ne denli yanlış olduğunu şu âyette anlatıyor:

“‘Rahman çocuk edindi’ dediler. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem 19/88-92)

Allah’a çocuk isnat edildiği için neredeyse gökler parçalanacak, yerler yarılacak, dağlar dağılıp çökecek. Bu söz öylesine ağır, öylesine çirkindir. Âyet bu tür iddiaları müşriklerin suratına çarpıyor.

Allah (cc) herkesin ve her seyin Rabbidir. O (cc) mahluk gibi çocuk edinmekten munazzehtir (uzaktır) Kim O’na “çocuğu var” derse o zalimdir. Nitekim hz. İsa kendi kavmini böyle bir hataya düşmemeleri konusunda uyarmıştı.

“Halbuki Mesih onlara demişti ki: Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir, zalimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide 5/72)

Demek ki “Allah’ın çocuğu var, melekler Allah’ın kızlarıdır, falanca Allah’ın oğludur” derse bu âyete göre o zalimdir. Böyleleri hem Allah’a iftira ediyorlar, hem de Allah’ın ilahlık hakkına saygı göstermiyorlar demektir.

Kimileri de yiyecek ve içecek konusunda Allah’a iftira ederler. Ya da kendi görüşlerini, hükümlerini, tutumlarını Allah adını kullanarak piyasaya sürerler.

Kur’an’ın haber verdiğine göre Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya’kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. Bunun isbatı da İsrailoğullarının elinde olan o zamanki Tevrat idi. Şayet onlar doğru sözlü iseler, yani Tevrat’a itibar ediyorlarsa, bunu orada açıkca okuyabililer. Kur’an bunu haber verdikten sonra şöyle diyor:   

“Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.” (Âli Imran 3/93-94)

Kim Allah adına haram uydurursa – ki bu O’na iftiradır-, kim Allah’ın haram kılmadığı yiyecekleri kendine ve başkalarına yasak ederse, kim Allah’ın yenmesini haram kıldığı yiyecekleri helâl sayarsa, kim kendi görüşünü ilâhi kaynaktan aldığını, ya da kendisine gönderildiğini iddia ederse o zalimdir.

“Bu ibare, Musevilikteki gıda kısıtlamalarının Allah tarafından emredilen mutlak bir kanunun gereği olduğuna dair mesnetsiz Yahudi inancına işaret etmektedir. Bu iddiaya karşılık Kur’an, Hz. Musa zamanından önce hiçbir gıda kısıtlamasının olmadığını; ikinci olarak da, Hz. Musa Şeriatı'ndan kaynaklanan kısıtlamaların yalnızca İsrailoğulları'na yüklendiğini vurgular. Onların mutlak ilahî şeriatı temsil ettiği iddiası ise, burada “Allah hakkında yalan uydurmak” olarak tanımlanmıştır.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, 1/109) 

 

12-Allah adına yalan uydururlar:

İsrailoğullarının haram yiyecekler konusundaki mesnetsiz iddialarını reddeden Kur’an müşriklerin aynı konudaki yanlış tutumlarına da işaret ediyor. Allah sığır cinsini haram kılmadığı halde kimileri insanları sapıtmak için kendi kafalarından hüküm uydururlar.

“(Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.

Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. (En’am 6/143-144)

“O'nun izni olmadan Allah'a bir hüküm dayandıran, sonra da bu Allah'ın hükmüdür diyen birinden daha zalim biri bulunamaz. Çünkü O, bilgisizce insanları saptırmayı amaç edinirtler. Onları hidayetle zan arasında şaşkın bırakmayı düşünürler. Bunları yüce Allah doğru yola iletmeyecektir.” (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 3/1224)

Kimisi aslı astarı olmadığı halde ‘bana da vahyediliyor” diyerek yalan söylerler ve uydurmalarını  Allah’a dayandırırlar. Bunların bazısı sahte peygamberliğe soyunurlar. Bazısı bağlılarına, onları etkileyebilecek farklı yol ve metodlarla özel adam olduklarını, ‘ledünni-maneviyattan’ ilim aldıklarını, yani bir anlamda kendilerine vahyedildiğini ima veya iddia ederler. Kimileri bağlılarına öğrettikleri, işaret ettikleri, davet ettikleri şeyin kendilerine ait olmadığını, bunları ötelerden aldıklarını ileri sürerler. Kitapları için, “bunları ben yazmadım, bana yazdırıldı” derler.

Kur’an onların foyalarını şöyle açığa çıkarıyor:

“Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken “Bana da vahyolundu” diyenden ve “Ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenden daha zalim kim vardır!...” (En’am 6/93)

Böyleleri kendi kendine din uydurmaya, hükümler koymaya kalkışırlar. Allah'a ilgisi caiz ve layık olmayan bir şey isnat ederler. Ya da “bana vahyolunuyor” diyerek asıl Hak vahyi ve vahyin Peygamberini inkâr ederler.

Kur’an’ın açıklamasına göre kendilerine kitap verilenler hz. Muhammed’i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama ne yazık ki son vahye inanmazlar ve kendilerine yazık ederler. Bu önemli gerçeğin haberinden sonra şu âyet takip ediyor:

“Kendi uydurduğu yalanları Allah'a yakıştırandan veya O'nun mesajlarını yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki, böyle zalimler mutluluğa asla ulaşamazlar:”  (En’am 6/20-21)

 “Müşriklerin Allah adına uydurdukları yalanların başlıcaları şunlardır: Hz. İbrahim dinine bağlı olduklarını iddia ediyorlardı. Helâl ya da haram olduklarını ilân ettikleri kimi hayvanların, yiyecek maddelerinin ve tapınma biçimlerinin yüce Allah'ın emrinden kaynaklandığını ileri sürüyorlardı. Oysa -En’am Suresinin sonunda anlatıldığı gibi- bu helâller ve haramlar yüce Allah’ın emirlerine dayanmıyor, onların şahsi kanaatlerine dayanıyordu.

