Her peygamber kavmi için, hz. Muhammed de bütün insanlık için mürşidtir. Yani rüşd yolunu gösterendir.

Öyleyse rüşd ve mürşid ne demektir.?

Rüşd; aklı başında olmak, ne yaptığını bilmek, akıl ve ilimle hareket ederek en doğrusunu yapma kabiliyetidir. Kur’an İsâm yoluna aynı zamanda rüşd diyor.

Rüşd’, sözlükte, doğru yolu bulup ona girmek, akıl ve ruh bakımından olgunlaşmak, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak demektir.

‘Rüşd’, kavram olarak, ‘ğayy’ın, yani şaşırmanın, sapıtmanın, doğru yolu bilememenin zıddıdır.

‘Rüşd’, doğruluktur, yani istikamet üzere olmaktır.

Türkçede kullanılan ‘Rüşdünü isbat etmek’ deyimi, kişinin aklını iyi kullanması, doğru olan şeyi yapabilme, iyi olan şeyleri tercih edebilme olgunluğuna ulaştığını ifade eder.

-İslâm Rüşd Yoludur

Kur’an, ‘rüşd’ü hak din olan İslâm’ın yerine kullanmaktadır:

İslâm aynı zamanda rüşd yoludur, Sebilü’r-rüşd’tür.

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Sebilü’r-Rüşd’ü (doğru yolu) görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.” (A’raf 7/146)  

İslâm aynı zamanda ‘rüşd’ yoludur; (sebilü’r rüşd). Yani doğruyu gösteren, akla en uygun olana götüren, en faydalıya ulaştıran hidâyet yoludur. Bunun zıddı olan ‘ğayy’ hali, sapıklıktır, azgınlıktır, doğru yoldan ve faydalı olandan ayrılmadır.

O, dosdoğru bir yoldur. Onda eğrilik ve sapıklık yoktur. O’nun gösterdiği yolda, onun emir ve yasaklarında bir yanlışlık ve zararlı bir şey yoktur.

Ashab-ı Kehf, mağaraya sığındıkları zaman Allah’a dua ettiler ve dediler ki:

“Rabbimiz bize katından bir rahmet ver ve işimizi ‘rüşd’e ulaştır, (bizi başarılı kıl.)” (Kehf 18/10)

Rüşd, burada en doğru olan şey, hidayet yönünden ulaşılan başarı veya Allah (cc) yolunda girişilen çalışmanın hayırla  sonuçlanmasıdır.

Kur’an, bütün insanları ve cinleri ‘rüşd’ yoluna ulaştırmak için gönderilmiş bir kitaptır. Kur’an’ın  anlattığı, gösterdiği, bildirdiği ve içerisine aldığı şeyler işte bu irşad (rüşde ulaşma) prensipleridir. 1,2. (Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz rüşd’ (doğruya)  hidâyet eden (ileten) hayranlık verici bir Kur’an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.” (Cinn 72/2)

Allah (cc) bütün peygamberlere bu prensipleri öğretmiş, onlar da insanları bu rüşd yoluna davet etmişlerdir.

"Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.  (Kehf 18/66)

Kur’an, rüşde ulaşmış kimselere "râşid" diyor bunu (rüşd’e girmeyi) mü’minler hakkında övücü bir sıfat olarak kullanıyor. Allah’a ve O’nun gönderdiği peygambere itaat edenler, imanı sevip te kalplerine yerleştirenler, fasıklığı ve küfrü çirkin görüp onlardan kaçanlar doğru yolu bulmuş (irşad olmuş) ‘raşidler’dir (doğru yolu bulanlardır). Onlara bu irşadı sağlayan da şüphesiz ki ‘Reşid’ olan Allah’tır.

“Ve bilin ki Allah’ın Rasûlü içinizdedir. Eğer o, size bir çok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar ‘râşidûn’ (doğru yolu bulmuş) olanlardır.” (Hucurât 49/7)

 

-İrşad vahyin hedefidir

İrşad kökünden gelen ve Türkçe'de de kullandığımız "irşad"; rüşd yolunu, yani doğru yolu göstermek, bir kimseyi doğruya sevketmek, iyiye doğru yetiştirmek, bir kişiyi doğruya davet etmek, birisine faydalı olacak şeyleri göstermek demektir.

