Ailede karaketer eğitimi hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece

06 Aralık 2015

Beytu’s-Selam-Duisburg

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ {27}

 وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ {28}

“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” (Enfal 8/27-28)

Çocuk eğitimi, ya da ailede karakter eğitimi çok geniş bir konu. Bu konuda Türkçe yazılmış çok kitap, araştırma tezi, eğitim yazıları bulabilirsiniz. Bu dersimizde bir kaç önemli noktayı söz konusu etmeye çalışacağız.

Önce insanın fıtratına, yani ilahi formata, karakter eğitiminde beyt/menzil’in (evin) önemine, şahsiyet karakter gibi ahlâkî kavramlara değinip, evde verilebilecek karakter eğiminde bazı genel ve özel prensiplere temas edeceğiz.

 

-Giriş

Ahlâk ve insan eksenli konuları ele alan kitaplarda ‘tedbîr’ kavramı ile şahsiyetin inşası veya karakter eğitimi arasında ilişki var.

‘Tedbîr’: Sözlükte tedbîr “bir kimsenin işini çekip çevirmesi, sonunu hesap etmesi” anlamına gelmektedir. (Lisânü’l-Arab, “dbr” md.)

Türkçe sözlükte şöyle açıklanıyor: İdare etme, çekip çevirme. Bir işin sonunu hesaplama. Bir işin yürütülmesi ile ilgili zorlukların çaresini önceden düşünme. (M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s: 1595)

Kur’ân’da fiil halinde geçiyor. Allah’ın evrende bütün varlık ve oluşları idare ettiğini belirtmek üzere “yüdebbirü’l-emr” şeklinde dört âyette geçmektedir (Yûnus 10/3, 31. Ra‘d 13/2. Secde 32/5).

Tedbîr hadislerde de “yönetme” anlamında kullanılmıştır (Wensinck, el-Mu’cem, “dbr” md.).

Bunlardan birinde, “Tedbîr gibi akıl, sakınmak gibi vera‘ yoktur” buyurulur (İbn Mâce, Zühd/24). (Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 40/259)

Tedbîr; İslâm tarihinde yazılan ahlâk ve siyaset kitaplarında “yönetim, siyaset” mânasında sıkça geçmektetir.

‘Ev’ anlamındaki menzil ile birlikte ahlâk kitaplarında pratik ahlâkın üç ana bölümünden ikincisi olan aile ahlâkını ifade etmektedir.

Diğerleri; Tehzîbü’l-ahlâk,

Tedbîru’l-beyt/menzil (evin yönetimi)

Tedbîru’l-medine (toplumun yönetimi) (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/259)

Bazı bilginler bu sıralamayı ameli hikmetin üç bölümü olarak açıklarlar.

İbnu Bacce bu üçlü sıralamayı kabul etmekle birlikte, ‘tehzibu’l-ahlâk’ın yerine, ‘tedbîru’l-mutavahhide (şahsiyetin yönetimi)’ ifadesini kullanmıştır. Bu konuda yazdığı kitabına da Tedbîru’l-Mutevahhid adını vermiştir.  Ona göre her insan kendi başına bir bireydir. Bireyin inşası, ıslahı, yönetimi de önemli bir iştir.

Biz buna şahsiyetin inşası diyelim.  

 

-Tedbîru’l-beyt/menzil (evin inşası)

Şahsiyet evin hücresi, ev toplumun hücresi

Şahsiyet iyi inşa edilirse ev, evin hücreleri sağlam olursa toplum sağlıklı olur.

Ahlâk kitaplarında “tedbîrü’l-menzil” (tedbîrü’l-menâzil, siyâsetü’l-menzil) başlıklı bölümlerinde ev idaresi ve aile ahlâkına dair konulara yer verilir. Ailenin baş unsuru kabul edilen karı ile koca, çocuk ve malla ilgili yönetim esasları, aile fertlerinin hak ve sorumlulukları, ailenin geçimi, mal varlığının kazanılması, korunması ve harcanmasıyla ilgili kurallar üzerinde durulur.

Modernizm aile hayatını tehdit ediyor.

Modern hayat anlayışını benimsemiş insanlar genelde yalnızdır. Aile hayatı ona bu yanlızlığında kucak olur.

Modern toplumlarda bireycilik hakimdir bu yüzden de bir çok açıdan birey korumazsızdır. Aile onu koruyan en ciddi hisardır.

Çocuklar en iyi eğitimi ve sağlam şahsiyeti ailede kazanırlar. Karakterler ailede oluşur ve bina edilir. İslâmî şahsiyetler de öyle.

Müslüman anne-baba çocuklarına ancak sağlıklı bir aile ortamında iyi bir kişilik kazandırırlar. Bir ailenin verdiği  olumlu eğitimi, sağlıklı kişiliği başka bir kimse veya başka bir kurum veremez.

Bu sebeplerden dolayı Batı Avrupada evlerimiz kurtarılmış bölge olmalı.

O zaman tekrar eve dikkat çekmek gerekiyor.

Kur’an eve, aile hayatına dikkat çekiyor. İnsanın yeryüzü macerası aile ile başladığını haber veriyor.

Kur’an, aile olmayı emrediyor. 

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının...” (Nisâ 4/1)

Örnek ailelerden bahsediyor. Âli İmran, Âl-i İbrahim, Âl-i Lût, Âl-i Ya’kub, Âl-i Musa, Âl-i Dâvud, Ehl-i beyt gibi. 

Allah (c.c.) nikâhı, yani evlenmeyi emrediyor, nikâh dışı bütün yolları yasaklıyor ve bu tür ilişkilere fahşa, yani çirkin işlerin en çirkini diyor. (İsra 17/34)

Peygamber’in İslâm adına emrettiği veya tavsiye ettiği şeyler bir müslüman için bağlayıcıdır. Peygamber (s.a.s.) kendisine uyma konusunda şöyle buyurdu:

فَمَنْ رغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى

“Herkim Sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhari, Nikâh/1. Müslim, Nikâh/5 (1401). Nesâî, Nikâh 4 (6/60))

Hz. Peygamber (s.a.s.) evlenme konusunda da şöyle buyuruyor: “Nikâh (evlenmek) benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi yerine getirmezse o benden değildir. Evlenin, çoğalın. Çünkü yarın kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı ben, sizin çokluğunuzla övüneceğim.” (İbn Mace, Nikâh 1/1846. Süyuti, Camiu’s-Sağir, 1/3366)

Hz Aişe r.anha’nın dediğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

   النِّكاَحُ مِنْ سُنَّتيِ . فَمَنْ لَمْ يَعْمَلَ بِسُنَّتيِ فَلَيْسَ مِنيِّ

“Nikah sünnetimdendir, her kim sünnetime göre amel etmezse benden değildir.” (İbn Mâce, no 1846. Elbanî, Sahihu’l-Cami, 6/39. Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2/324 hadis no 2833. Münâvî, Künûzu’l-Hakâik, hadis no 8257)

 

-Tedbîru’l-medine,

Yani toplumun idaresi, toplumun düzeninin sağlanması. Ahlâk kitaplarının çoğu ferdî ahlâk ve aile ahlâkından sonra siyasi ahlâk olan ‘tedbiru’l-medine’ye de yer verirler. 

Bu başlıklar altında genellikle kişinin temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendi kendine yeterli olmadığı gerçeğinden hareketle insanların birbirine ihtiyaç duyması ve toplumsal hayatın zorunluluğu, birlikte yaşamanın kuralları, devletin gerekliliği, yönetim ilkeleri, yönetenlerin ve yönetilenlerin hakları ve sorumlulukları, adalet, sevgi, dostluk gibi konular ele alınır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/259)

Bilinen bir şey. Beden hücrelerden, bina tuğla veya taşlardan aile de fertlerden, toplumlar da ailelerden meydana gelir.  Hücrenin sağlığı bedenin sağlığı, ailenin sağlığı da toplumun sağlığıdır.

