Takvanın Dünya ve Ahirette Kazandırdıkları Üzerine…

Fatih OKUMUŞ

Kur'ani Hayat Dergisi Ağustos 2011 26. sayı

 

Takva dosya konulu sayımız için eski Denge yeni Düşün Yayınları’nın bilinç serisinden çıkan Takva Bilinci’nin müellifi Hüseyin K. Ece hocamızla mülakat yapmaya karar verdik. Hüseyin Hocamız yirmi küsur yıldır Hollanda’da ikamet ediyor. Son yıllardaki vazifesi hapishanedeki Müslüman tutuklu ve hükümlülere manevi rehberlik ve danışmanlık. Hüseyin Hocamız’la Hollanda’da buluştuk ve mülakatımızı kısmen sözlü, kısmen de yazılı olarak gerçekleştirdik.

Hüseyin Kerim ECE
1958 Gümüşhane doğumlu. Gümüşhane İmam-Hatip Lisesinde okudu. Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesini 1978 yılında bitirdi. 1985 yılına kadar Eskişehir Avdan ve Cumhuriyet liselerinde öğretmenlik yaptı. 1985 yılında din görevlisi olarak Hollanda’ya geldi. 1995 yılına kadar Zaandam Ayasofya Camiinde imamlık yaptı. Uzun yıllar eğitim alanında çalıştı. Başta Hollanda olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde pek çok konferans ve seminerler verdi, panellere katıldı. 2003 yılından beri Avrupa İslâm Üniversitesi’nde ve çeşitli eğitim kurumlarında ders verdi/veriyor. 2005 yılından beri hapishanelerde müslüman mahkûmlar için manevi rehber (geestelijke verzorger) olarak çalışıyor. Evli ve ikisi kız 5 çocuk babası, üç torun dedesi. Arapça ve Hollandaca biliyor.

Yazı yazmaya 16 yaşlarında şiir denemeleriyle başladı. Şiirleri ve hikâyeleri Mavera, Aylık Dergi, Kayıtlar, Kafdağı, Wird, Yitik Düşler gibi dergilerde yayınlandı. Yine 1980 yılından beri başta Yenidevir gazetesi olmak üzere birçok gazete ve dergide denemeler ve makaleler yazdı. Hollanda’da İntertürk, Maviposta, Platform, Türkevi, Doğuş, Akademi, Akademia, Mavi Kardelen gibi yayın organlarında çalışmaları yer aldı. 1999 yılından beri Platform (Hollanda) dergisi Kültür-Sanat sayfası editörlüğünü yapıyor. Türkiye’de Vuslat ve Kur’ani Hayat dergilerinde, bazı internet sitelerinde yazıları yayımlanıyor.

Almanya’da HDR (İnsan Onuru ve Hakları Derneği) ile Zaandam de Roos (Gül) İslam okulunun kurucuları arasındadır. Türkiye Yazarlar Birliği üyesi, yirmiye yakın eserin ve üç ulusal ödülün sahibidir.

TAKVA’NIN TARİFİ
Bismillahirrahmanirrahim. Hocam sizin Takva Bilinci eserinizden dolayı böyle bir mülakat yapmayı arkadaşlar uygun gördüler. Sizin takva tanımınızla başlamak isterim. Siz takvayı nasıl tarif edersiniz?

Yüzlerce tanımı var takvanın. Onlar üzerinde burada ayrıntılı durmak ve mukayese etmek zaman alır. Benim tarifim Muhammed Esed’in tarifine çok yakın; ama tam öyle değil. Bence takva Allah’ı hesaba katarak yaşama titizliğidir. Allah’ı hesaba katarak; O’nu unutmadan, O’nun seni murakabe ettiğini düşünerek hareket etmen, yaşaman, bu titizliği göstermen, bu dikkati göstermen takvadır.
Bu tarifi daha da kısaltmak istersek takvayı “yürek elbisesi”, ya da Allah’ı hesaba katarak hareket etme dikkatliliği, bilinci olarak tanımlıyorum.
Takva bilinci iman edenlere öncelikle yürek elbisesi kazandırır. Yüreğine takva elbisesini giyindirenler, hem yüreklerini hem de bedenlerini batıla, kötüye, çirkine, zulme ve iffetsizliğe karşı korumaya alırlar.
Yüreklerini takva bilinciyle batıla, yanlışa, şeytanın saldırılarına, aşırı şehvetin saptırmalarına karşı korumaya alamayanlar; organlarını, iffetlerini ve davranışlarını çirkinliklere ve kötülüklere karşı kolaylıkla koruyamazlar. İnsana bedeni örten kişilik elbisesinden önce, yüreği örten takva bilinci elbisesi gerekir.
“Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerleriniz örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva elbisesi (takva ile kuşanıp-donanmak) ise; bu daha hayırlıdır...” (A’raf, 7/26)
Şimdi burada “Takva bilinci” tabirini kullanıyorsunuz. Ben yolda gelirken bisiklette düşündüm takva “bilinci” kelimesi üzerinde… Elbette her şeyin bir bilinci var; ama takva bilincine sahip olmak yeterli oluyor mu? Yoksa bu bilincin amelî yansıması pratik karşılığı olması da gerekiyor mu?
Şüphesiz, takvanın kendisi bir ibadet değil; bir amel değil. Her hangi bir amele bu takvaya uygundur dersiniz; ama kendisi bizatihî amel değil. Fakat ameli hazırlayan bilinç… Ameli gerektiren bir titizlik, ön hazırlık gibi bir şey. Veya ameli daha dikkatli yapmanız için içinizde olan o titizliktir. O ameli yapmanız gerektiğine dair inancınızdır. Amele sevk eden esas saik.
Tabii, bir yandan takva insanları salih amellere sevk ediyor; öbür taraftan salih ameller de takvayı takviye ediyor.
Doğru, takva kartopu gibi… Birisi öbürünü destekliyor. Bir kimsenin amel-i salihi fazla oldu mu bu sefer takva anlayışı, işte Allah’a karşı sorumluluk bilinci güçleniyor. O güçlendikçe salih ameli işlemesi fazlalaşıyor.
Hocam bu “takva örtüsü” veya “takva elbisesi” benzetmesi üzerinde biraz durabilir miyiz? Elbise hem bir ziynettir, hem soğuk ve sıcaktan korur öyle değil mi?
Evet öyledir. Bunu Takva Bilinci’nde, Takva’nın kazandırdıkları arasında ele aldık
Bedeni örten, onu sıcaktan veya soğuktan koruyan, ya da insana kişilik kazandıran elbiseler, süs unsurları birer nimettir. Ancak asıl hayırlı olan elbise takva bilincidir. Çıplak bedenleri örten, çirkin yerleri kapatan, çirkin davranışları önleyen, insanı kem gözlerden, hain bakışlardan, şeytanın hile ve tuzaklarından koruyan takva elbisesidir. Takva bilinci insanın kalbini giydiren ve ruhunu doyuran elbisedir.
Hüseyin Hocam, elbise benzetmesi sizce güçlü bir benzetme midir? Çünkü elbise bir başka açıdan bakılırsa giyilip çıkarılabilir niteliktedir. İnsan elbiseyi değiştirebilir, çıkarabilir… Sanki iğreti, insanın kendine ait olmayan bir unsur mudur? Bir yandan da bir hil’at giydirmek gibi. Cenab-ı Allah’ın giydirmiş olduğu bir hil’ati kabul etme…
Fatih Hocam, elbise bir açıdan insanın şahsiyetini temsil eden, ortaya koyan bir özelliğe sahiptir. Elbiseyi günlük kullanılan bir çeşit olarak değil; bedenin kendisi az veya çok örten bir parçası olarak düşünelim. Takva; ‘din örtüsü’dür. Kişi onunla kendini korumaya alır, dinî hayatına zarar verecek şeylerden sakınır. Bu örtü ile temiz fıtratını yaratılışa aykırı fiilere karşı korur. Bu örtü ile edeb dışı davranışlardan kendini muhafaza eder. Bu örtü onun için zırh, sağlam bir kale, çevresinde onu tehlikelere karşı bekleyen nöbetçi gibidir.
‘Fücûr’ takva’nın zıddı olarak bu elbiseyi yırtmak, açmak, üzerindeki koruyucu bu örtüyü kaldırmak demektir. Bu koruyucu perde veya elbise açıldıktan sonra insan her türlü kötülüğü yapabilecek ve her türlü günahı işleyebilecek bir duruma gelir.
Allah (c) yarattığı nefislere takvayı da fücûru da ilham etmiştir. (Şems, 91/8)Takva ile örtünen, korunan, sakınan nefisler; fücur ile açılır, sakınma duygusu yırtılır, koruyucu elbisesi kaybolur.

