İnfak (Allah yoluna harcama) hakkında bir konuşma

Hüseyin K. Ece

8 Nisan 2012

Kaatsheuvel

 

-Giriş

Maliku’l-mülk olan, mülkünde hayatımızı devam ettirebilmemiz için bize ikramda bulunan, bu ikramda bulunduğu şeylerden başkalarına bağışta bulunma şuuru veren, mülk üzerinde ne yapacağımızı bize öğreten âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.

Her konuda olduğu gibi ikram etme ve infakta bulunmada da insanlığın örneği, takvası, daveti, misyonu ve ahlâkı ile insanlığa en güzel ikramda bulunan ekrem ve muhterem olan Hz. Muhammed’e salat ve selâm olsun.

Tarih boyunca el-Kerim olan Allah’ın lütfuyla elindeki imkanları başkasıyla bölüşebilen, Allah yolunda yaptığı harcamalarla Vahy’i destekleyen, Allah’ın kullarına farklı şekillerde infak eden ve ikramda bulunan kerim insanlara selâm olsun.

Yunus Emre şöyle diyor:

“Mal sahibi mülk sahibi.

Hani bunun ilk sahibi.

Mal da yalan mülk de yalan.

Var biraz da sen oyalan”

Soru şu: İnsan bir seye sahip midir?

Bugünkü kanunlara göre üzerine tapulu olan şeyler gerçekte onun mudur?

Mü’min mala servete dünyalığa nasıl bakmalıdır?

İnfak nedir ve müslümanların hayatında nasıl bir yeri vardır?

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Bir koyun kesmişlerdi. (belli ki koyunun bir kısmı dağıtılmıştı). Nebi (sav), ne kadar kaldığını sordu. Hz. Aişe, “Bir kolundan başka bir şey kalmadı” dedi. Allah’ın Rasûlü, “Demek ki, kolundan başka hepsi kalmış.” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme/33)

İşte insanların mülkiyet konusundaki anlayışlarını altüst edecek bir örnek.

Sahip olduğu şeyleri kendisinin zanneden insana “dur bakalım, gerçek senin zannettiğin gibi değildir” diyen bir nebevî ölçü. 

Kapitalist ve materyalist kafa yapısına sahip birisi için şok edici bir tavır. Zira o mantığa göre verilen gitmiştir. Ondan 5 çıkarsa geriye beş kalır hesabı. Bir ekmeğin yarısını verince yarısı kalır anlayışı.

Ama Peygamber olaya hesap açısından, maddi görüntü açısından değil, değer açısından ve Allah katındaki bereket açısından bakıyor.

Demek ki, aslında sahip olunan şey verebildiğimizdir.

Peygamberimiz'in(s.a.v.) Tekâsür Sûresi'ni okurken,bu mevzuya işaretle söyle dediğini görmekteyiz: "Ademoğlu 'malım malım' der. Halbuki ey Ademoğlu! Senin malından (sana kalan sadece) yeyip bitirdiğin, giyinip eskittiğin ve sadaka olarak verip bıraktığından başkası değildir." (Müslim Zühd/31)

Şu fani âlemde sermaye olarak kullanılan malın, baki âleme ait bir sermaye haline getirilmesi mümkündür ve bunun yolu da malı Allah yolunda infaktır. 

Allah’ın Resûlü'nün (sav) dediğine göre her gün yeryüzüne iki melek inmektedir.  Onlardan biri hayır duada bulunup infakta bulunanların mallarını artırmasını talep ederken, diğeri de cimrilik yapıp kısanların mallarının telef olmasını istemektedirler. (Buhârî, Zekât/37. Müsned, 6/306, 347)

Buradaki telefin aç gözlülük ve bereketsizlik olduğunu anlayabilirsiniz.