Sağlam karakterli çocuklar yetiştirmek aynı zamanda sağlıklı, huzurlu ve az sorunlu toplum kurmaya da hizmet eder.

Güzel ahlak sahibi fertlerden müteşekkil ailedeki huzuru herkes özler. Ailede bu huzuru tadanlar bunu dışarıya, yani topluma da taşırlar.

Bu nedenle sağlıklı toplumlar isteyenler öncekilkle evlerde karakterli kişiler yetiştirmek zorundadırlar.

 

-Fıtrat ve karakter eğitimi

İslâm ahlâkçıları insanın her bakımdan gelişip olgunlaşmasının tabiat ve sanat denilen iki temele dayandığını söyler. Allah vergisi ve irade dışı olan tabiat doğuştan sahip olunan özellikler, yetenekler ve davranış eğilimleridir, bunların her birine garîze denir.

Sanat ise kişinin kendi tercihleri, yaşantıları ve etkileşimleri sonucu elde ettiği ikinci tabiat ve karakterdir. (Kınalızade, 1/150-153. Mehmed Fâzıl, s. 66-67). (Hökelekli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/297)

Biz birincisine fıtrat, ikincisine eğitim diyebiliriz.

İnsanın fıtrat üzere yaratıldığı Kur’an ve hadislerde geçiyor:

“O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

Peygamber (sav) buyuruyor ki:“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk da müslüman olur.” ( Müslim, Kader/24-25 no: 6760-6761. Ebu Dâvûd, Sünnet/18 no: 4714. Tirmizî, Kader/5 no: 2138). A. b. Hanbel’in rivâyetinde: “İsterseniz Rûm Sûresi 30. âyeti okuyunuz” ilavesi vardır. Müsned, no: 7730)

Fıtrat ilahi formattır. Allah’ın insan için seçtiği biçim, hal, iç ve dış donanım, kabiliyetler ve beşeri özelliklerdir.

‘Fıtrat’ kavramı Kur’an’ın, özelikle doğal yapı/doğal eğilim/yaratılış ile ilgili önemli bir kavramıdır. Kavramın farklı anlaşılmaya müsait yapısı sebebiyle, ilk yaratılış, insanların ruhundan veya doğal yapılarından alınan ezelî sözleşme, insan bünyesine yerleştirilen inanma ve ibadet etme ihtiyacı, insan yapısının iman ve ibadet etmeye meyilli olduğu gibi konularla ilişkilendirildi.

Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın; sonsuz güç sahibi Yaratıcı’nın hem varlık hem de insan üzerindeki tasarrufunu, biçim ve şekil verme gücünün O’na ait olduğunu, varlık sahnesindeki mucizevî çeşitliliği ve fonsiyonları ‘fıtrat’ kavramında bulmak mümkün.

Yine insanın karmaşık yapı ile birlikte kendisine biçilen role hazır hale getirilişini, sorumlu tutulan insanın bu sorumluluğu yerine getirebilecek dinamiklerin fıtratına yerleştirildiği görüyoruz.

‘Fıtratullah’, Allah’ın insanları döktüğü kalıbın adıdır. Yani Allah’ın varlık hakkında yaratma tarzıdr. Her şey buna bağlı olarak kendisine bir yol, bir mecra bulur. (Kutub, M. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, İşaret Yay. İstanbul 1992, s: 87)

Fıtrat, insanın doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade eden bir terimdir.

Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz.

Buna insan da dahildir.

Kur’an’ın dikkat çektiği fıtrat, insanın eğitilebilir, iyiye yönlendirilebilir, eğitim ve terbiye ile sağlam karakter sahibi yapılabilir gerçeğini anlıyoruz. İnsanın bünyesinde bütün bu imkanlar potansiyel olarak vardır.

İyi mürebbiler, becerikli eğitimciler bunları keşfeder ve iyiye doğru yönlendirirler.

Şu âyet bir başka açıdan insanın fıtratına işaret ediyor:

Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin

ederim ki, Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 91/7-10)

Bu gerçek insanın hür iradesine işaret ettiği gibi, aynı zamanda onun ahlakî zaaflarla olduğu kadar Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle de donatıldığını haber veriyor. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1274)

İnsan kelimesini iki aslı olduğu söylenir.

Birisi nisyan,

diğeri ünsiyet. 

Birisi insandaki olumsuz yönü yani fücûru, diğeri olumlu yönü yani takvayı gösteriyor.

Eğer fıtratı bir açıdan insana verilmiş karakter olara alırsak, bu demektir ki insan bünyesinde takvaya da fücûra da meyil ver. 

Fücûra yatırım yapanlar hem kendilerini, hem görevlerini, hem nereden gelip nereye gittiklerini unuturlar. Kendileri de unutulur. Haşr Suresi 19. âyetinde geçtiği gibi. 

Takvaya yatırım yapanlar bir anlamda kendilerini bulurlar ve ünsiyet edebilecek bir karakter kazanırlar. Hem kendileri ile, hem diğer insanlarla, hem çevre ile, hem de Yaratıcı ile uygun ünsiyet kurarlar.

Âyet “kim nefsini tezkiye ederse kurtulur” diyor. Burada insanın kendi tezkiye-arınma sorumluluğuna dikkat çekiyor.

Bununla birlikte âyetin ebeveynlere de benzer telkinde bulunduğunu, çocukların tezkiye konusunda ebeveynin görevine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Yani siz de sizin emanetinize verilen insanı/insanları tezkiye ederseniz, ıslah ederseniz, karakterlerini sorumlu davranacak, takvalı olacak şekilde gelişmesini oluşturusanız onlar da kurtulurlar.

Tîn sûresinde de benzer bir ifade var.

“Doğrusu Biz insanı, yaratılışın yüce amacını gerçekleştirmeye elverişli ve yarayışlı potansiyelde yaratmışısız da, sonradan onu (tercihine) bakıp aşağıların aşağısına atmışızdır.” (Tîn 95/4-5)

Ahsen-i takvim en güzel kıvamda yaratılması, insanın saf tabiatı yani fıtratıdır.

Mesaj açık: İnsan var ediliş amacını gerçekleştirecek bütün kabiliyetlerle donatılmıştır.

‘Ahsen-i takvim’, insanın olumlu kutbudur. Yaratılış amacına uygundur. Bu unsur insanda asıldır. ‘Esfel-i safilîn-aşağıların aşağısı’nda olmak arizîdir. Unutan insanın yanlış tercihini sonucudur.

Ebeveynin görevi işte insanda potansiyel olarak bulunan bu yetenekleri olumlu yöne kanalize  etmek, geliştirmek ve onları bir karakter olarak çocuklarına kazandırmaktır.

Şahsiyet ve karakter nedir?

 

-Şahsiyet, karakter, mizaç, seciyye, huy, ahlâk

Eğitim ve terbiyede, karaket oluşumunda bu önemli kavramlarla karşılaşıyoruz.

Şahsiyet; sözlükte “fert, kişi, birey” anlamındaki şahstan oluşturulmuş yapma masdar olan şahsiyyetin kökü şuhûs “yükselmek, uzaktan görünmek” demektir (Lisânü’l-Arab, “şħś” md.).

Şahsiyeti kavram olarak şöyle tanımlayabiliriz: Çevrenin hukukunu koruyarak, toplumdan kopmadan kendine bahşedilen kabiliyetleri kullanan kişi demektir.

Kur’ân’da ve hadislerde bu kökten türemiş kelimeler geçmekle birlikte (M. F. Abdülbâkī, el-Mu’cem, “şħś” md.; Wensinck, el-Mu’cem, “şħś” md.) bunların şahsiyetle anlam ilişkisi yoktur. Eski felsefe ve mantık kitaplarında da bugünkü manasıyla geçmez. Bu daha çok bugünkü modern psikolojinin bir terimidir.

