Teorik ve teolojik açıdan İslâmın ötekine bakışı ve şiddet konusundaki tutumu hakkında bir seminer         

Hüseyin K. Ece

25.12.2004

İDEE Vakfı-Oisterwijk

 

Amerikadaki iş merkezine yönelik saldırıdan sonra İslâm ve onun değerleri, müslümanlar hakkında aleyhte bir kamuoyu oluşturulduğu bir gerçek. Ya da mevcut olan aleyhteliğin dozunun artırıldığını görüyoruz.

Bunu hem hükümetler, hem medya, hem de bilim adamları yaptılar.

Tv başında olanların, gazete okuyanların bu yanlış haber ve yorum bombardımanından etkilenmemeleri mümkün değil.

Hukukta ; “Beraati zimmet asıldır” yani bir kişinin suçlu olduğu isbat edilinceye kadar o kişi suçsuzdur. Ancak hukukun bu kuralı, hukuka uyduğunu söyleyen batılılar tarafından çok çok ihlal edildi.

Bir tarafta İslâm âleminden rastgele aldıkları görüntüleri istedikleri gibi yorumladılar. Resimleri kendi yalanları uğruna kullandılar. Normal idman   görüntülerini dahi, batılı hedeflere karşı cihad hazırlıkları olarak sundular.

-Giriş

Bir taraftan da İslâmın değerlerini tartışmaya açtılar. Özellikle cihad kavramını çok kullandılar, ama işlerine geldiği gibi...

Böylece batılı kamuoyunu manipülere ederek yeterince kışkıttılar. Batılılarda mevcut olan İslâm karşıtlığını biraz daha körüklediler.

Pakistanda bir grup genç üniformalarıyla idman yapıyorlar. Hollanda kanallarından birisi bu görüntüyü yakalıyor ve şöyle bir yorumla veriyor: İşte Pakistanlı gençler askeri eğitim alıyorlar, cihad için hazırlık yapıyorlar. Bunlar ileride Batıya saldıracaklar denildi.

Amerikanın muhtemel bir saldırısı olur diye Afganlılar büyük şehirlerden köylere, Pakistan’a veya daha güvenli yerlere kaçmaya çalışıyorlar. Ülkelerini işgalci Ruslara karşı savunmaktan başka dünyada hiç kimseye zarar vermeyen, bu zavallı, fakir, 23 yıldan beri savaşlar sebebiyle her şeyleri mahvolmuş insanlar canlarını kurtaramaya çalışıyorlar. Ancak Hollanda gazetelerinden birisi olayı başlığa şöyle çıkarıyor:

“Teröristler yuvalarından kaçıyorlar.” 

Yıllar önce Hollanda 1 tv.sinde Fikistinle ilgili bir belgesel yayınlanıyor. Filistinlilerin işgalcilere karşı eylemlerinde örnekler veriliyor. Kendini feda edenlerden alıntılar yapılıyor, manzaranın kanlı olmasına dikkat ediliyor. Ancak özellikle Filistinlilerin kasdi olarak terör yapmaya hazılandıkları iddia ediliyor, bir eylemi bitiren için, ‘evet şimdi bu bitti başka bir intihar saldırısı için hazırlık yapılıyor. Kutsal savaş için sürekli faaliyet içimdeler’ gibi sözler ediliyordu.

Bugün Irak’ta direnenlere işgalciler, Çeçenistan’daki direnişcilere de Rusya Filistin’in kurtuluşu için mücadele edenlere başta israil olmak üzere batılı ülkeler terörist diyorlar.

Kim terörist? Elinde dünyayı bir kaç defa havaya uçuracak silahları olanlar, canları istediği zaman istedikleri yeri bombalayanlar, ya da işgal edenler, kendilerine bağlı yönetimler kurmak veya onları korumak için suikastler ve sabotajlar düzenleyenler değil; ama bunlar???

 

Dinler Şiddetin Kaynağı mıdır?

İslâm, ‘Allah’a itaat mahlûkata şefkattir.’

İslâm, kul hakkını esas alır.

İslâm, beş ana ihtiyacın korunmasını hedef alır: Dini, aklı, nesli, nefsi, malı.

İslâm, zerre miktarı iyiliğn de zerre miktarı kötülüğün de bu dünyada veya ölümden sonra karşılığı olacağını haber verir.

Mü’minin diğer adı ‘muhsin’dir, yani iyilik eden, güzel davranan, güzellik üreten demektir. Ya da Allah’ı görüyor gibi ibadet edendir.

İnsanın ve tolumun ‘maslahatını celb, mefsedeti (mazarratı) def’’ etmeyi ve onların iki dünya saadeti temin etmeyi hedef alan bir din nasıl olur da ‘insana zarar demek olan’ teröre cevaz verebilir?