Medine’de kıtlık olduğu bir sırada Hz. Osman, Şam’dan 100 deve yükü buğ­day getirtmişti. Sahabelerden tüccar olanlar onu satın almak için yanına koştular. Ancak o: “Siz­den daha iyi alıcım var. Sizden daha fazla kâr veren var.” dedi. Tüccarlar fıyatı artırdıysa da Hz. Osman buğdayları onlara satmadı ve her seferinde “Sizden daha fazla kar veren var” dedi. Sahabiler bunu Hz. Ebû Bekir’e bildirip üzüldüklerini ifade ettiler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ı herkesten iyi tanıdığı için onlara şöyle dedi:

“O, Re­sû­lul­lah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır. Cennette de onun arkada­şıdır. Siz onun sözünü yanlış anlamışsınızdır. Buyurun, beraber gidelim ve du­rumu kendisinden öğrenelim.”

Hz. Osman’ın yanına vardıklarında Hz. Ebû Bekir:

“Ey Osman, sahabiler sözlerine üzülmüşler. Ne dersin? Meselenin aslı nedir?”

Hz. Osman şöyle cevap verdi:

“Ey Re­sû­lul­lah’ın halifesi! Onlardan daha iyi alıcı olan biri, 1’e 700 veriyor. Biz de buğdayı 1’e 700 verene sattık.”

Hz. Osman bu sözleriyle, kervandaki malını Allah yolunda sadaka olarak verdiğini ifade ediyordu.

Nitekim az sonra 100 deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakir sahabilere karşılık­sız olarak dağıtıverdi. Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi ve Hz. Os­man’ı alnından öptü.

 

-İnfak nedir

مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ {261}

“ALLAH yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tohumuna benzer: Allah dilediğine kat kat verir; ve Allah her şeyi kuşatan, her şeyi bilendir.” (Bekara 2/261)

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَتَثْبِيتاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَإِن لَّمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ {265}

“Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Bekara 2/265)

Kur’an’da ‘infak’, yetmişe yakın âyette ise genel anlamda ‘harcama yapma’ manasında kullanılıyor. Gerek hayra, gerek şerre harcamak olsun. Mesela: mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcamak (Nisa 4/38);

insanları Allah yolundan çevirmek için mallarını harcamak (Enfal 8/36) gibi…

İnfak daha özel bir mana ile malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek  demektir (İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab 14/326. Firuzâbâdî, el-Kamûsu’l-Muhît s.92. R. el-Isfehânî, el-Müfredât s.765).

İnfak şöyle de tanımlanabilir:

Fayda veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla paylaşmaktır.

Dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımda bulunması şeklinde anlaşılmıştır.

İnfak, her türlü meşru ve faydalı harcamaları ifade eder. Dolayısıyla Allah yolunda yapılan bütün harcamalar da infaktır.

‘İnfak’ etmek fiili geçişli bir fiil olduğuna göre, öteki/başkası olmaksızın bu ibadetin gerçekleşmesi mümkün değildir (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an  2/879).

Bu demektir ki infak her ne kadar ferdi bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi ve sonucu açısından ailevî ve sosyal bir yönü vardır. 

Aslında infak; Allah’ın insana verdiği imkânları, insanlara faydalı olan şeyleri yine Allah’ın kullarına reva görmektir, bölüşebilmektir.

Bu da kişinin mutlak anlamda sahip olduğu bir şeyi başkasına, özene bezene, hava atarak, göstere göstere verdiği bir ulûfe/pay değil; kendisine emanet edilen imkânları ihtiyaç sahiplerine ulaştırma sorumluluğudur.

İnfak sadece maldan harcama olmadığına göre herkes tarafından, her zaman yapılabilir.

Şu âyette infakın her türlüsüne işaret edildiği söylenebilir:

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {92}

 “Sevdiğiniz şeylerden Allah (c) yolunda infak etmedikçe iyiliğin en güzeline (birr’e) ulaşamazsınız” (Âl-i İmran 3/92).

 

-İnfakta ölçü

Bunun altını tekrar çiziyoruz. Allah’ın insana verdiği imkanları yine  ona ihtiyacı olan Allah’ın kullarıyla paylaşmaktır. Bu ise kendiliğinden bir şey vermek değil, kendisine emnet edileni başkalarıyla bölüşebilmektir.

