İlahi adaletin insana ve topluma yansımaları hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece

19 Nisa 2014

AKABE Gençlik - İstanbul

 

  • Giriş

Bu derste adil olan, her seyi yerli yerinde hikmetle yaratan, her şeye denge koyan Allah’ın bu fiilinin insana ve topluma yansımasini işlemeye çalışacağız.

Önce adalet kavramının sözlük manasını, Kur’an’daki kullanımlarını, adaletle eş anlamlı diğer kavramları anlatalım.

Sonra ibadet olarak adaleti, arkasından da adaletin bir ahlâk olarak fertlere ve topluma yansımasını işleyelim.

Bu derste devletin imanı sayılabilecek siyasi adalete fazla yer vermeyeceğiz. Burada önemli olan herhangi bir devletin nasıl adeletli olmasi gerektiği gibi teorik bilgi değil, bir müslüman olarak adalet ibadetini yerine getirmektir.

Zira biraz sonra geleceği gibi adalet ahlâki her müslümana emredilen ve hayatın her alanında uygulama sahası olan imani bir görevdir.

İslam nedir diye sorulsa şöyle cevap vermek mümkündür:  “İslam kısaca, Allah’a hürmet mahlukata şefkattir.”

Bu; Allah’a, hak ettiği kadar saygı, O’nun yarattıklarına da merhamet göstermektir.

Rab olarak O’nu tanımak, O’na gereği gibi kulluk yapmak, O’nun koyduğu sınırlara dikkat etmek, her işde O’nun rızasını gözetmek ve sadece O’na şükretmek Allah’a hürmetin sonucudur.

İnsanın Allah’a yönelik görevi ibadet, kullara yönelik görevi adalettir.

Bunu soyle de ifade edebiliriz: “İnsan, ebedi mutluluk menziline iki kanatla uçar: Bunlar, tevhid ve adalet kanatlarıdır.

Tevhid kanadı, insandan Allah’a uzanır ve insan-Hâlık ilişkisini temsil eder.

Adalet kanadı, insandan insana uzanır ve insan-mahlûk ilişkisini temsil eder.

Tevhid ve adalet arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu, tıpkı iman ile salih amel arasındaki bağ gibidir. Tevhid, mü’mince duruşun akidedeki karşılığıdır. Adalet, mü’mince duruşun ameldeki karşılığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tevhid akidede adalet, adalet muamelede tevhid, tevhid imanın mihveri, adalet amelin mihveri, tevhid imanın istikameti, adalet davranışın istikametidir.” (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat Sayı: 23 sayfa 3)

İbadet insan ile Rabbi arasındadır.

Adalet ise insan ile diğer insanlar arasındadır.

İnsanın kendine, eşine, ailesine, çevresine, insanlık ailesine karşı ölçülü ve hakkaniyetle davranması adalettir. Bu görev Allaha karşı görevden geri kalmaz, ve ondan daha az önemli değildir.

Hatta denilebilir ki ibadet kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Kimseyi ilgilendirmez, Kimse bilemez. Kimse takdir edip ölçemez. Ama insanları bir kimsenin ahlâkı ilgilendirir. İnsanlara nasıl davranıyorsun? Senin elinden ve dilinden insanlar ne görüyor?

Kişinin en başta kendine sahip olması, kendine zarar verecek davranışlardan kaçınması, kendini cehennem ateşinden koruyacak tedbirler alması, diğer insanların haklarına saygı göstermesi, emrine verilen eşyaları yerli yerinde kullanması ve onlara haksızlık etmemesi de yaratıklara şefkattir.

 İman, insana hem Allah’ın hem de yaratılmışların haklarına saygıyı öğretir. Yaratılmışların haklarını gözetme ahlâkının kaynağı da insandaki takva ve merhamet duygusudur.

Rahman ve Rahîm olan bir Allah’a iman eden ve her işine “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” başlayan bir kimse, bu iki önemli ismin kendi üzerindeki tecellilerini pratik hayatta insaf, merhamet, acıma, şefkat, ilgi, değer verme, ihsan, iyilik ve adalet olarak gösterir.

Sonuncuya muamelât da denilebilirdi. Nitekim fıkıh kitaplarında İslâmın muamelât bölümünden bahsedilir. Yani insanlararası her türlü ilişkiyi,  düzenleyen, hem hukukî, hem ahlâkî İslâmî kurallar.

Burada onun yerine adaletin konulması, bütün muamelelerin, bütün ilişkilerin insaf ve merhamet çerçevesinde olması gerektiğine işarettir.

 

  • Sözlükte adalet:

‘Adalet’ kelimesini kökü ‘a-de-le’ fiilidir. Bu da düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve muadil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir. (Isfehânî, el-Müfredât, s: 487.  İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61) 

‘Adl, “eşitlik, eşdeğerlilik” manasına gelir. ‘Adl, “bir şeyin bir başka şeye eşit ve eşdeğer olma halini” ifade eder. İki kefesinde eşit ağırlıkta yük olan heybeye‘adlâni denir. Kelime Kur’an’da bu anlamıyla yer alır:

وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ تَنفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ {123}

“Ondan masiyetine eşdeğer bir karşılık kabul edilmeyecektir.” (Bekara 2/123)

Âyette geçen ‘adlun, “fidye” adı verilen “eşdeğer karşılık”tır. (M. İslamoğlu, Kurani Hayat Sayi: 23 sayfa 3)

Aynı kökten gelen ‘âdil’; adalet sahibi, hükmü adaletle yerine getiren, ölçülü davranan, hakkı yerinde ikame eden demektir.