İslâmın manalarından biri de ‘barış/selâmet’tir. İnsanın kendisiyle, toplumuyla ve fizik anlamda çevresiye barış/sulh içinde yaşamasını temin etmeyi hedefler. Böyle bir din, barışı ifsat demek olan teröre nasıl cevaz verebilir?

Müslümanlar birbirlerini ‘selâm’ sözüyle selâmlarlar. Bu da aralarında sulhu, barışı ve güveni ifade eder.

İslâm, müslümanlardan yaşadıkları çevreyi ve dünyayı ‘dâru’s-selâm’ yapmalarını ister. Yani barış ve esenlik yurdu. Zira mutluluk ve huzur böyle bir düzende tadılır. İnsanî değerlere ve fazilete böyle bir ortamda ulaşılır.

İlâhi dinler değil teröre, insana en ufak bir zarar vermeye dahi müsade etmezler. Ancak insanlar tarafından uydurulmuş dinleri bilmem. Onlar terörün kaynağı mıdır, değil midir, onlarla amel edenlere sormalı.

Görüldüğü gibi ana prensipleri barış, kardeşlik, hak-hukuk, adalet, şefkat ve merhamet, iyilik ve diğergâmlık üzerine bina edilen bir inanç sistemi, bütün bunlara zıt olan terörü onaylamaz.

Ancak İslâmî ilkelerle müslümanların dinden anladıklarını, ya da din adına yaptıkları iddialarını birbirinden ayırmak gerekir.

 

Cihat Nedir Ne değildir?

Avrupa’da İslâm yanlış tanıtıldığı gibi ‘cihad’ kavramı da yanlış tanıtılıyor.

Onlar cihad’ı öteden beri saldırganlık, ya da dini fanatizmin bir aracı olarak takdim etmeyi pek severler. Şimdilerde terörizm ile eşleştiriyorlar.

Halbuki ‘cihad’ İslamda bir ibadettir ve onların sandığı gibi terörle, ya da saldırganlıkla hiç bir ilgisi yoktur.

‘Cehd veya cühd’ kökünden türeyen ‘cihad’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. 

‘Cehd’, zorluk ve meşekkat, çaba ve gayret, ‘cühd’ ise; takat göstermek anlamına gelir. (Rağıb el-Isfehâní, Müfredât,  s:142. İbnu Faris, M. Mekâyisi’l-Lüga,  1/486)

Cehd, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak, ‘bir işi başarmak için elinden gelen imkanları kullanmak’  (A. Özel, DİA. Cihad mad. 7/527)  gibi anlamlara da gelir.

Cihad; sözde ve fiilde bütün gücü ve takatı ortaya koymaktaki aşırılıktır. 

Bir başka deyişle ‘cihad’, insanın ulví bir amaç uğruna mal, can, fikir ve zaman gibi bütün güçlerini ortaya koymasıdır. Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez.

Maamafih Kur’an cihad kavramını Allah yolunda yapılan fiilí savaşın karşılığı olarak da kullanmıştır. (bak. 8 Enfal/72, 74. 9 Tevbe/41, 44, 81, 86. )

Bundan dolayı pek çok kitapta bu anlamdaki kullanılık ağırlık kazandığı gibi, insanlardan pek çoğu da cihada savaş anlamı vermişlerdir.

Kur’an’ın savaş karşılığı olarak kullandığı ‘kıtal’ ile cihad içiçe anlaşılmıştır.

Bazı âyetlerde ‘Allah’ın rızasına uygun bir şekilde yaşayabilme gayreti’ şeklinde özetlenebilecek genel bir manada geçmektedir.

Sözlük anlamından da anlaşılacağı gibi o; bir gaye uğruna çalışmak ve yoğun faaliyet göstermektir. Bu yoğun faaliyet Allah’ın rızasını kazanmak için yapılırsa ‘cihad ibadeti’ olur.

Hadislerde cihad’ın anlamı ve kapsamı oldukça geniştir. Peygamberimiz (sav), nefse karşı mücadeleyi cihad saydığı gibi

*“Mücahid nefsiyle cihad edendir.” (Ebu davud, hadis no: 2500.  Tirmizí, hadis no: 1621. Müsned, hadis no: 23406.),

*zalim sultanın yanında hak sözü söylemesi (Ebu Davud, hadis no: 4344. Tirmizi, hadis no: 2174.),

*kadınlar için şartlarına uygun hac yapmayı (Buharí, Cihad/1, 4/18),

*ümmet içerisinde yapmayacakları şeyleri söyleyenlere karşı elle, dille ve kalple mücadele etmeyi (Müslim, Hadis no: 80.) de cihad olarak nitelemektedir.

