Kur'an'ı anlamada Kur'an kavramlarını rolü ve önemi hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

24 Mart 2013

MEKAN-Amsterdam

 

  • Giriş

Kavramlar, düşüncemizin ve dünya görüşümüzün kalıba dökülmüş ifadeleridir.

Dilin ifadeye dökülüşü, kelimelerin ilimde, sanatta, kültürde, edebiyatta ve inanç dünyasında yeniden canlanışıdır kavramlar.

Kavramların üzerinde ortak anlayışa ulaşmak, kişiler ve toplumlar arasındaki barışı çoğaltır, zenginleştirir. Onlar üzerindeki anlaşmazlıklar ise kuşaklar ve sınıflar arasındaki mesafeyi artırır, onların ait olduğu alanı, onların ifade ettiği bilgi veya anlamı kaybetmeye yol açar.

Zira kavramların rolü, ilgili olduğu sahadaki anlamı muhatabına doğruya en yakın ulaştırmaktır.  

Kavram kargaşası ilimde, kültürde, sosyal hayatta ve siyasi arenada sağlıklı bir şey değildir. Birisinin ak dediğine diğerinin kara demesi, birisinin şöyle anladığı bir kavramı başkasının yüzseksen derece ters anlaması sağlıklı farklılık olmasa gerekir.

Bu kavram cehâleti Kur’an’ı/İslâmı tanımada, onu anlamada ve onu hayata taşıma çabalarında olursa, sıkıntının boyutları daha da büyük olur. Zira hayat rehberi olarak indirilen Kur’an’ı yanlış anlamak hidayetten sapmayı beraberinde getirir.

Kur’an’ı anlamak hayatı anlamak, Allah’ı anlamak ve anlamı bulmaktır. Bu da Kur’an kelimelerini/ifadelerini onun işareti doğrultusunda idrak etmekten geçer.

  • Terim ve Kavram

İnsanlar kelimelerle anlaşırlar. Kelime ise, duyulan, algılanan, düşünülen  ve etkilenilen şeydir. Bu etki sözle veya duyularla olur, kişilere olumlu veya olumsuz anlamda tesir eder.  

Bütün dillerde kavramlar (mefhumlar), kalıplaşmış sözler, deyimler, darbımesel haline gelmiş ifadeler vardır. Bütün bunlar bilgileri, tecrübeleri, kültürleri, anlayışları, zevkleri, hatta inançları ve dünya görüşlerini ifade ederler ve başkalarına aktarırlar.   

Bir toplumda çoğunluğun  bir kelimenin özel bir anlamı üzerinde söz birliği etmeleri veya söz konusu olan şey üzerindeki ortak görüş, kavramları veya terimleri meydana getirir.

 İslâm dünyasında bütün ilim dallarında kullanılan özel kelimelere  ‘ıstılah’ denmiştir. (Günümüzde ‘ıstılah’ yerine ‘terim’ kelimesi kullanılmaktadır.)

‘Istılah/terim’, bir kelimeye yüklenen mana üzerindeki konsensüs sağlanması, anlam üzerindeki anlaşmazlığın azalmasıdır.

Kavram; bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, duyularla gözlenen veya gözlenmeyen şeyler hakkında zihnimizde oluşan soyut ve genel fikirlere denir. (Türkçe Sözlük, TDK 2/817. S. Bilimler Ansiklopedisi, 2/360)

Başka bir ifadeyle kavram; bir şey hakkında sahib olunan genel düşüncedir. Felsefe dilinde kavram; nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarımdır.

Kavram, zihinsel bir işlemdir. O fikir ve düşünceden farklıdır. Bir nesne hakkındaki fikir değildir. Belki o nesne hakkında zihinde meydana gelen bir algılama, bir kavrayıştır. Ya da bir fikrin, bir nesnenin/objenin zihindeki algılanış biçimidir. Zihnin bir şey hakkındaki tasarımıdır.

Terim ise; bir bilim, bir sanat dalıyla veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir anlamı olan söz demektir. (Türkçe Sözlük, 2/1458) Bir başka deyişle terim, bir türe ait ortaklaşa niteliklerin bir isim altında toplanmasıdır. 