Kimilerine göre el-Âdil Allah’ın güzel isimlerinden biridir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61)

‘adîl’; tartıda ve ölçekte eşit olan,

‘muadil’; eşitlik, denk demektir.

Mu’tedil; dengeli demektir. ‘Cevvun mu’tedilun’, “sıcak ve soğukluktan uzan olan dengeli hava” manasına gelir.

‘i’tidal’; ılımlılık, kararında, ölçülü olmak, yani denge ve orta yolu izlemek,

‘ta’dil’; hükmü hakkaniyetle vermek,  birinin âdil olduğuna şahitlik etmek, düzgün yapmak, tesviye etmek gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 10/61)

Namazda ‘ta’dil-i erkân’, her bir rüknün hakkını vermek, yani namazın kabulünü sağlayacak görünen ve görünmeyen şartlarını hakkıyla yerine getirmektir.

‘Falanca falancaya adalet etti’ demek, ikisi birbirine yakın ve eşit oldu demektir. Allah hakkında kulla­nıldığında, ona eşit ve denk saydı demektir ki bu da Allah’a şirk koşmak manasına gelir.

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِم يَعْدِلُونَ {1} (En’am 6/1. Ayrıca bak. En’am 6/150. Neml 27/60)

Adalet, Kur'ân’da ve hadisler­de genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğ­ru yolu izleme, takvaya yönelme, dü­rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kul­lanılmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

 

  • Adalet kelimesine yakın kavramlar

Kist, vasat, nasip, hisse, mizan, hüküm, insaf, hak ve istikamet adalete yakın kelimeler.. Fakat bunların hiçbiri adalet ile eşanlamlı değildir.

Yarı” anlamındaki nısf’tan insaf,

“Denk, satıh, yüzey” anlamındaki seviy’den tesviye,

“Hükmetmek” anlamındaki hükm’den hikmet (tam isabetli hüküm). (M. İslâmoğlu, Kurani Hayat, sayı: 23 sayfa 4)

 “Ölçü, tartı” anlamındaki vezn’den mizan, ‘mizan’ın, yani terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/100-101. Isfehânî, el-Müfredât, s: 608. Fîruzâbâdî, el-Kâmûs s: 682)

Ancak mizan, varlıktaki dengeyi ifade etmesi açısından dikkat çekicidir.

Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat ümmet’ (Bekara 2/143) وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداًtâbirindeki ‘vasat’ kelimesi de pek çok  müfessirler tarafından ‘adalet’ olarak anlaşılmıştır. (Tabatabâî, El-Mîzan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılâli’l Kur’an, 1/130. İbni Arabî, Ahkâmu’l Kur’an, 1/61. Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an 1/123)

 

  • Kavram olarak adalet

‘Adalet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Cevr, “hakkaniyetten sapma, haksızlık etme”dir.

“Adalet, tasavvurda bir şeyin en doğru ve müstakim haline denir. Adalet, hak ettiğinden eksiğini dışladığı gibi, fazlasını da dışlar.

Zannedildiği gibi zulm, adalet’in zıddı değil hikmet’in zıddıdır. Fakat tarihsel süreç içinde zulm ile adalet, birbirinin zıddı makamında kullanılmış ve öyle kabul görmüştür. (M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 4)

Zulmün karşıtı olarak ‘adalet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamına gelir. Tuğyan (azgınlık ve despotluk), meyl (kaykılmışlık) ve inhiraf (sapma) da zulmün anlamdaşlarıdır.

Buradaki eşyadan maksat, hem maddi eşya, söz, amel (eylem), hem de hüküm vermektir. Her şeyi ait olduğu yere koymak, hakkı ne ise onu vermek, neye layık ise ona ulaştırmak adaletin ta kendisidir. 

Bu bir başka açıdan dengeli ve düzenli olmayı gerektiren bir şeydir. Mesela saksıdaki güzel bir çiçeğin yeri evin uygun bir köşesidir. Kirli bir ayakkabinin yeri de herhalde evin baş köşesi değil, ayakkabiliktir veya kapinin onudur. Tersi her ikisine de zulüm ve haksızlıktır.

‘Adalet’, bir başka deyişle, sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür. (H.K.Ece, İ. Temel Kavramları, s: 23)

Adalet;  sözlükte istikâmet, şeriatte ise, dinde mahzurlu şeylerden sakınıp hak yolda olmak demektir. (Cürcâni, et-Ta’rifat, s: 150)

Adalet teriminin Kur'an ve hadislerdeki kullanılışından hareketle bazı ta­rifleri yapılmıştır. Meselâ Râgıb el-İsfahâni’nin, ihsan mefhumu ile mukayese­yi de ihtiva eden tarifi bunların en ge­niş kapsamlı olanıdır:

“Adalet, borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır. İh­san ise borcundan daha fazlasını ver­mek, alacağından daha azına razı ol­maktır.” (Isfehânî, el-Müfredât, s: 171)

Said b. Cübeyr, ‘adl’ kavramının anlamını soran Halife Abdülmelik’e şöyle cevap vermiş: “Kur’an’da ‘adl’ dört manada kullanılır.