Cihad; “hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve Rasûlünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan İslâmı tebliğe, İslâm ülkesini ve müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp, dil, el ve silâh gibi beşerí aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.” (A. Özel, DİA. Cihad mad.7/528)

Cihad, diní emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmaya çalışmak, İslâmı tebliğ, nefse ve dış düşmana karşı mücadele vermektir.

Bu cihad’ın genel ve kapsamlı tanımıdır.

Allah’ın adı yükselsin diye, yani i’lây-ı kelimetullah uğruna gösterilen bütün gayretler, Allah yolunda sıcak çarpışmadan tutun da bedenle yapılan çeşitli çalışmalar, İslâmı savunmak ve yüceltmek için ortaya konulan çabalar, nefse ve şeytana karşı gösterilen şuurlu direnişler, şeytaní düzenlere ve tağûtí güçlere karşı yapılan bütün mücadeleler cihaddır.

Kimileri İslâmí davetin önünü kesmeye, insanların İslâma ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle insanları kandırmaya, hak yoldan ayırmaya çaba gösterirler.

Kimileri de müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp, topraklarını işgal etmek, insanları yönetimleri altına almak isterler.

İşte bu gibi durumlarda hem cehd ve gayret anlamında cihad, hem de ‘fiilí savaş’ dediğimiz kıtal gündeme gelir.

Cihad; bir anlamda  insanla, onun temiz ve ilâhí fıtratını kavuşturma ve buluşturma çabasıdır. Şeytan, nefis ve dış düşmanların zararlarını kendinden ve çevresinden uzaklaştırma gayretidir.

İslâmın hedefi insanlara dünya ve ahiret saadetini sağlama ise, cihad ; bu mutluluğunu paylaşma çabası, bu mutluluğun, ya da  ilâhí davetle yüreklerin arasına girmiş olan engelleri kaldırma faaliyetidir.

Cihad ; yürek kapılarını İslâmın diriltici mesajına açma çabasıdır.

‘Cihad’ı sadece fiilí savaş (harp) şeklinde, ya da başkalarını zorla boyun eğdirmek için saldırganlık olarak nitelemek sadece İslamın hasımlarının kasıtlı saptırması, ya da bilmeyenlerin ağızlarında geveledikleri piyasa lafıdır.

Mekke döneminde inen Furkan Sûresi 52. ve Ankebût Suresı 69.  âyette cihad’tan bahsedilmektedir. Mekke döneminde savaşın (harbin) olmadığı bilinen bir gerçektir. Öyleyse burada kasdedilen fiilí cihad dediğimiz kıtal değil,   müşriklerle sözle, ikna edici delillerle mücadeledir.

“İnkârcılara itaat etme ve onlarla bununla (Kur’an’la) büyük bir cihadla cihad et.” (25 Furkan/52)

Allah (cc) Peygamber’e müşriklerle ve münafıklarla cihad etmesini emrediyor. Saldırgan müşriklere karşı fiilí savaş durumu olabilir ama münafıklara karşı cihadın daha çok el ile, sözle ile, sert davranma ile, (Kurtubí, el-Camiu li-Ahkâmi’l Kur’an, ter. B. Eryarsoy, 8/321), ya da karşı tedbir alma şeklinde olacağı açıktır.

Bazı batılı/batıcı araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâmın bu saldırı yoluyla yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddia ederler.  Müslümanların cihadı ‘kutsal savaş-holy war/heilige oorlog’ şeklinde anladıklarını ileri sürerler.

Cihad kavramının karşılığı asla ‘savaş veya terör’ değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü arasında hem nitelik hem de nicelik farkı bulunmaktadır. Savaş askerí harekât olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerí harekât da dahil ilâhí hedefler uğrunda yapılan bütün çalışmaları içerisine alır.

“İslâm, Arap dilindeki kıtal, çarpışma manasına gelen ‘harp’ kelimesini almamış da cehd (didinme), say’ (çalışma) anlamında olan ‘cihad’ tabirini seçmiştir. Cihadın İngilizcedeki karşılığı ‘struggle’dir. Ancak istediğimiz manayı ifade etmesi bakımından cihad kelimesi daha derin ve evrenseldir.

 

“Dinde Zorlama Yoktur”un Okunması.

Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:

“Dinde zorlama yoktur. Gerçekten rüşd yolu (iman) ile sapıklık yolu (şirk) ortaya çıkmıştır. Kim şeytaní güçlere ve düzenlere (tağut’a uymayı) inkâr ve Allah’a iman ederse; kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulp’a (Kur’an’a, İslâm’a) yapışmış olur. Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” (2 Bekara/256)

Âyet sapıklığın da, hidayetin de açıkça insanlara anlatıldığı, ya da ikisinin de günü gibi açık olduğunu anlatıyor. Bu kadar açık gerçeklerle yüzleşen insan aklıyla ve akla yardımcı olan unsurlarla –ki bunlar; akıl, fıtrat, enbiya, kevnî âyetler, kavlî âyetler (kitaplar)dır- ister inanır, ister inkâr eder. Bu noktada inkâr için de, inandırmak için de zorlama bir işe yaramaz.

Herkesin dini kendine. Herkes kendi amelinin hesabını verecek. Zorlama olsa olsa ancak kişi kendisine ve başkalarına zarar veriyorsa, zulmediyorsa, zulmüne ve kötülüğüne engel olmakta söz konusudur.

İnsanlar, hakk ile batıl arasında seçim yapma hakkına sahiptirler. Hatta günah işleme hürriyetine sahiptirler. Bunun sonucu temamen kendilerini ilgilendirir. 

Ancak, bazıları kendi halinde bir din seçmekle kalmazlar, bunu başkalarına zorla benimsetmek, insanlar üzerinde zorla hakimiyet kurmak isterler. Kimileri insanlara zulmederler, kötülükleri ve fesadı halkın arasında yaygınlaştırıp huzuru bozarlar.

İslâmın hedefi zorlama, baskı, haksızlık, sömürü, hakları ortadan kaldırma, işgal ve benzeri kötülükler değil; bunun aksine hayatı ve işleri kolaylaştırma, insanların mutlu olabileceği şartları hazırlamadır.

Ebu Musa el-Eş’arí (ra) den rivâyet edildiğine göre o şöyle dedi :

Rasûlüllah (sav) ashabından birini herhangi bir iş için gönderdiğinde, şöyle buyururdu:

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” (Müslim, Cihad/3, Hadis no: 1732)

Allah, müslümanlara, müşriklerin kendilerinden uzak durdukları, barış içerisinde yaşadıkları ve savaşmadıkları sürece, onlara saldırmak için bir yol vermemiştir. Hatta onlara iyi davranmayı, onlara adaletle muamele etmeyi emretmiştir.

“Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yahut sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak göğüsleri daralarak gelenler müstesnadır. Allah dileseydi elbette onları üzerinize saldırtır, sizinle savaşırlardı. Şayet onlar sizden uzak durup sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde kalmak isterlerse, artık Allah size onların aleyhine bir yol bırakmamıştır.”  (4 Nisa/90)

“İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen (inkârcılara) gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz; çünkü Allah adil davrananları sever.” (60 Mümtehıne/8)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi topyekûn iman ederlerdi. O halde insanları hep mü’min olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?” (10 Yunus/99)

 

Tarihte cihat nasıl uygulandı? (Yürek fethi)

Cihad ibadetinin hedeflerini kısaca sıralarsak, tarihte nasıl uygulandığını da anlatmış oluruz.

Yalnız unutmamak gerekir ki her devirde bütün müslümanların her zaman İslâma uygun hareket ettikleri söylenemez. İslâmın hedeflerinden sapanlar konumuz değildir.

İslâm ile müslümanların yaptıklarını birbirinden ayrı şeylerdir.

Cihad; bir anlamda  insanla, onun temiz ve ilâhí fıtratını kavuşturma ve buluşturma çabasıdır. Şeytan, nefis ve dış düşmanların zararlarını kendinden ve çevresinden uzaklaştırma gayretidir. İslâmın hedefi insanlara dünya ve ahiret saadetini sağlama ise, cihad ; bu mutluluğunu paylaşma çabası, bu mutluluğun, ya da ilâhí davetle yüreklerin arasına girmiş olan engelleri kaldırma faaliyetidir.

 

1-Yürekleri Fethetmek:

O halde cihadın konuluşu, hayatın devamını sağlayan tek yoldur. Mü’minler hayatlarını nasıl koruyacaklar? Bağımsızlık ve hakimiyetlerini nasıl savunacaklar? Ülkelerinde tehditten uzak, güvenlik içinde nasıl var olacaklar? Varlıklarıyla nasıl zengin ve mutlu olacaklar? Gelecekteki hür toplumların yapısını nasıl kurulacaklar?

Cihad bir ibadeti İslâmı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanların zülmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâmın aydınlığına bir davettir. İnsanlara o aydınlığı onlara ulaştırma faaliyetidir.  Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönülllerini  İslâma ve onun güzelliklerine açma çabası.

İslâm davetinin bir amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rabbleşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamaktır. “Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddi veya manevi engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmí odaklar tarafından tezgâhlanabilir.

Günümüzde insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü.