TAKVA’NIN İNSANA DÜNYADA KAZANDIRDIKLARI
Takva’nın insana kazandırdıklarına devam edelim mi?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Hayır; kim ahdine vefa eder (verdiği sözünde durur) ve Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket ederse, şüphesiz Allah da muttaki olanları sever.” (Âli İmran, 3/76)
Kul takva bilinciyle hareket ettikçe Allah’ın sevgisini kazanır. Bununla beraber Allah (c) o kulunu meleklerin de sevmesini ister. Sonra da o kul hakkında yeryüzüne bir sevgi indirir. İnsanlar da o güzel kulu sevmeye başlarlar.
Peygamber (s) şöyle buyurdu: “Allah bir kulu sevdiği zaman, Cebrail’e şöyle seslenir: ‘Ben falancayı seviyorum, onu sen de sev.’ Bunun üzerine gökte de aynı şekilde seslenilir. Sonra yeryüzü sakinleri arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu âyet anlatmaktadır: “İman edip salih amel işleyenler ise, Rahman (olan Allah) onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem, 19/96) Allah bir kula buğzettiği zaman, Cebrail’e şöyle seslenir: ‘Ben falancaya buğzediyorum.’ Aynı şekilde gökte de seslenilir. Sonra yeryüzüne onun hakkında buğz (sevimsizlik) indirilir.” (Tirmizí, Tefsir-Meryem, 19/20 (3161). Müslim, Birr/48 (2637))
Benzer bir müjdeyi şu ayette de buluyoruz:
“İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara (salih amel işleyenlere) gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 19/96)
Âyette bunun Allah’ın merhametiyle bağlantılı ifade edilmesi de ilginç. Rahmet sahibi Allah, iman edenlerin amellerinden razı olduğu için, hem onlara bir mükâfat olması, hem de insanlardan iyi muamele görebilmeleri için, gönüllerde bir sıcaklık, bir yakınlık, bir sevgi meydana getirir.
Ancak dikkat edilirse buradaki birinci şart iman ve salih ameldir. İkinci şart, her ikisi olsa da sonucu Rahman olan Allah tayin edecektir.
Salih amellerin ancak takva bilinci ile işlenebildiğini biliyoruz. Amelin kabul edilme şartı takva bilinciyle eda edilmiş olmasıdır diyebiliriz. Bunun karşılığı da Allah’ın (c) takva sahipleri için insanların yüreklerinde var edeceği bir sevgi ve saygıdır.
Ebu’d Derdâ (ra) Mesleme b. Muhalled’e şöyle yazmış: “Selâmdan sonra, Kul Allah’a itaatle bir amel işlerse Allah onu sever. Allah bir kulunu sevince de onu diğer kullarına da sevdirir.” (A. Feríd, Takva, s: 82)

Peki takva bilinci insanı nelerden uzaklaştırır? Takva örtüsüyle insan nelerden korunmuş olur?

Takva bilinci ile hareket edenler, kötülüklerden, haksızlık ve zulümlerden uzak dururlar. Kimsenin hakkına tecavüz etmezler. Herkesin değerini verirler. Kimseyi küçümsemezler, kimsenin aleyhinde bulunmazlar. Herkese ellerinden geldiği kadar iyilik ederler. Ahlâkları, işleri, konuşmaları ve ilişkileri muhsinlere (iyi insanlara) yakışacak şakildedir. Onlar güzel davranışta bulundukları için dostları çok düşmanları az olur. Kimseye kötülük etmedikleri için kimse de onları rahatsız etmez. Müslüman olsun gayr-i müslim olsun; herkes hakkında iyilik düşündükleri için, insanlar onları severler. İçlerin de onlara karşı derin bir saygı olur.
Takva bilinci kişiye insanlar arasında bir saygı, bir değer ve şeref de kazandırır. Çünkü takva ile hareket edenler, vakar, haysiyet, iyilik duygusu, ağırbaşlılık, hoşgörü, dostluk ve benzeri insaní özelliklere ulaşırlar. Halkın sevdiği ve itibar ettiği davranışları kazanırlar.
Unutmamak gerekir insanlar kendilerine iyilik edenleri, elleri ve dilleri ile zarar vermeyenleri, herkese faydalı olanları, adaletli kimseleri sever, onlara değer verirler. Muttakiler Allah’ın kendilerine ikram ettiği kerâmetle (üstünlük ve değerle) halkın arasında saygıdeğer kimseler olurlar. Allah (c) onlara insanlar arasında bir şeref nasip eder.