Allah’ın gönderdiği ‘rüşd’ yolu olan İslâma inanan bütün mü’minler, Kur’an’la ve Peygamberin tebliği ile ‘irşad’ olmuş, böylece ‘Sebilü’r-rüşd’e ulaşmış ve ‘râşid-reşîd’ olmuş kimselerdir.

 

-Mürşid doğru yola götürendir

Bunun fail ismi olan "mürşid" de;  irşad edici, rüşd yolunu gösteren, insanı iyiyğe ve hidayete doğru yetiştiren, kılavuz/rehber, kişinin istikameti bulmasını sağlayan anlamındadır. Günlük dilde  "mürebbi"  anlamında da kullanılıyor.

Kur’an’da şöyle geçmektedir:

“…Allah, kime hidâyet verirse, işte hidâyet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir mürşid (lılavuz, eğitici), bir veli bulamazsın.” (Kehf 18/17)  

Bu âyet, ‘Ashab-ı Kehf’ hakkındadır. Onlar, zalim ve putperest bir kralın yolunu terkedip Allah’a kulluğu seçmişlerdi. Allah da onlara ‘rüşd’ yolunu gösterdi.

Allah’ın hidâyetine karşı inatla direnen zalimlere kimse hidyet veremez. Bunları  hidâyete götürecek bir ‘mürşid’ yoktur.

‘Rüşd’ aynı zamanda hidâyet demektir. Öyleyse ‘mürşid’ hidâyete götüren, hidâyeti gösteren demektir.

 

-İlk mürşid Allah’tır

Mürşid, doğru yolu bulmaya sebep olandır. Bu anlamda ilk ‘mürşid’ Allah’tır. Çünkü O, Peygamberler ve onlara verdiği ilâhî kitaplarla insanlara doğru yolu gösteriyor, hidâyeti onlara haber veriyor. İnsana faydalı olan gidiş yolu, yaşama şekli, davranış, sağma ve insanı ki dünyada mutlu edecek, kurtaracak din; şüphesiz Allah’ın bildirdiği dindir.  

 

-Peygamberler ve Hz. Muhammed de mürşidtir

Peygamberler de Allah’tan aldıkları görev ve O’nun bildirdiği hidâyet ile, insanları irşad ediyorlar, onların ‘rüşd’ yoluna girmelerini sağlıyorlar. Öyleyse peygamberler de Allah’ın izniyle hidâyeti gösterici ‘mürşid’lerdir.

Hz. Muhammed (as), insanları ‘irşad’ için gönderilmiş son ‘mürşid’tir. Çünkü O’nun daveti hidâyetedir, en doğru yoladır, insanlar için en faydalı olan şeyleredir.

 

-Kur’an da mürşidtir

Kur’an, insanları hidâyete, yani doğru yola davet etmektedir. İnsanı ‘rüşd’e ulaştırabilecek tek ilâhî kitaptır. İçinde bulunan hükümler, haberler, ölçüler ve hikmetler sırat-ı müstakime götürmeye yöneliktir.  Kur’an bu anlamda kıyamete kadar yaşayacak ve fonksiyonunu yerine getirecek bir ‘mürşid’tir.

Kur’an’ın ifadesiyle “Dinde zorlama yoktur. Gerçekte rüşd (doğru yol) ile ğayy (sapıtma yolu) belli olmuştur. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/256)  Allah (cc) ikisini de göstermiştir. Kişi Allah’ın gösterdiği ‘rüşd’ yoluna girerse, yani İslâma ihlaslı bir şekilde bağlanıp gereğini yaparsa, Allah tarafından ‘sebilü’r reşad’a’ ulaştırılır. (Mü'min 40/29,38)

Görülüyor ki Kur'an'a göre mü'minlerin gerçek mürşidi önce Allah, sonra Onun kitabı ve sonra da canlı Kur'an olan hz. Muhammed'tir.

 

-Sizin için Peygamberde örnek vardır

Şu ayet hz. Muhammed’in misyonun farklı bir açıdan bildiriyor.