1-Allah’ın emrine uyarak hükmedilirken adaletli davranmak, yani insaflı olmak. (Nisa 4/58)

2-Sözde, konuşmada, haberleşmede adil olmak. “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın.” (En’am 6/152)

3-Kurtuluş sebebi, fidye. “... kimseden kurtuluş bedeli (fidye) kabul edilmeyeceği.... günün bilincinde olun.” (Bakara 2/123)

4-Allah’a eş koşmak, O’na muadil (denk) tutmak. “… Ne var ki kâfirler başka güçleri Allah’a (muadil) eş değer bulurlar.” (En’am 6/1, 150) (İbni Mnzur, Lisanu’l-Arab, 10/61)

 “Eflatun’a göre adaletin esası liyakat ve uyumdur. Herkese layık olduğu verilince adalet tahakkuk eder. İbn Sina’ya göre adalet, nefsin istedikleri ve istemedikleri arasında kurduğu dengedir.” (M. İslâmoğlu, Kurani Hayat, sayı: 23 sayfa 4)

Buna göre İslâm ah­lâkı içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli (adil), uyumlu ve adaleti yerine getiren bir hayat tarzını ön görmüştür.

 

  • Kıst olarak adalet

‘Kıst’; kıstas, muksıt aynı kökten gelir. Kıst; insaf, merhamet ve adaletle verilen, adaletle

bölüştürülen nasiptir.

Hucurât 9da adalet ve kıst kelimeleri birlikte kullanılıyor. Bu demektir ki aralarında az da olsa anlam farkı bulunmaktadır. Âyet mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışırsa aralarının bulunmasını, bir taraf anlaşmaya yanaşmazsa o tarafla çarpışmayı emrettikten sonra şöyle bitiyor:

وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ {9}

“..(yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın çünkü Allah, eşit davrananları sever!”

Buradaki ‘kıst’ kelimesini hemen bütün türkçe mealler adaleti yerine getirmek, âdil olmak şeklinde çevirdiler. Bunu, “hakkı yerine getirmek”  veya “eşit davranmak” diye çevirenler de var.

  1. İslâmoğlu bunu şöyle çeviriyor: “... ama eğer (saldırganlıktan) vazgeçerse, tarafların arasını adaletle ayırın ve (bunun için gerekirse) fedakarlıkta bulunun; çünkü Allah (barış için) fedakarlıkta bulunanları sever.”

“Kıst aynı zamanda hakkı tahsil etmek ve kendi hakkından ferâgat etmektir. Aynı kelime Allah için kullanıldığında hak ettiğinden fazlasını vermek  veya kulu üzerindeki hakkından ferâgat etmek manasına gelir.” (M. İslâmoğlu, Meal, s: 1029) (bakınız: قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي شَكٍّ مِّن دِينِي فَلاَ أَعْبُدُ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ وَلَـكِنْ أَعْبُدُ اللّهَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ {104} Yunus 10/4)

“Adalet iyiye ve kötüye, iyiliğe ve kötülüğe hak ettiği karşılığı vermektir. Kıst ise kötüye hak ettiği karşılığı verirken, iyiliği niyet, emek, liyakat ve ehliyetine göre kat kat fazlasıyla ödüllendirmektir.” (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 4)

Kur’an, adalet ahlâkını bazen ‘kıst’ kelimesiyle bildiriyor ve ‘kıst’ sahiplerini övüyor.  

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئاً وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ {42}

“Onların arasında hüküm vereceksen, kıst ile (adaletle) hüküm ver. Gerçekten Allah adalet yapanları (muksitîn’i) sever.” (Maide 5/42)

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {18}

“Allah, (bizatihi Kendisi) ile melekler ve hak ve adaleti gözeten ilim sahipleri O'ndan başka tanrı olmadığına şahittir: O'ndan başka tanrı yoktur, Kudret ve Hikmet Sahibi(dir).” (Âli İmran 3/18)

‘Kıst’ kökünden gelen ‘eksat’, daha adaletli, hakka daha yakın, ‘kıstas’ ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mizan anlamlarındadır. Kur’an,

 وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذا كِلْتُمْ وَزِنُواْ بِالقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً {35}

“Tartıp değerlendirdiğinizde dosdoğru bir kıstas ile tartıp değerlendirin!” (İsra 17/35. Şuara 26/182)

‘Aynı kökten gelen ‘iktisat’, adalet ve hak ile davranma, aşırı bir yöne sapmadan orta yolu izleme demektir. (Türkçe’de kullanılan ‘iktisat’ (sad ile) farklı bir kökten gelir ve tutumlu olma, tasarruf etme anlamındadır.)

Muksıt; adaletli, ölçülü davranan, hak ile hükmeden demektir. Kur’an’da üç yerde geçmektedir. (Mâide 5/42. Hucurât 49/9. Mümtehine 60/8)

‘el-Muksıt’, Tirmizi’nin ve İbni Mace’nin rivayet ettiği Esmâul-Hüsnâ listesinde yer almaktadır. (Tirmizî, Daavât/87 no: 3507. İbni Mace, Dua/10 no: 3861)

İbni Manzur’a göre de ‘el-Muksid’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. (Lisânu’l-Arab 12/100) Ancak bu şekilde Kur’an’da yer almamaktadır. (M. İslâmoğlu  Emâ-i Hüsnâ 1, s: 100)

 

  • Allah’a nisbetle adalet

İlâhi adaletin tecellisini açısından iki alanda daha net gorebiliriz:

Birincisi fıtratta.

İkincisi: İnsanların hak etiklerini vermede

Birincisi:

Kur’an’da insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm, adalet kavramıyla ifade edilmektedir.