‘Cihad’ faaliyeti, saadetin ta kendisi olan İslâmla insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen Gerçekle ve bunun sonucu iki dünya mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini ilâhí güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar ‘cihad’ faaliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâmın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini

 kullanarak taşırlar.  Onlar İslâmın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da ‘Vahy-i Metluv-Okunan Vahiy’ olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar.” (M. İslamoğlu, Yürek Fethi,  s: 36-43)

Sehl b. Sa’d (ra) rivâyet ediyor. Rasulullah (sav) Hayber günü Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur:

“-Teenni ile hareket et. Ta ki onların sahalarına varınca onları İslâma davet et. Onlara Allah’ın onların üzerindeki hakkından haber ver. Allah’ın , senin vasıtanla bir kimseyi hidayete erdirmesi senin için kırmızı develere sahip olmaktan (veya sadaka olarak vermekten) daha hayırlıdır.” (6Buharí, Cihad/103, 4/57. Müslim, F. Sahabe/4, hadis no: 2406, 4/1872)

İslâma göre bütün amellerin değeri, onu yapanın niyetine bağlıdır. Kim hangi niyetle bir ameli işlerse, sonunda kavuşacağı odur. Bu anlamda Peygamber (sav) buyuruyor ki:

“Ameller niyete göredir. Her kişiye niyet ettiğ şey vardır. Kimin niyeti  Allah’a ve Rasûlüne hicret ise, onun hicreti Allah’a ve Rasûlüne olur. Kimin niyeti dünyalık ise ona isabet edecek odor. Bir kimsenin hedefi bir kadını nikâhlamak ise, onun hicreti de odur.” (Buharí, B. Vahy 1, 1/3) 

Bir amel Allah rızası için, ya da ihlaslı bir şekilde yapılmıyorsa İslâma göre onun bir değeri yoktur. Bir amel dışarıdan bakıldığı zaman düzgün, güzel ve şartlara uygun olabilir. Ama Allah rızası için yapılmamışsa,  Allah (cc) onu kabul etmez.   

 

2-İman Ortamı Hazırlamak:

Bütün çeşitleriyle cihad faaliyetinin bir hedefi de  insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak, ya da müslümanların imanlarını yaşayabilecekleri bir ortamı hazırlamaktır.

İmam-ı Serahsi şöyle diyor: “(Fiili) cihaddan maksat müslümanların emniyet içinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkanına kavuşmalarıdır.” (nak. U. Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, M. Çelik, s: 79)

Yüce Yaratıcı (cc) insanı kendine kulluk yapabilecek bir fıtratta yaratmıştır. Ancak bu kabiliyetin işletilmesi gerekiyor. Bir başka deyişle, insanın bu fıtratını tanıması ve onunla buluşması lazımdır. Şeytan ve onun iki ayaklı dostları, insanları bu temiz fıtrattan uzaklaştırmak için hiç boş durmazlar.

İslâmın genel hedefi, insanları Allah’ın dışında tanrı haline getirilen şeylere ibadetten, insanları kullara kulluktan kurtarmaktır. Ancak her devirde ve her yerde şeytanın dostları, tağutlar ve zalimler, buna engel olmaya kalkışmışlardır .

Peygamberlerin tebliği aslında insanları kendi fıtratlarına ve bununla birlikte saadete bir davettir. Onlar bu davet faaliyetini bir cihad ibadeti olarak uygulamaya koymuşlardır. 

 

3-Müstez’aflara Yardım:

         Özellikle fiilí cihadın bir hedefi de yeryüzünün neresinde olursa olsun, haksızlıklara uğramış, darda ve zorda kalmış veya tabii bir âfetten dolayı  zayıf kalmış müstez’aflara yardım etmektir.

Zulmedenlere veya onların haklarına tecavüz edenlere engel olmak, onları o zulüm ve baskılardan kurtarmaya çalışmak bir cihadtır. 

Nitekim Kur’an, bir kurtuluş çaresi olmayan, ellerini açarak ‘Yarabbi, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize tarafından bir sahip, bir yardımcı gönder’ diye dua eden; kadın, çocuk, yetim ve ihtiyar müstez’aflar uğruna çalışılmasını ve gerekirse fiilen savaşılmasını emrediyor. (4 Nisa/75)

 

4-Kur’an’ın Mesajını Duyurmak:

“Bir de dedi ki o küfredenler: ‘Şu Kur’an’ı dinlemeyin ve ona karşı yaygara koparın, belki ona karşı galip gelirsiniz.’” (41 Fussilet/26)

Kötülük odakları Kur’an’ın sesini ve davetini kısmak, ya da kitlelere ulaşmasını önlemek için her zaman büyük çaba harcamışlardır. Zira Kur’an’la tanışanların, Kur’an’la haşır-neşir olanların ondan etkilenmemesi mümkün değildir.