“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Âyet söze te’kid (kuvvetlendirme) ile başlıyor ve kesin ifadelerle kıyâmete kadar geçerli olacak bir gerçeği/hükmü haber veriyor: Peygamber’de sizin için en güzel örnek vardır.

“İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler.  Bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar.

Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmet, şâhid, müjdecis, uyarıcı, davetçi, ışık (nur) olan Muhammed Mustafa’dır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 5/344)

Tamam Peygamber’in (sav) misyonu bu. Ancak soru şu: Peygamberin nesi ve nasıl örnek alınacak?

Bu soruya ancak Kur’an’ın öğrettiği peygamber tasavvuru ile isabetli cevap verilebileceği açıktır.

Allah (cc) bir çok âyette mü’minlere Peygamber’e itaat etmeyi emrediyor. Mesela;

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'e ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün, eğer Allah'a ve Âhiret Günü'ne (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.” (Nisâ 4/59) 

Kur’an’da ondokuz âyette Allah’a ve Peygamber’e (sav) itaat birlikte geçiyor. Bunlardan beş tanesi “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse”, beş tanesi “Allah’a itaat edin ve Elçisine de itaat edin”, sekiz tanesi ise “Allah’a ve Elçisine itaat edin”, bir tanesi de “Şayet Allah ve Peygamberine itaat ederseniz” şeklinde geliyor.

Bir âyette: “Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin. Peygamber’e itaat edin ki merhamet olunasınız.”deniliyor. (Nûr 24/56)

Hz. Muhammed de dahil bütün peygamberler kendilerine itaat edilsinler diye gönderildiler. (Nisâ 4/64-65)

Zaten Peygamber’e vahiyle igili konularda itaat, Allah’a itaat demektir.

“Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur; yüz çevirenlere gelince; Biz seni onlara bekçilik yapman için göndermedik.”(Nisâ 4/80)

Şu âyet çok daha net ölçü getiriyor.

"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, iman etmiş bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb 33/36)

Rasûlüllah’ın verdiği hükme razı olmayanlar gerçekten iman etmiş olmazlar.(Nisâ 4/65)

Peygamber’e itaat gerçeği hadislerde de vurgulanıyor.

Ebu Rafiî (ra) Peygamber’in (sav) şöyle dediğini naklediyor: “Sizden birinizin, kendisine emrettiklerimden bir emrim, yasaklarımdan bir yasağım geldiği  zaman - koltuğuna yaslanarak-;  ‘ben başkasını bilmem, Allah (cc)’ın kitabında bulduklarımıza tabi oluruz’ dediğini görmek istemem” buyurdular.” (Ebu Davûd, Sünne/5no: 4605)        

         Müslim Kitabında Cabir (r.a.)’den şöyle rivâyet ediyor:

         “Resûlüllah (sav) konuştuğu zaman -sanki akşama veya sabaha düşmanın geleceğini ihtar eden bir kumandan gibi- gözleri kızarır, sesi yükselir, kızgınlığı artardı. Bir keresinde şehâdet parmağını uzatarak şöyle dedi: “Kıyametle aramda şu iki parmak arasındaki kadar mesafe kaldığı bir zamanda gönderildim. Kuşkusuz sözlerin en hayırlısı Allah (cc)’ın Kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed (sav)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dinde yapılan dayanaksız bid’atlerdir. Dine yapılan her (ilave) yenilik bid’attır ve her bid’at da sapıklıktır.” (Müslim, Cumua/13 no: 867. Ebu Davûd, Sünne/5 no: 4607)

O hayatta iken, onun yanındaki sahabelerin ona itat etmeleri anlaşılır bir şey. Lakin o öldükten sonra iman edenler ona nasıl itaat edecekler?

Ona itaat etmenin anlamı; onu örnek alarak, Kur’an’ı onun uyguladığı gibi uygulamak, hayatı Kur’an ile inşa etmek, onun din adına tebliğ ettiği şeyleri alıp benimsemek, yapmaya çalışmak, onun Allah adına tebliğ ettiği hükümlere, ölçülere uymak  mıdır?

Onun gibi bir kul olmak mıdır?