Takva sanki öyle bir özellik, mümindeki öyle bir kıvam ki onun sayesinde Allah mümin kullarına zorlukları kolaylaştırıyor, duvarları kapıya dönüştürüyor… Hani ayet-i kerimede vardır ya “Kim Allah’tan ittika ederse, Allah ona bir çıkış yolu halk eder.”

Öte yandan Mü’minler Allah’tan hakkıyla ittika ederlerse Allah (c) onlara ‘furkan’ verir, kötülüklerini örter, günahlarını bağışlar. (Enfal, 8/29)
‘Furkan’, takva sahiplerine verilen ‘ayırdetme gücü’dür. Furkan, kişiyi batıldan sakındıran, hakka ulaştıran bir nur, bir anlayıştır. Buna basiret veya feraset de denilebilir. Türkçe’deki sağduyu ile hareket etmek de buna örnek olabilir.
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve O’nun Rasûlüne iman edin. Size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin: Sizin için kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret versin. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadid, 57/28)
Allah (c) bir şarta bağlı olarak kullarına basiret, nur, kalp gözü açıklığı ve keskin bir anlayış vereceğini va’dediyor.
Bu şart yalnızca takvadır. Allah’tan hakkıyla korkup-sakınanlar; hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan, üstün olanı değersizden, ebedi olanı fani olandan, Rahmani olan şeytani olandan, ma’rufu münkerden ayırabilecek bir anlayışa kavuşurlar. Allah (c) onlara bu konuda bir kabiliyet verir. Baktıkları zaman ferasetle bakarlar, görüşleri isabetli, teşhisleri doğru, kararları yerinde olur. Onlar bu basiret sayesinde şeytanın vesvesesi ile kalbe doğan hak bilginin farkını anlarlar. Olaylar karşısında soğukkanlı hareket ederek, onlardan ders ve ibret almasını bilirler.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Mü’minin ferasetinden çekin, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” buyurdu ve bu âyeti okudu: “Elbette bunda (Lût kavminin cezalandırılmasında) ‘derin bir kavrayışa sahip olanlar’ için gerçekten âyetler vardır.” (Hıcr, 15/75. (Tirmizí, Tefsir/16 (3127))

Allah’tan ittika eden için O, fitnelerden kurtulacak bir çıkış yolu verir. Takvalı insan ağızların tadını bozan darlıktan çıkış yolları, zorlukların üstesinden gelme imkânı bulur. “Karanlıklardan çıkış için bir nur” veya bu ayetteki “Allah onu ummadığı yerden rızıklandırır” sözü, “Allah (c) Müslümanların velisidir, onları karanlıklardan nûra çıkarır” (Bekara, 2/257) âyetinin açıklamasıdır.
“... Ve eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rablerinden indirileni (Kur’an’ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimetler) yiyeceklerdi...” (5 Maide/67)
Bu iki âyet açıkça gösteriyor ki, iman ve takva sahipleri ahirette nimetlere kavuşacakları gibi, onların dünyada da bütün işleri ıslah olur, yetecek kadar rızka kavuşurlar. Takvalı davranma onlara, şu geçici dünyanın menfeatını elde etmede kolaylık sağlar. Bu yoldan gidildiği zaman hem dünya hayatı mutlulukla geçecektir, hem de ahirette sonsuz kurtuluş mümkün olacaktır. Tersi de mümkün. Bu yol iman ve takva yoludur.
İttika edenlere Allah (c) kurtuluş yollarını, hal çarelerini ihsan eder. (Talak, 65/2) Onları darda koymaz. Darlıktan, sıkıntıdan, belâ ve musibetlerden dolayı perişan etmez. Ona sabır ve tahammül gücü bağışlar. Onu manevi olarak destekler. O musibetleri atlatmanın imkânlarını, fırsatlarını verir. Çözüm bulabilmesini, kafasını çalıştırmasını, çeşitli alternatifler üretmesini sağlar.
İnsan doğal ve normal çalışmaları yapar, rızık elde etmek için sebeplere başvurur. Ancak takva sahipleri gayb’ten yardım alabilirler. Zühd ahlâkı bir anlamda Allah’a, elde olandan daha fazla güvenme, bereketi ve rahmeti O’ndan beklemedir. Çünkü insanların yanında olan her şey tükenir, ama Allah’ın hazineleri bitmez. (Nahl, 16/96 )
Bu anlayış da takva bilinci ile elde edilir.
Kur’an’da ayrıca korku ve açlık elbisesinden söz ediliyor:
“Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) güvbenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini taddırdı.” (Nahl, 16/112)
En hayırlı elbisenin yerine endişe, darlık, zorluk ve doymamışlık elbisesi. İnsanı huzuruna kavuşturan, ona şahsiyet ve üstünlük sağlayan, onu tehlikelerden ve kötülüklerden koruyan takva libası yerine emniyetsizlik ve korku giysileri. Çünkü insanlar kendilerine bol bol gelen nimetlere şükredecekleri yerde nankörlük ettiler, inkâra saptılar, Allah’ın davetinden yüz çevirdiler. Mallarının çokluğuna ve ellerindeki maddi güçlere güvenerek kibire kapıldılar. Bunun üzerine Allah (c) onlara mutsuzluğu, açlığı, açgözlülüğü, sıkıntı ve endişeyi karşılık olarak verdi.
Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmeyenlerin dünyalıkları yerinde olsa da, çok kazanıp çok harcasalar da hiç doymazlar. Ellerindekine kanaat etmezler. Sahip olduklarını başkalarıyla paylaşamazlar, aç gözlüdürler. Tükenecek veya ellerinden çıkacak diye korkarlar. Yarından endişeleri, içlerinde açlık korkusu vardır. Geçimlikleri kutsal, geçinmeyi, kazanıp harcamayı hayat gayesi bilirler. Böylelerinin çok parası olsa da, kanaatkâr olmadıkları için kalben fakir; her şeyi madde, rakam ve miktar olarak ölçtükleri için de bereketsizdirler.
İnsanlar hakkıyla iman etseler ve Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etseler, elbette üzerlerine yerden ve gökten bereketler yağar. (A’raf, 7/96) Azabın, zorluğun, kanaatsizliğin, açgözlülüğün, manen fakirliğin yerine bolluk ve bereketler yağar, her işleri yolunda gider, mutluluk ve refahları artardı.
Allah’a karşı saygılı olanların Allah’ın verdiği bereketle gözleri ve gönülleri doyar. Verilene razı olurlar, ellerindeki maddi imkânlarla şımarmazlar. nimetlere şükretmeye çalışırlar. Malın ve dünyalıkların ötesindeki yücelikleri isterler. Bilirler ki Allah’ın Kitab’ından yüz çevirenlerin hakkı dar bir geçim ve ahiret körlüğüdür. (Tâhâ, 20/123-124)