Kur’an, takva sahibi müminleri tanıtırken; onlar hakkında;

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ   “Kendilerine rızık olarak verdiğimziden infak ederler” şeklinde söz ediyor. Bu ifade Kur’an’da tam altı ayette tekrar ediliyor. (Bakara 2/3. Enfal 8/3. Hac 22/35. Kasas 28/54. Secde 32/16. Şûra 42/38)

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

İnfak emrinin boyle gelmesinde bir kaç hikmet var:

1- Sadakayı vermekte israf etmemek ve sadakaya muhtaç olacak şekilde sadaka vermemek: Bu manayı âyetin başındaki “mimmâ” lafzındaki “min” ifade eder. “min” teb’iz edatı olduğundan azlığı ifade ederek, bütün malın sadaka olarak verilmemesi ve sadakaya muhtaç olunmamasını beyan eder.

2- Başkasından alıp, başkasına vermek değil, kendi malından vermektir: Bu şartı da “mimmâ” lafzının takdimi yani ayetin başında gelmesi ifade ediyor. Yani “size rızık olandan veriniz, başkasının rızkından değil”

3- Sadakayı verirken başa kakmamak ve minnet beklememektir: Bu şarta “razeknâ” (biz rızık verdik) lafzı işaret eder. yani “ben size rızkı veriyorum. Rızkın sahibi benim. Sizler benim malımdan, benim kuluma vermektesiniz. Bundan dolayı başa kakmaya ve minnet beklemeye hakkınız yoktur”

4- Fakirlik korkusuyla sadaka terk edilmemelidir: Bu manayı “razeknâ” da ki “nâ” işaret eder. Rızkın “nâ” ya isnadı fakirlikten korkulmamasına işaret eder. Yani “biz verdik, bizim ise hazinelerimiz bitmez ve vermekle tükenmez”

5- Sadaka öyle adama verilmeli ki, nafakasını ve geçimini temin etsin, yoksa zevke, eğlenceye ve haram şeylere sarf edenlere sadaka olmaz: Şu şarta “yunfikûn” lafzındaki “nafaka” ifadesi işaret eder. Zira nafaka: geçim için lüzumlu olan şey manasındadır

6- Sadaka sadece mala münhasır değildir, ilimle, fiille, söz ile nasihat ile de olur: Bu manaya “mimmâ” lafzındaki “mâ” ile, rızkın mutlak bırakılması yani rızık türünün belirtilmemesi işaret eder. Zira türünün belirtilmemesi, bütün rızıkları içine alır.

7- Sadaka Allah namına verilmelidir: Bu şartı da “razeknâ” ifade ediyor. Yani “mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”

8-Nafaka maddesi, alanın sefahate değil, haceti zaruriyesine sarfetmesine işarettir. (S. Nursi, İşârâtu’l-İcaz, s.47)

İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, sadakanın 8 şartına birden işaret edilmiş.

 

-İnfak ne yapar?

İnfak etmek, yani Allah yolunda yapılan her türlü harcama pek faydası olmasının yanında müslümana şunları da kazandırır :

 

1- Mülkün asıl sahibini öğretir

İslâm’a göre ‘bütün mülk’ (mallar/zenginlikler) Allah’ındır. İnsan, o mülk üzerinde yaşar, onu kullanır, geçimliği için harcar, sonunda o mülkün nöbetini başkasına bırakır ve ahirete gider.

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {26}

«(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin» (Âl-i İmran 3/26. Ayrıca bkz. Fâtır 34/13).

İnfak eden işte bu önemli gerçeği kavrar. Mülkün Allah’a ait olduğunu bilen, ne onunla şımarır ne de onu elde etmek için başkasının hakkını yer.

Elindekini başkasıyla bölüşen kimse, mülkün asıl sahibinin kim olduğunun farkında demektir. Bu da guclu bir imanin kazandirdigi tavirdir.

 

2- İnfak özgürleştirir

Tutsaklığın en çirkini kişinin tutkularına esir olmasıdır. Şehvetinin (aşırı isteklerinin) tutsağı olan bir kimseye acımak gerek.

