İlahiyatcı Yazar Hüseyin K. Ece: Demek ki bu insanlara sunulan din onları tatmin etmiyor

Röportaj: Ebubekir TURGUT

Hollanda’da büyük yankı uyandıran din konulu farklı araştırmaları bu ayki sayımızda siz saygı değer okuyucularımıza sunduk.Konu hakkında uzman olan dergimiz yazarlarından İlahiyacı şair ve yazar  Hüseyin K. Ece sorularımızı cevapladı.

 

Hollanda’da istatistik bürosunun yayınladığı rapora göre kendisini ‘ateist’

 

olarak tanımlayan Hollandalıların sayısı yüzde 50’yi geçtiği belirtiliyor. Din insanları tatmin etmiyor mu?

 

Hüseyin K. Ece: Demek ki bu insanlara sunulan din onları tatmin etmiyor.

 

Gerçek şu ki modern zamanların insanı, özellikle kapitalist hayat tarzını benimseyenler; tanrıyı/dini, bir anlamda kiliseyi (hırıstiyanlığı) hayatına sokmak istemiyor. Onun yerine modernizmin sunduğu ve nefse hitap eden şeylere sahip olmakla tatmin olmaya çalışıyor.

 

Hollandalılar (genelede Avrupalılar); “dinler ömrünü tamamladı, artık hayata bilim ve teknik yön verecektir”,” din sefillerin avuntusu, zayıfların umudu, kitlelerin afyonudur”,” din kültürel bir değerdir, kültürler değiştikçe onlar da değişir, günün birinde ihtiyaç kalmaz, yürürlükten kalkar” diyen bir kültürden geliyorlar. Dine  insan icadı diye bakanlar, kendilerine sunulan dinden tatmin olmazlar, başka şeylere yönelirler.

 

Bu hüküm İslâm hakkında geçerli değildir. Çünkü İslâm hem fıtrat (tabii yaratılış), hem de vahiy/Kur’an kaynaklıdır. Yani insan eseri değildir.

 

Diğer taraftan insanların hiç bir şeye inanmadığını söylemesi gerçekçi değil. Bu bazılarının kendisini avutmasıdır. Zira inançsız/tanrısız insan olmaz. Bu insanı yaratanın onun fıtratına (yapısına) koyduğu bir ihtiyaçtır. İnsan yemeden, içmeden, uyumadan yaşayamaz. Yine insanın iç dünyasında sevgi, ilgi, kızma, üzülme, arzu etme, hayal etme gibi duygular da vardır. Bunlar görülmez. ama herkes bilir ki herkesin içinde bu gibi duygular/ihtiyaçlar vardır. İnanma da böyle bir ihtiyaçtır. İnsan tanrısız yapamaz. O, her durumda kendinden üstün, görünen veya görünmeyen bir olağanüstü gücü kabul eder, ya da hisseder. Bunu diliyle söylemese de haliyle ortaya koyar. Hak bir tanrı (İslâm ona Allah diyor) bulamayan kişi, bu ihtiyacı karşılamak için kendisi tanrı uydurur. Ya da önceden, atalar veya toplum tarafından uydurulmuş çakma tanrılara inanır. İsterse bu tanrıya görünür bir ibadette bulunmasın. Ya da bu tanrı adına ortaya atılmış bir dine inanmadığını söylesin.

 

Bu bağlamda Kur’an’ın bazı insanların nefislerinin hevâsını (keyfini, arzularını, görüşlerini) ilâh/ tanrı edindiklerini söylemesi ilginçtir. (Bakınız: Furkan, 25/43) Kendisine tapınılan, her şeyden çok sevilen, saygı duyulan, kendisinden çok korkulan, yardımı beklenilen veya kızınca ceza vereceğinden korkulan, çok çok üstün/olağanüstü olduğuna inanılan şeylerin ortak adı ‘ilâh/tanrı’dır. Böyle tanrılar da her zaman kendilerine kullar bulurlar.

 

Dolaysıyla yukarıdaki “yüzde 50 ateist “ ifadesini, kiliselerin temsil ettiği/sunduğu  hırıstiyanlığa inanmayanlar diye anlamak mümkün.

 

İleride mescidler cemaatsizlikten kiliseler gibi kapana bilir

 

Hollanda’da Kiliseye gidenlerin sayısının giderek azaldığı belirtilen araştırmada, camiye gidenlerin sayısında ise değişiklik olmadığı ifade edildi. Hatta satlığa çıkan bir kiliseden yetkili “Üzgünüm, kilisemiz satılık. Artık insanlar tanrıya inanmıyor” dedi. Küçük şehirlerde son dönemde camilerin vakit namazı dışında açılmadığı cemaatın azaldığı yönünde sitemler duyuyoruz. İlerde Müslümanlarda benzeri konuma düşebilir mi?

 


 

Hüseyin K. Ece: Kiliseye gidenlerin sayısının azalması, bazı kiliselerin kapanması veya satılması elbette üzücü. Zira inanç insanı frenler, sorumluluk duygusunu artırır. Başkalarını da hesaba katmayı az veya çok öğretir. Kendinden yüce bir varlığa karşı sorumluluk duymayan, ya da yaptıklarının hesabını günün birinde vereceğine inanmayan kişi –kanundan kaçabildiği yerlerde- canının istediğini yapar. Onun düşünce, davranış ve ilişkilerine hakikat değil, haz (zevk) ve çıkar yön verir. Böyle kişilerden meydana gelen toplum da sağlıklı değildir.