Kendi kafasından dini değer yargıları uyduranlar, sonra da bu yakıştırmaları Allah’ın dini sananlar elbette zalimlerdir. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 2/1063)

Kendisine hak din, hakikatin bilgisi emin bir elçi aracılığı ile geldiği halde, hâlâ atalardan kalma yanlış ve batıl inançları savunan, üstelik bu batıl inancı Allah’a nisbet eden zalimin ta kendisidir.  (Ankebût 29/67-68)

“(Yalnızca) Allah'a teslim olması istendiği halde Allah(ın mesajı) hakkında (böyle) yalanlar uydurandan daha zalim kim olabilir? Ama Allah zalim halka rehberliğini bağışlamaz.”  (Saf  61/7)

Ki böyleleri Allah’ın seçtiği hak Peygamberi inanmazlar  ve Allah’ın indirdiği kitaba ‘Muhammed’in uydurması ‘derler.

Kur’an ısrarla bir şey uydurup onu Allah’a nisbet edenlere zalim diyor. Onları hem kınıyor, hem de onlara kötü bir sonucu haber veriyor.

“Kendi yalanlarını Allah'a yakıştıran kimselerden daha zalim kim olabilir? (Hesap Günü'nde) böyleleri Rablerinin huzuruna çıkarıldıklarında (kendilerine karşı) tanıklığa çağırılanlar  (onlar için): “Rableri hakkında yalan söyleyen kimseler işte bunlardı!” diyecekler. Unutmayın, Allah'ın lâneti zalimlere yönelmiştir,” (Hûd 11/18)

Bu âyetin ilk cümlesinde iki vurgu olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi: Birileri “Kur’an’ı Muhammed uydurdu” diyorlar ya, o bunu yapmadı. Eğer hz. Muhammed bunu yapsaydı zalimlerden olurdu.

 İkincisi: Kim de bir din (inanç ve ibadet) uydurur, sonra da bu Allah’tandır derse o da zalimdir, hem de katmerli. 

 “Zalimlerin Allah'a haksız yere iftira ettikleri şeyler şunlardı: “Uluhiyetinde, hukukunda ve ma’bud oluşunda Allah'a ortak ilahlar (!) vardır diye inanmaları. Yahut Allah'ın hidayet etmede ve dalalete düşürmede bir dahli yoktur. O kullarının hidayetini sağlamak için ne nebi gönderir, ne rasûl,  ne de kitap.  İnsanları, istedikleri hayat tarzını seçmeleri konusunda özgür bırakır... Yahut, Allah insanoğlunu yalnızca eğlence için yaratmıştır ve onları bu dünyada yaptıklarından ötürü hesaba çekmeyecektir... Yahut, ahirette ne mükâfat sözkonusudur, ne de ceza...” (E. Mevdudi, Tefhimu’l-Kuran, 2/383)

 

13-Kendi hevâlarına tabi olurlar:

Onlar Allah’ın kulları olmalarına, O’nun verdiği rızıkla yaşamalarına, eninde sonunda O’na döneceklerine, her açıdan O’na muhtaç olduklarına rağmen, O’nun gönderdiklerine inanmazlar. Allah’ın koyduğu değer yargılarına (hükümlere) hayatlarında yer vermezler. Onun yerine kendi hevâlarına, yani kendi ilimsiz ve temelsiz görüşlerine, doğru sandıkları keyiflerine, bilim olmayan zanlarına uyarlar. 

Şüphesiz böyle bir tavır bir Hakikatin üzerini örtmek, Allah’a ait bir hakkı başka bir yere devretmektir. Bu ise zulümden başka bir şey değildir.

“Yemin olsun ki ( habibim! ) sen ehl-i kitaba her türlü âeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” (Bekara 2/145)

Bu âyette inadın insanoğlunu ne hale getirdiği anlatılarak  “Sen onların arzularına uyarsan kötülük edenlerden olursun” denilmiştir. Çünkü Peygamber (sav)  bil-farz onların bir dileğini yerine getirirse bu sefer başka bir şey isteyecekler ve zor görmedikçe hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerdir. İşte âyette bu durum anlatılıyor.   Bunun da sebebi, inat ve taassuptur. İman ile terbiye edilmemiş nefis, inat ve taassuptan kurtulamaz. (Diyanet Vakfi Meali, Bekara 145. âyetin açıklaması)

Kur’an’ın bütün meydan okumalarına rağmen, onu Allah’tan gelen bir kitap olarak kabul etmeyen, onun ölçülerine uymayan da zalimdir. Böyleleri hakka değil kendi temelsiz görüşlerine (hevâlarına) uyarlar.

 “(Resulüm!) De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!

Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf hevâlarına uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Kasas 28/50)

 

14-İlimsiz mürşidlik taslayıp insanları saptırırlar:

Kimileri çok bildiklerini, çok akıllı olduklarını, insanlara rehberlik edecek kadar kafaları çalıştığını düşünürler. Bilgiçlik taslayıp insanlara yol göstermeye (mürşidlik yapmaya), akıl vermeye kalkışırlar. Böyleleri ya sözlü, ya da yazılı –şimdilerde görsel- araçları kullanarak fikirleriyle, kimileri de ellerindeki güçle etrafındakileri yönlendirmeye çalışırlar. Ama onların rehberlik ettikleri şey Hakka uymayan sapıklıktan başka bir şey değildir. Böyle yapanlar da Kur’an’a göre zalimdir.