Bu bağlamda terim ıstılah’ın, kavram da mefhûm’un karşılığıdır.

Terim ve kavram sözcükleri arasında anlam benzerliği olmakla beraber, ikisi de farklı şeyleri ifade ederler. Birbirlerinin yerine kullanıldıkları da olur.

Kavram, bir şeyin zihindeki tasavvuruna,

terim ise dışardaki somut karşılığına, soyutun somutlaşmasına denir.

Objenin zihindeki karşılığına işaret ediyorsa kavram,

yazıdaki veya dışarıdaki şeye işaret ediyorsa terimdir.

Kavramlar, bir şeyin zihindeki soyut tasarımı oldukları için mutlak bir tanım vermezler. İngilizce’de concept, kavramla; conception (oluş bildiren bir kelime olarak) terimle ilgili olarak kullanılmaktadır.

Kavramlar, nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve onları ortak bir ad altında toplayan tasarım olsa da; bu tasarım geneldir ve soyuttur. Terim gibi kesinlik arzetmez, insanlara ve inançlara göre değişik anlaşılmaları mümkündür.

Kavramlarda asıl olan, onların genel tasarım olmasıdır. Onun için kavramların her zaman, herkese göre mutlak bir şekilde aynı olması, aynı şekilde algılanması  beklenemez.

Kavram sözcüğü terime göre daha yaygın bir kullanım alanına sahiptir.

  • Kur’an Kavramları

Kur’an her kesime, her kültüre, her zaman dilimine, her seviyeden insana hitap ettiğine göre, seçtiği kelimeler ve onlara yüklediği anlam onun mesajını taşıyıcı özellikte olması gerekiyordu.

Kur’an bu metodla mesajını muhatabının idrak seviyesine indiriyor, anlamasını sağlıyor. Onun kelimeleri tıpkı terimlerdeki anlam gibi tekdüze ve statik olsaydı, onu belli bir kesim anlar, diğerlerine yabancı kalırdı.   

Kaldı ki Kur’an’ın konuları herhangi bir bilim disiplini değil, vahyin maksatlardır. Bu açıdan onun kavramlarının matematiksel ve somut anlamları olmaz. Her bir Kur’an kavramı kendi alanı içerisinde yatay ve dikey, ama belli bir anlam alanına sahiptir. Muhatap bu alan içerisinde kavramın ifade etmek istediğini kendi anlayışı ve kapasitesi ile anlamaya, idrak etmeye çalışır.

Kur’an bir kelimeyi kendi amacı doğrultusunda, kendine ait bir anlayışı ve mesajı insanlara bildirmek üzere kullanır. Ancak bu kullanım matematikteki ‘çarpma-bölme’ terimleri gibi mutlak anlamda olmadığı gibi, her manaya gelecek şekilde dağınık da değildir.

Kur’an, Arapça olarak inzâl edilmiştir. Dolaysıyla Kur’an, maksadını Arapça’dan aldığı kelimelerle ortaya koymakta, mesajını bu dildeki pek çok kelimeyi kavramlaştırarak açıklamaktadır.

Dil, en önemli iletişim ve anlaşma aracı olduğuna göre, anlaşılsın diye gönderilen, insanla Allah (cc) arasındaki en önemli haberleşme olan Kur’an’ın da, insanların kendi aralarında anlaşabildikleri bir dili kullanması doğaldır, hatta gereklidir de. Şayet ilahi mesaj tek tek her insanın bünyesine indirilmiş olsaydı, herhalde dil gibi bir iletişim aracı olmazdı.

Allah (cc), kullarına vahyi inzâl etmek (indirmek) için dillerin içerisinden Arapça’yı seçti. Bu tercih; herhangi bir dilin kutsal olmasından değil, Arapça’nın yapısı itibariyle Kur’an’ın maksadını en iyi ifade eden, zengin anlamlara sahip, söz sanatı açısından üstün özellikleri olmasındandır.

