‘Tevbe’, kula nisbet edildiği zaman, geçici olan günah halini terkedip düzgün hale (salah haline) dönmek demektir.

Tarih : Mart 07, 2016
Sayı : Mayıs-Haziran 2014
Konu : Söyleşi
Yazar :Muharrem BAYKUL Fethi GÜNGÖR

Hollanda’da yaşayan Hüseyin Kerim Ece hocamızın, 19 Nisan 2014 tarihinde Akabe Gençlik Platformu’nun (AGEP) davetlisi olarak Akabe Vakfı’nda “İlahi Adaletin Topluma ve Fertlere Yansıması” konulu bir konferans vermek üzere İstanbul’a geleceğini öğrendiğimizde kendisinden bir söyleşi talep ettik. Tevbe konulu 35. sayımız için hocamıza yönelttiğimiz sorular ve aldığımız cevapları ilgiyle okuyacağınızı ümit ediyoruz.

- Muhterem hocam, “İslâm’ın Temel Kavramları”nı yazan bir araştırmacı olarak, size, Kur’an’da ‘tevbe’ kelimesinin hangi anlamlarda kullanıldığını sorarak başlamak isteriz...

Bismillahirrahmanirrahim. İnsana kendisine yönelme imkânı veren ve onca hatasına rağmen kendisine dönenleri kabul edip affeden Allah’a hamdolsun. İnsanlığa her konuda olduğu gibi Allah’a yönelme konusunda da örnek olan son elçi Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun.

Türkçe’de genellikle ‘tövbe’ şeklinde telaffuz edilen ‘tevbe’ kelimesinin aslı Arapça’da 'tâ-be' filidir. Bu da sözlükte; aslına geri dönmek, rücu' etmek, dönüş yapmak demektir.

 ‘Tâib’, tevbe eden  demektir ve Kur'an'da iki âyette mü’minler hakkında övücü bir sıfat olarak geçmektedir.(Tevbe 9/112 ve Tahrim 66/5).  

Aynı kökten gelen 'metâb’; dönüş, tevbe, teveccüh, yöneliş şeklinde çevrilebilir. İki âyette Allah’a dönüş olarak geçmektedir.(Furkan 25/71. Ra'd 13/30).

Tevbe’ halinde yedi âyette geliyor. el-Esmâu’l-Hüsnâ’dan, Allah’ın güzel isimlerinden biri de et-Tevvâb'tır. Dokuz âyette er-Rahîm ile birlikte, bir yerde el-Hakîm ile birlikte, Nasr Sûresi’nde ise tek başına geliyor. Bu da tevbe eden kuluna bağışlama ile dönen, kuluna teveccüh eden demektir. ‘Tevvâb’ bir âyette kullara nisbet ediliyor: "Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever." (Bakara 2/222). Tevbe kökünden gelen bu tevvab; tevbe işini nicelik ve nitelik bakımından çok yapan demektir. Tevbe ile birlikte anılması gereken ‘istiğfar’ ibadeti fiil ve masdar halinde Kur’an’da ikiyüzotuzdört defa yer almaktadır. Mü’minler tevbe ederken mutlaka istiğfar da ederler.        

- O halde, “tevbe Kur’an’ın temel kavramlarından biridir” diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Çünkü ‘tevbe’ Kur’an’da; fiil, masdar, tekil ve çoğul olarak seksensekiz yerde geçmektedir. Bunlardan otuzbeş yerde Allah’a, diğerlerinde insana nisbet edilmektedir. İnsanlar hakkında tek başına, Allah hakkında geçtiği yerlerde ise ‘alâ’ edatı ile kullanılmaktadır. Böylece “Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti” anlamı ortaya çıkar. (Tevbe 9/118).

- Teknik bir konu, ancak ‘tevbe’nin kavramsal çerçevesini baştan çizmekte yarar var...

Kavram olarak tevbe; “dinde yerilmiş davranışları/fiilleri terkedip övgüye lâyık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır.