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ {6} الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ {7} فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ {8}

“EY İNSAN! Nedir seni lütuf sahibi Rabbinden uzaklaştıran

seni yaratan ve varlık amacına uygun olarak şekillendiren, tabiatını adil ölçüler içinde oluşturan

ve seni dilediği şekilde bir araya getiren (Rabbinden)?” (İnfitâr 82/6-8)

Başka âyetlerde de insanın ruhî ve manevî yapısında bulu­nan denge (itidal) ve ahenk, adalet kavra­mının kapsamina giren ‘ahsen-i takvîm’ (Tîn 95/4) ve ‘tesviye" (Şems, 91/7) tabirleriyle dile getirilmiş­tir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ {7} أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ {8} وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ {9}

“Ve O, gökleri yükseltti ve [her şey için] bir ölçü koydu

ki [siz, ey insanlar,] asla [doğruluk ve haklılık] ölçüsünden şaşmayasınız:

öyleyse [yaptıklarınızı] adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/7-9)

Adalet fıtridir, yani dogustandir.  Zira fıtrat (yaratilis) adildir.

Kur’an, Allah’ın insana bahşettiği özelliklerden birinin de “dengeli bir tabiat”tir.

Yukaridaki ayette gecen fe‘adelek: “… Ve O sana dengeli bir tabiat verdi.” (82:7) seklinde anlasilabilir.

İnsana yaratılıştan bahşedilen maddi varlık - manevi varlık dengesi bu ilahi adaletin örnegidir. İnsan ne sadece madde, ne de sadece manadır. Ruhunu ihmal edip sadece cesedine yatırım yaptığında da, cesedini ihmal edip sadece ruhuna yatırım yaptığında da dengeyi bozmuş olur.

İnsandaki duygu-düşünce dengesi de adaletin fıtri olduğunun delilidir. Bu denge kaçtığında insan ‘hasta’ olarak nitelenmeyi hak eder. Aklın denetimi altına alınamayan duygu selinin insanı nerelere sürükleyeceği belli olmaz. Akıl duygu selini kontrol eden bir set gibidir. Doğru yönlendirildiğinde o sel bir felaket olmaktan çıkıp, enerji üretiminde kullanılan bir sermaye olur. Duygusuz akıl da susuz elektrik tribünleri gibidir.

Hücreden organa, insanı oluşturan tüm unsurların bir sınırı olması, adaletin fıtri oluşunun delilidir. Mesela gözün görme sınırı, gözün dengesidir.

Kulağın alt ve üst işitme eşiği vardır. Bu işitme dengesidir.

Hastalıkların birçoğu, insan fıtratındaki bu dengenin kaybolması sonucu oluşur.

Bütün bunların adil bir ölçüsü vardır. İnsan bedenine yaratılıştan yerleştirilen o ölçü kaçtığında, hastalıklar zuhur eder veya hastalıklar zuhur ettiğinde o ölçü kaçar. Her halükarda insan bedeni, sahibini “dengem bozuldu” diye uyarır.

Fıtrattaki adalet sadece insan için değil, kâinat ve eşya için de geçerlidir. Kâinat denge üzerinde durmaktadır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve bütün bir evren cazibe (çekim) ve dâfia (merkezkaç) kuvvetleri arasındaki denge sayesinde düzenli hareket etmektedir.

Denge kanunu sadece kubbe için değil habbe için de geçerlidir. Atom çekirdeğiyle elektron arasındaki rabıta ve mesafe adaletin timsalidir. Bu denge bozulduğunda füzyon oluşur, madde çöker ve kimliğini kaybeder.

Ahlâkta adalet, hilkatle uyumlu davranış sergilemektir. Hilkat adalet üzeredir.

Cömertlik israf ve cimrilik arasındaki denge noktasıdır.

وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَاماً {67}

“Ve onlar ki, başkaları için harcadıklari zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi arasında her zaman bir orta yol bulunduğunu [bilirler].” (Furkan 25/27)

 وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَّحْسُوراً {29}

“Ve ne ellerini boynuna bağlayıp kilitli tut, ne de sonuna kadar aç[ıp varını yoğunu ortaya dök]; böyle yaparsan, [yükümlü olduğun kimselerce] kınanan, yapayalnız ve yoksul biri olup çıkarsın.” (İsra 17/29)

İffet; sefihlik ve ruhbanlığın arasındaki denge noktasıdır.

“Sorumluluk şuuru” anlamına gelen takva; bilinçteki dengeyi ifade eder.

Bu dengeyi bozanlari Peygamber uyarmisti. Osman b. Maz’un’un evinde toplanan bir gurup sahabi, hayatın normal akışının dışına çıkarak zahitçe bir hayat yaşamak istemeleri üzerine, Rasulullah onları uyarmış ve “Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim?” diye azarlamıştı.

İlimde adalet, cehalet ve tekebbür arasında dengedir. Cehalet Firavunlaştırır, ilimde tekebbür Bel’amlaştırır. Kişi hem işinin ilmini bilir hem de haddini bilirse, Firavun’un yaptığını değil Firavun’un sihirbazlarının yaptığını yapar ve hakikate teslim olur. (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 4-5)

Ikincisi: Insanlarin hak ettiklerini vermede:

İlahi adalet deyince belki de çoklarının aklına Allah’ın (cc) hak edenlere ceza, belâ, musibet  vermesi gelebilir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte eksiktir.

Kur’an ‘adl’ kökünü isim, fiil ve mastar olarak 28 yerde kullanıyor. Ancak bunları Allah’a nisbetle kullanmıyor.

Allah (st) zatına rahmeti, insana ise adaleti farz kılmıştır.


كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ

“Rabbiniz rahmeti kendi nefsine yazmıştır/farz kılmıştır.” (En’am 6/54).
Allah, nefs-i nefîsine adaleti farz kılmaz. Zira adalet, cevr ve zulüm yapma ihtimali olana

farz kılınır.

ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ {51} ...