“...Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir.” (Talak, 65/4) Yani işini kolaylaştırır, zorluklarını giderir, bir rahatlık ve acil bir çıkış yolu yaratır. Dünyalık işleri de kendine kolay olur, ibadet işleri de. Bunalmaz, sıkılmaz, zor işler karşısında pes etmez. Allah’ın yardımının sürekli kendisiyle beraber olduğu inancıyla ümitvar olur.
Allah’tan ittika ederek bu şekilde davranan bir kimse için Allah elbette kolay bir yol gösterir. Bundan, Allah’a karşı saygılı davranmayanlara ve kendi hevasına uyarak dilediği gibi yaşayanlara Allah’ın birçok zorluklar yaratacağı anlaşılır.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu:“Kur’an’da bir âyet biliyorum ki insanlar onu uygulasalar, o onlara yeterdi. Bu âyet şudur: “Kim Allah’tan ittika ederse, Allah ona mutlaka bir çıkış yolu gösterir.” (Darimí, Rikak/16, (2728))
İşte Kur’an’ın müjdesi: İslâm’ı doğrulayıp iman eden sonra da takva sahibi olanlara kolay olan şeyler nasib edilir. (Leyl, 92/5-7)
Allah’ın muttakilere bağışladığı furkan ve basiret nurunu tamamlayan üçüncü bir lütuf da ilimdir. Takva bilinci ile hareket edenler bilme, anlama, idrak etme ve tanıma konusunda Allah’tan (c) yardım görürler. Anlayışları artar, elde ettikleri bilgiyi faydalı bir yerde kullanmayı öğrenirler. Bilgiyi amele dönüştürebilirler. Marifeti (ilmi) çok olanlar Allah’tan daha fazla haşyet duyarlar (korkup-ürperirler). Çünkü onlar, Allah’tan korkup-sakınmakla elde edecekleri kazançları, O’nun hükümlerine karşı gelmekle uğrayacakları zararları bilirler.
Allah (c) kendisinden hakkıyla ittika edenlere bu faydalı ilmin yollarını açar. “Allah (c) bir kuluna hayır vermek istedimi onu dinde fakih (alim-anlayışlı) yapar.” (Buharí, İlim/10 (67). Hums/7 (3116). Müslim, İmare/175 (4956). İbni Mace, Mukaddime/17 (220))
“İşte bu Kitap. Onda hiç bir şüphe yoktur. Takva sahipleri için hidayetin (doğru yolu gösterenin) ta kendisidir.” (Bakara, 2/2)
Kur’an bir hidayet kitabıdır. Yolun en doğrusunu, hayatın en tabii olanını, hayat nizamının en güzelini, yaşamaya temel alınan prensiplerin en uygununu gösterir. O insan için bir rehber, bir kılavuz, bir önderdir. Ama kimin için? Elbette takva sahibi kimseler için.
Kur’an’dan faydalanmayı sağlayan imkân takvadır. Kalbin kilitlerini açan takva, hidayet nurunun kalbe girerek görev yapmasını sağlar.Takva; hayra davet edildiği zaman yüreği o çağrıya karşılık vermeye hazırlar.
Kalp takva ile belli bir olgunluğa geldiği zaman Kur’an’ı anlamaya başlar. Bu noktadan sonra Kur’an o kalbin sahibi için hidayet olur. Kur’an’ın işaret ettiği gerçekleri görmeye, onun sakındırdıklarından sakınmaya, onun müjdeleriyle mutluluk duymaya başlar. Kişi Kur’an’a, korkan, sakınan, sapıklıklar tarafından avlanmaktan çekinen bir kalp ile yanaşması lazımdır. İşte o zaman Kur’an ona nurlarını ve anlamlarını açar (S. Kutub, Fi-Zılali’l-Kur’an, 1/39).

“Allah müttakilerle beraberdir” ne demek?

Allah’ın müttakilerle beraberliği, onları desteklemesi ve zafer müjdesi, Allah’ın peygamberlerle ve salih insanlarla olan beraberliği, muttakilere ve sabredenlere olan yakınlığıdır. Bu; Allah’ın tıpkı Hz. Musa ve Hz. Harun’a dediği gibi bir beraberliktir: “Korkmayın, muhakkak ki ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” (Tâhâ, 20/46) Allah’ın mü’minlere özel yakınlığı zaferi, desteklemeyi, korumayı ve yardımı gerekli kılar.
Tefsirci Katâde diyor ki: Kim Allah’tan ittika ederse, O onunla olur. Allah da kiminle beraber olursa, o kimse sanki mağlup edilemeyecek bir toplulukla, uyumayan bir muhafızla ve sapıklığı olmayan bir hidayetle birlikte olur.
Allah (c) yolunda çalışırken veya O’na kulluk ederken sabreden ve her meselede takva ahlâki ile davrananlara inkârcıların hileleri, tuzakları ve çevirdikleri dolaplar zarar veremez. (Âli İmran, 3/120) Çünkü Allah (c) böylelerine sürekli destek olur, onlara yardım eder. O hile ve tuzaklara karşı tedbir almayı onlara ilham eder. Onların yüreklerine dayanma gücü ve kararlılık verir. Yüreklerindeki korku ve endişeyi emniyete ve umuda çevirir. Eğer onlarla fiili bir mücadele olursa, nişanlı meleklerle yardım gönderebilir. (Âli İmran, 3/125).

Hüseyin Hocam Kitab-ı Kadim’de salih kulların yeryüzüne vâris olacakları, bu güzel sonuca ise takva sayesinde nail olacakları buyruluyor öyle değil mi?