‘Tevbenin’ şeriat dilindeki anlamı, kulun günahını itiraf ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesi, Allah’ın da bu ‘asla dönüşü’, yani bu pişmanlığı kabul ederek günahı mağfiret etmesidir.

Tevbe bir başka açıdan kime karşı hata yaptığının farkında olmaktır.

‘Tevbe’, kula nisbet edildiği zaman, geçici olan günah halini terkedip  düzgün hale (salah haline) dönmek, Allah’a nisbet edildiği zaman ise, geçici olan gazap (kızgınlık) halinden asıl olan rahmet ve af (bağışlama) haline dönmek demektir.

Tevbe;  günahtan veya hatadan geri dönmek, onları terketmek demektir. Bir başka deyişle, günah işlemekten vazgeçmek,  itaat etmeye yönelmektir. Tevbe, özür dilemenin bütün yönlerini kapsar. Zira özür dilemekte üç önemli  unsur vardır.  Özür dileyen, “ben yapmadım” ya da “şu şu sebepten dolayı yaptım” diyebilir. Veya “ Evet, hata yaptım/günah işledim, ama onu tamamen terkediyorum” der. İşte bu sonuncusu tevbedir.

Tevbe, yapılan işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vaz geçmektir. Bu tevbe çok önemli olmakla beraber asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dini emirlerden dolayı yaptığı tevbedir.

Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terkediliyor ise bu, tevbe değildir. Bu belki doğru bir davranıştır. Zira tevbe etmek imanî bir davranış, Ahiret inancına bağlı ciddi bir kulluk faaliyetidir.

Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme (tezkiye) gayretidir. Allah’a af için müracaat ve O’na saygı ile dönme bilincidir.

- Tevbe’nin bir ibadet olarak mahiyeti ve önemi nedir?

İslâm’a göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadet ve önemli bir zikirdir. İbadettir, çünkü Allah’ın emridir. Zikirdir, zira her tevbe niyeti, her tevbe faaliyeti, her tevbe sözü bir açıdan Allah’ı anmaktır. Mü’mine Allah’ı her hatırlatan şeyin bir zikir ibadeti olduğunu unutmamak gerek. Bu ibadette hem günah ve hatalardan vazgeçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma vardır. Kişi işlediği eski günaha tekrar dönmezse, o günahın dünya ve ahiretteki zararından kurtulması ümit edilir. Allah insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir. Ancak insanlar ya cahilliklerinden, ya sapıklıktan, ya da hakka karşı inatçı olmalarından dolayı bu emirleri yerine getirmezler. Tevbe’nin büyüğü, bu türlü inatçılığı ve gafleti terkedip Allah’a itaat etmeye dönmedir.

Tevbe yalnızca mü’minlerin yaptığı bir ibadet değildir. Bir inkârcı müslüman olduğu zaman, bir şirk koşan müşrik şirki terkedip İslâm’ın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır.Bir bînamazın namaza başlaması, oruç tutmayanın oruca başlaması, içki içenin içkiyi bırakması, kumar oynayanın bunu terketmesi, zekât borcu olan bir zenginin zekât vermeye başlaması onun tevbesidir. Diğer günahları bırakmak ve diğer ibadetlere başlamak da böyledir. Kişi hatayı yaptığı halde umursamaz, aldırmaz, hatta hatanın iyi bir şey olduğunu düşünür de, affedilmesi için Allah’a yönelmezse; bu tavır Allah’a karşı bir kibirdir (gururdur). Böyle bir ahlâk ancak inkârcıların davranışıdır.

- Tevbe ile ilgili prensipler var mıdır, varsa bunlar nelerdir?