“Hiç şüphesiz Allah’ın kullarına zulüm yapma ihtimali bulunmamaktadır.” (Enfal 8/51)

Kur’an’da tam beş yerde gelen bu mealdeki âyetlerin hepsinde de, nefyin haberi bâ ile gelir. Bunun anlamı, değil zulüm yapması, zulüm yapma konusunda “en küçük bir ihtimalin dahi”

Rahmet zulüm gibi değildir. Birine zulümle muamele etmek haksızlık yapmaktır, fakat birine rahmet ile muamele etmemek haksızlık değildir. Olsa olsa ödülü de, cezayı da hak ettiği kadar vermektir. Fakat Allah tevbe edenin cezasını bağışlar, salih amel işleyene hak ettiğinden kat kat fazlasını verir.

İnsan, cehennemi kötülükleriyle hak eder. Cennet ise, Allah’ın rahmeti ve ödülüdür: “Onları zemininden ırmaklar çağlayan cennetlere koyacağım: Allah’tan bir ödül olarak… Ödüllerin en güzeli Allah katındadır.” (3:194). M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 5)

Kur'ân’da hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulan­mıştır ki bizzat Allah'ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adaletle hükmedeceği ve onun bu vaa­dinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir.

وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الأَرْضِ لاَفْتَدَتْ بِهِ وَأَسَرُّواْ النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُاْ الْعَذَابَ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ {54} أَلا إِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَلاَ إِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ {55} (Yûnus 10/54-55)

 وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئاً وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ {47} (Enbiyâ 21/47)

Pek çok âyette Allah’ın kimseye haksızlık ve zulüm etmediği, ama insanların kendi kendilerine zulmettikleri, zulüm edecekleri anlatılıyor.

فَكُلّاً أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِباً وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ {40} (Ankebut 29/40)

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ {69} (Zümer 39/69)

 

  • Kur’an’ın emri olarak adalet

İnsanı dengeli bir biçimde yaratan Allah (cc) kullarının da her yerde, dengeli, ölçülü ve vasat, yani adaletle davranmalarını, adaletle karar vermelerini emrediyor.

Bu bakımdan İslâm, adalet ahlâkını, dinî bir emirlerin, islâmi hayatın ve toplumsal düzenin temeli olarak görmüş, adaletle davranan ‘âdil’ kimseleri övmüş, adaletten ayrılarak zulme sapmış olan zalimleri de hem kötülemiş ve hem de can yakıcı bir azapla tehdit etmiştir.

öyleyse [yaptıklarınızı] adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/9) âyetini, bilinen terazi ile tarttığınız zaman, “adaletle, dürüst tartın” şeklinde anlamak mümkün olduğu gibi, “her zaman ölçülü davranın, adaletten ayrılmayın” şeklinde de anlamak mümkün.

Buradaki asıl vurgu, mizan yani ölçülü-dengeli olmak ve adil davranmaktır.

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ {90}

"Allah size adaleti, ih­sanı ... emrediyor" (Nahl 16/90) âye­tinde söz konusu edilen adalet, geniş anlamlı adalettir.

Peygamberlerin getirdiği apaçık belgeler, insanların yollarını aydınlatır. Bu belgelerle yüreklerini temizleyenler, indirilen Kitab’a tabi olurlar ve onun tavsiye ettiği ‘mizan’a (ölçüye) uyarlar. Böylece bu sağlam ve şaşmaz ölçü ile her konuda adaleti gerçekleştirme imkanı bulurlar.  (Hadîd 57/25) 

Kur'ân adalet sıfatından yoksun olan kişi dil­siz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetiyor. Böyle biri, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulmaz.

وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لاَ يَقْدِرُ عَلَىَ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لاَ يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {76}

(Nahl 16/76)

Buna göre adalet, insan için bir kemal sıfatıdır.

Bilindiği Allah katında üstün olmanın ölçüsü takvadır. (Hucurât 49/13) Adalet ahlâkı kişiyi takvaya yaklaştıran faziletlerden biridir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {8}

“Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allaha bağlılığınızda sıkı durun; ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun: bu, Allaha karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide 5/8)

Esasen doğrulukla (sıdk) birlikte adalet (adl) de ilâhî kelâmın bi­rer niteliğidir. (En'âm 6/15) Böyle bir kitaba inana ve onun ilkelerini hayat rehberi edinen kimselerin de esasen âdil olmaları gerekir.

Kur'ân’a göre adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidâyete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi ada­let de hakka uymakla sağlanır.

 وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ {181} (A'râf 7/181)

Kur’an’ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında adaletli olmak zorundadırlar. Adaletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki (fıtratındaki) dengeye ve düzene uyum sağlatır. İnsanın dış hayatında denge ve olgunluk da ancak fıtrattaki dengenin dış yansıması olan adaletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.

Kur'an adalet olgusunu tevhid, ibadet, takva ve salih amel (güzel davranış) çerçevesinde ele alır. Bütün bunların birbiri ile ilişkisi olduğu gibi, ahlâkı güzelleştiren ana faktörlerdir. Eğer hayatın süsü ve mutluluğun kaynağı güzel ahlâk olacaksa; bu da ancak insaf ve adalet anlayışı ile olabilir. 

Kur'an'a göre ilâhî öğretilerin bir cogu sonuçta insanlararası ilişkilerde adaleti gerçekleştirmeye yöneliktir. Âdil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah''ın rızasına ve İslâm''a uygun değildir. 