Üstelik vahyin son Peygamberi Hz. Muhammd (sav) de Arapça konuşuyordu. Allah (cc) her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdi ki öncelikle kendi çevresindekiler Allah’ın ne indirdiğini anşlasılar.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {4} (İbrahim 14/4)

 Bu bağlamda son Vahiy Hz. Muhammed’e gelince Arapça İslâmın dili haline geldi diyebiliriz. Muhammed Hamidullah Arapça için ana dilimizdir diyordu.

Kur’an, İslâmdan önceki Arapça kelimeleri kullandı. O kelimeleri normal günlük lisanda veya sözlük manasıyla kullandığı gibi onlara yeni anlamlar kattı. Onları mana yönünden genişletti ve zenginleştirdi. Bir çoğunu da terim veya kavram haline getirdi.

Buna kelimeleri müslümanlaştırdı diyebiliriz.

Ancak Kur’an’ın kavramları kendi kök anlamlarından kopuk değildir. Kur’an’ın metodu, Arapça bir kelimenin sözlük anlamının içini tamamen boşaltıp, onun içini yepyeni anlamlarla doldurmak şeklinde değildir.  

Arapça kelimelerin çoğunda anlam zenginliği vardır. Bir ifadeyi karşılamak için çok sayıda kelime kullanıldığı gibi, bir kelime içerisinde bazen birden fazla anlam bulunmaktadır.

Buna tefsir iliminde ‘vucûh ve’n-nezâir’ denir. Kur’an,  bu anlam zenginliğini daha da yoğunlaştırmış, onlara Vahy’in mesajını titizlikle taşıma görevi vermiştir.

İslâma muhatap olanlar, Kur’an’ın ve onun çevresinde oluşan ilimleri, İslâmî inancını, dünya görüşünü, anlayışını, ne denilmek istendiğini, ilahî daveti, Hak ve batılı, Vahyin maksat ve çağrısını, ğayb âlemiyle ilgili gereken bilgileri, varlıkla ilgili gerçekleri ve daha bir çok şeyi işte bu mana yönünden özel hale getirilmiş kavramlardan öğrenebilirler.

Kuşkusuz kavramlar üzerinde, terimlerde olduğu gibi söz ve anlama birliği sağlamak zordur. Bir kavramın ifade ettiği anlamları bazıları farklı algılayabilirler. Kavram bir kaç manaya gelebilir. Kelime mecazi anlamda, kinayeli olarah, benzetme amaçlı, deyimsel ifade, yöresel ifade, teşbih veya misal olarak, ilahi üslup (huruf-u mukattaa gibi), fahvel-hıtap tarzında gelebilir.

Özellikle müteşabih ayetlerde bu durumu daha çok görüyoruz.

Bundan dolayı bir Kur’an kelimesinin bunlardan hangisinin kastettiği mutlak olarak bilinemez. O kavramı anlamak isteyen, mevcut karinelerden hareket ederek konuya uygun anlamlardan birini tercih edebilir.

Ancak bu, herkesin, Kur’an’ın kavramlarını dilediği gibi anlayabileceği, onlara kendi kafasına göre bir mana verebileceği, işine geldiği gibi kullanabileceği anlamına gelmez. Çünkü onların Kur’an bütünlüğü içerisinde ve vahyin genel kapsamı içerisinde bir manası ve bir yeri vardır.

Kur’an kavramlarını anlama konusunda hem Arap şiirinin, hem halk kültürünün  önemli bir yeri var. Şairler o kelimeyi hangi anlamda kullanmışlar? Zira o dönemde dili en bilen ve kullanan onlardı. Ya da Mekke ve Medine dışındaki Araplar herhengi bir Kur’an kelimesini hangi anlamda, hangi pozisyonla ile kullanılıyorlardı.