Kimileri bazı hayvanların etleri haram olmadığı halde “Allah bunları  yasakladı” diye  kendi uydurdukları yalanları O’na isnat ederler. Kur’an böyleleri için: 

“… böylece insanları saptırandan daha hain kim olabilir? Unutmayın ki Allah, (böyle) zalim bir halka doğru yolu göstermez.” (En’am 6/144)

 

15-Haksızlık ederler:

Başkalarının mülkünü haksız yere veya hırsızlık yoluyla  elinden alanlar da zalimdir. Nitekim Yusûf’un (as) kardeşleri hırsızlık yapanlar hakkında şöyle demişlerdi.

"Onun (hırsızın) cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.”  (Yusûf 12/75)

Adaletten sapmak, suçsuz birini cezalandırmak, insanların hak ettiklerini vermemek de zulümdür.

(Yusûf) dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!” (Yusûf 12/79)

Bir başka âyette haksızlık yapanlar hakkında şöyle deniyor:

 “Ancak (başka) insanları baskı altına alan ve yeryüzünde gaddarca davranarak her türlü haksızlığı yapanlar suç işlemişlerdir: onları şiddetli bir azap beklemektedir.” (Şûra 42/42)

Yetim hakkı yemek de benzer bir hatadır.  

“Zulümle (haksızlıkla) yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisâ 4/10)

 

16-İnsanlar arasında ayrım yaparlar:

Onlara göre üstün olmanın ölçüsü insan olmak, kul olmak, herhangi bir anne babadan doğmak değil; kendilerinden olmak, mal-mülk sahibi olmak, yüksek statüye sahip olmaktır. Onlar kendilerini yüksek tabakadan görürler, diğerlerine tepeden bakarlar. Onlar fakir, kalkınmamış, sefil, aşağı, ayak takımı, öteki, taşralı, yabancı olarak gördükleri ile birlikte olmak istemezler. Onlarla birlikte oldukları zaman alçalacaklarını, statülerinin zedeleneceğini düşünürler. O yüzden peygamberlere: “Yanındaki fakirleri (garibanları) kov sana gelelim” derler.

Ben size: “Allah'ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum, gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü (gariban) kimseler için, “Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir” diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum." (Hûd 11/31)

 

17-Allah’tan gelen şahitliği gizlerler:

“Yoksa siz (ey kitap ehli) “İbrahim, İsmail, İshâk, Yakub ve onların soyundan gelenlerin Yahudi ya da Hristiyandılar mı demek istiyorsunuz?”  De ki: “Siz Allah'tan daha iyi mi biliyorsunuz? Kendisine Allah’tan gelen bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir. Ama Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara 2/140)

Burada kitap ehlinin asılsız iddialarına temas ediliyor.

Bazı müfessirlere göre burada gizlendiği ifade edilen şâhitlik hz. İbrahim’in yahudi olmadığı, bilakis hanif bir müslüman olduğu gerçeği idi. Bazılarına göre gizlenen şehâdet İslâm idi. Zira onlar İslâmın hak din olduğunu biliyorlardı. Bu gerçek onların kitapları Tevrat ve İncil’de yazılı idi. (Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 1/625. Zamahşerî, el-Keşşâf 1/196. S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/119. S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/247)

Gizlenen şehadet (tanılık) hz. Muhammed’in peygamber olarak geleceği konusundaki Kitab-ı Mukaddes’te yer alan atıflardır.  (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/52) Nitekim Bekara 42. Ve 76. âyetlerde bu bilginin gizlendiği ifade edilmektedir.

Gizlendiği söylenen şehâdet iki manada anlaşılabilir. Birincisi; Ehl-i kitap zalimdir, zira onlar  kesinlikle bildikleri bu şehâdeti gizlediler. İkincisi: Eğer biz de bu şehâdeti gizlersek, zalimlerden oluruz. (Zamahşerî, el-Keşşâf 1/196)

Bekara 76. âyette  şöyle buyuruluyor:

“İman edenlerle buluştuklarında  ‘iman ettik’ derler,  birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise (akıl hocaları ‘iman ettik’ diyenlere); “Rabbinizin katından size karşı bir koz olarak kullansınlar diye mi Allah’ın size açtığı şeyi onlara haber veriyorsunuz? Bu kadarını düşünemiyor musunuz?” derler.”

Belli ki Peygamber zamanında bazı yahudiler “iman ettik” demişlerdi. İman etmeyenler inatçı ve hasetçiler olsa gerekti. İman edenler Hakikati itiraf etmiş olmalılar ki akıl hocaları müslümanların eline koz vermemeleri konusunda onları uyarıyorlardı. Allah’ın İsrailoğullarına açtığı sır, şüphesiz hz. Muhammed’in peygamberliği idi. (Tevrat; Tekvin 21/21. Tesniye 18/15 ve 18, 33/2) M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/29) .

 Kur’an Ben-i İsrail’e hitaben: “Hakkı bâtıl ile örtüp bile bile gizlemeyin” (Bekara 2/42) diyor.

“Hakkı bâtıl ile örtmek”le, Kur’an'ın sık sık Yahudileri ithamına sebep olan, Kitâb-ı Mukaddes'in metnini tahrif etmeleri kasdedilmiştir . Öte yandan, “Hakikatin gizlenmesi” de Tevrattaki : “Kardeşlerin arasından onlara senin gibi bir peygamber göndereceğim ve o'nun ağzına kendi sözlerimi koyacağım” (Tesniye 18/15) şeklindeki sözleri gözardı etmelerine veya kasden yanlış yorumlamalarına işaret eder. Açıktır ki İsrailoğulları'nın “kardeş”leri Araplardır. Özellikle onların musta‘ribe (Araplaşmış) gurubudur ki kökleri Hz. İsmail'e ve Hz. İbrahim'e kadar uzanır. Peygamberiin kabîlesi Kureyş de bu guruba mensup  olduğundan, Tevrattaki ifadeler o'nun ortaya çıkacağına işaret olarak kabul edilebilir. (M. Esed, Kur’an Mesajı, 1/13)

 

16-Onlar Allah’tan başkasına ibadet ederler.