 

  • İnsana nisbetle adalet

İslâm ahlâkçılarının Eflatun’dan etkilenerek benimsedikleri görüşe göre insan nefsinin üç gücü vardır: Bunlar: a-düşünme veya bilgi gücü (el-kuvvetü'n-nâtıka. el-âlime veya kuvve-i aklıyye), b-öfke/direniş gücü (el-kuvvetü'l-gadabiyye), c-şehvet/istek gücü (el-kuvvetü'ş-şehevâniyye).

Bunlardan üç fazilet do­ğar. Sırasıyla hikmet, şecaat ve iffet. Adalet ise bu üç faziletin ger­çekleşmesiyle kazanılan ve hepsini içine alan dördüncü temel fazilettir. İslâm ahlâk literatüründe, ilk üç faziletten her biri zaman zaman farklı terimlerle ifade edildiği halde, dördüncü fazilet daima adalet olarak isimlendiril­miştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/342)

 ‘Adl’ üzere yaratılan (İnfitar 82/6-7) insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Çünkü adalet; insan, toplum ve tabiat hayatının nizamını (düzenini) sağlar. Bu adaleti sağlayacak olan da Tevhid Dini’dir. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (Rahman 55/7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.

Kur’an insanlara adaletle iş görmeyi, adaleti yerine getirmeyi emrediyor. Yani adalet muslumanlara farzdir ve hangi sekilde olursa olsun yerine getirilirse bir ibadettir. (Nahl 16/90)

Allah (cc) hükmederken adaletle hükmeyi emrediyor.

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً {58}

“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 4/58)

Öyleyse ahlâk ve davranışlarda, insanların işlerini yürütürken, ya da hakları sahiplerine verirken dengeli olmak ve insafla/merhametle hareket etmek adaletin gereğidir.

Yine İslâm'a göre kişiyi ve grupları adaletten saptıran ana faktör kişi veya grubun kendi istek ve tutkusunu ön plana geçirmesidir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيّاً أَوْ فَقَيراً فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً {135}

(Nisa, 4/135),

Allah''ın gösterdiği şekilde karar vermeyi, ihmal etmesidir. İlâhî hukukun öngördüğü ilke, kural ve hükümlere riayet, adaletin tecellisinin mümkün olan tek yolu ve teminatıdır." (M. Deri, İ. Litaratürde Adalet Kavramı)

Allah’ın kuluna emrettiği adalet ile zatına yazdığı rahmetin birlikte geldiği şu ayet dikkat cekicidir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {8} وَعَدَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ {9}

“Siz ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Adil olun! Bu takvaya daha yakindir. Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah, iman eden ve salih amel işleyenlere günahlarının affedileceğini ve muhteşem bir ödüle kavuşacaklarını vaad etmiştir.” (Maide 5/8-9).

İnsana “Adil olun!” diyen âyet, aynı zamanda adaletin Allah’a karşı sorumluluğun bir parçası olduğunu haber veriyor. Bu durumda takva ile adalet eşleşmiş oluyor, takvanın zıddı olan fücur ile de zulüm eşleşmiş oluyor. (M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat,sayı: 23 sayfa 6)

 

  • Merhamet/insaf adalet ilişkisi

İnsaf; “hakkı teslim etme esasına dayanan ılımlı davranış, vicdana uygun hareket demektir.” (M. Doğan, Türkçe Sözlük, s: 793)

İnsaflı olmak âdil olmaktır, hakka hukuka riayettir, haklara saygıdır, şefkat ve merhametin özüdür.

İnsaf ve merhameti olmayan kimsede ne hak anlayışı, ne acıma, ne de emeğe saygı vardır. Emeğe saygısı olmayanın da adaletten nasibi azdır.

İnsaflı ve merhametli olmak ile âdil olmak ve ahlâk arasında sağlam bağlar vardır. Her biri diğerini besler, destekler ve yönlendirir

İslâm'da adalet,  hayatın her alanında dengeli ve yerinde davranmayı kapsar. Bu da bir açıdan güzel ahlâktır. İnsaf ve merhamettir. Kendisinde merhametten eser olmayan bir kişi, başkasının hakkı konusunda hassas olmaz. Hakları verirken yeterince duyarlı davranmaz. Haksızlık yaparken vicdanı sızlamaz.

Ahlâk özellikle diğer insanlarla olan ilişkilerde karşımıza çıkmaktadır.

Kendisine uyulan heva, insanı adaletsizliğe, çıkarcılığa, sapmaya ve haddi aşmaya götürür. Kötü ahlâk şüphesiz ki heva ve hevesin eseridir. Kendisine uyulan heva, iblisin razı olacağı davranışların kaynağıdır.

Kur'an'ın tavsiye ettiği adalet anlayışı ahlâklı olmanın çevresinde dolaşıp durmaktadır. Mesela, sözde/konuşmada adalet (En'am 6/152), hükümde/yargılamada adalet (Nisa 4/58. Hucurât 49/9), doğru şahidlik (Nisa 4/135), birden fazla hanım arasında adalet (Nisa 4/3, 129), ticari ilişkilerde adalet (Bakara 2/282. Mutaffifin 83/1-5) ahlâklı olmanın  kendisidir. 

Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen son elçinin, aynı zamanda adaletin temsilcisi olduğunu hatırlamak gerekir. Öyle bir Kerim Elçi ki, hayatı boyunca doğru olmuş, doğru davranmış, doğru/adaletli hüküm vermiş ve 'el-Emin' sıfatını kazanmıştır.