Elbette Allah dilerse kendine ait olan yeryüzünün varisliğini ve sonucun güzelliğini takva sahiplerine verir.
Hz. Musa (as) kavmine şöyle diyordu: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerşek şu ki, arz (yeryüzü) Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar.En güzel sonuç muttakilerindir.” (A’raf, 7/128).
Hayırlı ve başarılı, insana saadet ve huzur kazandıracak, onun kurtuluşu anlamına gelebilecek sonuç; saygısızların, şunun bunun değil, sadece muttakilerindir. Kim Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranır, sabreder ve yalnızca Allah’a güvenip dayanırsa en güzel ve sevindirici sonuca kavuşur.
Bu genel bir ifadedir: Evet, en hayırlı sonuç takva sahiplerinindir.
“Ve gerçek şu ki, [insanı] uyarıp öğüt verdikten sonra hikmetlerle dolu bütün ilahî kitaplarda yeryüzüne dürüst ve erdemli kullarımın varis olacağını kaydettik.” (Enbiya, 21/105).
Bu da “gerçekten inanıyorsanız, mutlaka üstünsünüz...” (Ali İmran, 3/139) gerçeğinin yankısıdır. Bu üstünlüğün, ya da yeryüzüne miras olmanın, maddi olarak, siyasi veya uygarlık hâkimiyeti olması şart değildir. Bu, zaman zaman olabilecek siyasi hâkimiyetle birlikte takvada, model ümmet olmada, insanlara karşı hakikatin şahidi olma görevini taşımada, hidayet öncüleri olmada bir üstünlük, bir varis olmadır.

Allah’a karşı gereken saygıyı ve edebi gösterenlerin O işlerini ıslah eder, düzene koyar. Ya da bunları yapabilecek akıl ve feraset nasip eder. Allah (c) böylelerine hidayet eder, doğru olanı bulmalarını kalplerine ilham eder. Sürekli takva bilinci ile hareket eden muttaki olur. Muttakiler ise düzgün iş yapmanın, hayırlı davranmanın, güzellik üretmenin, salih amel işlemenin temsilcisidirler.
“Siz ey iman edenler! Allah’a karşı sorumlu davranın ve sözü yerinde ve dosdoğru söyleyin. (O zaman) o da sizin işlerinizi yoluna koyar ve günahlarınızı bağışlar...” (Ahzab, 33/70-71).

Takva bilinci ile İslam’ın hayata hâkim olması arasında nasıl bir ilişki var? Takva sadece bireysel bir sorumluluk mudur? Sosyal ve siyasi sonuçları da var mıdır?

Kur’an şöyle diyor:
“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince onunla sevinirler. Eğer sabreder ve ittika ederseniz, onların ‘hileli düzenleri’ size hiç bir şeyle zarar veremez...” (Âli İmran, 3/120)
İslâm’ın hayata hâkim olmasını istemeyenler tarihten beri hak davete hep karşı çıkarlar, bu karşı çıkışlarını bazen düşmanlık noktasına kadar varır. Müslümanların iyi halleri onları üzer, başlarına gelebilecek bir felâket, sıkıntı ve darlık onları sevindirir.
Böyleleri İslâm’a ve Müslümanlara tuzak kurmaktan, onlara zarar vermekten geri durmazlar. Onları zayıflatmak ve güçleri kırmak için sürekli hileli düzenlerin peşine giderler, Müslümanları aleyhine çalışırlar. Onlara karşı günün şartlara göre her türlü araca başvurmaktan geri kalmazlar.
Sabır ve takva... Allah’ın ipine sarılıp-bağlanmak... İşte kurtuluş yolu budur. Müslümanlar tarih boyunca Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarıldıkları ve takva ile hareket ettikleri zaman, yükselmişler, düşmanlarının zararlarından ve hilelerinden kurtulmuşlardır. Ne zaman da Allah’ın ipini bırakıp insanların yanlış yollarına uydular ve onlardan korkar hale geldiler; işte o zaman yenildiler, geri ve perişan oldular.
Allah (c) tıpkı Bedir günü yardım ettiği gibi daha sonradan da hem Peygamber’e hem de diğer Müslümanlara, eğer onlar düşmanlarına karşı sabırlı, dayanıklı ve mücadele azmiyle dopdolu olurlarsa ve Allah’ın emrine uymada takvalı davranırlarsa, yine meleklerle yardım edecektir. (Âli İmran, 3/121-127).

Takva şeref ve kerâmet kaynağıdır aynı zamanda değil mi?

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soylar, meslekler, sahip olunan dünyalıklar, ülkeler, kıyafetler, derilerin rengi ve benzeri şeyler üstünlük sebebidir. İslam’a göre üstünlüğün değer ölçüsü takva bilincidir. İnsanların en şereflisi (en keremlisi) Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenlerdir. Bunu da sadece insanı Yaratan bilir.
Kerâmet, kerem kökünden gelir ve aşağılıktan ve zelil olmaktan arınmış olarak üstün, değerli, güzel olmak gibi anlamlara gelir. Kerim; üstün, değerli, kadri yüce ve cömert, ekrem; en yüce, en değerli, en güzel demektir.
Kur’an insanın keremli (şerefli/üstün) yaratıldığını söylüyor. (İsra, 17/70) Buradaki övgü insanın insan olmasını sağlayan ilahi ruhadır. İnsanın aslının toprak oluşu veya topraktan gelen gıdalarla şekillenmesi onun, kendi değerini çamur seviyesine düşürebileceğini; ona üflenen ilâhí ruh ise onun kendi keremini (değerini) yükseltebileceğini gösterir.
İnsanın kerâmeti, yani değeri, Kerim olan Allah’ın davetine uyarak, kemâle ermekle, eksikliklerden ve yanlış olan şeylerden uzaklaşma ile artar. Kişi, benliğine ilham edilen takvayı ve fücûru tanıdığı oranda kerâmete yönelir. Benliğinde saklı olan takva yönüne adım atan herkes kerim olur. En çok takvalı olan da en kerim olur.
Kur’an, ‘kerím’ bir kitaptır (Vakıa, 56/77). Bunun anlamı, Kur’an şerefli ve üstün bir kitap olduğu gibi, insanın kerâmete nasıl ulaşacağını, nasıl keremli olabileceğini de gösteren, kerim olmanın proğramını sunan bir kitaptır. Kur’an’ın insanlara sunduğu hayat proğramını takip etmeyenler, kerâmete/şerefli-üstün olmaya ulaşamazlar.
Kur’an, takvayı kerâmetin tek ekseni olarak saymaktadır. Takvanın kendisi, bilginin (marifetin) ve salih amelin ürünüdür. Bir kimse hakkın ve batılın, helâl ve haramın farkında değilse, hakka uymuyor, haram olan işlerle uğraşıyorsa kerim olamaz. Kerâmetin varlığı ve yokluğu takvanın varlığına ve yokluğuna bağlıdır. Kerâmetin azlığı veya çokluğu da takvanın zayıflığına ve kuvvetli oluşuna göre belirlenir. (Hucurât, 49/13)
Kur’an, bazı insanların ‘Allah’ın velisi’ olduğunu söylüyor. Allah’ın velisi olmanın şartı da O’nun koyduğu sınırlara uymak, takva sahibi olmak, Allah’ı hesaba katarak yaşamaktır. Bunları yapabilen bütün Müslümanlar Allah’ın velisidirler.
Peygamber (sav) şöyle dedi: “Haseb (insanlara göre asalet) maldır, kerem (kerâmet) ise takvadır.” (Tirmizí, Tefsir/50 (3271))
Hz. Ömer (ra) de takva hakkında şöyle demiştir: “Mü’minin keremi/kerameti (üstünlüğü), takvasıdır...” (İmam-ı Mâlik, Muvatta, Cihad/35)
Abdullah b. Amr anlatıyor: Peygamber’e “En efdal insan kimdir?” diye soruldu. O da; “Kalbi temiz, dili doğru sözlü olan herkes” dedi. Orada olanlar; “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz, kalbi temiz olmak nedir? diye tekrar sordular. Peygamber: “O, Allah’tan ittika eden tertemiz kalptir. İçinde günahı yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdu. (İbni Mace, Zühd/24, (4216)).
Abdullah b. Ömer (r), Rasûlüllah’ın Mekke’nin fethi günü şöyle söylediğini işittim diyor:“Ey insanlar, Allah (c) sizden cahiliyyenin kibirini ve atalarla övünme ahlâkını giderdi. İnsanlar iki kimse gibidirler: Birr sahibi (iyilik eden), muttaki ve kerim (değerli); diğeri ise, günaha dalan, şaki (günahları sebebiyle bedbaht) ve değersiz olan. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır, Âdem ise topraktandır. Sonra Hucurât 13. Âyeti okudu.” (Tirmizí, Tefsir/50 (3270))