 

Bazı camilerin (ülkemizde olduğu gibi) vakit namazları dışında açılmadığı doğrudur. Cemaatin azaldığı da doğrudur. Buna işsiz ve emeklilerin azlığı, çalışanların çokluğu, etki eder. Bir de Türkiye kökenli müslümanlarda cemaatle namaza devam diğerleri kadar yaygın bir âdet değil.

 

Ileride camiler kiliseler gibi kapanır mı, satılır mı? Kişi ve belli bir grup adına açılan mescitler (bunlara cami değil mescit demek daha doğru) cemaatsizlikten kapanabilir. Zira adına mescit açılan kişi ölünce/göç edince, grup zayıflayınca veya ortadan kalkınca mescitleri de dağılır. Ancak herkesi kucaklayan, geniş cemaatlere hizmet eden, bir grubun, bir cemaatın, bir siyasi yapının malı olmayan camiler böyle değil. Adı üzerinde, cami: cemaati toplayan, müslüman kimliği muhafaza eden, nesli yetiştiren,  İslâmın öğrenilip yaşanmasını sağlayan mekanlar, evimiz-adresimiz, ibadet edilen mabedler... Ömürleri uzun olacak inşaallah.

 

Araştırmanın neticesinde Hollanda’da Türkler dindarlaşıyor gibi bir algı da oluştu. Buna katılır mısınız?

 

Hüseyin K. Ece: İlk nesil söz konusu olursa evet diyebiliriz. Hollanda’ya gelen ilk, kısmen de ikinci kuşağın kimliklerini ve İslâmi hassasiyetleri korumada daha titiz olduklarını söyleyebiliriz. Ancak üçüncü ve dördüncü kuşak için aynı şeyi söylemek zor. Bunların arasında resmen başka dini seçen, ya da İslâmı bırakıp “ateist oldum” diyen yok denecek kadar azdır ama İslâmi ölçülere göre yaşama, farzlara ve haramlara dikkat etme, müslüman ahlâkı sergileme noktasında gidişat çok hoş değil.

 

Araştırmayı yapanlar hangi kriterleri baz aldılar, onlara göre dindarlaşma nedir, bilmiyoruz. Ama bir müslüman için farzlara uymak yani ibadet, haramlardan kaçınmak zaten imandır, müslüman kimliğidir. Müslümanca düşünen ve müslümanca yaşayan birine islâmî (islamitisch) kişi, adam, falanca demek ne kadar garipse, kadın veya erkek bir müslümanın İslâmi ölçülere uygun yaşamasını dindarlaşmak demek de o kadar gariptir.

 

Aklı başında her müslüman bilir ki İslâm, dinî amaçlara ulaşmak için şiddeti/terörü onaylamaz.

 

Araştırmaya göre, Hollanda’daki Müslümanların yüzde 0,5'i selefist. Yüzde 8'i de aşırı dinci. Müslümanların yüzde 10'u da "dini amaçlı şiddeti" onaylıyor. Türkiye kökenli Müslümanlarda bu tür eğilimler var mıdır?

 


 

Hüseyin K. Ece: Bu doğru ise bizim açımızdan üzücü. Hiç bir müslüman şiddeti, terörü, tedhişi onaylamaması gerekir Zira bunlar İslâmda caiz değildir. Ama soru şu: İnsanlar neye şiddet, kimlere terörist diyorlar?

 

Bu tesbitte de önyargıyı görmek mümkün. Son yıllarda Avrupa litaratüründe “aşırı dinci”, “fundamantalist”, “dini terör”,”islâmî terör” gibi kavramlar sık sık kullanılır oldu. Bu kavramlar bir durum tesbitinden çok, tanımlamayı, yaftalamayı ve suçlamayı işaret ediyor. Bu tanıma Avrupa’daki dini gruplara mensup olanlar, Avrupa değerlerini fanatikçe savunanlar, İslâm’a ve müslümanlara düşman olan, saldırıda bulunan aşırı ırkçılar, dahası devlet terörü uygulayanlar girmiyor. Bu gibi araştırmalar, yargılar genelde müslümanlar üzerinde oluyor. İnsan ister istemez burada iyi niyet göremiyor.

 

Mesela bazıları neye göre selefist. Selefist ne demektir? Neye göre aşırı dinci?  Bu yüzde 10un dinî amaçlı şiddet onayladığını nasıl tesbit edebilmişler? Yani kaç kişi açıktan “ben dinî hedefi olan terörü” destekliyorum diyebilir?

 

Aklı başında her müslüman bilir ki İslâm, dinî amaçlara ulaşmak için şiddeti/terörü onaylamaz. Muhtemel ki bazı müslümanların meşru müdafaa olarak tanımladıkları direniş hareketlerini, bazıları terör diye nitelendiriyor. Mesela işgalcilere karşı topraklarını savunanlara batılıların terrorist dediği gibi.

 

Bir müslüman şiddet yanlısı olabilir mi? Olabilir. Ama onun bu eylemi kişseldir. Bunu onun inancına mal etmek objektiflik değildir. Kendisini İslâma nisbet eden, dini kendine göre yanlış anlayan bir yaramazın yaptığı teröre “islâmî terör” diyenler, hırıstiyan bir kimsenin yaptığı teröre “hırıstiyan terör”, yahudilerin yaptığına “yahudi terörü” demeleri gerekir.