Peygamber (sav) bir keresinde sahabeler arasında ganimet paylaşımı yaptı. İçlerinden biri;  "Bu paylaştırma adalete uymuyor" dedi ve kızarak gitti. Hz. Muhammed (asv) üzülerek; "Yazık sana, ben de adil değilsem, kim olabilir ki?" dedi. (K. Sitte terc. 5.cilt)

O, en yüce ahlâkın mümessili olduğu gibi nasıl âdil olunacağını öğreten bir öğretmendir. Onun bu özelliği alemlere 'rahmet' olarak gönderilmesiyle, yani insaflı oluşuyla da bağlantılıdır.

Başkasına haksızlık edenlere ‘el-insaf' deriz. ‘Bu kadarı da olmaz. Biraz insaf ve merhamet'‘ deriz. Zira yapılan iş merhamete sığmaz. Adalete uygun değildir. Dünya çıkarını baştacı eden, maddi bir şey elde etmeyi hayatın hedefi haline getiren, insaf ve merhameti unutanlar âdil olamazlar. Takvanın sonucu olan ideal adaleti gerçekleştirmede yetersiz kalırlar. Çünkü bunun için gerekli alt yapıları yoktur.

Adaletli olmak ahlâklı olmanın gereğidir. Öyleyse zalimler en büyük ahlâksızlardır. İslam bu anlamda ahlâklı ve adaleti yerine getiren insanlar istiyor. (Nahl 16/90. Maide 5/8)

Rahmet; birine ihsanda (iyilikte) bulunma konusundaki acıma ve şefkattir. Merhamet de aynı anlamdadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/124. Firuzabadi, el-Kamus, s: 1111)

Merhamet, sıradan bir acıma duygusu değil, bununla birlikte diğerinin ihtiyacını bilip onu karşılamak, ona elinden geldiği kadar iyilik etmektir.

Merhamet ahlâkı,  şefkat ve acıma ile başlar, yardım ve nimet vermekle, iyilik etmekle ve âdil davranmakla sonuçlanır.

Şüphesiz ki merhametin asıl kaynağı Allah’tır. Çünkü O kendisini Kur’an’da sürekli Rahman ve Rahîm olarak, yani sonsuz ve mutlak merhamet sahibi olarak tanıtıyor. (Fatiha 1//2. Bekara 2/163. Tâhâ 20/90. Haşr 59/22. v.d.)

Rahmet sahibi Allah’a ve “âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e (sav)” inanan mü’minler de, onlara inandıklarından dolayı ‘rahmet/merhamet’ sahibidirler.

Güzel ahlâk, olgun davranış, yardımlaşma ve iyilik etme gücünü merhamet duygusundan alır. Anneler merhamet sıfatıyla annedir. Merhamet duygusu olmasaydı çocukların ağır yükü zor çekilirdi. Bebeği koruyan yuvaya ‘ana rahmi’, akrabaya ilgi ve iyilikte bulunma ‘sıla-i rahim’dir.

İnsan merhamet duygusuyla iyilik eder, yardımda bulunur, canlı cansız varlıkları korur, gözetir.

Merhametli olanlar adaleti yerine getirirler. Yani onlar insanlara ve yaratıklara haklarını verirler, zayıflara acırlar, düşkünlerin elinden tutarlar, hak arayanlara yardımcı olurlar, ekmeklerini başkalarıyla bölüşürler, hükmettikleri zaman adaletle hükmederler.

Ama katı yürekliler böyle değillerdir. Onlar her şeyi kendileri için isterler. Kendi çıkarları için başkalarına zarar vermekten, dünyayı başkaları için yaşanmaz hale getirmekten çekinmezler. Tabiatı/çevreyi tahrip ederler, karada ve denizde fesat çıkarırlar.

Bütün haksızlıkların, bütün adaletsizliklerin, bütün zulümlerin kaynağı merhametsizliktir. Kalplerde merhamet anlayışı çoğaldığı müddetçe güçsüzler ve mazlumlar azalır, zayıf kimseler daha çok ilgi görürler, tabiat ve çevre daha güzel olur.

Peygamber (sav) merhametin önemini şu sözleriyle haber veriyor:

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah ta merhamet etmez” (Müslim, Fedâil/15, no: 2319)

“Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler (Allah ve melekler) de size merhamet etsin.” (Ebu Dâvûd, Edeb/58, no: 4941)

"Karar verirken, ailesine karşı ve velayeti altında olanlar hakkın­da âdil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerinde olacaklar." (Müs­lim, İmâre/18, no: 4721) 

Merhamet duygusu, insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası güzel ilişkilerin, insaflı olmanın ve adaletli davranmanın en önemli teminatıdır. 

Merhamet kelimesi Kur’an’da bir âyette yer almaktadır.

فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ {11} وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ {12} فَكُّ رَقَبَةٍ {13} أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ {14} يَتِيماً ذَا مَقْرَبَةٍ {15} أَوْ مِسْكِيناً ذَا مَتْرَبَةٍ {16} ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ {17} أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ {18} وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ {19} عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ {20}

“Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiç bir bedel ödemedi. Bilir misin nedir o sarp yokuş? Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır. Veya açlık gününde (muhtaçları) doyurmaktır. (Mesela) yakını olan bir yetimi, ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü...

Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye etmektir.

İşte böyleleri ‘meymen’e sahipleridir.” (Beled 90/8-17)

Buradaki ‘meymene’, sağ anlamındaki ‘yemin’den gelir. Yemin; ‘sağ taraf, bereket, uğur, müjde, hayır ve güç’ manalarında kullanılır.