Ancak gerek Kur’an’da ve hadislerde, gerekse İslâm kaynaklarında insan kişiliğiyle ilgili bazı kavramlar yer alır.

Bunların en kapsamlısı olan nefstir. Nefs sözlükte “kişi, şahıs, zat, benlik” gibi anlamlarda kullanılmakta (Lisânü’l-Arab, “nfs” md.), terim halinde kişiliğin iç yapısını, bedenî ve ruhî boyutuyla insan benliğinin eğilimlerini, ruhsal hayatın bütününü ve beşerî kişiliği ifade etmektedir.

Benlik ve kişiliği oluşturan bütün yapılar, yeti (meleke) ve yetenekler, fonksiyon ve süreçler nefis kavramına girer (Mu’cemü elfâži’l-Ķur’ân, I/521-522. İbn Kayyim, s. 218-219).

Bunun yanında tab‘ (tabiat), garîze, mizâc, hulk, seciyye, şâkile gibi kişiliğin çeşitli yönlerini anlatan kelimeler İslâm kaynaklarında geçmektedir.

Ğariza; Sözlükte “yaratılış, tabiat; içgüdü” gibi anlamlara gelen garîze terim olarak “kişilik özelliklerinin kaynağını meydana getiren meleke, bir canlının tabiatından kaynaklanan eğilimlerinin bütünü” diye tanımlanır.

Tabiat; Garîze gibi tab‘ ve tabiat da kişiliğin doğuştan gelen temel unsurlarını ifade eder.  

Şâkile; Kur’ân’da bir âyette geçen şâkile (el-İsrâ 17/ 84) sözlükte “hissî ve mânevî sûret” demektir (Mu’cemü elfâži’l-Ķur’ân, 2/30); terim olarak “tabiat, âdet, ahlâk, seciye, mizaç, karakter” gibi daha çok ahlâkî kişilikle ilgili anlamlarda kullanılmaktadır (Elmalılı, V, 3197).
Batı dillerinde şahsiyet kavramı “personality” (İng.), “personalité” (Fr.) kelimeleriyle ifade edilir.

Şahsiyet ve onunla ilgili benlik, kendilik, kimlik gibi kavramlar Türkçe’de ve modern Arapça’da kullanılmaktadır. (Hökelekli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/297)

-Mizaç; Türkçe sözlük mizacı şöyle tarif ediyor: Manevi vasıfların bütünü, huy, tabiat, yaratılış. (M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s: 1151)

Seciyye;Yaratılış, iyi huy, karakter, cibilliyet, tabiat, (M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s: 1426)

Huy; Yaratılıştan olan karakter, asli tabiat, cesiyer, mizaç, hulk, alışkanlık, adet, itiyad, ahlak, kötü ve zararlı alışkanlık. (M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 724)

Hulk/ahlâk; Şahsiyetle ilgili diğer bir terim hulktur (çoğulu ahlâk) ve “tabiat, yaratılış, seciye” anlamlarına gelir (Lisânü’l-Arab, “ħlķ” md.); daha çok “yerleşik huy, karakter, tabiatın gelişmiş şekli” diye tanımlanır.

Ahlâk, Türkçe sözlükte şöyle tarif ediliyor:

Huylar, tabiatler, İnsanın yaratılışından gelen ve cemiyet içinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar. İnsanın yaratılışından gelen hususiyetler ile Kur’an ve Sünnette sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesi ile kazanılan iyi ve güzel davranışların bütünü. (M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s: 31)

Ahlâkın pek çok tarifi yapılmışsa da en beğenilen tarif İmam Gazalî’nin tarifidir.

“Ahlâk, insan nefsine yerleşen öyle bir melekedir ki, fiiller hiç bir zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” (Çağrıcı, M. Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, s: 16)

Görüldüğü gibi insandaki yaratılıştan gelen ve sonradan kazanılan özelliklere, davranışlara ahlâk denildiği gibi, huy, tabiat, seciye, mizaç gibi isimler de veriliyor. Bunlar çoğu zaman birbirinin yerinde kullanılıyor.

Bu açıdan ahlâk ile karakter arasında fazla bir farkın olmadığı görülüyor.

Bunlar arasında karakter ve mizaç diğerlerinden farklı anlaşılabilir. (Hökelekli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/297)

Karakter, daha çok ahlâk ağırlıklı bir anlam içerir. Şahsiyetle karakterin en önemli farkı, şahsiyetin bir kişiyi tanımlayan ve hem doğuştan gelen hem de sonradan kazanılan özellikleri ihtiva etmesi, karakterin ise kalıtımsal etkiler, soydan gelen özellikler ve olgunlaşmanın bütününden oluşmasıdır (Sillamy, s. 52-53).

Buna göre karakter şahsiyet kavramına dahildir. Karakterli insan davranışlarını toplumun değer yargılarına uygun biçimde yönetebilen, değerler sistemini içselleştirmiş olan kimsedir. İslâmî literatürde yeni bir kavram olan karakteri müslüman müelliflerin bazıları seciye (İsmail Fenni, s. 77-78; Tunç, s. 315), bazıları hulk/ahlâk ile karşılamıştır.

Ahmed Naim’e göre karakter Arapça’daki hulk kelimesinin tam karşılığıdır, bunu seciye ile karşılamak doğru olmaz; çünkü karakterler gibi ahlâkın da iyisi ve kötüsü bulunur, seciyenin ise kötüsü yoktur (Fonsegrive, s. 55).

Modern Arapça sözlüklerde karakterin hulk kelimesiyle karşılandığı görülmektedir (meselâ bk. Hifnî, 1/132. Bedevî, s. 56, 279).

Bu yaklaşımdan hareketle ahlâk ilmini “insan karakterinden bahseden ilim” diye tarif edenler olmuştur (Kam, s. 9, 11). (Hökelekli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/297)

Karakter ve mizaç; şahsiyeti inşa eden yapı taşlarıdır. Her insan yekdiğerinden bunlar sayesinde ayrılır ve özgün bir varlık olarak insanlık ailesindeki yerini alır. (İslâmoğlu, M. Ne Yapmalı, s: 161)

Şimdi bir adı da tedbiru’l-mütavihhide olan şahsiyet terbiyesi, yani karakter eğitimine geçebiliriz.

 

-Ailede temel karakter eğitimi

Eğitim aynı zamanda terbiye ise bunun en iyi verildiği yer aile olacaktır. Aile eğitimi çocuk için anne sütüdür. Hem sıcaktır hem de besleyici. Hem kandır hem de can. Hem kaynaktır, hem de kök. Ondan mahrum kalan iyi beslenmemiş, iyi yetiştirilmemiş,  iyi desteklenmemiş ve çocuk için en elzem olan sevgi ve ilgiden mahrum kalmış demektir.

Kim ne derse desin, beceriksiz bir anne-babanın bile kendi çocuğuna vereceğini, hiç bir kurum, hiç bir yuva, hiç bakıcı aile veremez. Hele hele kurumların bir annenin yerini tutması aklın alacağı bir şey değildir. Hiç kimse başkasının çocuğunu onun yerine, tam da onların istediği gib, yani mükemmel şekilde terbiye edemez.

Bu işin tabiatı böyle. Fıtrat yani yaratılış böyle. Bunu tersine çevirmek mümkün değildir.

İnsanı öncelikle anne-baba yetiştirir. Onlar bu işin eğitimini almasa bile, doğuştan onlarda bu kabiliyet vardır.

İnsanı yaratan onu, kimin bedeninde yarattı ise ona teslim ediyor. Anne-babaya, çocuğu bakacak, besleyecek, yetiştirecek kabiliyetleri veriyor.

Müslüman ailelerin çocuk sahibi olmayı ve onları terbiye etmeyi iman açısından değerlendirirler.