Tabii, tevbe ile birlikte hatırlamamız gereken bazı esaslar, bazı prensipler var. Maddeler halinde kısaca şöyle sıralayabiliriz:

a- Herkes hata işleyebilir. Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vaz geçmektir.

b- Tevbe etmek Allah’ın emridir. Allah kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor. Pek çok âyette bunu görüyoruz. (Nisâ 4/106. Bir benzeri; Nûr 24/31) (Furkan 25/70-71).

c- Tevbe etmeyenler zalimdir. Tevbe, kurtuluş umuduyla Allah’a yönelmek, kurtuluş ümit etmektir. Tevbe etmemek ise zâlim olmak, nefse zulmetmektir. (Hucurât 49/11). Kim Allah’ın emrine karşı gelirse o kendi nefsine karşı zulüm işlemiş, zalim olmuş olur. Nitekim Adem ile eşi cennete işledikleri hata sebebiyle şöyle dua ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”(A’raf 7/23).

d- Allah tevbeleri çok kabul edendir. Onbir âyette Allah’ın et-Tevvâb-tevbeleri çok kabul eden olduğu vurgulanıyor. Bu O’nun çok merhametli oluşundan dolayı kullarının pişmanlıklarına değer verdiğini, özürlerini dikkate aldığını, bağışlanma isteklerini kabul ettiğini haber vermektedir. Kullarına her zaman rahmetiyle muamele eden Allah, şüphesiz ki onların af istemelerini karşılıksız bırakmaz.(Bakara 2/160).Kur’an iki âyette Allah’ın Ğâfir, doksanbir âyette çok bağışlayıcı (Ğafûr), altı âyette çok çok bağışlayıcı (Ğaffâr) olduğunu söylüyor.

e- Allah tevbe edenleri sever, tevbelerinden sevinir. Evet, Allah herhangi bir insanın (kulun) tevbesinden sevinir. İlginç değil mi? Kul Allah’a dönmek istiyor, hatasından vazgeçiyor, günahlarının bağışlanmasını istiyor, ama buna  onu Yaratan seviniyor... Bu, Allah’ın kullarından vazgeçmediğini ve onların iyiliğini istediğini gösterir. Allah şöyle buyuruyor:“Hiç şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.”(Bakara 2/222).

f- Allah tevbe edenleri bağışlar. Allah’ın bağışlaması, af ve mağfireti bol olduğu için, şirk dışında bütün günahları istediği kimseler için affedebileceğini beyan ediyor. “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar...”(Nisa 4/48). 

Rabbimiz, mu’minlere tevbe ve af konusunda genişlik veriyor.  (Zümer 39/53).

Bu bağışlamanın şartı da şüphesiz ki tevbedir, günahtan vaz geçmektir, hatada ısrar etmemektir. Zaten takva sahibi mü’minler, bir hayasızlık yaptıkları (günah işledikleri) zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen tevbe ederler, günahta bile bile ısrarcı olmazlar.(Âl-i İmran 3/135).

g- Tevbe kul ile Allah arasındadır. Tevbe, sadece Allah’a yapılır; tevbeleri kabul edip bağışlayabilecek ancak Allah’tır. (Şûrâ 42/25. Bir benzeri Ali İmran 3/135)Tevbede asıl olan, tevbenin direkt olarak Allah’a, aracısız olarak yapılması, içten gelen bir nedâmetle, O’na yönelerek hatadan dönüş sözü verilmesidir.

- Hocam, halk arasında “tevbe verme” “tevbe alma” gibi sözler dolaşıyor. Bunların bir temeli var mıdır?

Dediğimiz gibi tevbe kul ile Rabbi arasındadır. O araya hiç bir beşeri unsur giremez, girmemelidir. İslâm’daki tevbe ibadeti, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir din büyüğünün karşısında itirafta bulunup günah çıkartmaya benzemez . Üstatların, şeyhlerin veya din büyüğü sayılanların yanına gidip onların önünde “tevbe verme”, onun da “tevbe alma” şeklinde yapılan uygulamanın Kur’an ve sünnette yeri olmadığı açıktır. Tevbeleri alan da, kabul edecek olan da sadece Allah'tır.

h- Tevbe şahsidir. Yani hiç kimse başkasının yerine tevbe edemez. Zira günahı kendisi işlemiştir, bağışlanmayı da kendisi istemelidir. İslâm’da günah da şahsidir, ibadet de şahsidir. Kimse başkasının günahından sorumlu tutulamayacağı gibi, kimse de başkasının yerine ibadet edemez.Müslüman, yalnız kendisi için tevbe edebildiği halde, kendisi için, annesi, babası ve diğer Müslümanlar için de istiğfar edebilir, bağışlanmalarını Allah’tan isteyebilir.(İbrahim 14/41, Muhammed 47/19).