Biraz önce kısa geçtik. İbadetlerin kabul sebebi takva bilincidir demiştiniz söz arasında. Bunu biraz açabilir misiniz Kur’an ve sünnet ışığında?

Hz. Âdem’in oğulları Allah’a birer kurban adamışlardı. Bir tanesinin kurbanı kabul edilmişti, diğerininki ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kardeş büyük bir kıskançlığa düşerek kardeşini öldürmeye kalkışır. Bunun üzerine kurbanı kabul edilen ötekine şöyle dedi:“...Allah, ancak muttakilerden kabul eder.” (Maide, 5/27)
Bu prensip yalnızca kurban olayı ile sınırlı değildir. İbadetlerin kabul sebebi ihlas ve onların takva bilinci ile ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla işlenmesidir. Muttaki, bilir ki bütün ibadetler Allah’a yaklaşma sebebidir. Bu anlamda bütün ibadetler birer kurbandır. Kurbanların kabul edilebilmesi için takva şuuru ile davranmak gerekir.
Burada bir iman atmosferi karşısındayız. Kurtuluş sebebi, hidayet ve ibadetlerin makbul olma sebebi bu imandır. Kişiyi bu iman atmosferine götüren de takva bilincidir. Allah (c) için yapılmayan işlerin ne değeri olabilir ki?
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “İnsanlar bir meydanda hesaba çekilirler ve bir nida eden şöyle der: ‘Muttakiler nerede?’ Onlar Rahman’dan bir korumayla ayağa kalkarlar. Allah (c) onlara karşı kendini perdelemez.” Peygamber’e sordum ki; ‘ Muttakiler kimlerdir?’ Buyurdu ki: “Allah’a şirk koşmaktan ve putlara tapmaktan ittika eden ve ibadetinde ihlas sahibi olan topluluktur ki, onlar cennete doğru yürürler.” (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/502).

TAKVA’NIN MÜMİNE AHİRETTE KAZANDIRDIKLARI
Hüseyin Kerim Hocam, elbette takvanın dünyada kazandırdıklarının uhrevî boyutları, âhirette kazandırdıklarının dünyaya bakan cihetleri de var. Bununla birlikte takva bilincinin ahirette kazandıkları deyince ne anlamamız gerekir?

Ahiret âlemi kabir ve haşir kapılarında başladığına göre orada nasıl karşılanacağımız önemli. Takva bilinci o kapıda şerefli misafirler olarak, tabir caizse VIP kapısından karşılanma anlamını taşıyor.
Allah (c) muttakileri mahşer gününde şerefli bir misafir olarak güzel bir karşılama ile huzuruna toplayacaktır.“Takva sahiplerini onurlu bir konuk (vefd) olarak Rahman (olan Allah’ın huzurun)a toplayacağımız gün. Suçlu günahkârları da, susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.” (Meryem, 19/85-86).
Onlar Allah’ın huzuruna, O’nun rahmetini ve rızasını kazanmış, kendilerine değer verilmiş olarak çıkacaklar. Tıpkı şerefli elçilerin yüksek bir makama kabul edilmeleri gibi.
Bazılarına göre bu âyette geçen ‘vefd’ kelimesi heyet halinde veya binek üzerinde demektir. Buna göre âyetin anlamı; Muttakiler binek üzerinde (heyet halinde), kendilerine ikram edilerek, nimet ve değer verilerek Allah’ın huzurunda toplanacaklar. (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/465. Bağaví, Tefsir, 3/209).
Haşir sonrasında hesap var. En zorlu hesap. Takva azığının o hesaptaki faydasına değinebilir misiniz?
Kim Allah (c) için malını infak eder, O’na karşı sorumluluk bilinciyle davranır ve en güzel olanı (Tevhıd’i) tasdik ederse; ‘en kolay olan’da başarılı olur. ‘En kolay olan’dan maksat da; "Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesap ile hesaba çekilir ve sevinerek ehline döner." (İnşikak, 84/8-9) ayetinde haber verilen müjdedir.
Muttakiler takvalarının karşılığı olarak Mahşer günü işlerin en zoru ve çetini olan hayatın hesabını vermede de zorluk görmezler. Onlar dünyada Allah’tan ittika ettikleri için ahiretteki hesapları kolay olur. Bütün amellerini Allah rızası için yapmaları sebebiyle o gün ilâhí yardım görürler.
Dünyada iken mü’minleri ve onların gittiği yolu beğenmeyenler, kendilerinin üstün, değerli ve ileri olduklarını zannederler. Halbuki gerçek onların zannettiği gibi değildir.
Kur’an şöyle buyuruyor: “İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa takva sahipleri, kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bekara, 2/212)
Dünya hayatı, Kur’an’ın davetinde yüz çeviren inkârcılara süslü görünür. Bundan dolayı ona bağlanıp kalırlar, ondan ötesini göremezler. Bu sınırlar içerisine saplanıp kalan kimse elbette, mü’minlerin ulaştığı yüce ufukları anlayamaz.
İnkârcılar, Müslümanların itikadları uğruna fedakârlık yapmalarını, bir takım zevkleri terketmelerini, Allah rızası için pek çok şeyden vazgeçmelerini, pek çok zorluğa katlanmalarını anlamazlar. Hatta bazen onlarla alay ederler, onları beğenmezler. Ancak Allah’ın ölçüsüne göre muttakiler kendi katında daha değerli ve daha üstündürler. O (c) bu makamı dilediğine, kendisinden hakkıyla ittika edenlere verir (Bakara, 2/212).
Muttakilerin yani Allah’ın âyetlerine karşı dik kafalılık yapmayanların, ahirette daha üstün oldukları başka bir âyette şöyle açıklanıyor:“Ancak Rablerinden ittika edenler ise, onlar için yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altından ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah’ın vadidir. Allah, va’dinden dönmez.” (Zümer, 39/20).