Müslümanlar çocuğa Allah’ın değerli bir emaneti gözü ile bakarlar. Emanet günün birinde sahibine taslim edilir. Müslüman anne baba da çocuğu güzel, edepli, hayırlı, kaliteli yetiştirir ve akil baliğ olunca Rabbine teslim eder.

Esasen emanet geri verilmek üzere geçici olarak alınan şeydir. Emanete hıyanet etmek kötü olduğu gibi bunu yapanlara hain damgası vurulur.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: 

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz Yönetici bir çobandır Erkek, aile halkının çobanıdır Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz" (Buhârî, Cum`a/11 no: 893, İtk/17, 19 no: 2554, 2558, Nikâh/82 no: 5188. Müslim, İmâre/20 no: 4724. Ebû Dâvûd, İmâre/1 no: 2928. Tirmizî, Cihâd/27 no: 1705)  

 

-Kaliteli nesil anne-babanın eseridir.

Salih evlat yetiştirmek hem bir kulluk görevi, hem devam eden bir sadaka, hem de anne babanın kalitesidir. Çocukları anne-babanın eseri olduğuna göre iyi eserler bırakmak akıllı ebeveynin hedefi olmalı. 

Şair Hadimî şöyle diyor:

“Kâmil odur ki, koya her yerde bir eser, 
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” 

 

-Salih evlat, temiz soy sahibi olmak imanî bir görevdir

İslâmın bir hedefi de insan neslini kirden, gayri meşru yollardan koruyup, sağlam nesiller meydana gelmesini sağlamaktır.

Bu bağlamda müslüman temiz nesil yetiştirmekle de sorumludur. Zira hayırlı evlat hem bir görevdir hem de göz aydınlığıdır. Kur’an bu konuda müslümanlara şu duayı öğretiyor:

وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا

رَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً قُ {74}

“Onlar ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize hanımlarımızdan ve nesillerimizden gözlerimizn bebeği olacak (salih insanlar) ihsan et, bizi takva sahiplerine rehberler eyle’ derler.” (Furkan 25/74)

Salih evlat, düzgün karakterli nesiller nasıl yetiştirilir.

 

-Karakter eğitiminde prensipler

a-Genel  prensipler

-İyi bir evlilik

Müslüman eşler evlenmenin hem fıtrî bir ihtiyaç olduğunu, hem de inanç açısından bir yükümlülük olduğunu bilmeliler. Bu da ibadettir.

Evlenmedeki amaçlardan biri de salih evlat (kaliteli çocuk) yetiştirmektir.

Bunun için müslüman eşlerin İslamın evlilik için getirdiği ölçüler ve ilkeler çerçevesinde evlenmeleri, evliliklerini yine bu ölçü ve ilkelere göre yürütmeleri gerekir. Bu hem mutlu bir aile hayatı için, hem de iyi çocuk yetiştirmek için lüzumludur.

Evlenme aşamasında yapılan hatalar daha sonradan hem eşler arasındaki ilişkilere, hem de çocukların eğitimine olumsuz yansır.Yuvasını günah, haram, israf ve gösteriş üzerine kuran aileyi, sonradan bunların hiç birisi mutlu etmiyor.

Eşler arasındaki küfüv, yani denge, uyum, güzel geçim, karşılıklı anlayış ve itibar, haklara riayet ve görevlerin güzelce yerine getirilmesi çocuk eğitiminde en önemli faktördür.

Evlenme çağı gelen her müslüman genç iyi bir anne adayı, bir baba adayı ararken, kendisini ideal aday olarak yetiştirmeli.

 

-İslâma uygun bir düğün

Salih evlat için yuvanın sağlam ve meşru temele dayanması gerekir.

Sağlam bir yuva için de iyi ve her açıdan denk bir eş seçimi, evlilik sorumluluğu, ekonomik imkanlar hazırlama gibi şeyler önemli olduğu gibi, evliliğe giriş kapısı olan düğünlerin de mazbut, İslâmî ölçülere uygun ve şeytanın şerrinden uzak olması gerekir.

Eşler Allah’ın emri Peygamberin kavli ile evlenmeli.

Evlenmek, yani yuva sahibi olmak ev kurmak demektir. Ev nereye ve nasıl kurulursa sağlam olur?  Evini yar kenarına kuran, evi göçtüğü zaman sızlanmamalı.

Düğünden amaç nikahı ilan etmek, misafirlere ‘velime’, yani özel düğün yemeği ikram etmek ve hediyeleşmektir. Düğün olması hasebiyle sevinç ve eğlenece de olabilir. Ancak müslümanın eğlencesi de ona yakışmalı. İnancının ölçüleri dışında olup, şeytanı ve şeytanın dostlarını sevindirmemeli.

İslâmî düğünün çerçevesi çizilemez. Her devrin, her yörenin, her kültürün farklı farklı âdetleri olabilir. İslâmî düğünde sabit bir çerçeveden ziyade neyin günah olup olmadığına bakmak gerekir. Zira İslâmda temel prensip: Eşyada aslolan ibahedir. Bir şey nassa dayalı olarak haram kılınmamışsa o helâldir. Neyin günah neyin mübah olduğunu aşağı yukarı her müslüman bilir.

Düğünlerde yapılan aşırı harcamaların, “herkes öyle yapıyor”, desinler için yapılanların ailenin mutluluğuna ne kadar etki ettiği tartışılır.  

 

-Helâl rızık

Müslümanlar aileyi helal ölçülerine uyarak kurdukları gibi, geçimini de helal rızıklardan temin ederler.

Haram lokmanın kişi ve çocuk karakteri üzerinde kötü etki yaptığı biliniyor.

Atalar “haramın binası olmaz” demişler. Yani haram ile kurulan hiç bir yapı, hiç bir kazanç, hiç bir yatırım, hiç bir şahsiyet sağlam olmaz.

Haram kazanç ifsat eder. Yani çürütür, kokutur, tefessüh ettirir. Haram lokma dengeyi bozar, hırsları kamçılar, hassasiyetleri törpüler, iyilik duygusunu öldürür, dürüstlüğe tuzak kurar.

Bir çocuğa verilebilecek en güzel terbiye, ona mutlaka helâl lokma, alınteri ile hak edilmiş rızık yedirmektir.  İnsan hak etmediği bir kazancı evine götürüyorsa bunun hayrını görmez. Bu haram lokma eşiyle geçimini olumsuz etkiler. Çocuğunun yanlış davranışlar öğrenmesine sebep olur. Haramı yiyenin iyi duyguları körelir, ahlâkı kötüleşir.

 

-Besmele ile evlenme

Her işine besmele ile başlaması gereken müslüman evliliğe besmele ile başlamalı, besmele ile sürdürmeli.

Eşiyle yatağa gitmeden önce “Bismillahi Allâhümme cennibne’ş-şeytâne ve cennibi’ş-şeytâne mâ razektenâ-Allahın adıyla. Allahım! Şeytanı bizden ve bize rızık olarak vereceğinden(çocuktan) uzaklaştır” şeklinde dua etmeli. Bunu peygamber (s.a.s.) ümmetine tavsiye ediyor.

 

-Çocuk sahibi olmaya hazırlık,

Çocuk eğitimi doğumdan önce başlar. Hamilelikle ve doğumla devam eder. Hamilenin  

etkilendiği şeylerin bebeğe de yansıdığı uzmanlar tarafından tesbit edilmiştir. Onun için hamilelere iyi şeylerden etkilenmeleri tavsiye edilir.

Emek verilen bir doğum çocuğun değerini artırır. Tıpkı emek verilen her şeyin değerli olması gibi. Onun için evde ve tabii doğum, yani sancılı doğum tavsiye edilir. Doğum bedelini ödeyen anneye bebeği çok daha kıymetli olacaktır.

Annelerin hakkının babaya nnisbetle üç kat oluşunun bir sebebi de annelerin ödediği bedeldir.

Anne baba adayları çocuk sahibi olmaya kendilerini hissen, kalben ve ilmen hazırlamaları gerekir.