ı- Ölüm korkusuyla iman edenin tevbesi geçerli değildir.

Çünkü tevbe insanın yaşadığı müddetçe olacak bir iştir. Hayat bağının kopacağı anlaşıldığı an iş işten geçmiştir. Allah böyle bir andaki pişmanlığa değer vermiyor.(Nisa 4/18).

- Tevbeyi çeşitlerine göre sınıflandırmak mümkün müdür?

Bilindiği gibi İslâm’a göre her aklı başında ve ergenlik çağına ulaşan kişi mükelleftir. Tevbe yükümlünün kulluk görevi olma açısından ikiye ayrılır: 

a- Vacip tevbe. Bir mükellef dinde emredileni terkederse veya yasaklananı yaparsa onun tevbe etmesi gereklidir, yani bu ona vaciptir.   

b- Müstehab tevbe. Dince güzel görülen veya yapılması tavsiye edilen müstehab fiilleri terketme, ya da istenmeyen yani mekruh olan işleri yapan Müslümanların bu hatalarından vazgeçmeleri de müstehab tevbedir. Her iki tevbeyi de yerli yerinde yapanlar, derece bakımından öne geçmiş ve Allah’a yakın olmuş kimselerdir. Ama müslüman için asıl olan elbette vacip olan tevbeyi az yapmak durumunda olmak. Yani tevbeyi gerektirecek az hata yapmak, az günah işlemektir. Yani ‘ebrar’dan olmak gerekir. Kur’an, Dince güzel olan davranışları sergileyenlere ‘ebrar’-iyiler’ diyor. Tevbeyi kuvveti açısından üçe ayırmak mümkün:

a- Basit (sıradan) tevbe;dil alışkanlığı olarak yapılan tevbedir. Halk arasında duyarız; insanlar bazen gayr-i ihtiyari “ tevbeler olsun”, “tevbe tevbe”, “tevbe estağfirullah” derler. Bazen camilerde, namazların arkasından cemaat halinde tevbe yapılır. Ya da toplu halde tesbih aletiyle belli sayıda “tevbe estağfirullah” denilir. Dil bunu söylerken kalp gerçek pişmanlık duymuyorsa, bundan dolayı Allah'tan bağışlanma istenmiyorsa bu sadece dil ile tekrarlanan sözdür. Topluluk halinde yapılan tevbelerde bu tehlike her zaman mevcuttur.

b- Kısmi (parçalı) tevbe; tevbe edilen günahın bir kısmından vazgeçip bir kısmına devam etmek, ya da bir günah için af dilerken başka bir günahı kolaylıkla, korkusuzca işlemeye devam etmek. Bir müslüman rüşvet yoluyla başkasına haksızlık eden biri rüşvet almaya tevbe edip, başka yöntemlerle haksızlık yapıyorsa, torpil, adam kayırma gibi yollarıyla birilerine hakkı olmayanı veriyorsa bu tevbe eksiktir.

c- Nasuh tevbe;gerçek, samimi ve makbul tevbe, günahların affedilmesini sağlaması umulan tevbedir. Zaten Rabbimiz kullarının böyle tevbe etmesini istiyor.  

- Tevbe ibadeti nasıl yerine getirilebilir? Örneklerle açıklayabilir misiniz?

Nasuh tevbe; günahı çirkin görerek onu terketmek,  bundan dolayı  pişmanlık duymak, tekrar günaha dönmemeye azmetmek, mümkün olduğu kadar ibadeti çoğaltarak Allah’a dönmek demektir. Bu dört şart bir araya geldiği zaman işte tevbe gerçekleşir. Tevbede şöyle bir yol izlenmeli:

Kur’an’da günahları terketmek, günahtan dolayı bağışlanma istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor. Bunlar aynı zamanda samimi (nasuh) tevbenin gerçekleşmesi için dört aşamadır:  Pişmanlık (nedâmet), tevbe, inâbe ve istiğfar.