Mesela takva konusunda şöyle bir örnek anlatılıyor: Ebu Hureyre’ye (ra)  birisi ‘takva nedir’ diye sormuş, o da şu cevabı vermiş: ‘Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü?’ O da ‘evet’ demiş. Peki o zaman ne yaptın? diye tekrar sormuş.  Soruyu soran; ‘Dikenlerden sakındım, onlara karşı onlara karşı korundum, ya da zarar vermesinler diye kısalttım.’ Ebu Hureyre  o zaman dedi ki; ‘İşte takva budur.’ (nak. A. Ferid, Takva, s:16. H. El-Bennâ, bu soruyu Hz. Ömer’in bir bedeviye (bak. Tefsir İlmi ve Fatiha Tefsiri, s: 71), S. Kutub ise Hz. Ömer’in bu soruyu Übey b. Kâab’a sorduğunu ve aynı cevabı aldığını anlatıyorlar. ( fi-Zılâli’l Kur’an, 1/39)

Fıtrah kavramını açıklamak konusunda şu örnek ddikkatimizi çekiyor:

Abdullah b. Abbas diyor ki: “Ben ‘Fâtıru’s-semâvâti ve’l-arz/Gökleri ve yeri Yaratan’dır’ ifadesini iki arabı bir kuyu hakkında tartışırken görünceye kadar tam anlayamıyordum. Biri diğerine şöyle diyordu:

“Onu ben yardım (fatartühu- فطرته). Yani onu kazmaya önce ben başladım.” (Taberî, Tefsir 5/158. Suyutî, ed-Durru’l-Mensûr, 3/7. Nakleden: el-Karnî, 2003:26)

Araplar devenin azı dişinin deriyi yarıp dışarı çıkmasını, ya da parmağın yarılıp içinden kan akmasını ‘fatara- فطر’ ile anlatırlar. Bir bitki toprağı yarıp çıktığı zaman buna ‘fatr- فطر /yarılma, ortaya çıkma’ derler (el-Karnî, 2003: 25).

 

  • Kur’an kavramları tercüme edilebilir mi?

İslâmın kelimeleri ancak kendi bütünlüğü içerisinde ve kendi ifadeleri ile anlatılabilir veya anlaşılabilir.

İslâmî terimler ve kavramlar hiç bir dile olduğu gibi, asıl anlamını koruyarak, o anlam zenginliği ile bire bir aktarılamaz, çevrilemez. Bunlar Arapça dışındaki bir dilde belki tefsir ve izah edilebilir.

Fakat onların ifade ettiği manayı başka dillerdeki kelimeler yeterince yansıtamazlar.

Bunun için İslâmî kavramları ve terimleri anlamaya çalışmalı ve ısrarlı bir şekilde olduğu gibi kullanmalı.

Bir başka dilde onların ifade ettiği manaları karşılayacak kelime yoktur.

Söz gelimi, ‘mü’min’ kavramı yerine ‘inanan’ denilmektedir. Halbuki ‘inanan’ kelimesi ‘mü’min’ kavramının geniş anlamlarından yalnızca bir tanesidir.

‘Veli’ kavramı ‘dost ve yardımcı’ olarak çevrilmeye çalışılmaktadır. Halbuki ‘dost ve yardımcı’ sözcükleri ‘veli’ kavramının yalnızca bir manasına işaret edebilmektedir.

İslâmî kavramlar başka dile, olduğu gibi değil de bire bir başka kelimelerle aktarılırsa, onların ifade ettiği anlam zenginliği kaybolacağı gibi, budar kapsamlı kelimeler bizatihi İslâmî meseleleri yeterince anlamaya da engel haline gelir.

Bunun yanında herkes o meseleyi kendi anlayışı doğrultusunda anlamaya başlar. Bugün bu sıkıntıyı toplum olarak hep beraber yaşamaktayız.

 

  • Kur’an anlamada kavramların rolü
  • Kavramlar lafzî manaya işaret ederler.

Kur’an, kavramlaştırdığı bazı kelimeleri kök, yani lafzî anlamlarıyla kullanıyor. Şu örneklerde olduğu gibi: Arş sözlükte taht demektir. Kur’an onu bu anlamda kullanıyor.

إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ {23} (Neml, 27/23).

İbadetin sözlük anlamı karşı gelmeksizin itaat etmek, boyun eğmek, emrine girmek demektir. Kur’an şeytana ibadet etmeyin derken onu lafzî anlamında kullanıyor.

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ {60} (Yasîn, 36/60.

يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيّاً {44} Meryem, 19/44)

Âyet, sözlükte iz, belirti, nişan, eser, alâmet anlamlarına gelir. Kur’an bunu pek çok yerde sözlük anlamıyla kullanıyor.

وَقَالَ لَهُمْ نِبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَن يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِّمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلآئِكَةُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ {248} (Bekara 2/248. Âli İmran 3/41. Meryem 19/10)

Cennet, bahçe demektir. Kur’an bu kelimeyi dünyadaki herhangi bir bahçe anlamında kullanıyor.

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَتَثْبِيتاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَإِن لَّمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ {265} أَيَوَدُّ أَحَدُكُمْ أَن تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاء فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ {266} (Bekara 2/265, 266) (Kehf 18/32, 33)

  • Mefhuma işaret ederler.

Şüphesiz ki her bir Kur’an kavramı özellikle bir mefhuma, yani anlaşılması istenen bir manaya işaret eder. Muhataplara; bu mefhum şöyle anlaşılması gerekir şeklinde bir mesaj verilir. Mesajın içerisine de Kur’an’ın demek istediği anlam, davet edilmek istenen şey, haberin doğrusu, hükmün hak olanı, doğrunun ta kendisi yerleştirilir.

Mesela, insanlar öteden beri ilâha ve ilâhlara iman ederler. O ilâhların önünde kulluk yaparlar. Böylece ilâh hakkında pek çok yanlışa düşerler. Kur’an ilâh kavramına müşriklerin verdiği yanlış manaya işaret ettikten sonra Allah’ın zatında ilâh olgusunu ortaya koyar.

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ {62} أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ {63}‏ أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {64} قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ {65} (Neml 27/62, 63, 64. Bak: Mü’minûn 23/117. En’am 6/14. Tevbe 9/12. Hac 22/73)

 

  • Mahsusa işaret ederler.

Kavramların bir kısmı olayı, anlamı ve haberi insanın mahsus denilen his dünyasına taşırlar. Böylece kavramın ifade ettiği veya tarif ettiği şey insan zihninde canlanır. İnsan onu belki hayalen düşünür ama sonuçta kendi his dünyasına yansıdığı kadar anlar.

Kavramlar olayı, mesajı veya haberi  makûl alandan önce mahsus alanda gündeme getirir, öncelikle burada algılanmasını sağlarlar. Cennet ve cennetteki nimetler, cehennem ve cehennem azabı, kıyamet ve mahşerle ilgili haberler, farklı şekillerde ve konularda verilen örnekler bunun gibidir.

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ {133} (Âli İmran 3/133)

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ {17} (Bekara 2/17. Bak: A’raf 7/43. Ra’d 13/35. Muhammed 48/15. Bekara 2/171, 261, 264. Âli İmran 3/117. Kehf 18/45. İsra 17/97. Tâhâ 20/74)

 

  • Tecrübeye/geleneğe işaret ederler.

Kur’an, İslâm öncesi cahiliyye araplarının öteden beri atalarından aldıkları inançlarına, ibadet ve ahlaklarına, inançlarından kaynaklanan tutumlarına yani onların tarihsel tecrüblerine kavramlarla işaret ediyor.

قَالُواْ أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ {70} (A’raf 7/70. Bak. Yunus 10/18. Hûd 13/109. Enfal 8/35)

Bunda asıl amacın kavramın doğru anlaşılmasını sağlamak olduğu unutulmamalı.

Yine bazı peygamberlerin kavimleriyle yaşadıkları acı tecrübeler bazı kavramlarla haber veriliyor. Yanlışlarıyla veya doğrularıyla insanların sahip olduğu tarih, yaşadıkları tecrübeler sonradan gelenler için ders ve ibret kaynağıdır.

Bazı Kur’an kavramları bu tecrübeye işaret ederler.

إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ {33} (Mâide 5/33. Bak: Tevbe 9/26. Casiye 45/14)

 

  • Önemine işaret ederler.