Dünyada iken şirk koşmakta, isyan ve inkâr etmekte birbirlerine dost ve yardımcı (veli) olanlar, Ahirette birbirine düşman olacaklar, birbirlerinden nefret edip kaçacaklar. Böyleleri dünya hayatında günah işlerde biraraya gelirlerdi ve birbirlerini sapıtlığa davet ederlerdi. Bunlar dünyada birbiriyle canciğer dost olmalarına karşın o gün birbirine düşman kesilecek ve ‘ senin yüzünden bu hale düştüm’ diye birbirlerini itham edecekler.
Takva sahipleri ise tıpkı dünyada olduğu gibi kıyamette de dost olacaklar, birbirlerine yakın olacaklar. Oysa kıyamet günü kişi annesinden, babasından, kardeşinden, eşinden ve dostundan kaçacaktır. Çünkü herkesin kendini meşgul edecek bir ‘hesab’ derdi olacaktır. (Abese, 80/34-37) Böyle bir günde Allah’tan korkup-sakınanların dünyadaki dostluğu kesilmeyecektir.
“Müttakiler hariç olmak üzere, o gün, dostlar kimi kimine düşmandır.” (Zuhruf, 43/67).
Muttakiler dünyada iken birbirinin dinde kardeşi, dostu ve velisi olurlar, ahirette de bu yakınlık devam eder. Çünkü onlar hidayette bir araya gelirler, hayır işlerinde ve takva konusunda yardımlaşırlar. Dolaysıyla Allah için kurdukları dostluk kesilmeksizin sürer. Kalplerinde kin ve nefret olmaksızın, birbirlerinin en candan kardeşleri olarak ebedí mutluluğa kavuşurlar.
“Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başındadırlar. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümden) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.” (Hicr, 15/45-47).

Allah’ın rahmet ve bağışına kavuşan, gerçek anlamda kurtulmuş demektir. Bunun için Kur’an; “...Ve Allah’tan ittika edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âlii İmran, 3/130).
Burada gerçek kurtuluşun cehennemden azabından kurtulmak olduğu açıktır. Gerçek kurtuluşa da ancak muttakiler/Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar ulaşacaktır. (Maide, 5/35, 100. Âli İmran, 3/130, 200. Nebe’, 78/31)
İşte gerçek kurtuluşun yolu:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile (sebep) arayın; O’nun yolunda cihad edin (yoğun çaba gösterin); umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide, 5/35)
Allah yolunda cehd etmek, çaba göstermek ve kişiyi O’na yaklaştıracak ibadet cinsinden vesileler aramak. Bunu da takva bilinciyle yapmak, takvadan ayrılmamak.
“Kim Allah’a ve O’nun Rasûlüne itaat ederse, O’ndan haşyet duyar (korkar) ve O’na karşı sorumluluk bilinci duyarsa; işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.” (Nûr, 24/52).
“...Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9. Teğâbûn, 64/16).
Kur’an, muttakilerin bazı özelliklerini saydıktan sonra çok net bir şekilde diyor ki:
“İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet izerindedirler ve gerçek kurtuluşa erenler de bunlardır.” (Bakara, 2/5).
İnsan öyle veya böyle yaşar, çalışır, bir şeyler elde etmeye uğraşır, nefsinin isteklerini karşılamaya çaba harcar, iyi şeyler yaptığını zanneder. Sonunda ölür gider. Ancak ölümden sonra en iyi sonucu, en yüce dereceyi kazacak olanlar Allah’tan hakkıyla korkup çekinenlerdir.
İbadetler takva sayesinde kabul oluyor, ahirette takva sayesinde şerefli bir misafir olarak ağırlanıyor kul… Hesabı da kolay geçecek. Yani takva insanı dünya hayatından ahiret hayatına kadar yalnız bırakmayan bir dost.