Çocuk eğitimi ile ilgili gerekli bilgileri elde etmeleri, büyük kimselerin nasıl yetiştiklerine bakmaları çok çok faydalıdır.

Çocuk nikâhın meyvesidir. Evlilik bir ağaç ise;

kökü yüreklerde,

gövdesi aile kurumunda,

dalları anne babanın eğitim metodundadır.

Meyvesi (semeresi) ise salih (hayırlı), sağlam karakter sahibi evlattır. Meyvesinin tatlı ve verimli olmasını isteyenler ağaca  iyi bakmak zorundadırlar.

 

*Doğumdan sonra

-Ezan okuma

Müslümanlar çocuklar doğunca sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına kamet okurlar. Bu Peygamber’in (sav) her doğan çocuğa uygulanmasını istediği kuvvetli bir sünnetidir.

Sağ kulağına ezan, sol kulağına kaamet okunması, bir dinî tören değil, anne-babanın çocuk emanetini aslına uygun taşıyacaklarına dair bir sözleşmedir. Bu sözleşmeye uyanlar çocuğu iyi, kaliteli, karakterli, edepli ve salih evlat olarak yetiştirmeye çalışırlar.

Bu ezanla birlikte çocuk ilk defa Allah sonra Muhammed sözünü işitir. Bu ona; “Ey insan, sen Allah’ın kulusun. Hz. Muhammed de Allah’ın son elçisidir. Bunu hayatın boyunca unutma ve gereğini yap” demektir.

Bu ezan ta Adem’den beri yüreklerde yankılanan, devirlerden devirlere kıvrım kıvrım dolaşan, ufuklarda ve varlıkta dile gelen ilâhi davetin Allah’ın minicik kullarından birinin kulağına ulaşmasıdır.

Bu ezan, çocuğu fıtrata, yani Allah’ın insanı yarattığı tabii yaratılışa bir çağrıdır.

 

-Güzel bir isim

Çocuğa verilecek olan isim, ait olunan kültürün kodların taşımalıdır. Adını her çağırışta zihinlere güzel çağrışımlar yapan isimler seçilmeli.

İsim aynı zamanda ebeveynin zihin yapısını da ele verir. Güzel isim çocuk için hem bir sevinç kaynağı, hem bir hedeftir. Çoğu insan ismini taşıdığı kimseler gibi olmak ister.

Çocuklara güzel insanların isimleri verilmeli ki örnekleri güzel olsun.

Müslümanlara göre güzel isimler üç grupta toplanır. Birinci derecede güzel isimler ‘abd’ ile başlayan ve Allah’ın isimleri ile oluşan isimler. Abdullah, Abdurrahman, Abdulcelil, Abdulgani gibi. İkinicisi: Peygamberin ve tarihte yaşamış güzel insanların isimleri. Musa, İsa, Süleyman, Ali, Ömer, Hamza gibi. Üçüncüsü anlamı güzel, söyleyince kulağa hoş gelen isimler.

 

-Tahnik

Bebeğe tahnik yapmak tavsiye edilmiştir. Kimilerine göre bu müstehaptır.

Yeni doğmuş bebeğin damağına anne sütünden önce; hurma, şeker, bal, üzüm gibi tatlı bir gıdanın çalınması ve damağın iyice ovuşturulması işlemine tahnik denir.

Enes ibn Malik (ra) ise şöyle anlatıyor: "Annem Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurmuştu. Çocuğu bana verdi ve “Enes! Sen bu çocuğu Peygamber'in (sav) huzuruna götürünceye kadar hiçbir kimse ona süt emzirmesin!” dedi. Nihayet sabah olunca çocuğu alıp Resûlullah'ın (sav) yanına vardım. Beni görünce, “Ümmü Süleym mi doğurdu?” diye sordu. Ben de 'evet' dedim ve çocuğu getirip kucağına koydum. Resûlüllah (sav) Medine'nin acve hurmasından bir hurma istedi. Onu kendi ağzında eritinceye kadar çiğnedi, sonra çocuğun ağzına verdi. Çocuk da dilini dudakları üzerinde gezdire gezdire yalanmaya başladı. Bunu gören Resûlüllah, yanında bulunan sahabelere: “Ensar'ın (Medineliler'in) hurmaya olan sevgisine bakınız!” buyurdu. Sonra elini çocuğun yüzüne sürdü ve ona Abdullah adını koydu." (Buhârî. Bir benzeri: Müslim, Adap/22 no: 5612. Ebu Dâvud, Edep/68) 

Hz. Ebu Bekir'in (ra) kızı Esma, Mekke'de iken kocası Zübeyr'den, oğlu Abdullah'a hâmile kalmıştı. Olayı kendisi şöyle anlatıyor: "Hamilelik müddetimin sona erdiği günlerde Hicret niyetiyle Mekke'den çıktım, Medine'ye gelirken Kuba'da konakladım, Abdullah'ı orada doğurdum. Çocuğu Hz. Peygamber'e (sav) getirip kucağına koydum. Bunun üzerine Resûlüllah bir hurma istedi. Onu çiğneyip çocuğun ağzına verdi. Böylece çocuğun ağzına ilk giren şey, Resûlüllah'ın çiğnediği hurma oldu. Sonra Peygamber çiğnediği hurma ile çocuğun damağını iyice ovuşturdu. Daha sonra dua edip, bereket ve saadet dileğinde bulundu." (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/45 nr: 3909. Müslim, Âdâb/26 nr: 5618) 

Ebû Musa (ra) ise şöyle anlatıyor: “Benim bir erkek çocuğum doğdu. Onu Hz. Peygam­ber'e (sav) götürdüm. Resûlüllah ona İbrahim adını koydu. Sonra bir hurmayı çiğneyerek çocuğun damağına sürdü ve bereket duası etti, daha sonra çocuğu bana verdi.” (Buhari (10/478), Müslim (2145) 

 

-Akika kurbanı

Yeni doğan çocuğun başındaki tüye ‘akîka’ denir. Bu çerçevede yeni doğan erkek veya kız çocukları için Allah’a şükür amacıyla kesilen kurbana da ‘akîka’ denmiştir.

Başka bir ifadeyle akika, yeni doğan çocuğun, saçlarının kesilmesi ile eş zamanda kesilen hayvandır. Çocuk lutfetmesinden dolayı Allah’a şükrü ifâde eder.

Tirmizî’nin dediğine göre Peygamber (sav) torunu Hasan için bir koyun akika olarak kesti. (Tirmîzî, Edâhî/16 nr: 1514)

Peygamber (sav) çocuklar için gücü yetenlerin akika kurbanı kesmelerini tavsiye etti. (Tirmîzî, Edâhî/16 no: 1514. Ebû Dâvud, Dahaya/21 no: 2835)

Akîka kurbanı çocuğun doğduğu günden ergenlik çağına kadar kesilebilir. Tavsiye edilen, doğumun yedinci günü kesilmesidir.

Akîka kurbanını kesmemek günah değildir. Bu hususta, imkânlar ölçüsünde hareket edilmesi uygun olur. Peygamber (sav), “Bir çocuğu doğan kimse, ondan dolayı kurban kesmek isterse kessin” buyurarak (Ebû Dâvud, Dahaya/21 no: 2842)  tercihi ebeveyne bırakmıştır.

 

-Karakter eğitiminde özel prensipler

Anahtar kavramlar: Çocuk eğitiminde hiç göz erdı edilememsi gereken, doğumdam çocuğun delikanlı oluncaya kadar eğitiminde anahtra rolü olan beş önemli kavram vardır: SEVGİ. İLGİ. BİLGİ. ŞEFKAT ve MERHAMET. ÖRNEKLİK

 

-Sevgi

Anlatmaya gerek yoktur ki çocukları sevmek onları iyi eğitmede ve kaliteli yetiştirmede en etkili imkandır. Sevgi eğitimin mayasıdır  dense yanlış olmaz. Mayanın unu hamur yapması gibi, sevgi de çocuk eğitimini olgunlaştırır.