Kulluğu onun gibi yapmak mıdır, onun gibi şükretmek midir?

Burada soru şu: Nasıl bir peygambere inanıyoruz?

Hz. Muhammed’i peygamberi nasıl örnek alacağız?

Ona bu devirde nasıl itaat edeceğiz?

Ona nasıl itaat edeceğimiz bir başka derse bırakıp, bugün nasıl bir peygambere inanıyoruz, ya da peygamber tasavvurumuz nasıl?

Kur’an bize hz. Muhammed’i nasıl tanıtıyor kısaca cevap arayalım

O (sav), kıyâmete kadar bütün insanlığın mürşidi, muallimi, mürebbisi, hidâyet rehberi (hâdi) ve her açıdan örneğidir. Örtalıkta “mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” diye bir söz dolaşıyor. Özellikle tasavvuf çevreleri kendilerine göre bir mürşide, ya da mürşid-i kâmile bağlanmanının gereğini ifade etmek üzere bunu ileri sürerler. Bundan dolayı pek çokları şeytanın müridi olmamak için kendisine mürşid diye takdim edilen birilerine bağlanırlar, onlardan farklı şekillerde medet umarlar.

Doğrudur, mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır. Bu bu söz eksik söyleniyor. Rivayet edenler ve kullananlar önemli bir kelimeyi atlıyorlar. Bu söz şöyledir:

“Mürşidi (rehberi, kılavuzu, örneği, hâdi’si/mehdisi) Hz. Muhammed olmayanın mürşidi (akıl hocası) şeytandır.”

Biz iman edenlerin kıyâmete kadar müstesna, mükemmel, örnek, seçkin, yetkin mürşidimiz son peygamber Abdullah oğlu Muhammed’dir. Onunla bize ulaştırılan Kur’an’dır.

 

-Mürşid olan hz. Muhammed’in Kur’an’a göre özellikleri

Bu Allah tarafından seçilen mürşidimizin özelliklerine bakalım:

*Bizim insanlardan yegâne ve mutlak mürşidimiz başkalarının iddia ettiği, diğer mürşidler (!) gibi olağanüstü özelliklere sahip değildir. Tıpkı bizim gibi beşerdir, insandır. Bir zamanlar yaşadı, görevini yaptı ve öldü. Kabri şimdi Medine-i Münevvere’dedir.

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf18/110)

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet 41/6)

*Allah tarafından görevlendirilen bizim mürşidimiz Muhammed (sav) bir melek değildi.

“... Ben ğaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.”...” (En’am 6/50)

“Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.” (Hûd 11/31)

*Bizim Allah tarafından seçilen mürşidimiz bizim gibi yemek yerdi, içerdi, diğer insanlar gibi ihtiyaçlarını karşılamak için çarşı pazara çıkardı.

“Dediler ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!” (Furkan 25/7)

*Allah ona “kulum” diye hitap etmektedir. O da “kul” sıfatıyla övünür, kendisine “Allah’ın kulu ve elçisi” diye hitap edilmesini isterdi.

Şehâdet kelimesinin ikinci kısmı bunu ifade etmektedir. “ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûluhu-ve ben şehâdet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” Bununla her müslüman hz. Muhammed’in insan-beşer-kul olduğunu, sonra Allah tarafından seçilmiş bir peygamber olduğunu dile getirir. Bir müslümanın peygamber tasavvurunu öncelikle şehâdet kelimesi şekillendirir.

Mürşidimiz Muhammed (sav) bu Kur’an’ı bize getiren elçidir, Allah’ın kuludur.

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ 17/1)

“Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.” (Furkan 25/1)

*O bir insandır, beşerdir, Abdullah’ın ve Amine’nin oğlu, Abdulmuttalib’in torunu idi ama nebi-rasûl (peygamber-elçi) Muhammed’tir.

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab 33/40)

“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler...” (Fetih 48/29)

*İddia edildiği gibi diğer mürşidler (!) gibi Allah (cc) bildirmezse ğaybı bilemezdi. Ne kendisi böyle bir iddiada bulundu, ne de ona candan bağlı mü’minler böyle bir şeyi ileri sürdüler.