Kur’an’ı yasaklamaya, ya da değiştirmeye güç yetiremeyenler, onu hayattan koparmak, ya da etkisini azaltmak için başka yollara başvururlar.

Kur’an’ı hayattan koparmak iki şekilde olabilir:

Birincisi; müslümanların mümkün olduğu kadar onunla ilgisini kesmek. Bu, ya onun yaygın bir şekilde öğrenilmesini yasaklamak, sınırlamak, ya da okunmasını güçleştirmekle mümkün olur. 

İkincisi; Kur’an anlayışlarının değiştirilmesi ile mümkündür. Yani Kur’an’ı hayata yön veren bir kitap olmaktan çıkarıp hastalık, nazarlık, mezarlık, tılsım kitabı veya geçinme aracı haline getirmek böyledir. Ya da onu onun istediği gibi değil de, toluma yön verenlerin arzusuna göre yorumlamakla hayattan dışlanabilir.

Şimdilerde en çok yapılan budur. 

Cihad faaliyeti, Kur’an’ın mesajını insanlara ulaştırmaktır. Kur’an’ın davetini tekrar etmektir. Onun müjdelerini ve güzelliklerini halka haber vermektir.

Cihad, Kur’an’a bir davet, Kur’an’la ıslah, Kur’an’la dirilmeye bir çağrı, Kur’an’la kurtuluşun yollarını arama, Kur’an’la kötülüklere ve haksızlıklara karşı çıkma çabasıdır.

Öyleyse çağımızdaki Kur’an’ı anlamaya yönelik bütün faaliyetler, Kur’an’ı öğretme uğruna gösterilen bütün çabalar, Kur’an’ı duyurma yolundaki bütün çalışmalar, Kur’an’ı sağlıklı bir şekilde yorumlamaya yönelik bütün zihní gayretler birer cihadtır.

        

5-Barış, Güven ve Huzur Ortamı Sağlamak,

Yukarıda geçtiği gibi İslâmın bir adı selâmettir, yani barış ve emniyet. İslâm insanlar arasındaki anlaşmazlıkları, güvensizlikleri ve haksızlıkları barışa ve güvene çevirmek için gelmiştir.

İslâmın hakim olduğu beldelere bu nedenle ‘darü’s selâm’- selâm/barış/güven yurdu denildiği yukarıda geçti.

Bunun anlamı, İslamí ölçülerde yaşayanlar elleri ve dilleriyle kimseye zarar vermezler. Herkes herkesin hakkına riayet ederler. İnsanlar arasında kardeşlik, yönetimde adalet, toplumda saygı ve sevgi, insanlararasında başkalarını kendinden çok düşünme ahlâkı vardır.

İdeal İslâm toplumunda huzurun güvencesi insanların imanları ve takva bilinçleridir.

Yaptığı her fiilin, sözlediği her sözün günün birinde hesabını vereceğine inanan insanlardan meydana gelen toplumda fitne ve fesat, zulüm ve hak yeme az olur.  

Peygamber (sav), bir kimsenin ‘Hangi müslüman daha hayırlıdır?’ sorusuna;

-“Diğer müslümanların onun elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir” cevabını vermiştir. (Müslim, İman/14, Hadis no: 40, 1/65. Ebu Davud, Cihad/Hadis no: 2481, 3/4. İbni Mace, Fiten/2, Hadis no: 3934, 2/1298)

Bir başka sözünde ise şöyle buyuruyor:

 “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarını da zulmetmesine razı olmaz.” (Buharí, Mezalim/3)

Peygamber mü’minin tanımını yaparken de benzer özelliklere dikkat çekmektedir.

“Gerçek mü’min, diğer insanların onun elinden ve dilinden emin olduğu, kimseye zarar vermeyen, herkesin ve her şeyin hakkını veren, kendisine her konuda güven duyulan kimsedir.” (Müslim, İman/71-72, Hadis no: 24, 1/67)

Müslüman toplumda herkes birbirinden emindir. Herkesin mal, can, ırz,

namus ve değerleri kutsaldır. Bütün müslümanlar başkalarına ait bu değerlere bir imaní görev olarak saygı duymak, onları kendi değerleri gibi korumak zorundadırlar.

Cihad faaliyetinin hedefi bu güven ortamını sağlamak için çaba göstermektir. Ya da bu güven ortamını bozan şer odaklarla mücadele etmektir. 

 

6-Nefsi Arındırmak:

Nefsi arındırmanın anlamı, nefsin aşırı isteklerine sınır koyabilmektir. Ya da onu dünyalık zevklerinden peşinden kurtarıp ebedí mutluluk hedefine yöneltebilmektir. Onun Allah’ın ve Rasûlünün ölçülerine tam bir teslimiyetle uymasını sağlamaktır.