Anne babaları tarafından sık sık kucaklanan, sevilen çocuklar diğerlerine göre duygusal olarak daha iyi gelişirler. Üstelik bazı çocuklar daha fazla sevilmek, daha fazla kucaklanmak isterler. Eğitimci bir evebeyn çocuğumu seversem, öpersem şımarır, başıma çıkar demezler. Bunları yerinde ve yeterince yapmaya çalışırlar.

Çocuk bakımı ve eğitimi külfetli bir iştir. Ağırdır, zordur, sorumluluğu vardır. Bu ağır yükü anne-baba sevgi ile taşırlar. Gerçekten insan bir şeyi sevmese, o şeyle ilgili yükü çekmez.

Ancak sevgide denge olmalıdır. Sevgi çocuğu şımartma seviyesine gelmemeli.

Yapması gerekenler veya hataları noktasında gevşemeye yol açmamalı. Çocuk

her zaman sevilir ama bunu iki de bir söylemek gerekmez. Hele hele sevgi başa

kakılmaz. Çünkü sevgi tabii bir şeydir. Yürekten gelir, karşıdaki yüreğe geçer.

Sevgi yürekler arasındaki görünmeyen iletişimdir.

Bir müslüman için hiç bir şeyin sevgisi Allah sevgisinden yüce ve çok olmamalı. O bir şeyi Allah sevgisine göre sever. Allah’a rağmen herhangi bir şeyi sevmez. Kur’an bu konuda inananları şöyle uyarıyor:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikun 63/9)

 

-İlgi

Anne-babanın çocuklara karşı en önemli sorumluluğu onlara ilgi göstermektir. Çalışmak, evdeki işler, randevüler, başka meşguliyetler, zevkler çocuklara gerekli olan ilgiye engel olmamalı. 

Çocuklar ihmale gelmez. Gündelik uğraşılarınız içinde çocuğa mutlaka zaman ayırmalı.  Merhametli bir ebeveyn çocuklarını televizyonun, elektronik oyunların, çevrenin ve çağdaş eğitim kurumlarının eline (insafına) bırakmaz. Bu sayılanların çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri de anna-babanın onlara ilgisiyle azaltılabilir.

Tecrübe edilmiştir ki, ebeveynin çocuğa olan sevgi ve ilgisini hiç bir kurum, hiç bir yabancı veremez. Çünkü bu işin tabiatı böyle.   

Çocuklara ilgi kesintisiz olmalı. Yani her gün. Anne-babalar ne kadar yorgun, ne kadar dolu, ne kadar yoğun olurlarsa olsunlar, çocuklara hiç olmazsa bir müddet ilgi vermeleri gerekir. Bir anne-baba için pek çok önemli şeyler-işler vardır ama, bize göre onların öncelikli önemli işleri çocuklarının eğitimidir.

Çocuklara ilgi her gün onları alıp bir yerlere götürmek, beraberce saatlerce oynamak, bütün dersleri birlikte yapmak değildir.

Hal hatır sormak. Yerine göre gülümsemek. İmkan ölçüsünde birlikte oynamak. Şaka yapmak. Okulda ise derslerinin nasıl gittiğini sormak. Ev ödevine imkan ölçüsünde yardımcı olmak. Merak ettiklerini cevaplamak.

Sorunu varsa dinlemek ve sorununu ciddiye almak. Özellikle onu ciddiye aldığını, adeta adam yerine koyduğunu hissettirmek.

Zaman zaman birlikte dışarı gitmek, birlikte küçük gezintiler yapmak.

Evdeki işler konusunda veya kendisi ile ilgili konularda onun fikrini almak gibi şeyler çocuğa ilginin göstergeleridir.  

Çocukla iletişimde ve çocuk eğitiminde ‘söz dili’ önemli olmakla beraber yeterli değildir. Öğretmek, nasihat etmek, uyarmak, kızmak, yol göstermek, akıl vermek, rehberlik etmek, bağırmak, tatlı dil kullanmak, acı söz söylemek yerine göre faydalıdır. Ancak yeterli değildir.

Akıllı bir evebeyn sözün bittiği yerde yine yerine göre yerine göre yürek dilini, beden dilini, göz dilini, yüz dilini devreye sokar.

 

-Bilgi: Çocuğu iyi tanımak

Çocuk eğitiminde en önemli metodlardan biri de çocuğu yakından tanımaktır. Becerikli bir ebeveyn çocuklarını iyi tanır. Belki her anne baba, “ben çocuğumu tanıyorum.

Çocuğumu ben tanıyamıyorsam, kim onu benden iyi tanır” diyebilir.

Ancak gerçek hayatta bunun böyle olmadığını, pek çok anne-babanın, pek çok eğitimcinin çocukları/talebeleri yeterince tanımadıkları, ya da tanımak istemediklerini biliyoruz. Böyleleri bu yüzden eğitimde başarısız oluyorlar. Ya da yanlış eğitime sebep olunuyor.

Çocuğun kapasitesini,  hoşlandığı şeyleri, beğenmediklerini, yapabileceklerini, yapamayacaklarını, hangi dilden ve tavırdan  anladığını, heyecanlarını, kabiliyetini, eğilimlerini, zaaflarını, ihtiyaçlarını; kısaca çocuğun karakterini ve psikolojisini iyi tanımak gerekir. Bu çocuk eğitiminde son derece avantajlı bir yoldur.

Bunun bir kaç yönü vardır.

1-Çocuğun karakterini iyi tanımak ve ona göre davranmak

Her çocuk ayrı bir kişiliktir. Bundan dolayı anne-babalar çocuklarını gelişmesini iyi gözlemlemek zorundadırlar. Hangi yaşta hangi davranışları sergilediğini takip edip ve ona göre davranmalılar.

Çocuğun anlayacağı dili yakalamak (yüz, göz, beden, yürek dili) eğitimcinin işini kolaylaştıracaktır. Bir olay olduğu zaman buna çözüm üretebilmek, bir şey öğretebilmek, onu yönetmek, yanlışları düzeltmek  çocuğun yapısını tanımaya bağlıdır.

Çocuğun yaşına ve kapasitesine göre davranmak eğitimde esastır. Küçük yaştaki çocuktan olgun kişi hareketi beklemek yanlış olduğu gibi, delikanlılara çocuk muamelesi yapmak da yanlıştır. Hitap ve yaklaşım tarzımız, yükleyeceğimiz sorumluluklar, beklentilerimiz, hatta vereceğimiz mükafat veya ceza çocuğun yaşına uygun olmalıdır.

Çocuğun gelişme evreleri vardır. Terbiyede bu evreler gözetilir ve her yaş dönemine göre hareket edilirse daha iyi sonuç alınır.

Çocuğun kişiliği kimilerine göre ilk beş yaşta, kimilerine göre ilk yedi yaşta oluşur. Bu çocuğun çok zeki veya çok bilgili olduğunu değil, temel kişilik yapısının oluşum sürecini ifade eder. Bu demek değidir beş veya yedi yaştan sonra bir şey yapılmaz. Hayır ama dikkat edilmesi gereken, bu ilk beş/yedi yıllarda kişilğin oluşum sürecini iyi değerlendirebilmektir.

2-Çocuğu ciddiye almak

Çocuklar küçümsendiklerini, alay ve ihmal edildiklerini, adam yerine

konulmadıklarını çok iyi anlarlar. Çocuk değil mi deyip geçmemek gerekir. Onların, da kendilerine göre kişiliği, kendilerine göre onuru vardır. Anne baba çocuğu ciddiye alırsa, adam yerine koyup dinlerse, sorunlarına, fikirlerine, isteklerine değer verirse; çocuk da onları ciddiye alır. Adam yerine konulan kimselere doğru olan şeyleri ulaştırmak, öğretmek, benimsetmek daha kolaydır.