İnsan, yalnızca kendisini yaratan ve yaşatan Rabbi Allah’a ibadet etmekle görevlidir. İbadet layık olna mabud da yalnızca Allahtır. (Bekara 2/21, 172. Âli İmran 3/51, 64. Nisa 4/36. Maide 5/76, 117. En’am 6/56. Yûnus 10/3, 104. Yûsuf 12/40. İsra 17/23. Kehf 18/110. Ankebût 29/56 ve diğerleri)

Kim Allah’tan başkasına ibadet ederse, kim Allah’tan istenebilecek şeyleri başka güç kaynaklarından, ya da tanrılardan isterse o zalimdir.

Sana ne bir yarar, ne de bir zarar verebilecek durumda olmayan varlıkları Allah'la beraber anıp onlara yalvarıp yakarma: çünkü, eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden olursun!” (Yûnus 10/106)

Bu gibi zalimler Ahiret günü kandilerini kurtaracak bir yardımcı bulamayacaklar. (Hac 22/71)

Kur’an Nûh kavminin zalim olduğunu söylüyor. Zira Nûh peygamberin asırlar süren davetine, uyarılarına rağmen Allah’tan başkasına ibadet etmeye, kulluk yapmaya devam ettiler. (Furkan 25/37) Allah (cc) Nûh’a (as) tufandan kurtulduktan sonra şöyle demesini emretmişti: “...Bütün övgüler, bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a aittir!” (Mü’minûn 23/28)

 

17-Zalimlerin bazıları tanrı (gibi) olduklarını iddia ederler

Mesela, İbrahim (as) ile tartışan (Kur’an’da adı geçmeyen ama kaynaklarda Nemrut denilen)  hükümdar gibi. İbrahim (as) ona “...Rabbim hayat veren ve ölüm dağıtandır!” deyince o “Ben (de) hayat verir ve ölüm dağıtırım!”demişti. Onun bu iddiasına karşılık Allah (cc) şöyle buyurdu: “... Allah (bile bile) zulüm işleyen toplumu hidayete erdirmez.” (Bekara 2/258)

“Muhammed Abduh'a göre, burada atıfta bulunulan zulüm, “kişinin Allah'ın gösterdiği (hidayet) ışığından kasıtlı olarak uzaklaşmasını ifade eder (Menâr 3/47)” (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 1/79)

Allah’a ortak (şirk) koşmak, âlemlerin Rabbi dışında başka ilahlar (tanrılar) var zannetmek, kendisinin tanrı olduğunu, ya da tanrı gibi olduğunu iddia etmek zulmün en büyüğüdür. Zira bu hem Allah’ın ilahlık hakkını gasbetmeye kalkışmaktır, hem de hakkı yerine koymamaktır.  (Lukman 31/13)

Görünen o ki servet, güç ve iktidar Davûd ve Süleyman (as) gibilerini imana ve hakkıyla şükretmeye, Nemrut ve Firavun gibilerini ise inkâr ve zulme götürebiliyor.

 

18-Zalimler şeytana tabi olurlar

Kur’an şeytanın çağrısına uyup ona tabi olanlara, onun vesveselerine aldanıp inkârcı olanlara ve aşırı günah işleyenlere zalim diyor.

“Ve her şey olup bittikten, hüküm yerine geldikten sonra Şeytan: “Gerçek şu ki, Allah size gerçekleşmesi kaçınılmaz bir söz vermişti! Bense (her fırsatta) size birtakım sözler verdim ama sizi hep yüzüstü bıraktım. Yine de benim sizin üzerinizde gerçekte bir nüfûzum yoktu: Sizi sadece çağırıyordum; siz de (bu çağrıya) icabet ediyordunuz. Bunun içindir ki, beni suçlamayın, yalnızca kendinizi suçlayın. Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım; ne de siz benim imdadıma yetişebilecek kimselersiniz; çünkü, bakın ben, sizin vaktiyle beni (Allah'a) ortak koşmanızda bir doğruluk payı olduğunu her zaman reddetmişimdir”. Doğrusu, tüm zalimleri çok can yakıcı bir azap beklemektedir.” (İbrahim 14/22)

“Yani, ister zihinsel bir büyüklenmeden ötürü, ister ahlâkî düşüklükten ya da karakter zayıflığından ötürü olsun, Şeytanın çağrısına bilerek, isteyerek kulak veren herkes.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, 2/506)

“Şu Şeytana bakın... Kendilerini sapıklığa çağıran ve onun bu çağrısına olumlu karşılık veren Şeytanın dostlarına bakın... Peygamberle insanları Allah’a itaat etmeye çağırdılar ama onlar peygamberleri yalanlayıp Şeytana uymayı tercih ettiler. (S. Kutub, fi-Zılali’l-Kur’an, 4/2098)

Kur’an, Şeytanın isyanın ve insana olan düşmanlığını hatırlattıktan sonra insanları uyarıyor:

Ve (hatırla ki) Biz meleklere “Âdem'in önünde secde edin!” dediğimiz zaman, İblis dışında, onların hepsi yere kapanmıştı. (İblis) cinlerden biriydi; ve böylece Rabbinin emrinin  dışına çıktı. Peki, yine de onu ve avanesini kendinize dostlar/sırdaşlar edinecek misiniz, hem de onlar sizin düşmanlarınız olduğu halde?

Zalimler adına bu ne kötü bir mübadeledir!” (Kehf 18/50)

Allah’a ibadet yerine şeytana itaati seçmek, Rahmani şeyleri terkekip şeytanın sevdiği işleri yapmak ne kötü bir tercihtir. Bu iyi yerine kötüyü, altın yerine paslı tenekeyi, cennet yerine ile cehennemi, nur yerine narı, mutluluk yerine bedbahtlığı, ağız tadı yerine zehiri, aydınlık yerine zifiri karanlığı, göz aydınlığı yerine körlüğü, doğru yolda olmak yerine sapıklığı, ebedi kazanç yerine fani ve anlık dünya zevkini tercih etmek gibidir. 