Peygamber (s) buyuruyor ki: “Altına, gümüşe ve lükse abd/kul olan kahrolsun” (İbnu Mâce, Zühd/8, 4136. Tirmizí, Zühd/42, 2375).

Zira böyle bir tutsaklık görünen bir zincire vurulmak, demir parmaklıklar arkasına atılmak gibi değildir. Bu öze, yani yüreğe, yani benliğe vurulan görülmeyen bir zincirdir ki, kırabilene aşkolsun.

Avrupalı bilgin kendine karşı malıyla övünen bir zengine,

« Senin bütün servetin benim şapkamın altındadır» demiş ve kafasını işaret etmiş.

Gerçek özgürlük nedir diye sorulsa herkes kendine göre tarif eder.  

Kim nasıl anlarsa anlarsın, aslında özgürlük bazıların mahkûm olduğu tutkulara hâkim olabilme gücüdür. Ya da hırsın esiri olmamadır. Dünyalık/eşya/servet tutkusunun yüreği tutsak almaması, şehvetin akla üstün gelmemesidir.

Zenginlik karşısında özgürlük ; malın kendisine sahip olmasından kurtulup mala sahip olabilme iradesidir.

İnfak, ancak böyle bir irade sahiplerinin kolaylıkla yapabileceği bir şeydir. Yani o, malına hâkimdir, ona hükmedebilmektedir. Dolayısıyla ihtiyaç halinde malının bir kısmını hayır yoluna, insanların yararına sunabilir.

 

3- Cimrilikten kurtarır

Cömertliğin güzelliği ve faydaları, cimriliğin çirkinliği ve zararı anlatılamayacak kadar çoktur. Allah (c) cömertleri sever, cimrilikten ve cimrilerden razı değildir.

İnfak bilinci, kişiyi aşırı hırstan koruduğu gibi cimrilikten de korur. Sahip olduğu imkanı çekinmeden, gönül rızasıyla başkasına sunan, içindeki eşyaya olan bağımlılığı kırmış, yüreğini esir almak isteyen servet tutkusunu gemlemiş demektir.

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْراً لَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ {180}

«Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır» (Âl-i İmran 3/180).

 

4- Kanaatkâr eder, zenginleştirir

İnsan mala, şan ve şöhrete karşı düşkün olan bir varlıktır. Üstelik bu arzunun da sonu yoktur.  İslâm’da kanaatkârlığın önemi vurgulanırken, dünyaya ve mala karşı aşırı düşkünlük de yerilmiştir (Âl-i İmran 3/185, En’am 6/32, Ankebût 29/64).

 Kannat payina dusen razi olmak, sikayetci olmamak ve baskasinin elindekine imrenmemektir.

Peygamber (s) şöyle dua ederdi: “Allahım! Korkmayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırım” (Tirmizî, Daavât/69).

"...Kanaatkâr ol ki, insanların Allah'a en çok şükredeni olasın" (İbnu Mâce, Zühd/24).

Bazı kaynaklarda hadis olarak geçen “Kanaat, tükenmeyen bir hazinedir.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, 2/151) sözde kanaatın önemini vurguluyor.

“Gerçek zenginlik, mal çokluğu ile değil, gönül tokluğu iledir” (Buhârî, Rikak/15. Müslim, Zekât/130).

 

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ {268}

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vadeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir.” (Bekara 2/268)

“Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse şüphesiz ki Allah zengindir, hamde layıktır.” (Hadid 24)

Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırladık “ (Nisa 4/37)

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذاً لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُوراً {100}

“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!” (İsrâ 17/100)

 

5- Şükretmeyi öğretir

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ {7

"Hatırlayın ki Rabb’iniz size ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!’ diye bildirmişti" (İbrahim 14/7).

Şükretmeyi nasıl anlamalı?  İbrahim Edhem şükrü şöyle anlamıştır: ”Bulunca dağıtmak, bulamayınca sabretmek.”