Onları ciddiye almanın bir yönü de onlarla münasebetlerde nazik, anlayışlı ve

hoşgörülü olmaktır. Odalarına girerken kapılarını çalmak, emir verir gibi

konuşmak yerine “yapar mısın?” demek, bir hata olmuşsa özür dilemek, söz dinledikleri zaman teşekkür etmek, aferin demek, sorularına makul cevaplar vermek, onlarla ilgili kararlarda onların fikrini sormak nezaket örnekleridir.

3-Çocuğa güven vermek

Anne-babalar çocuklara koruma, sevme, ihtiyaçlarını görme, konuşma ve sözünde durma açısından güven vermeliler. Çocuğa yalan söyleyen ya da onları aldatan anne-babanın eğitimde işi çok zordur. Böyle anne-babalar biraz sonra yalanla veya aldatma ile karşılaştıklarında şaşırmasınlar. Çocuk aldığını geri vermektedir. 

Çocukların dünyasına girmeye çalışan, onların yanında olduğunu gösteren anne-babalar onlara güven duygusu verirler.

4-İyi taraflarını öne çıkarmak, suçlayıcı ithamlardan kaçınmak gerekir.

Kendisine sürekli ‘kötü, tembel, hayırsız, geri kafalı, yaramaz, haylaz’ denilen çocuk bunun olumsuz etkisinde kalacaktır. ‘Aferin, iyi yaptın, daha iyisini yaparsın, akıllı çocuklar senin gibi yapar, sana iyisi yakışır, iyi yapmanın sonucunu görüyorsun’ gibi sözleri çok duyan çocuklar da bunun olumlu etkisini görürler.

Onun için eğitimciler suçlama, karalama, yargılama, eksikliklerini/ kabahatlarını başına kakma tavrını terketmeli, onure edici, teçvik edici, sevindirici, gönül alıcı tavırlara ağırlık vermeliler.

-Şefkat ve merhamet:

Merhamet Rahman ve Rahim isimlerinin yaratıklar üzerindeki tecellisidir. Bundan nasiplenenler başkalarına şefkatle muamele ederler. Merhamet, yürekten bir acıma ile birlikte güzel davranma, hakkını verme, ihtiyacını giderme, af ve bağışlama, hoşgörmek ve kin duymamaktır.

Bir gün Peygamberimiz'in yanına bir bedevi gelir. Bedevi içeri girdiğinde Efendimiz (s.a.s.)  Hüseyin’i (r.a.) öpmektedir. Bedevi şaşırır ve der ki: "Ya Resûlullah, benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmem." Peygamber (sav) bedeviye der ki: "Allah senin kalbinden merhameti almışsa ben ne yapabilirim ki? Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” (Buhârî, Edeb/18)

 

-Örneklik:

Çocuklar için uygun model olabilmek. Çocukları karakterli, sağlam kişilikli, güzel ahlaklı yetiştirmede en önemli imkan onlara mükemmel örnek olmaktır. (Aşağıda tekrar gelecek)

 

-Karakter eğitiminde göz ardı edilememesi gereken altı metod:

1-Ayna metodu:

Aynalar yalan söylemez. Anne-baba kendini test etmek için zaman zaman aynaya bakmalı.

Çocuğa/çocuklara yaklaşımda, onlara karşı davranışlarda, sarfedilen sözlerde, kızmada veya sevmede, ceza vermede veya ödüllendirmede, uygulanan yöntemlerde doğru yapıyor muyum diye. İlk etapta herkes doğru yaptığını zanneder. Yanlışı kimse kolay kolay sahiplenmez. Ancak şu bir gerçek ki herkes hata yapabilir ve kimse mükemmel değildir.

Konu çocuk eğitimi ise anne babalar uyguladıkları metodları zaman zaman gözden geçirmeli. Çünkü çocuk eğitimi pozisyona, kişiliğe, çocuğa göre değişebilecek, yenilenebilecek bir şeydir.

 

2-Bumerang metodu

Çocuğa verilen eğitim tıpkı bumerang gibi bir müddet sonra geri gelir. Kendisine cok kızılan bir çocuğun bir müddet sonra kızdığını, pek çok şeye sinirlenerek reaksiyon verdiğini görürsünüz. Çocuğa küfürlü konuşanlar, çocuklarından küfürlü, çirkin söz işitirlerse şaşırmasınlar. Çocuğundan bir şeyi ‘yapabilir misin, verebilir misin?’ ve benzeri sözlerle nazikce isteyenler, çocuklarının da aynen yaptıklarına şahit olurlar.

Çocuk eğitimi vermek almak gibidir. Bir deyimde “ne verirsen elinle, o gelir seninle” denildigi gibi. Anne-baba çocuğa hangi karakteri vermek istiyorlarsa, genellikle yarın karşılarında o karakteri bulurlar. Mesela çocukluğunda güven duygusu alan birisi, büyüdüğü zaman ‘emin’ bir kişi olabilir. Şefkat ve merhametle büyütülen, çevresine merhametle davranır. Tersi de mümkün. Gaddarca yetiştirilen bir çocuk, delikanlı olunca gaddarca davanabilir.

Yani, atılan bumerang geri gelir.

 

3-Empati metodu:

Buna ‘ben olsaydım metodu’ da diyebilirsiniz. Çocuklarla ilişkilerde, onların davranışlarını gözlemlerken, değerlendirirken, ya da metodumuzu test ederken bazen çocukluğa gitmekte, o anları tekrar yaşamakta, çocuksu duyguları yeniden hissetmekte fayda vardır. Acaba bu yaşta ben olsaydım nasıl davranırdım, ne yapardım, nasıl bir tepki verirdim diye. Böyle yapınca çocuğun davranışlarının sebebini daha iyi anlarız. Bazı şeylerin çocukluktan kaynaklandığını, bazı şeylerin o yaşlarda anne-babaların beklediği gibi  olamayacağını, her çocuğun aslında kendi zamanını yaşadığını biliriz.

Bir ebeveyn cocuklarının yaramazlıklarıyla ilgili ‘yaptın yine bir çocukluk’ diyebiliryorsa, çok şey başarmış olur. ‘Bunlar ne biçim çocuk?’ diyenlere sormak lazım. Sen hiç çocuk olmadın mı, bir düşün hele?

  

4-Velâyet metodu

Çocuklar anne-baba için ne hasımdır, ne ayak bağıdır, ne baş belâsıdır, ne de rakiptir.

Hatta hükmetmek, yön vermek, üzerlerinde güç denemesi yapmak üzere emrimize verilen köleler değil; bir emanet, göz aydınlığı, deneme sebebi ve insanın arkaya bırabileceği en büyük eserdir.

Çocukları ayak bağı sayan zihniyet, onları eğitme olayında baştan kaybetmiştir. Çocukluklarında veya bir yerlerde ezilenler, fırsat bulduklarında başkalarını ezmeye kalkarlar. Horlanarak, dövülerek, iteklenerek, baskı ile yetişenler, başka metod keşfetmedikleri sürece aynı şeyi kendileri uygularlar. Halbuki baskı metoduyla kaliteli insan yetişmez. Tam tersine sorunlu, içi nefret ve hırs dolu, başkalarını hasım gibi gören kimseler yetişir. 

Çocukları aynı zamanda dinde kardeş/veli bilmek gerekir. Kimbilir kendisine çocuk emanet edilen ebeveyn’e Allah (cc) bunun nice hayırlar murad etmiştir.

 

5-Denge metod:

Denge istikrar, ciddiyet, kararlılık, prensip sahibi olmayı beraberinde getirir.

Çocukların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamada, sevmede ve gerekirse mesafe koymada denge esas olmalıdır. Verilecek mükâfatın başarıya, cezanın da suça uygun olması gerekir.