*Nedâmet, pişman olmayı, yapılan hatanın farkında olmayı ifade eder.  Mü’min, kendisine haram veya mekruh olarak yasaklanan bir fiili yaptığı, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, öncelikle bunun bir hata olduğunu anlamalıdır.

*‘İnâbe’, kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır. “Tekrar tekrar gelmek” mânasındaki “nevb” (nevbet) kökünden türeyen inâbe “pişmanlık duyup Allah’a dönme ve samimiyet duyguları içinde iyi davranışlarda bulunma” demektir. İnâbe Kur’an’da İbrâhim’e, Süleyman’a, Dâvûd’a, Şuayb ve Hz. Muhammed’e (as) nisbet ediliyor. Günahların bağışlanması istenirken yapılacak iş, bütün bir benlikle, yürekten bir titreme ile, Allah’tan korkarak ve O’ndan umarak, samimiyetle O’na yönelmedir.

*İstiğfar kelimesinin aslı olan ‘ğa-fe-ra’ fiili türevleriyle  birlikte,  Kur’an’da ikiyüzotuzdört yerde geçmektedir. Bunlardan yetmişiki tanesinde er-Rahîm ismiyle, diğerlerinin de çoğunlukla Allah’ın affedici, çok bağışlayıcı, yumuşak davranıcı, çok seven oluşunu ifade eden sıfatlarla gelmesi dikkat çekicidir.

İstiğfar, Allah’tan hata ve günahlarının bağışlanmasını söz ve fiille isteme, mağfiret (bağışlanma) dileğinde bulunma demektir. Kur’an, mü’minlere sürekli tevbe etmelerini, Allah’a istiğfarda bulunmalarını, O’nun karşısında boyun bükmelerini söylüyor.(Müzemmil 73/20. Bir benzeri; Fussilet 41/6). (Nuh 71/10).

- Bu sebeple Sevgili Efendimizin çok istiğfar ettiği cümlenin malumu...

Evet. Bir kaç kaynaktan gelen haberlere göre Peygamber (s) günahları bağışlanmış olduğu halde her gün defalarca istiğfar ederdi. Şöyle dediği rivayet ediliyor: “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” Buradaki yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğunu unutmayalım. Yoksa bazılarının zannettiği gibi Peygamber eline tesbih aletini alıp da günde yetmiş sayısını dolduruncaya kadar ‘estağfirullah’ dediği anlaşılmamalı. Kur’an’a göre geçmiş ve gelecek günahları affedilen bir Peygamber bile bir noksanım olabilir korkusuyla günde çok sayıda istiğfar ediyorsa, bizim gibi çok hata yapan, gerçek kulluk ve şükür açısından noksanı olan insanlar günde kaç defa istiğfar etmeliyiz? Varın siz hesap edin. 

- Kabul edilmesi umulan samimi tevbe nasıl yapılabilir?

Tevbenin kabul edilebilir olması için samimiyetle, pişmanlıkla, bir daha geri dönmeme niyetiyle yapılmış olmalı. Kur’an buna ‘nasuh tevbesi’ demektedir. (Tahrim 66/8). ‘Nasuh’, sözlükte, bir söküğü dikme, halis ve saf olma anlamlarına gelir. Buradan hareketle ‘nasuh tevbe’, samimi, temiz ve insanın günah işleyerek zedelediği dini hayatını etkili bir biçimde tamir edecek ibadettir denilebilir. Tevbenin kabulündeki ilk şart o tevbenin ‘nasuh’ olmasıdır. Nasuh tevbe içtendir, samimidir, saf ve arı durudur. Onda ne gösteriş vardır, ne de ümitsizlik.(Nisâ 4/17-18).  

- Tevbenin mahiyetini kısaca nasıl izah edebilirsiniz?  