İnsanın ilk yaratılışını işaret eden bu âyet, düşman olmasına rağmen insanın Şeytanı veya onun yardımcılarını dost edinmenin tuhaflığını vurguluyor. Bunun sebebi ne olabilir? Oysa ne şeytanın, ne de dostlarının insan üzerinde bir güçleri yoktur. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2274)

 

19-İbadetten yüz çevirirler.

İbadet her insanın kulluk görevidir. İbadet hem Allah’ın nimetlerine (iyiliklerine) karşı bir teşekkür borcu, hem de hayatı anlamlı kılan kulluk görevleridir. Hayatın anlamlı kılınması değerler üzerinden yaşamaktır. Dünya hayatı bir deneme ise, ibadet bu denemeyi kazanmaya çalışmaktır. İnsan boşuna yaratılmadığı gibi başıboş da değildir. Yani tıpkı diğer varlıkların bir görevi olduğu gibi insanın da bir görevi vardır. İnsanın insanlık görevini yerine getirmesi  ibadettir.

Zalimler, hem insanlık görevleri olduğunu inkâr ederler, hem de Allah’a borçlu olduklarını. Bundan dolayı ibadet manasına gelen şükrü yerine getirmezler. Bu gerçeği Kur’an şöyle açıklıyor:

“Onlar orada, (cehennemde): “Rabbimiz! Bizi bu (azap)tan kurtar! Bundan sonra artık (eskiden) yaptıklarımızdan farklı iyi şeyler yapacağız!” diye feryad ederler. (O zaman onlara şöyle cevap vereceğiz:) “Size (orada,) düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedik mi? Ve (üstelik) size bir uyarıcı da gelmişti. Öyleyse, (yaptığınız kötülüklerin meyvelerini) şimdi tadın bakalım: zalimler hiçbir yardımcı bulamayacaklardır!” (Fâtır 35/37)

Allah’ın çizdiği sınırlara riayet etmeyenler, kendilerine sunulan sayısız nimetlere karşı nankörlük yapanlar, üstelik bir yaratıcıya ihtiyacı olmadığını düşünenler, Kur’an diliyle kendi nefislerine karşı zalim olanlardır. (Bakara 2/229. Hûd 11/101. Zuhruf 43/76. Âli İmran 3/117. Nahl 16/33) Böyle zalimler Allah’a ibadettin yüz çevirirler.

İbadet etmeyelerin (salih amel işlemeyenlerin)  Âhiretteki durumunu Kur’an şöyle açıklıyor: “Keşke, günaha batmış olanların (Hesap Günü) Rablerinin huzurunda başlarını öne eğerek, “Ey Rabbimiz! Şimdi görmüş ve duymuş olduk. Öyleyse bizi (yeryüzündeki hayatımıza) geri döndür ki salih amel işleyelim (ibadet edelim): çünkü (artık hakikate) kanî olduk!” dedikleri zaman(ki hallerini) bir görsen!” (Secde 32/12)

Şüphesiz kulluk görevlerini yapmayak kendi nefislerine zulmedenlerin, kendi kendine yazık edenlerin bu istekleri kabul edilmeyecektir. (En’am 6/130. Zümer 39/71. Mülk 67/8-11)

 

20-Kelimelerin yerini değiştirirler

Kur’an, tarihte İsrailoğullarının yaptıklarını söz konusu ederek yanlış bir tavra işaret ediyor.

Hani, bir zaman da onlara denilmişti ki: “Bu ülkeye yerleşin ve oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın; ve (bunu yaparken) “Hıtta (Bizden günahlarımızın yükünü kaldır) deyin. Ve alçak gönüllülükle (şehrin) kapı(sın)dan girin. (Ki, böylece) sizin günahlarınızı bağışlayalım (ve) iyilik yapanları kat kat ödüllendirelim!

Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik.” (A’raf 7/162. Bir benzeri: Bekara 2/58-59)

Bazı rivâyetlere göre burada bahsedilen karye (belde) Filistin veya Kudüs’tür.  (Taberî, Tefsir 1/339. Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s: 73)

Allah (cc) İsrailoğullarına bir beldeye yerleşmelerine izin veriyor. Âyetin akışından  anlaşılıyor ki, onlar için oraya yerleşmek hem avantajlı, hem de ilâhî bir emir olduğu için itaat idi. Ancak onlar kendilerine uygun görülen ‘hıtta-günahlarımızın yükünü bağışla’ yerine ‘hınta-buğday dediler.  (Taberî, Tefsir 1/344. Kurtubî, Tefsir, 1/203. Elmalılı, H. Yazır, Tefsir (sad. 4/156)

Ancak Menar Tefsiri bu rivâyetlerin israilî kaynaklı olduğunu ve tefsirlerde yer almasının uygun olmayacağını söylüyor. (M. Abduh, el-Menar (ter.) 1/454)

Halbuki onlar kendilerine gelen bu vahiyde sonra mütevazi bir şekilde kendileri için hazırlanan o beldeye girselerdi, hem oranın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanacaklardı, Allah’a itaat etmenin sevabını alacaklardı, hem de günahları bağışlanacaktı. “Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler.”

Hıtta, ‘günahlarımızın yükünü üzerimizden kaldır (R. el-İsfehânî, el-Müfredât, s: 175) veya ‘Bizim için af ve mağfiret indir’ (Zamehşerî, el-Keşşâf, 1/145) manasına gelen bir istiğfar ifadesidir.