“De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben ğaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (En’am 6/50 Ayrıca bkz: Hûd 11/31)

“Kıyâmet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lukman 31/33-34)

*Mürşid (!) olduğu iddia edilenler gibi insanların kalbini okuyamazdı, kimsenin aklından geçirdiklerini bilemezdi, kimsenin isteğini o söylemeden bilemezdi.

“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe 9/101)

Kalplerini okuyamadığı, ya da içlerinden ne geçirdiklerini bilmediği için münafıkların dış görüntüsü onu yanıltabilir.

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!” (Münafıkûn 63/4)

*Kendilerine mürşid (!) pâyesi verilen faniler gibi âhirette mü’minlere torpil yapamaz. Bizi azap meleklerinin elinden kurtaramaz, cübbesinin altına saklayıp sırat köprüsünden geçiremez. Onun böyle bir yetkisi ve görevi yoktur.

“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” (A’raf 7/188)

De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam. “Ancak Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim.” Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin 72/21-23)

Peygamber’in hesap günü kimseye yardım edemeyeceği hadislerin yanında âyetlerde tekrar vurgulanıyor:

“Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.” (Âli İmran 3/128)

Hatta sevgili kızına bile bir faydası olmayacak.

“... Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Nefsilerinizi Allah’tan satın alın. Benim, Allah’tan size bir şey yapmaya gücüm yetmez...” (Buhârî, Menâkıb/13 no: 3527)

*Daha da ötesi âhirette, hesap günü  bize ve kendisine ne yapılacağını bile bilemez.

“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”  (Ahkaf 46/9)

*Fiziksel ve manevi ölülere işttiremez, kabirdekilerle sohbet edemez, onların kabirdeki hallerini bilemez.

“Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin. (Rûm 30/52)

“Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.” (Fâtır 35/22)

Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.” (Neml 27/80)

*Eceli gelince ölümünü erteleyemedi, Azraili geri göndermeye gücü yetmedi. Kimseyi çarpmadı. Değil bize geleni, kendisine gelen zararı bile savamaz.

“De ki: Benim size, ne zarar verme ne de (zorla) yola getirme gücüm var. 

De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak (yucîranî) kimse de bulamam.” (Cin 72/21-22)

*Allah’ın dilemesi dışında bize de kendisine de bir fayda sağlayamaz.

“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” (A’raf 7/188)

*Havada uçamazdı, denizde yürüyemezdi, aynı anda bir kaç yerde asla görünmedi, ölüleri diriltmedi. Bizim mürşidimizin böyle olağanüstülükleri yoktu.

“Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.” (İsrâ 17/59)

 “Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (Ankebû 29/50-51)

*Silsilesi İsa, Musa, İbrahim (as) gibi nebilerden Âdem’e kadar uzanır ama Allah’tan başka –ğavs, kutub, aktab vb. gibi-  sığınacağı kimsesi yoktu.

“De ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” (Cin 72/22).

*Darda kalınca da normalde yalnızca Allah’tan yardım isterdi.

“Ancak Sana ibadet ederiz, ancak Sen’den yardım dileriz.” (Fatiha 1/3)

“De ki: “Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.” (Cin 72/20) Çünkü başka yardım istenecek kimsesi yoktur.

*Üstelik diğer mürşidler (!) gibi hatasız da değildir. Öyle ya da böyle bazı hataları, yanılmaları olmuş ve bunlar için Allah’tan af dilemiştir.

Ey Muhammed! Sabret. Allah’ın va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et.” (Mü’min 40/55)

“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

*Bu günahlarının affedilmesi için araya koyabileceği kimsesi de yoktur. Bu yüzden direkt ve yalnızca Allah’tan af dilemiştir.

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet 41/6)

*Oldukça mütevazi idi, alçak gönüllüydü ve asla kibirli değildi. Halkın içinde halktan biri idi.

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan 25/63).

*Bize ve ümmetine efelik taslamazdı. O bizim (ümmetinin) sıkıntıya düşmemizi istemezdi. Ümmetine karşı çok merhametli ve yumuşak huylu idi.