Tevbede ilim, hal ve fiil unsurları vardır. Yaptığı hatayı anlayıp, bunun ızdırabını kalbinde duyan, bunun ne anlama geldiğini bilir. Yukarıdaki âyette buna işaret vardır. Günahın verdiği rahatsızlıkla yeni bir hale girer, pişmanlık tavrı gösterir ve sonunda da tevbenin gereğini yapar. Bu da hemen yapılan kabahatin terki, bir daha işlememeye kesin bir karar ve elde ettiği zararları gidermeye çalışma, yerine getiremediği görevleri kaza etme, hakları yerine verme şeklinde gerçekleştirilir. Bir kimseye el ve dil ile verilen zarara karşılık yalnızca Allah’a tevbe etmek yetmez. Ona verdiği zararı karşılaması gerektiği gibi, helâllik istemesi de gerekir. Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir. Hz. Âdem (as) ve eşi ise, işledikleri günahtan dolayı pişman oldular, Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi.(Bakara 2/37).

- Salih ameller yoluyla tevbe yapılmış olur mu?

Evet, tevbe ve istiğfar bazen amellerle yapılır. Bazı ameller hem tevbe gibidir, hem günahların affedilmesine sebep olur, hem de tekrar günahlara dönmeye engel olur. Mesela; iman, başlı başına günahları örtme sebebidir. (Fetih 48/5)

İnanıp salih amel işleyenlerin günahları da Yüce Allah tarafından örtülmüş ve durumları düzeltilmiştir. (Muhammed 49/2). Kur’an takvalı davrananlara bağışlanma müjdesi veriyor. (Enfal 8/29, Nisa 4/31). Allah kendi yolunda infak için sadaka verenleri de bağışlar. (Bakara 2/271). Kabul edilmiş bir haccın (hacc-ı mebrur’un) Müslümanın kul hakkı hariç bütün günahlarına keffaret olacağı, onu anasından doğduğu gün gibi tertemiz yapacağı umulur.

Kısaca tevbe, günahların kötülüğünü anlayıp Allah'a yönelmek, bağışlanma dilemektir. Tevbe, işlenen günah sebebiyle uğratılacak azaptan kurtuluş vesilesidir; tevbe bir müjdedir. Allah bu şekilde tevbe edenleri övüyor.(Tevbe 9/112). Kur’an nefsini arındıranın, yani onu tezkiye edenin kurtulacağı, onu şirk, nankörlük, isyan, nifak, günah, gaflet, zulüm ile kirletenlerin ise zarar edeceğini haber veriyor. Müslüman, nefsini nasıl tezkiye edeceğini Kur’an’dan ve Peygamberden öğrenir. Zaten Allah Hz. Muhammed’i insanları tezkiye etsin diye gönderdi. (Bakara 2/215, Âl-i İmran 3/164).

- Hollanda’da bir cezaevi imamı ve manevi rehber olarak görev yapıyorsunuz. Mutlaka çarpıcı tevbe örnekleri yaşamış olmalısınız. Şu anda hatırladığınız bir iki örneği okuyucularımızla paylaşmak ister misiniz?

Uzun zamandan beri illegallerin (kaçakların) tutulduğu hapishanelerde manevi bakım uzmanı olarak çalışıyorum. Bu süre zarfında İslâmî hayata dönen, kendini yenileyen, tutukluluk süresini İslâm’ı daha çok öğrenerek değerlendiren, daha çok ibadetle meşgul olanları çok gördüm. Bunlardan bir iki tanesini size anlatayım:

Hollanda’da uzun yıllar yaşamış bir genci tanıdım. Türkiye’de dokuz aydan fazla kaldığı için yetkililer ona ‘oturum hakkını kaybettin, illegal duruma düştün’ deyip kamp dedikleri benim çalıştığım hapishaneye getirdiler. İki seçeneği vardı, ya gönüllü olarak ülkesine dönmek, ya da tutuklu kalıp hakkını aramak. O ikincisini tercih etti. Tutukluluk hali altı ay devam etti. Bu altı iyi değerlendirdi. İyi bir diyaloğumuz oldu. Temiz bir aileden geldiği belli idi. Hollanda’ya geldikten sonra biraz dağıttığını, yanlışlar yaptığını, kulluk görevlerini ihmal ettiğini, belki bu tutukluluğun kendisine bir ilâhi uyarı veya ceza olduğunu söyledi. Kur’an öğrenmeye karar verdi. Kısa zamanda Kur’an okumayı öğrendi. Dinî kitaplar okudu. Haftada bir kaç kez görüşürdük. Her görüşmemizde bol bol soru sorardı. Sorularının hepsi öğrenmeye, dini doğru anlamaya yönelik idi. Altı ayda Kur’an’ı iki defa hatmetti. Üçüncü okuyuşu meali ile birlikte yapıyordu. Anlamadığı yerleri işaretleyip sorardı. Tanışmamızdan kısa bir süre sonra Cuma namazlarına gelmeye başladı, çok geçmeden beş vakit namaza da başlamıştı. Ayrılırken bana çok dua etti. Hapis hayatının çok rahat ve faydalı geçtiğini, çok şey kazandığını söyledi. Eski hayatına tevbe ettiğini, bir daha o hayata dönmeyeceğine dair Allah’a söz verdiğini ekledi. Çıktıktan sonra telefonla görüştük. Bir yıl mücadele ettiğini ve oturum hakkını tekrar kazandığını, tevbesine sâdık olduğunu söyledi. Oturumun belki de hapishane hayatında başlayıp yaptığı salih amellerin bir bereketi olduğunu birlikte hatırladık.

- Siz hapishanelerde sadece müslüman mahkumlarla mı muhatap oluyorsunuz?

Tabii ki, biz müslüman olanlarla ilgileniyoruz. Diğer din mensuplarıyla da onların manevi bakım rehberleri ilgileniyorlar. Diğer örnek Konyalı bir arkadaş. Yedi sekiz seneden beri Hollanda’da turist olarak çalışıyormuş. Eşi ve çocukları Hollanda’da ikamet iznine sahiplermiş. Bu arkadaş kendi üzerine iş yeri açıp oturum için müracaat edecekken yakalanmış ve benim çalıştığım tevkifevine getirilmişti. Geldiği günlerde ziyaretine gidip tanıştım. Ancak onu çok çekingen gördüm. Öyle ya hapishanede çalışan müslüman rehber de olsam adımız imam. İmamla ne konuşacaktı? Burada imamın rolü nedir, bilmiyordu. Belki zihninde bir mesafe vardı. Veya kendini suçlu hissediyordu imamın karşısında. Bir kaç hafta içinde onunla da iyi bir iletişim kurduk. Zaman zaman ziyaretine gidiyor, odama görüşmeye, sohbet etmeye çağırıyordum. Anlattığına göre o yaşa kadar camilerden uzak kalmış. İnkârcı biri değildi, ama İslâmî hayatı hemen hemen hiç yoktu. Alkol bağımlısı idi. Alkol aldığı için de iyi bir usta olmasına rağmen kazandığı parayı tutamadığını, evine iyi bakamadığını, hattâ hanımıyla sık sık kavga ettiklerini, kazancının bereketi olmadığı anlatıyordu. Hanımından memnun olduğunu, evine bağlı, çocuklarına iyi bakan, dindar, tesettürlü bir bayan olduğunu söylüyordu. Görüşmelerimizde bir güven oluştu, derdini bizimle paylaştı, hata yaptığını itiraf etti ve kendini düzelmek, doğru yolu bulmak istediğini söyledi. Onu önce cuma namazına davet ettim. Gelmeye başladı. Sonra ‘gel Kur’an öğrenelim’ dedim. ‘Yapabilir miyim’ diye tereddüt etti. ‘Tabi yapabilirsin. Her müslüman Kur’an’ı okuyabilir. Kur’an iyi bir arkadaştır. Onunla arkadaşlığını artırırsan o seni korur’ dedim. Kabul etti. Başladık ve kısa zamanda Kur’an’ı öğrendi. Çok zeki birisiydi. Daha genç yaşta bu işe başlasaydı hafız da olurdu, kurra da. Sonra ‘namaza başlamayı düşünür müsün’ diye sordum. Namaz dualarını ve sûrelerini iyi bilmediğini söyledi. Derken en azından kolay ve kısa olanları öğrenmekle başlarız, arkası gelir diye cesaret verdim. Kur’an okurken de onları da yavaş yavaş ezberliyor veya kuvvetlendiriyordu. Bu arada bazı kitaplar verdim, onları da okudu.