‘Hatt’, bir şeyi aşağıya almak ve sırttan yükü indirmek olduğundan, ‘hıtta’ bir nevi indiriliş dmek olur ki, özel bir şekilde yükü yıkmak veya boyundaki vebali indirmek karar ve duasını ifade eder. Yani oraya yerleşmek için kararınızı verin ve günahlarınıza, eksikliklerinize istiğfar edin (bağışlanma dileyin) demek olur. (Elmalılı, Tefsir (Sad.) 1/305)

Hadislerde geçtiğine göre İsrailoğulları, aşağılama amacıyla, karşılığında ilgisiz ve anlamsız şeyler uydurarak ‘hıtta’ kelimesiyle oynadılar. (İbni Kesir, Muh. Tefsir 1/68)

Burada ‘deyin’ emri, sadece onlardan beklenen zihinsel bir tavrın mecazıdır ve bu sebeple, buradaki ‘değitirme’nin, Allah’ın emrini göz ardı ederek yapılan bilinçli bir kibir tavrına işaret edebilir.

Kendisine bir şey emredilen kimse bu emre karşı gelirse veya uygulamazsa, o emri inkar etmiş olur. Yani “kendisine emredileni yapmadı, inkara kalkıştı veya emredilenin tersini yaptı.” Böyle yapana: “Sen, sana söylenenin aksini söyledin, yaptın. Dolaysıyla asıl söyleneni değiştirdin” denilir. Âyet İsrailoğullarının sözü olmaması şekilde söylediklerini vurguluyor.  (M. Abduh, el-Menar (ter.) 1/453)

Onlar Allah’ın emrini yerine getirmediler. Bir diğer deyişle Allah’ın emrine muhalefet ettiler ve zalimlerden oldular.

Bu tavır tarih boyunca Allah’ın gönderdiği Din’i,  vahyi (kitapları) tahrif edenlerin tavrı idi. “Hıtta deyiniz’ emrini ‘hınta’ya-buğdaya’ çeviren bu cür’etkâr kafa yapısı, Allah’ın dinine ekleme de yapabilir, çıkarma da yapabilir. Allah’ın kelimelerine dileği anlamı verebilir, onları kendi konumuna uydurabilir. Vahyin kelimelerinin manasını çarpıtabilir, işine geldiği gibi kullanabilir.

Şüphesiz böyle yapmak zalimliktir.

Bu bize şunu göstermektedir ki Din’e bir şey eklemek, İslâm şeriatinde olmayan bir bid’ati ortaya çıkarmak oldukça tehlikeli ve zararlıdır. Tevbeyi ifade eden ‘hıtta’ kelimesindeki tahrif, bunu yapanların başına çeşitli belâların gelmesine sebp olmuştur. Ya yüce Allah’ın sıfatlarını değiştirmeye kalkışmanın durumu ne olur? (Kurtubî, Tefsir s: 1/203

 

22-Birbirlerini aldatırlar

“De ki: “Hiç Allah’ı bırakıp da yalvarıp yakardığınız varlıklar olan şu şirk nesneleriniz hakkında kafa yordunuz mu? Bana gösterin bakayım, yeryüzünde neyi yaratmışlar? Yoksa onların gökler(in yönetimin)de payları mı var? Veyahut onlara bir vahiy indirdik de, kendileri delil olarak ona mı dayanıyorlar? Asla! Bu zalimler birbirlerine sadece aldanış va’dediyorlar.”  (Fatır 35/40)

Kur’an, Allah’tan başkasına tanrı (ilah) diye tapınanlara sesleniyor: “O tanrı sandıklarınız bir şey yaratabilirler mi? Onların bir şeye gücü yeter mi ki onlara yalvarıyorsunuz? Onların hiç bir hükmü yokken sizin onlara ilahlık özelliği vermeniz cahillik, ahmaklık ve (Allah’a karşı) zalimliktir. Zalimler birbirlerine sadece aldanış, gerçekleşmesi mümkün olmayan va’d eder dururlar. (Elmamlılı, H. Y. Tefsir, Azim,  İstanbul ths. (sad.)  6/391)

“Yani, ilahî yahut yarı-ilahî sıfatlar atfettikleri azîzlerin ve velîlerin kendileri ile Allah arasında “aracılık” yapacakları veya Allah nezdinde kendileri için “şefaatçi” olacakları beklentisi, bir kuruntudan başka bir şey değildir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 2/893)

Allaha ortak koşarak müşrik olan bazıları putların, meleklerin veya insanlardan kimilerinin kendilerine şefaatçı olacaklarını, onları azaptan kuratacaklarını iddia ederler, sanırlar. Bu gibi iddialarla saf kimseleri kandırmaya ve ayartmaya çalışırlar. Böylece onları etki altına almaya, kendi yanlarına çekmeye çaba gösterirler.

Onların bu yaptıkları zulümden başka bir şey değildir. 

 

23-Onlar fitne peşindedirler

İslâmdan önce Medineli Ebu Âmir adında birisi hırıstiyan olmuş ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine haset ederek ona karşı Uhud ve Huneyn’de savaşmıştı. Müşriklerin Peygamber’e karşı zafer kazanacaklarından ümidini kesince Şam’a gitti. Oradan Medinedeki bir düzine taraftarını örgütlemeye çalıştı. Onların silahlanmalarını, Rum diyarında büyük bir ordu ile gelip Muhammed’i ve arkadaşlarını Medine’den çıkaracağım diye haber yollamış. Kuba yakınlarında bir mescit inşa etmelerini istemiş. Burası görünüşte mescit, ancak münafıkların karargâhı idi. Tebuk saferi sonra Peygamberi orada namaz kılması için davet ettiler. (Nisabûrî, Ali b. Ahmed el-Vahidi, Esbâbu’n-Nüzûl, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut ths. s: 195) Tevbe 107. âyet onların bu fitne-fesat amaçlı niyetlerini haber veriyor, 108. âyet de Peygamber’e orada namaz kılmamasını emrediyor. Arkasından da şöyle diyor:

“Şimdi (hayat) binasını Allah kaygısı ve rızası temelleri üzere inşa eden kimse mi daha iyidir, yoksa binasını suyun altını oyduğu kırılgan bir yar üzerine yapıp, sonunda onunla birlikte Cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah zalimler topluluğunu asla doğru yola yöneltmez.”  (Tevbe 9/109

Bu âyet ile müslümanlar arasına fitne sokmaya çalışan Peygamber (sav) dönemindeki münafıkların yaptıkları arasında bir bağ var. Ortalığa fitne ateşini salıp dostların veya toplumun huzurunu bozan, fertleri birbirine düşüren kimse Kur’an’a göre zalimdir. Böyleleri kendi berbat çıkarları için başkasına zarar vermekten çakinmezler. 