“Bir nimetin kadrini layıkıyla idrak o nimeti vereni bilmekle olur. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Ve şükür insanın neye daha çok değer verdiğinin göstergesidir” (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, s.472).

Nimetin sahibini bilen, elindeki emanet nimeti nimeti Veren’in istediği gibi dağıtır, verir, bölüşür. Bu da malın/nimetlerin şükrüdür.

İnfak ahlâkı müslümana şükretmeyi hatırlatır, hatta öğretir.

 

6- Helâlden kazanmayı öğretir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَلاَ تَيَمَّمُواْ الْخَبِيثَ مِنْهُ تُنفِقُونَ وَلَسْتُم بِآخِذِيهِ إِلاَّ أَن تُغْمِضُواْ فِيهِ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ {267}

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.” (Bakara 2/267).

Bu şu demektir: Allah (c) ancak helal olan mallardan/dünyalıklardan verilenleri kabul eder. Haram mal ile yapılan iyilik hayır olmadığı gibi, haram servetten sadaka da verilmez.

Haram necasete benzer: kirlenen temizlenir, fakat necasetin kendisi temizlenmez (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/94).

İnfak, insandaki hırs zaafına gem vurabilir. Zira hırs sahibi kimseler doymazlar, tatmin olmazlar, şükür yerine şikayete başvururlar.  Helâl yoldan kazanma titizliğini terkeder, haram yollardan daha çok kazanmayı tercih ederler.

İnfak ibadetini yerine getirmek ve bunun sevabına kavuşmak isteyen müslüman, ister istemez helâlden kazanmaya aşırı derecede titiz olmak zorundadır.          

 

7- İnfak nifaka düşmeyi önler

‘İnfak’ ile ‘nifak’ aynı köktendir. İnfak iki dünyalılığı, nifak iki yüzlülüğü ifade ettiği için kökleri yanıdır. Bununla beraber tek dünyası olanın iki yüzü olur. İşte bu yüzden bu ikisi kavramsal açıdan bir zıtlık içerirler ve Kur’an’da ‘infak’ nifak’ın panzehiri olarak sunulur (M. İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 2/879).

İnfak eden müslüman, iki dünyalı olduğunun farkındadır. Bu dünyada ektiğini, yarın biçeceğinin şuurundadır. Burada verdiğinin, yarın kat kat kendisine geri döneceği bilinci ile, bölüşür, verir, yedirir ve içirir.

 

8- İnfak yakınlaştırır

Çocukların velisi öncelikle onların ebeveynleridir. Veliler kendi çocuklarına sevgi ve yardım bakımından en yakın olanlardır. Anne-babaların infaklarının en güzeli, çoluk çocuklarına harcadıklarıdır.

Bu harcama (nafaka verme) sorumluluğu akrabalar arasındaki yakınlığı pekiştirir.

Birinden iyilik ve yardım gören -eğer nankör değilse- onun değerini bilir. Kendisine iyilik edene teşekkür eder, minnet duyar. Böylece yardımlaşanlar arasında bir yakınlık, bir ülfet ve bir dostluk meydana gelir.

Kadir bilenler ekmek yedikleri kapıya, iyilik gördükleri insana ihanet etmezler. Kahvenin kırk yıl hatırı olması budur.  

‘Ekmek kötülüğe karşı durur; ekmeğinizi yiyen, iyiliğinizi gören size kolay kolay kötülük etmez’.

 

9- Nimetlerin artmasını sağlar

İnfak edenin malı, imkânı, serveti azalmaz. Parmak hesabı yapanlar eldekinin, verilince onun azaldığını zannederler.

Allah (c) kendi rızası için malını harcayanların imkânlarını kat kat artırır

مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافاً كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ {245}

Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/245)

قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ {39}

"De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe' 34/39)

İnfak edilen mal yedi başakta yedi yüz dâne veren tohum gibidir.

 مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ {261} 

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir”  (Bekara 2/261).

 

10- Yardım almayı hak ettirir

Her insan bir açıdan ihtiyaç sahibidir. Hiç kimse mutlak anlamda zengin, kendine yeterli, mükemmel değildir.