Kavramlar bazen söz konusu ettikleri şeyin, haberin veya mesajın son derece önemli olduğuna da işaret ederler. Ahiret günü için kullanılan pek çok isim buna örnektir. (Kâf 50/42. Rûm, 30/56. Şûra, 42/7. Kâf 50/34. Necm, 53/57. Mü’min 40/39)

Ahiretin, ‘yevmü’l kıyame-Kıyamet günü’, ‘yevmü’l hesap-hesap günü’ gibi bilinen adlarını yanında bazı isimleri de şunlardır:

‘Yevmü’l hurûc’, çıkış günü (50/Kâf, 42),

‘Yevmü’l ba’as’, diriliş günü (30/Rûm, 56),

‘Yevmü’l cem’’, toplanma, bir araya gelme günü (42/Şûra, 7),

‘Yevmü’l huld’, sonsuza dek sürecek gün (50/Kâf, 34),

‘Yevmü’l azife’, yaklaşan gün (53/Necm, 57. 40/Mü’min, 39),

‘Yevmü’l karar’, devamlı yerleşme günü (40/Mü’mün, 39),

‘Yevmü’l fasl’, kesin karar günü (77/Mürselat, 13-14. 44/Dûhan, 40),

‘Yevmü’l hasre’, pişmanlık günü (19/Meryem, 39),

‘Yevmü’l ma’lûm’, bilinen gün (85/Burûc, 2),

‘Yevmü’t teğâbûn’, aldanma günü (64/Teğâbûn, 9),

‘es-Sa’a’, saat, an (42/Şûra, 7),

‘el-Hâkka’, gerçek olan (69/Hâkka, 1-3),

‘el-Karia’, büyük olay (69/Hâkka, 4. 101/Karia, 1-3) ve diğerleri.

Mesela, kibriya (büyüklük) Allah'ın hakkı olduğu halde kulların büyüklük taslaması hata üstüne hatadır.

وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {37}‏ (Casiye 45/37)

Kıyamet ve bunu haber veren ölüm olayı dehşet verici, ürkütücü ve uyarıcıdır. Kur'an'da kıyametten sık sık bahsedilmesi hem olayın büyüklüğüne işarettir hem de bir uyarıdır.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ {1} (Hac 22/1. Nebe' 78/2)

Cehennem’e en-Nâr denmesi onun dehşetini, ürpertici ve kuşatıcı bir ceza yeri,  dünyada pervasızca suç işleyenleri bekleyici oluşunu anlatmak içindir.

لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ {72} (Maide 5/72. Bak: Bekara 2/24, 80, 126. Âli İmran 3/24, 191 gibi)    

            Allah’ın (cc) rahmeti ve merhameti kendisine tahsis etmesi, rahmetinin sonsuz oluşu, bu rahmetin varlık üzerinde tecelli edişi er-Rahman ve er-Rahîm kavramlarıyla ifade edilir.

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ {105} (Bekara 2/105. Bak: İsra 17/110. Enbiya 21/112. Mülk 57/3. Nebe’ 78/37. En’am 6/12, 54. Tevbe 9/21 104. Bekara 2/37, 160. Yunus 10/107)

            Önemli olduğuna işaret edilen kavramları pek çoğunun belirlilik takısı (lâm-u ta’rif) ile gelmesi ayrıca dikkat çekmektedir.

 

  • Hükme işaret ederler.

Kavramların bir kısmı Kur’an’ın bütünlüğü içerinde bir hükmü ortaya koyarlar. Muhatap kavramı duyduğu zaman hükmü de duymuş olur. Böylece o kavramla birlikte iletilen ilâhî kararı, vahyîn belirlediği sınırı  öğrenmiş olur.

Kur’an bir şeye helâl, bir başka şeye haram diyorsa bu o şey için bir sıfat olmakla birlikte aynı zamanda bir ilâhi hükümdür.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ {1} (Maide 5/1. Bak:  Bekara 2/168, 187. Nisa 4/4. Maide 5/5. Yunus 10/59. A’raf 7/33. Nahl 16/115. Nisa 4/23)

Hayır ve şer, hak ve bâtıl, fayda ve zarar, infak ve cimrilik, ma’ruf ve münker, temiz ve pis, helâl ve haram, tayyip ve habîs gibi kavramlar da böyledir.