Bir fikrin ve inancın fanatiği olanlar da böyledir.

Bunlar, doğru bildikleri yanlışlar için zulüm yapmaktan, insanların ayaklarını kaydırmaktan, hasım bildiklerine haksızlık yapmaktan geri durmazlar.

Çıkarları gerektirdiği veya düşmanlık/nefret gözlerini kör ettiği zaman, insanları birbirine düşürmeye, fitne tohumları ekmeye, topluma yalan haberler yaymaya, toplum kesimlerini birbirlerine karşı kışkırtmaya devam ederler.

Fitne Kur’an’a göre yalnızca kişilerin arasına nifak salmak  değildir. İnanca yapılan her türlü baskı, sapma ve her türlü sapıklık, azap, işkence, savaş kışkırtıcılığı,  münafıklık, kargaşa ve düşmanlık çabaları da fitnedir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları s: ) 199-210)

Musa’nın (as) davetine karşı çıkan o günkü Mısırın kralı Firavun Kur’an’ın fitne dediği pek çok eylemin yapıcısı idi. O Rablik taslayacak kadar azgın bir kimse idi. İktidarını baskı ve dehşet üstüne kurduğu gibi, zulüm ve korku ile sürdürüyordu. Müslüman olan İsrailoğullarını baskı ile sindirmiş, kendisine karşı koymasınlar diye erkeklerini öldürüyordu.  (Bekara 2/49. Kasas 28/4) Kur’an İsrailoğullarının uğradığı bu felakete büyük bir imtihan diyor. (A’raf 7/141. İbrahim 14/6) Zaten Firavunun eylemleri akla ve insafa uygun şeyler değildi. (Hûd 11/97)

Bütün bu fitne faaaliyetleri yürütenler aynı zamanda zalimdirler. Zira bu eylemleri ile kişilere ve toplumlara zarar verirler onlara karşı haksızlık yaparlar.

Musa (as) bu yüzden Firavun ve adamlarına zalim diyor:

Tam o sırada şehrin öteki ucundan bir adam koşarak geldi ve “Ey Musa!” dedi, “(Ülkenin) ileri gelenleri seni öldürmek üzere hakkında görüşüyorlar; hemen çık git; şüphesiz ben senin iyiliğini isteyen kimselerdenim!”

Bunun üzerine (Musa) korku içinde çevresine bakınarak ve “Ey Rabbim, zalimlere karşı beni koru!” diye dua ederek oradan uzaklaştı.” (Kasas 28/20-21)

Firavunun kendi karısı da onun kötü işlerinden ve zalimler topluluğunda kurtulmak istemişti.

“Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” (Tahrim 66/11)

Zalimler, yarın Hesap günü gerçek ortaya çıkınca hatalarını anlayacaklar, dünyada zulümle, fitne fücur işlerle meşgul olduklarını itiraf edecekler.

“Ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz.”  (Enbiyâ 21/97)

 

24-Mallarını şer işler uğruna harcarlar.

“Onların bu dünya hayatı için harcadıkları, kendi kendilerine zulmeden birtoplumun ekinlerine musallat olan ve onu mahveden dondurucu bir kasırgaya benzer. Onlara zulmeden Allah değildir, asıl onlar kendi kendilerine zulmektedirler.”  (Ali İmran 3/117)

 Evet, Hakikati inkâr edenlerin başarıları bu dünyada da, öteki dünyada da kaybolup gider. Bir bereketi ve sevabı olmaz. Halbuki bir müslümanın ürünü (yani infakı, hayr ve hasenatı, salih ameli) hiç kaybolmaz. Bu dünyada kaybolsa bile, onun, zorluklara karşı gösterdiği sabırdan dolayı öteki dünyadaki mükafat beklentisi devam eder.” (M. Esed, Kur’an Mesajı,  1/112)

 Zalimler mallarından harcama yaparlar mı? Yaparlar. Ama ancak şer ve günah olan işlere harcama yaparlar. Münker (dinen ve aklen kötü olan) eylemlere destek olurlar. Servetlerini fitne uğruna teberru ederler. İslâmın hoş görmediği ve günah dediği işler, davranışlar, eylemler çoğalsın diye fedakarlık yaparlar.

Bu yüzden de harcamalarında bir bereket olmadığı gibi, sevap (karşılık) beklentisi de olmaz. Sert bir rüzgârda savrulan kül gibi, ya da kuru bir yaprak gibi.

 

25-Zalimlerle dostluk kurarlar

Onlar kendileri gibi zalim olanların yakını, dostu, yardımcısı ve müttefikidirler. Onlar haktan yan olan, adil, hakka kullukla meşgul, insan haklarına saygılı ve onları korumada titiz olan, insanlara haksızlık etmeyen, çalıp çırpmayan, rüşvet yemeyen ve yolsuzluk yapmayan dürüst kimseleri sevmezler. Onlarla dost ve arkadaş olmazlar.