Eğer ödül hak edilenden fazla ise çocuk şımartılır. Ceza suça nisbetle çok ağırsa çocuk ezilir. Başarı ile ödül, suç ile ceza arasında bir denge, bir uyum yoksa, çocukta denge ve adalet duygusu, abeveyne güven sarsılır.  

Her çocuk başlı başına bir kişiliktir ve hepsinin eğitimi ayrıdır. Becerikli bir ebeveyn hem birden fazla cocuk arasında , hem de çocuklara farklı zamanlarda, farklı durumlardaki yaklaşımda dengeli, prensiplidir. Bir gün böyle, diğer gün şöyle, bir olayda böyle, benzer başka bir olayda bambaşka bir ebeveyn, çocuğu dengesiz, prensipsiz, hatta çıkarcı yapar, sakala göre tarak vurmayı öğretir.

Böyle bir yaklaşım çocuğun olaylar karşısında yanar-döner, korkak, kararsız olmasına yol açar. Çocuğun adalet ve denge ahlâkından mahrum kalması, yarın büyüdüğü zaman onu ölçüsüzlüğe sürükler. Hak edene hak ettiğini değil; işine gelene işine geldiği verme anlayışını besler.

 

6-Model metodu:

Aile iki tam insanın kurduğu sağlıklı ilişki üzerine yükselir. Kişiliği tam gelişmemiş yarım insanlar sağlıklı bir aile oluşturamazlar ve sağlıklı nesiller yetiştiremezler.  Anne-baba ailenin mimarıdır. Onların durumu, şahsiyetleri, zaaf veya meziyetleri aileyi, dolaysıyla çocukları etkiler. (M. İslâmoğlu Tavsiyeler 2, s: 9)

Ebeveynler çocuklar için en iyi örnektir. Zaten çocuk eğitiminde en önemli metod çocuğa güzel örnek/model olmak/bulmaktır.

Çok şey anlatmaya, çok teknik bilgilere, çocuk eğitim uzmanlarının ardı arkası gelmeyen tavsiyelerine, egitim ile ilgili onca kitaplara fazla ihtiyaç duymadan, anne-baba çocuklarına iyi örnek olsunlar yeter. Unutmamak gerekir ki çocuk eğitimi aslında “ben böyle bir nesil/evlat istiyorum”un sonucudur.

Ebeveyn karşısında nasıl bir çocuk görmek istiyorsa çocuklarını –genelde- öyle yetiştirir. “Ama ben böyle istemedim ki” diyenlere; “hayır sen böyle istedin, böyle olması için ona model oldun,

uyguladığın metod bu sonucu getirdi” diye cevap verilir.

“Anlamıyorum, bu çocuk kime benzedi?” sorusunun cevabı şudur: “Sana, size, yani anne babasına’dır.

Salih evlat, hayırlı nesil, sağlam karakterli, müslüman kimlikli evlat; ne derseniz deyiniz hepsi aynı kapıya çıkar; yetiştirmede üzerinde durulması gereken en önemli faktör budur bence. Çocuklara iyi bir model olmak.

Diğer işlemlerin gereksiz, tek başına bunun kafi olduğunu iddia etmiyorum. Ama bence en önemlisi bu. Çocuklara iyi bir model olabilmek.

Gözünü dünyaya açar açmaz İslâmı hakkıyla yaşayan, olgun ve ahlaklı, iyi karakterli bir ailede büyüyen çocuk kolay kolay bozulmaz.

İyi bir model olmak, zımnen; “Yavrum sen sadece Allah’a kulluk etmelisin, yavrum bu hayat bir imtihandır, bu imtihanı ancak Kur’an’a uyarak kazanabiliriz. Ölüm var, ahiret var, orayı burada iyi insan olmakla kazanabiliriz. Allah’ın koyduğu sınırlar var. O sınırlara uyanlar zarar etmez” demektir. “Yavrum sen müslümansın! Yavrum sen müslümansın! Yavrum sen müslümansın!” diye telkinde bulunmaktır.

Şuurlu ebeveynler bunları anlatarak değil yaşayarak çocuklarına öğretirler.

 

-Karakter eğitimi, nereye kadar

Aile karakter eğitimi yedi yaşına kadar temelleri atılır. Ama bu yaştan sonra da devam eder.

Burada dikkat edilmesi gereken şey her çocuğu yaşına ve yapısına göre yaklaşmak, hangi çocuğa, ne, ne zaman, hangi ortamda verilmeli iyi ayarlamaktır. 

Unutmamak gerekir ki Rasûlüllah (s.a.s.)  cahiliye toplumundan tarihin kaydettiği en kaliteli nesli olan sahabe toplumunu çıkardı. Onun eğittikleri arasında elbette çocuklar da vardı. Kahir ekseriyeti yetişkin insanlardı. O Kur’an ile, peygamberlik görevi ile koca bir toplumu dönüştürdü, eşkıyadan evliya çıkardı.

Onun insan yetiştirmedeki, ıslah ve irşaddaki metodu hakkında pek çok araştırme yapılmıştır. Sağlam kaynaklara bakıp onun insan yetiştirmedeki üstün metodunu öğrenip, karakter eğitiminde dikkat ettiği incelikleri alıp, günümüzde İslama uyguın metodlardan da faydalanarak elimizin altındakilere faydalı olamaya çalışırız.

Bu ayrı bir dersin konusu olabilir.

 

-Özel tavsiyeler

Aşağıda sıralayacağımız uygulamalar uzun vadede çoğulun sağlam karakterine, İslami şahsiyetin inşasına yardımcı olacaktır:

-Sabah ve yatsı namazlarını, imkan olmazsa kiç olmazsa birini evde cemaatle kılmak,

-Haftada ez bir defa aile fertleriyle (buna –varsa- gelinler ve damatlar, torunlar da dahil) biraraya gelmek,

-Akşam yemeğini mutlaka birlikte yemek,

-Dede ve nine yaya veya arabayla gidilebilecek kadar yakınsa en az haftada bir ziyaret etmek,

-Çocukların Kur’an öğrenmesini, anlayarak okumasını, irtibatın kesilmeden devam etmesini sağlamak,

-Çevredeki cami derslerine mutlaka göndermek,

-Siyeri ve sahabelerin hayatını sağlam kaynaklarla sürekli gündemde tutmak, hatırlatmak, özellikle küçük çocuklara masal ve hikaye tarzında anlatmak,

-Çocukların düzenli kitap okumalarını, kendilerine ait bir kütüphene oluşturmalarını sağlamak,

-Kendisi veya yardım kuruluşları için kumbara alışkanlığı kazandırmak,

-Evlerde ısrarla anadilde iletişm kurmak, ana dili güç yettiği kadar öğretmek. Çocuk okula gidince yaşadığı ülkenin dili daha kolay kavrar.   

-Uygun, sorun olmayacak akraba, arkadaşlarla ev ziyaretleri yapmak, özellikle küçük çocukları –imkan dahilinde- birlikte götürmek,

-Mümkün olduğu kadar sık Türkiye ziyareti yapmak,

-En kısa zamanda imkan varsa çocuklarla umreye veya gitmek,

-Unutmamak gerekir ki çocuk eğitimi, çocuğa iyi bir karakter/kişilik kazandırma çalışmaları anne-babadan başlar. Anne baba sürekli kendilerini yenilemeli. Kitap okumaya, sohbetlere, derslere, cami veya cemiyetlerdeki kadın erkek faaliyetlerine katılmaya, aktif rol almaya, -başkalarına bakmadan-  devam etmeliler.

Mümkünse bu tür etkinliklere çocuklarla birlikte gitmek. Bunun faydası uzun zaman içinde görülür.

 

-Yaptıklarımızı, yaşadıklarımızı, çocuklarla olan geçmişimizi sık sık gözden geçirmeli, muhasebe yapmalı.

 

Hüseyin K. Ece