Allah (cc) bir şeye temiz diyorsa, bu o şeyin yenilebilir veya kullanılabilir olduğuna dair bir hükümdür.  

قُل لاَّ يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ فَاتَّقُواْ اللّهَ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {100} (Maide 5/100. Bak: Bekara 2/267. Nisa 4/2, 160. A’raf 7/32. Yunus 10/93)

Bir şey ‘hayr’ diye niteleniyorsa bu onun faydalı, mübah ve dinen hoş olduğuna delâlet eder. Bir şey ‘şer’ diye niteleniyorsa bu onun zararlı, günah getirici veya yasak olduğuna ait bir hükümdür.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئاً وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئاً وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ {216} (Bekara 2/216. Bak: Âli İmran 3/104. Tevbe 9/88. İsra 17/11. Nûr 24/11. Enbiya 21/88. Kasas 28/68)

 

  • Maksada işaret ederler.

Kur’an’ın her bir âyetinin, her bir cümlesinin, her bir kavramının bir maksadı vardır. Muhatabına söylemek istediği bir bir şey, söylediklerinin  bir amacı vardır. Kur’an rastgele söylenmiş bir söz değildir.

إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ {13} وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ {14} (Târık 86/13-14)

Kur’an’da lafız-mana-maksat dengesi vardır. Onun mesajı, hükümleri ve hedefleri bu bu dengenin kurulması ile anlaşılır.

Kavramların bir kısmı “işte anlayın, ya da yanlış anlamayın, asıl kasdedilmek istenen budur” tarzında gelmiştir. Bu da maksada işarettir.

وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فِيهِ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ {47} (Maide 5/47)

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ {120} (Bekara 2/120. Bak: Âli İmran 3/73, 82. En’am 6/71. Tevbe 9/67. Hucurât 49/15. Mü’minûn 23/1. Ahzâb 33/36. Nahl 16/97. Nisa 4/69, 151. Enfal 8/2, 4. Hac 22/35)

 

  • Hedefe işaret ederler.

Kur’an kavramlarının bir anlamı, bir maksadı olduğu gibi bir de hedefi vardır. Biz buna onların pratiği diyebiliriz. Bu pratik anlama ve maksada uygun olarak gerçekleştirlmesi istenen hadeftir. Kur’an’a inanan kimselerden istenen uygun pratiklerdir. Kur’an’ın hayata aktarılış biçimidir. “O’nun ahlâkı Kur’an’dı” şehâdetinin Peygamber hayatındaki uygulamasıdır.

Hedefi maksattan ayrı tutuyoruz. Hedef varılmak istenen nihai amaçtır. Varış noktası, belki de maksadın somut hale gelmesi, gerçekleşmesidir.

Kur’an’ın vahiy olarak bir hedefi olduğu gibi, bazı kavramlarının daha somut, daha belirgin, daha hayata dönük hedefleri vardır.

Kavramları anlayan, kavrayan ve iman eden mü’min; onların işaret ettiği hedefi gerçekleştirmek üzere harekete geçer. Onları kendi hayatında ete ve kemiğe büründürür. Kavramlara Vahiy şuuruyla adetâ can verir, insanlar arasında onları canlı tablolar yapar.

Bu da en önemli Kur’anî davettir.

Kur’anî kavramların bir çoğunun mü’minlerin hayatlarında birebir karşılığı olmalıdır. Ya da o kavramın asıl hedefi, onu somut hale getirmek, yaşanır kılmaktır.    

Kur’an kavramları sadece imanı, zihniyeti, bakış açısını düzelten soyut ölçüler, iman ilkeleri veya vahyin çizdiği görünmez sınırlar değil, bir kısmı bizzat hayattır, pratiktir, görünebilen veya uygulanabilen ilkelerdir.

  • Sonuç

Kur’an kavramlarını Kur’an ve sünnet bağlamında, maksada en uygun

şekilde anlama çabası aslında Kur’an’ı anlama çabasıdır. Anlaşılsın ve hayat olsun diye indirilen Kur’an’ı korumak, terkedilmiş bir kitap haline getirmemek de bu olsa gerektir.