“Andolsun nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona bozukluğu ve korunmasını ilham edene. Onu temizleyen kurtulmuştur, onu kirletip gömen ise zarara uğramıştır.” (91 Şems/7-10)

“Doğrusu arınan ve Rabbinin ismini anıp namaz kılan kurtulmuştur. Fakat siz değersiz dünyayı tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret daha hayırlı ve daha süreklidir.” (87 A’la/14-17)

        

7-İlâhí Mükâfata Kavuşmak:      

Müslümanı ilahi azaptan kurtaracak en hayırlı amel imandan sonra Allah yolunda mal ve can ile cihad etmektir:

“Ey iman edenler, size öyle bir ticaret göstereyim mi ki sizleri acı bir azaptan kurtarır: Allah ve Rasûlüne iman edip, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bu sizin için çok hayırlıdır, eğer bilirseniz. Günahlarınızı mağfiret buyurur ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte bu büyük kurtuluş olur.” (61 Saff/10-12)

 

8-Düşmanlara Karşı Hazırlıklı Olmak:

Kur’an, gayr-i müslimlerin her zaman ve her yerde, müslümanların dinlerini bırakmadıkça onlardan hoşlanmayacakların haber veriyor:

 “Sen dinlerine (milletlerine) tabii olmadıkça, ne yahudiler, ne de hırıstiyanlar senden asla hoşnud olmazlar. ‘Her halde yol Allah’ın yoludur’ de. Şanım hakkı için sana vahiyle gelen bu kadar ilimden sonra -olmaz ya-, onların hevâlarına uyacak olursan, Allah’tan sana ne bir veli (dost), ne de bir yardımcı bulunur.” (2 Bekara/120)

Bunun anlamı şudur; onlar, müslümanların kendi kendilerine dinlerini bırakmalarını beklemezler. Bilakis bunu sağlamak için harekete geçerler. Günün imkanlarına göre ellerinden geleni yaparlar. Eğitim yoluyla, medyayı kullanarak, kültürel etkinliklerle, siyaset ve maddí imkanları devreye sokarak... ve benzeri yolları deneyerek müslümanları İslâmí hayattan koparmaya çalışırlar. Hatta Kur’an onların daha da ileri giderek, sıcak savaşa bile başvurabileceklerini söylüyor:

“... Onlar güçleri yeterse sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan bir zaman geri durmazlar. Sizden kim dininden döner ve kafir olarak can verirse, artık bütün amelleri dünya ve ahirette heder olmuştur ve artık onlar cehennemlik olmuşlardır, orada sonsuza kadar kalıcıdırlar.” (2 Bekara/217)

Son asırlarda İslâm âlemindeki misyoner faaliyetlerine bu açıdan bakmak gerekiyor. Müslüman beldeleri fiilen işgal edenlerin eğitim faaliyetinin pek çoğu bu amaca yönelik olmuştur. Müslüman milletlerin dillerinin, kültürlerinin, değerlerlerinin değiştirilmek istenmesinin asıl amacı budur. 

Günümüzde ekonomonin, siyasetin, medyanın ve uluslararası kuruluşların bütün imkanları kullanılarak gayri İslâmí hayat tarzı teşvik ediliyor, müslümanca yaşamak çağın dışı olmakla yaftalanabiliyor. 

Şeytan ve dostlarının bu faaliyetlerine karşı müslümanlar boş durmazlar. Onlar da günün meşru imkanlarını kullanarak yeni nesilleri bu tuzaklardan korumaya, onların fitnelerini önlemeye, onların ürettiği kötülükleri azaltmaya

çalışırlar.

Mü’minler bilirler ki bu çalışmalar bir cihad ibadetidir.

Kur’an bu gibi tehlikelere karşı tedbir almamızı şu genel ifadelerle emrediyor:

“Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve ribat atları (cihad malzemeleri) hazırlayın; onunla hem Allah’ın düşmanını korkutursunuz, hem sizin düşmanınızı, hem de onlardan başka diğerlerini ki onları siz bilmezsiniz, Allah bilir ve Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size temamen ödenir, hiç de ziyan etmezsiniz.” (8 Enfal/60)

Bu kuvvet hazırlamanın bir sınırı yoktur. Güç yettiği kadar, imkânlar elverdiği kadar hazırlıklı olmak... 

    

Günümüzde, özellikle Avrupa’da cihadı nasıl anlayabiliriz?