Bak, eğer Allah'ın iradesine karşı gelmiş olsaydın, onların sana hiçbir faydası dokunmazdı, çünkü bu zalimler sadece birbirlerinin dostları ve koruyucularıdır (velileridir). Allah da takva sahiplerinin dostudur (velisidir).” (Câsiye 45/19

Kendini bilmeyen değerini bilmez, değerini bilmeyen kendine kıyar. Kendine kıyan da zalimdir. (İslamoğlu, Nüzul Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2009, s: 632)

Herkes kendisine en yakın olanla dostluk kurar. Eşkıyanın arkadaşı da genelde eşkıya olur. Salih kimseler, arkadaşlık kurmak, dost olmak için salih kimseleri ararlar. Zalimler eylem ve niyet açısından birbirlerine benzedikleri için birbirlerine yakındırlar. Birbirlerinin destekçisi, müttefiki ve şer illerde yardımcısıdırlar.

Peygamber (sav) onların candan dostluğunu ve yardımını beklememesi gerektiği gibi, bütün mü’minler de zalimleri dost, müttefik, nâsır (yardımcı) bilmemeliler. Bırakın onlara dost olmayı, onların semtine bile yanaşmamalılar. (Hûd 11/113)

Kur’an bir başka âyette müslümanları şöyle uyarıyor:

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli (candan dost, dinde müttefik) edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” (Tevbe 9/23)

 

26-Sapık olsa da liderlerinin peşine giderler

Kendilerine göre bir lider  bulur onun peşinden giderler. Liderleri de kendileri gibidir. Akıllarını kullanmadıkları ve Allah’tan gelen Vahye kulak asmadıkları için hayır ne şer ne, adalet ne zulüm ne, iyi ne kötü ne, iman ne küfür ne bilmezler. İnanmış ve iyi insanlara olan husumetleri sebebiyle akı kara, karayı ak zannederler.

Onlar, tıpkı foyalarını orataya çıkaracak diye aydınlığa düşman olan ahmaklar gibidirler. Kendileri gibi düşünmeyen, haksızlık yapmayan, gaddar ve insafsız olmayan kişilerden hoşlanmazlar.

İyilerin varlığı onlar için rahatsız edicidir. Zira iyiler sebebiyle onların kötülükleri ve zalimlikleri alaşılır.

Kıyamette, Hesap Gününde, herkes hedap vermeye dünyadaki önderi ile gelecek.

“Her insan topluluğunu imamları (önderleri) ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.”  (İsra 17/71)

Âyette geçen imâm  sözü, önder ya da rehber demektir. İmam sözü burada insanın davranışlarını yönlendiren, yapıp-etmelerini motive eden, iyi ya da kötü, bilinçli eğilimleri işaret etmek üzere soyut bir anlam taşımaktadır. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/573)

Bu rehber/lider peygamber de olabilir, kişinin peşine gittiği, fikrini ve davranışlarını beğendiği, dünya görüşünü, imanını ve akidesini benimsediği kimseler de olabilir.

Bu zalim, sapık ve saptırıcı önderlere uyanlar, Hesap gününde piman olacaklar, hayırlanacaklar, keşke peygamberlerin peşine gitseydik diyecekler ama bu pişmanlıklar fayda vermeyecek.

“Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.

            Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (Ahzab 33/66-68)

 

-        Son söz

Kur’an, kimin zalim olduğunu örneklerle haber veriyor. Pek çok âyette zalimlerin özellikleri sayıp mü’minleri böyle olmaktan sakındırıyor.

Allah’ı inkâr edenler zalim olduğu gibi,

O’ndan gelenleri kabul etmeyenler,

O’na ibadet etmekten yüz çevirenler,

O’nun koyduğu ölçüleri (hükümleri) beğenmeyenler,

O’nun koyduğu sınırları (hudutları) korkusuzca aşanlar,

O’na ve O’nun değerli saydığı şeylere kabalık yapanlar,

günah işleyerek isyan edenler, b

aşkalarına eziyet, eza ve cefa edenler, haksızlık yapanlar zalimdir.

Bir şeyi yerinden etmek manasına gelen zulüm, Kur’an’da bir çok yerde insanın kendi kendine zulmetmesi formunda, eylemin öznenin kendisine döndüğü bir cümle yapısıyla gelir. Zulmedenler fail (özne) kipiyle geldiği yerlerde bu zulmün muhatabı (tümleci) zımnen yine zalimin kendisi olarak anlaşılmalıdır. Bu zulmün niteliği, Allah’ın tayin ettiği konumu beğenmeyerek başka bir konumu tercih etmedir ki, bu bir ‘bilinç alaborası’dır. (İslamoğlu, M. Nüzul Sıorasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, s: 571)

Zulüm sayılan davranışları yapmak ve nitelikleri sayılan zalimlerden olmak müslümanlara yakışmaz. İman buna izin vermez.  Kur’an, zalimlerden olmayı yasakladığı gibi, zalimlerden başkasına husumetlik beslenmesini de hoş görmez.

Yukarıdan beri Kur’an’da özellikleri sayılan zalimler her yerde vardı.

Bugün de onları çevremizde ve dünyanın farklı yerlerinde, liderlik koltuğunda, yönetimlerde, kürsülerde, yetkili makamlarda, sokaklarda, yer altı dünyasında, adalet saraylarında, yazılı ve görsel medyanın başında, yani hayatın her alanında görebiliriz.

Öncelikle onları iyi tanımak, onlara karşı dikkatli olmak, onlarla günün meşru imkanları ile mücadele etmek her hak ve adalet taraftarının görevidir.

Adalet ve hak taraftarları, insan onuruna ve haklarına saygı duyanlar, iyilik ve güzellikten yana olanlar zalimler kadar cesur olmak zorundadırlar.

Kur’an zalimlere karşı hoş görüye hoş görülü bakmamaktadır.

“... Eğer yaptıklarına bir son verirlerse, zalimlerin dışındakilere düşmanlık da sona erecektir.” (Bekara 2/193)

 

Hüseyin K. Ece

17.01.2015

Zaandam-Hollanda