Bu eksikliğinin farkında olan Müslüman, ihtiyaç duyduğu zaman yardım alabilmek için, öncelikle kendisi gücü yettiği kadar elindeki nimetlerden infak eder.

Elindekini başkasıyla bölüşemeyen katı yürekli birisi, yarın kendisi muhtaç duruma düştüğü zaman yardımı hak etmez.

Bu bir açıdan kendi ihtiyacını karşılamak gibidir. Zira kendisi başkasına yardım ederse, kendisi de yardım görür. Kim Allah için bir kimsenin ihtiyacını giderirse, Allah Teâla onun ihtiyacını giderecek kullar yaratır.

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”hadisi de bu manayi tamamliyor. (Buhârî, Cenâiz/44. Müslim Fedâil/62)

 

-Peygamberden cömertlik örnekleri

Bir kadın dokuduğu kumaşı Rasulüllah’a (sav) getirip verdi ve; “bunu senin giymen için ellerimle dokudum” dedi. Elbiseyi Peygamber’in üzerinde gören bir adam;

“-Bu ne kadar güzelmiş! Verseniz de ben giysem dedi. Rasulüllah (s.a.s.) “peki” dedi.

Orada biraz oturduktan sonra evine gitti, kumaşı katlayıp o adama gönderdi. Sahabeler kumaşı isteyen o adama

“-Hiç de iyi yapmadın. Peygamberin o elbiseye ihtiyacı vardı. Onun kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bile bile kumaşı istedin” dediler. O zat şunları söyledi:

“-Vallahi ben onu giymek için değil kefen yapmak için aistedim.” 

Gerçekten o kumaş o adamın kefeni oldu. (Buhârî, Cenâiz/28, Büyu’/31, Libas/18, Edeb/39. Nesâî Zinet/97. İbni Mâce Libas/1)

Hz. Peygamber’in de kendisine ait bir araziyi sadaka olarak bağışladığı bildirilmiştir. (Buhârî, Cihad, 86.)

Rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bir elbise tüccarına gidip dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Tüccarın yanından gömleği giyerek çıktı. O sırada ensardan biri ile karşılaştı. Adam: 

"-Ey Allah'ın Resûlü, bana bir gömlek giydir, Allah sana bir cennet elbisesi giydirsin." dedi.

Hz. Peygamber az önce giydiği gömleği üzerinden çıkararak adama giydirdi.

Arkasından yine dükkân sahibinin yanına döndü ve ondan dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Yanında iki dirhem parası kalmıştı. Yolda bir cariye (kadın köle) ile karşılaştı. Kadın ağlıyordu. Peygamber:

"-Niye ağlıyorsun?" diye sordu. Cariye:

"-Ey Allah'ın Resulü, dedi, efendimin ailesi, karşılığında un satın alayım diye bana iki dirhem verdi, verdikleri iki dirhem kayboldu." Hz. Peygamber (s.a.s) elinde kalan iki dirhemi kadına verdi. Cariye:

"-Efendimin ailesi beni döver diye korkuyorum." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah kadın köle ile birlikte yürüyüp efendisinin oturduğu evin kapısına geldi. Selâm verdi. İçerdekiler sesini tanıdılar. Tekrar selâm verdi. Arkasından üçüncü kez selâm vermesi üzerine ancak selâmını aldılar. Hz. Peygamber:

"-İlk selâmı duymadınız mı?" diye sordu. Evdekiler:

"-Evet, duyduk. Fakat bize birkaç kez daha selâm vermeni istedik. Anamız, babamız sana feda kurban olsun, sen mutluluk verici bir ziyaretçisin." dediler. Hz. Peygamber:

"-Bu cariye kendisini döveceğinizden korktu." dedi. Cariyenin efendisi:

"-Sen onunla beraber geldiğin için o Allah rızası için artık özgürdür." dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) onları hayırla ve cennet ile müjdeledikten sonra şöyle dedi:

"-Yüce Allah o on dirhemi bereketli kıldı. Peygamberine ve ensardan bir adama birer gömlek giydirdi ve geriye kalan para ile bir köle azat etti. Hamdolsun Allah'a. O ki, bunları bize kudreti ile nasip etti." (el-Mu'cemu'l-Kebir, Taberânî, 12/337 no: 13607)

 

-Sahabeden comertlik ornekleri

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {92}

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Âl-i İmran 3/92)

Nitekim bu ayeti işiten Ebu Talha isimli bir sahabi, güzel bir bahçesini Allah yoluna bağışlamış, Hz. Peygamber de “Bu, kazandıran bir mal” diyerek takdirlerini ifade etmiştir. (Buhârî, Eşribe/13)

Rume kuyusunu satın alıp vakfeden kimseyi Allah’ın bağışlayacağını ve bundan sevap kazanacağını bildirmesi üzerine, Hz. Osman kuyuyu satın alıp insanların istifadesine sunmuştur. (Nesâî, Cihad/44)

Hayber’de kendisine (hurmalık) bir arazi düşen Hz. Ömer, Hz. Peygamber’e gelerek,

“-Ey Allah’ın elçisi! Hayber’de bana, şimdiye kadar sahip olmadığım güzellikte bir yer düştü. Ne yapmamı emredersin? deyince Hz. Peygamber,

“-İstersen aslını habset (vakfet), (istersen mahsulünden) sadaka ver.” buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, aslının satılmaması, hibe edilmemesi, miras bırakılmaması şartıyla bahçenin ürününü (gelirini), fakirlere, akrabaya, kölelere, savaşanlara, yolculara ve misafirlere sadaka olarak bağışladı.” (Müslim, Vasıyye/15)

Tebuk seferi icin büyük bağışı Hz. Osman yaptı: Bütün silah ve teçhizâtıyla birlikte 300 deve ile bin dinâr altın. (Zâdü’l-Meâd, 3/3. Buhârî, 3/198 ve 4/202; Tecrid Tercemesi, 8/275, Hadis No: 1174) Bu büyük bağışı sebebiyle Hz. Peygamber ellerini açıp:

“Allah’ım , ben Osman’dan râzıyım, Sen de razı ol,” diye duâ etmişti”. (İbn Hişâm, 4/161. Tecrid Tercemesi, 10/450)

Müslüman’ın, Allah’ın emanet olarak verdiği bu mallardan başkalarına  infakta bulunması gerekir (Nûr 24/33. Hadîd 57/7).

Seddad Ibnu Evs (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki:
"Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve olumden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini hevasının peşine takan ve Allah'tan olmayacak şeyleri temenni eden kimsedir." (Tirmizî, Kıyamet/26 no: 2461).

Kur’an’da, mallarını Allah yolunda harcamaları, muhtaca, yoksula yardım etmeleri konusunda insanları teşvik eden birçok âyetin yanı sıra özellikle,

Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) buyurdu ki:
"Kimin azusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."  (Tirmizî, Kıyamet/31 no: 2467).
Ebu Hureyre (ra)anlatıyor: "Resûlüllah (sav) buyurdu ki: "Allah (st) şöyle buyurdu:
"Ey ademoğlu! Kendini ibadetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakrını kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini mesguliyetle doldururum, fakrini da kapamam." (Tirmizî, Kıyamet/31 no: 2467. İbnu Mâce, Zühd/2 no: 4107).

- Sonuç

İnfak, fakirliğin, âcizliğin, imkânsızlığın açtığı yaraları tedavi eder.

İnfak, yabancı kalışın, ilgisizliğin, bir kenara itilmişliğin sebep olduğu yaraları iyileştirir.

İnfak, bencilliğin, cimriliğin, neme lazımcılığın sebep olduğu yabancılaşmayı azaltır.

İnfak pek çok maddi yaraya merhem olduğu, pek çok ihtiyacı karşıladığı gibi, sayısız manevi derde devadır.

İnfak, olabilecek nifak duygularına en en iyi çaredir.

Ve insan ne kadar verebilirse o Allah katında onun hesabına yazilir. Gerçek malı da işte bu hesabına yazılandır.