Takva insana cennete kadar refakat eden bir dost. Takvaya dost olan ve takvanın dost olduğu kimselerin elde edebilecekleri nimetlerin, üstünlüklerin, ödüllerin en büyüğü ve ebedi olanı cennettir. Cennet, ölümden sonraki sonsuz kurtuluş ve eşsiz nimetlerin sunulduğu mükâfat yeridir. Orada muttakiler için hazırlanmış armağanları, makamları ve güzellikleri akıllar hayal edemez, diller anlatamaz, kelimeler de anlatmaya yetmez.
Bir hadiste geçtiğine göre insanı Cennet’e götürecek olan şey mü’mindeki takva bilinci ve bu bilinç ile yaptığı salih amellerdir (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/392, 442)
“İnkârcılara; ‘Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulsa, “eskilerin masallarını indirdi” derler ve İslâm’dan yüz çevirirler. Ancak aynı soru takva sahiplerine sorulsa şöyle derler:
“...Rabbimiz hayr indirdi’ dediler. Dünyada ihsan edenlere (güzel davranışta bulunanlara) hasene (güzellik) vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. Ki meleklere; güzellikle canlarını aldıklarında; ‘Selâm size’ derler: ‘Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cannete girin.’” (Nahl, 16/30-32).
Kur’an muttakiler için hazırlanmış cennetin ve oradaki armağanların özelliklerinden sık sık bahsediyor. İşte bir kaç örnek:
“Bu bir zikirdir (hatırlatma ve öğüttür). Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır. Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır. İçinde yaslanıp-dayanmışlardır, orda birçok meyve ve içecek istemektedirler. Ve yanlarında da bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt eşler vardır. İşte hesap günü size vadedilen budur. Hiç şüphesiz bu, bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.” (Sâd, 38/49-54)
“...İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren içecekten ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır; ve orada onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret de vardır. Hiç (böyle mükâfatla bir kişi), ateşin içinde ebedî kalan ve ‘bağırsaklarını parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?” (Muhammed, 47/15).
“Takva sahiplerine vadedilen cennetin misali; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri devamlıdır. Bu Allah’a karşı sorumluluk duyanların (mutlu) sonudur, küfre sapanların sonu ise ateştir.” (Ra’d, 13/35).
Dünya hayatında büyüklük taslayıp Allah’tan korkup-sakınmayanlar, ahiret hayatında kötü bir sonuçla karşılaşacaklar. Azgınlıklarının karşılığını zakkum ağacı, cehennemin kaynar suyu ve benzeri azaplarla görecekler. Buna karşın;
“Muttakilere gelince, muhakkak onlar, güvenli bir makamdadırlar. Cennetlerde ve pınarlarda. Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı olarak (otururlar). İşte böyle; ve Biz onları siyah iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. Orda, güvenlik içinde her türlü meyveyi istemektedirler. Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyüyk ‘mutluluk ve kurtuluş’ budur.” (Dûhan, 4451-57; Mürselât, 77/41-44; Tûr, 52/17-28).
Bütün bu bitimsiz, tarifsiz, ebedi ve ilahi nimet ve ödüllerden sonra Kur’an cennet için şu hükmü veriyor: “Nereden bakacak olsan, sınırsız bir nimet deryası ve görkemli bir mülk (ebedi saadet yurdunda sevginin iktidarını) görürsün.” (İnsan, 76/20).

NETİCE
Hüseyin Hocam bize vakit ayırıp sorularımızı sözlü ve yazılı olarak cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederiz. Sizinle sohbet ederken öyle hissettim ki, sanki zat-ı âlinizle takva konulu uzun, upuzun bir söyleşi, bir nehir söyleşi yapıp bir sayımızı sadece ona tahsis etmek sezâdır… Birçok şey yine eksik kalmış olacak yerimizin sınırlı olması sebebiyle… Yine de adettendir, son olarak, mülakatın kapanış cümleleri olarak neler söylemek istersiniz?

“Müşterisiz metâ zayîdir.” Bize özellikle takva bilinci konusunda Kur’ani Hayat okurlarıyla sohbet fırsatı sunduğunuz için teşekkür ederim. Son olarak şunları ekleyebilirim:
Takva bilinci ile hareket etmek Müslüman için imaní bir görevdir. Bu vazife de âlemlerin Rabbi Allah’a karşı sorumluluk duymak, bu şuurla hareket etmek, Allah’ı hesaba katarak, ya da günün birinde ona kavuşacağını unutmadan yaşamaktır.
Bu şekilde davrananların kazançları hesap edilemeyecek kadar çoktur.
Her şeyden önce Allah (c), kendisine karşı sorumluluk bilinciyle ve saygıyla davrananların velisi; yani koruyucusu, yardımcısı ve dostu olur (Casiye, 45/19). Allah’ın kendilerine dost (veli) olduğu kimselere de korku ve hüzün yoktur, dünya ve Ahirette onlar için nice müjdeler vardır (Yunus, 10/62-63).
Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenler dünyada da, Ahiret’te de O’nun rahmet ve lütfunu hak ederler (En’am, 6/155). İnsan için gerçek kurtuluş ancak iman, imanın hayata hâkim olmasıyla mümkündür. Bunun için de sabretmek ve takva bilinciyle hareket etmek esastır. Kur’an buna şöyle işaret ediyor:
“Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, ribat yapın (cihada/yoğun çalışmaya hazır olun), Allah’tan ittika edin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âlii İmran, 3/200)
Müslüman için elbette en büyük kurtuluş Ahirette gerçekleşecek olan Hesap Gününde dünyada yapılan bütün işlerin hesabını yüz akıyla verebilmek, insanı dehşete düşürecek olan cehennem azabından berat alabilmektir. Kur’an bunu ve ‘gerçek kurtuluş’ şartını takvaya bağlıyor (Maide, 5/100).
“Gerçek şu ki muttakiler için ‘bir kurtuluş ve mutluluk’ vardır.” (Nebe’, 78/31).
İnsan doğumdan ölüme doğru giden bir seyyahtır (yolcudur) (İnşikâk, 84/6). Hayat da onun için bir yoldur. O yolda yürürken ona yol haritası, kılavuz ve yol arkadaşı lazım olduğu gibi azık ta lazımdır. Üstelik onun yolculuğu ölümle bitmemekte, mahşere doğru devam etmektedir.
İnsan için iki yolculuk vardır. Biri bu dünyadaki yolculuk, diğeri de bu dünyadan öteki âleme yolculuktur. Bu dünyadaki yolculuk için yiyecek, içecek ve benzeri azıklar lazım olduğu gibi, dünyadan öteye olan yolculuk için de azık gerekir. Bu da Allah’ı bilmek, O’nu sevmek, O’ndan ittika etmek ve O’ndan başkasından yüz çevirmekle elde edilir (Elmalılı, Tefsir, 2/55).
Allah’ın özel rahmetine, lütfuna ve salih insanlar için hazırlanan ödüllere kavuşmak isteyen kimse, bu yolculuğu ilâhi azıkla yapmalıdır. Zira Allah’ın insanı bir yolcu olarak kabul edip de ona yol azığı belirlememesi mümkün değildir. Bu azık da takvadır. Dünya yolculuğunda elde edebileceği azık, mahşere doğru olan yolculuğunda da işine yarayacaktır. Bazı azıklar yolun henüz başında bitebilir. Bazıları da yarı yola kadar insanın ihtiyacını karşılayabilir. Takva azığı insanı Allah’a kadar götürür, onu kerâmete (değerli olmaya) ulaştırır.