Hapishanede üç buçuk ay kadar kaldı. Sonra Türkiye’ye gönderdiler. Giderken Kur’an’ı hatmetmek üzereydi. Bana bir mektup bıraktı. Duygu ve samimi itiraflarla dolu bir mektup. Hapishanenin kendisi için önceleri korkunç bir yer olduğunu, ama bizimle tanıştıktan sonra değiştiğini söylüyordu. ‘Meğer ah vah ettiğim hapishane benim için medrese-i yusufiye imiş. Allah’a hamd ettim, iyi ki oraya düşmüşüm, kendimi buldum, Kur’an öğrendim, dinimi yeniden keşfettim’ diye yazıyordu. Buna benzer itiraflar ve bize bol bol dualarla dolu bir mektup.

Ben o arkadaşın tevbe ettiğine, eski yanlış gidişattan vazgeçme kararına, bundan sonra daha iyi bir insan ve daha iyi bir müslüman olmaya söz verdiğine şâhidim. Ötesini Allah bilir. Umarım sözünde durur ve tevbesini bir daha bozmaz. Allah böylelerinin ve hepimizin yardımcısı olsun.

Rabbim bizleri tevbe edenlerden, tevbesi kabul edilenlerden ve tevbesine imanı gibi sâdık olanlardan eylesin.

- Biz de bu duaya amiin diyerek söyleşimizi noktalayalım. Muhterem hocam, dar vakitte bizlere de zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

HÜSEYİN KERİM ECE

01.01.1958 yılında Gümüşhane’de doğdu. 16 yaşından beri farklı türlerde yazıyor. Lise sonrası durağı Erzurum İslamî İlimler Fakültesi oldu. 1985 yılına kadar çeşitli liselerinde öğretmenlik yaptı. 1985 yılından bu yana Hollanda’da yaşıyor. Eğitim ona göre okullarla sınırlı değil. Şu an Hollanda’da birçok yerde sohbet ediyor, anlatıyor, dinliyor, yazı yazmaya ise hiç ara vermiyor.2003 yılından beri Avrupa İslâm Üniversitesi’nde ve çeşitli eğitim kurumlarında ders verdi/veriyor. 2005 yılından beri hapishanelerde müslüman mahkûmlar için manevi rehber (geestelijke verzorger) olarak çalışıyor. Evli ve ikisi kız 5 çocuk babası, beş torun dedesi. Arapça ve Hollandaca biliyor.
Türkiye’de ve Avrupa’da çeşitli dergilerde hikâye, makale, şiir ve araştırmaları yayınlandı. Mavera, Aylık Dergi, Kayıtlar, Kafdağı, Yitik Düşler, Kur’ani Hayat, Vuslat yazılarının ve şiirlerinin yayınlandığı bazı dergiler.

Basılmış Kitapları:Cümleler, İmam Buhari, Hz. Âdem, Hz. Süleyman, İslâm’ın Temel Kavramları, Takva Bilinci,  Cihad Bilinci, Kur’an’da Üç Evliya, Kur’an’da Kim Kimdir, İnsan Sınırı Aşınca, Ayetler ve İşaretler, Sorulu-Cevaplı İslâmi Bilgiler, Tanıklar, Amsterdam Akşamları, Tatlı Bir Çığlıktır Yüreğim, Gül Üstünde Yağmur Damlası, Hayata Dair Bahaneler, Hadis Usûlü, Tefsir Usûlü (S. Uçar’la).

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2014 Sayı: 35