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âli İmran 3/159)

*Mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)

*Onun sahabeleri, dava arkadaşları, yanında bulunanlar her sorunumuzu ona götürebilirlerdi Erkek veya kadın dileyen herkes onunla görüşebilir ve hatta tartışabilir. Onun kapısında kapıcı, teşrifatçı, özel koruma, sekreteryası yoktu.

“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Mücadile 58/1, 12)

*O, Allah’ın hüküm koymadığı hususlarda arkadaşlarıyla istişare eder ve çoğunluğun kararına uyardı.

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”  (Âli İmran 3/159)

* O “benim dediğimiz yapmak zorundasınız” demez, onun “ğassalın önündeki meyyit gibi ona teslim olacaksınız” diye telkinde bulunan müridleri, kendisini de böyle bir beklentisi yoktu. Konuşmaları kapalı ve gizemli değildi. Herkesin anlayacabileceği şekilde ve apaçıktı.

“Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 29/50)

“Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar. De ki: “O bilgi, ancak Allah katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk 67/25-26)

*Arkadaşlarını evinde ağırlardı. Onlara ikramda bulunurdu. Rahatsız olduğu halde, ikramdan sonra  koyuı sohbete dalarak gereğinden fazla kalan arkadaşlarını ikaz etmeyecek kadar naifti. Misafirlerine “efendi hazretleri artık istirahata çekilecek, buyurun” diyerek kapıyı gösterecek adamları da yoktu. Dolaysıyla bizler de bu olanları –o akşam mübarek evlerinde şöyle şöyle haller zuhur etti” diyerek anlatan müridlerden değil- Allah’tan öğreniriz.

“Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” (Ahzab 33/53)

*İşte bizim mürşidimiz böyle beşerdir. Onun türlü türlü oalağanüstülükleri, beşerüstülüğü yoktu.  

“Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 29/50)

*Ama onun öyle bir kitabı vardır ki (daha doğrusu ona indirilen), o kitap onu âlemlere rahmet yapmıştır.

“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

*Kur’an onun en büyük mucizesidir.

“Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.”  (Ankebût 29/51)

“Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.”  (İsrâ 17/59)

*O Kur’an’ı Allah’tan alıp bize tebliğ edendir.

“Öyleyse Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Mâide 5/92)

“Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.” (Nûr 24/54)

*Aramızdaki ihtilafları Kur’an ile çözen; “Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.” (Nahl 16/64)

*ve insanlığı Kur’an ile aydınlığa çıkarandır.

Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İbrahim 14/4)

*O –başka bir şeye değil- yalnızca Kur’an’a uydu.

“De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (En’am 6/50)

“(Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: “Onu (da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül gözlerini aydınlatan nurlardır). İman edecek bir topluluk için bir hidayet kaynağı ve bir rahmettir.” (A’raf 7/203)

*Çünkü O, Kur’an’dan başka bir kitap bilmiyordu.

İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Şûrâ 42/52)

*Onun bütün bilgi (ders) kaynağı Kur’an’dı. O bize öğrettiği her şeyi Kur’an ile öğretti.

“Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bekara 2/151)

*Bize ders/vird/zikir olarak sadece Kur’an’ı öğütledi. Çünkü kendisi için de bizim için de yegâne öğüt/zikir- âhirette hepimizin hesaba çekileceği tek kitap olan- Kur’an’dı.

“Sen sana vahyedilen (Kur’an’a) sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yol (ırat-ı müstakim) üzerindesin. Ve şüphesiz ki o (sana) vahyedilen Kur’an) hem senin için hem de kavmin için bir öğüttür. Ve hepiniz ileride ondan sorumlu tutulacasksınız.” (Zuhruf 43/44)

*İşte Kur’an’ın bize öğrettiği ve kendisine itaat etmemizi ve örnek almamızı istediği mürşid böyledir. Kur’an’ın sırat-ı müstakim dediği “tarikat-ı muhammediye” budur. Bu mürşide bağlanıp onun yolundan gidenler kazanacaktır. Tarikat-ı muhammediye’ye uymayan bütün yollar dalâlet yoludur ve o yollardan gidenler kaybedecektir.

(Ali Kemal Eren’in 8 Aralık 2016da whatsApp’tan gönderdiği mesajdan istifade ederek.)

Hüseyin K. Ece