Cennetlikler ‘ashabu’l-yemîn’dir. Yani onlara cennet müjdesi veya amel defterleri sağ taraflarından verilecek. (Vâkıa 56/27, 38, 90, 91. Müdessir 74/39. İnşikâk 84/7-8)  

‘Yemin’, hem ‘sağ’ hem de ‘söz’dür. Mecazen ‘sağduyu’yu yani vicdanı da ifade eder. (M. İslâmoğlu, Meal s: 1260)

Öyleyse ‘meymene’yi, amel defterleri şeklinde açıklamak mümküm olduğu gibi, vicdan sahipleri olarak da anlamak mümkün.

Onlar yukarıdaki âyetlerde sayılan, yoksula yardım eden, yetimi gözetip kollayan, çağdaş ve çağdışı, modern veya klasik, paralı veya meccanen her türlü köleliğe karşı mücadele eden, Allah’ın dışındaki varlıklara kulluk anlayışına direnen kimselerdir.

Onlar birbirlerine bu gibi faaliyetler için gereken tavsiyeyi yaparlar. Birbirlerine merhametli olmayı öğütlerler. İnsanlar arasında merhamet yaygınlaşsın, merhamet ahlâkı çoğalsın diye çaba gösterirler.

Onlar merhametli kimseleri onura ederler, çocuklarına öncelikle merhamet etmeyi öğretirler. Onların kafa yapılarında merhamet şuuru olduğu gibi, davranışlarına yön veren saik merhamat anlayışıdır.

İşte bunlar meymene sahipleridir. Yani bunlarda bir meymenet vardır. Bunlarda bir uğur vardır, yaptıklarında bereket vardır, amellerinde hayır vardır.

Türkçe’de ‘meymenet’; iyi nitelik, uğur, hayır ve bereket demektir. (Türkçe Sözlük s: 1019)

Anadolu’da faydasız işlere, işe yaramaz adamlara, hayırsız çocuklara ‘meymenetsiz’ derler. 

Merhameti olmayanda meymenet de yoktur. Böyleleri yarın hesap gününde ceza haberlerini/kitaplarını sol taraflarından alacaklar. Bunlar ‘meş’um’ insanlardır. (Beled 90/19-20)

Meş’um; uğursuz, kötü demektir. (Türkçe Sözlük, s: 1014)

Bunlar aynı zamanda merhameti olmayan, merhameti tavsiye etmeyen, insanlar rasında merhameti yaygınlaştırmak için çaba göstermeyen katı vicdanlı adamlardır.   

Çünkü onlar ‘meymenet sahibi’ yani vicdanlı insanlar değil, vicdanları körelmiş, merhametsiz kimselerdir.

Bunların çok olduğu zamanlar ve zeminler de insan sadeti açısından hüzün vericidir.

 

  • - Topluma nisbetle adalet

Adalet sadece adalet bakanliklarinin veya o bakanliklardaki memur hakimlerin isi degil.

Ayeti tekrar hatirlayalim: “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 4/58)

Âyette emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde; dosdoğru hareket etmek, düzgünce iş yapmak, herkesin hakkını vermek,  ya da bir şeyi ait olduğu yere koymak adalettir.

İnsanların renklerinden, kültür ve eğitim düzeylerinden, ırklarından veya geldikleri bölgelerinden, toplumsal statüleri açısından dolayı farklı davranmamak, haklarına tecavüz etmemektir.

İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar Kitab’a uyarak , Mizan’ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adaleti) sağlarlar.

  • لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ {25}

“Andolsun, Biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar

‘kıst’ı (adaleti) ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab’ı ve mizan’ı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik …” (Hadîd 57/25) 

Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur gider. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar.

Kitab’ın yanında indirilen ‘demir’ güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür: Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Güç ve iktidar sahipleri aynı zamanda merhametli olmalılar. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab’a ve O’nun hükümlerine uyup, mizan’ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşabilirler.

“Kullarına farz kıldığı adalet, sadece yönetimde adalet değil, aynı zamanda muhakemede itidal, muamelede dengedir.

İtikatta adalet Kitap ile,

muamelatta adalet hukuk terazisi ile,

hakka tecavüzde adalet güç ve silah ile sağlanır. Bu üçlü Hadid Sûresi’nde üç sembol üzerinden verilir: Kitab, mizan, demir (57:24).

Kitap, uyulması gereken değerler ve ilkeler bütününe tekabül ediyor.

“Terazi” anlamına gelen mizan ise o ilkeleri uygulayacak ölçülü ve dengeli muhakemeye tekabül ediyor.

Demir ise mizan ile Kitab’ı uygulayacak olan adalet uygulayıcılarına yönelik her türlü tehdit ve zorbalığı bertaraf edecek adaletin elindeki güce tekabül ediyor.

Bu gücü yöneten kuruma ise devlet adı veriliyor. (M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 7)

İktidarını gücüne borçlu olan her iktidar zulüm üretir.

Vahyin bütünü göz önüne alındığında, meşru bir iktidarın temelinin şunlar olduğu görülür:

  1. Hakikat (tevhid).
  2. Adalet.
  3. Merhamet.
  4. Ehliyet.
  5. Meşveret.

İslam âlimlerinin dilinde “Devlet küfürle değil, zulümle yıkılır” sözü, bir mütearife haline gelmiştir. Allah Rasulü aleyhissalatu vesselam’dan, bir saat adaletle hükmetmenin 70 yıllık nafile ibadete bedel olduğuna dair haberler gelmiştir.

Bu, yeryüzünün en eskimez hikmeti olan ve Hz. Ömer’in yönetim felsefesi olarak uyguladığı “Adalet mülkün/devletin temelidir” sözünü tasdik eden bir rivayettir.

Vahiyle inşa olmuş akıllar, dünya tarihinde adaletin en güzel örneğini sergilemişlerdir. (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 7)

 

Hüseyin K. Ece