 

b-İslâm’da İnsanlararası İlişkinin Esası Barıştır:

İslâm, müslümanların birbiriyle ve diğer ümmetlerden insanlarla olan ilişkilerini düzenlerken  insanların bir ana-babadan dünyaya geldikleri ve eşit oldukları (49 Hucurât/13. 4 Nisa/1) gerçeğini esas almış, insanları hak ve sorumluluklarda eşitliğe çağırmıştır. Adalet  ise bu birliğin şiarıdır. (4 Nisa/135. 5 Maide/8)

İslâm,  yardımlaşma ortamının doğması ve toplumda faydalı işlerin artması için barışı; insan ilişkilerinin bir temeli olarak kabul etmiştir. Bu noktada tek istenen müşriklerin İslâm davetine engel olmamaları, müslümanlara sataşmamaları, fitne ve sorun yaratmamalarıdır. 

Gayri müslimlar barış durumunu korudukları sürece İslâm nazarında onlar ve müslümanlar insan olarak birbirlerinin kardeşleridir. Nimetlerden ortaklaşa

pay almak için karşılıklı yardımlaşırlar, herkes kendi dinine uygun olarak yaşar, herkes birbirine tahammül eder. Kimse diğerine zarar vermez, kimse bir başkasının hakkını çiğnemez.

« İslâm, kendisine düşman eli uzanmadıkça, insanlara çile çektirecek ve fitne yaratacak engellerle karşı karşıya kalmadıkça doğal durumu muhafaza eder. Ancak bu durumlarda İslâm, barışı korumak, adaleti tekrar ikame etmek için müslümanlara saldırıya karşı saldırıyla cevap verilmesine izin verir. Bu durumlarda bile yakıp yıkmayı, ekonomik kaynakları yok etmeyi, düşmanlık etmeyi haram kılmıştır. » (bak. 22 Hacc/39-40. 2 Bekara/190) (69)

Cihad, bir açıdan zulme, zalime ve haksızlıklara karşı mücadeledir. “İslâmda düşmanlık yoktur, illa zalime karşı vardır” prensibinden hareketle her türlü zulme karşı durmak cihad faaliyetidir.

Cihad, bir anlamda insan hakları mücadelesidir. Bu da harcama, yazı, görüntü, kurumlar kurma şeklinde olabilir.

 

 

7-İnsan Haklarını Savunmak,

Müslümanlar, kimden gelirse gelsin zulme karşı, kim olursa olsun mazlumun ve mağdurun yanında olmalılar.

Kendileri kimseye haksızlık etmedikleri gibi, her şartta ve her zeminde haksızlıklara karşı durmalılar.. Haksızlıkları önlemek, hakların sahiplerine ulaşması için mücadele vermeleri gerekir.

Onlar, insan hakları savunucusu olmak durmundadırlar. Onlar bilirler ki insanların doğuştan ve sonradan elde ettikleri temel hakları var. Bu temel haklar insan için kişilik, haysiyet, varlık sebebi ve hayat kaynağıdır. İnsan ile ona ait temel hakların arasında hiç bir engelin olmaması gerekir.

Yine müslüman bilir ki İslâm, insanların bu temel haklarını korumak için gelmiştir. İslâm zalimlere engel olmak, zulümleri önlemek için gönderilmiştir. İslâmın hayata hakim olması, hayatın güzelliklerle donanması, adaletin gerçekleşmesi ve insan haklarının yaşanır hale gelmesi demektir.

Hak yiyenlere, hakları ihlâl edenlere, ya da yanlış hak tarifi yapıp ta haksızlıkları kitlelere hak gibi tanıtanlara karşı uyanıktırlar. Bazı odakların, insanlara ait hakların çoğunu gasbettikten sonra, az bir hak vermelerini, başa kakıcı tarzda, büyük bir iyilikte bulunuyorlar gibi, iki yüzlü tavırlarına kanmazlar.

Herkesin en tabii şekilde hak ettiğini elde etmesini savunurlar. Bu da bir anlamda cihad faaliyetidir.

 

Ahlâki Örneklik,

Müslümanlar, aynı zamanda ahlâk ve davranış yönünden insanlar için örnek olacak kadar iyidir.

Onlar, insanlara hakkı anlatırken, hakkın canlı şahidi olur.

Onlar, insanlara İslâmın güzelliklerini sunarken, onları canlı olarak yaşar ve gösterir.

Onlar, haksızlıklara karşı çıkarken o hayatının her anında âdildir. 

Mücahid öncelikle nefsiyle ve şeytanla cihad edendir.

Öyleyse o, nefsinin aşırı arzularının peşinde giden biri değil, aksine, İslâmın güzelliklerini ahlâk olarak kuşanan bir kişidir. 

Avrupa şartlarında cihad, bu alanlarda olur.

Malzememiz Kur’an’dır, örnek insanın hayatıdır, İslamî ve insanî değerlerdir, ahlâk ve fazilettir.