İnsan hakları anlayışları ve İslam'da insan hakları üzerine bir seminer.

Hüseyin K. Ece

14 Mayıs 2006

Duisburg - HDR Genel Merkezi

İnsan Hakları Felsefesi ve Kavramsal  Analiz

  1. a) Batılı anlamda insan hakları tanımı ve kapsamı
  2. b) İslam açısından hak, adalet, eşitlik, ahlâk kavramlarının tahlili ve bu çerçevede insan hakları tanımı

 

1-İNSAN NEDİR?

         -Halife adayı

-Sorumlu,

-Eşref-i mahlukât, öyleyse saygıya layık.

-İnsan meta’ değildir, üzerinde pazarlık yapılması, aşağılanmasi, işkenceye uğratılması, haklarının verilmesi şerefine uymaz.

 

2-BATILI ANLAMDA İNSAN HAKLARI ANLAYIŞI

Bunu bir sonraki başlıkta işleyelim.

 

3-HAK NEDİR

       a-Sözlükte Hak:

         İslâm kültürününün ve Kur’an kavramlarının en önemlilerinden ve en zengin anlam taşıyanlarından biri de ‘hakk’ kelimesidir.

         ‘Hakk’ kelimesinin aslı, uygunluk ve denk gelmektir.

         Sözlükte masdar olarak manası: gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek, bir şeye yakinen muttali olmak, mevcudiyetin (varlığın) gerçek olması demektir.

İsim ve sıfat olarak: gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey manalarına gelir.

Genellikle batılın zıddı olarak kullanılır.

Hakku’l-emr, o işin sabit ve gerçek olduğu anlatır.

Genel manasıyla hak: “İnsanın dışındaki herhangi bir husustaki realite veya eşya ile insanın zihninin, o realite veya eşyayı doğru tasavvur etmesi şeklindeki uygunluk anlatılır. Buna ilim ile ma’lumun mutabakatı da denilir.” (İ. Şahsiyet Hakları, 6)

Buradan hareketle bazen düşüncenin doğruluğuna hakk, bazen da görülenin, bilinenin kararlı ve sabit oluşuna hakk denilir. Eğer zihinde tasarlanan gözleme uygun ise buna isabet ve doğruluk; söz, fikir, karar ve iradenin amaca uygunluğu yönünden ise buna da adalet ve hikmet, ictihat alanında olursa isabet adını alır.  Böylece hakk o işin sıfatı olur.

Realite ile zihinki tasavvur arasında çelişki olursa hakkın yerini batıl alacak, savap ve sıdk’ın yerini hata ve kizb, adalet ve hikmetin yerini zulüm ve abes sıfatları lacaktır.

‘Hakk’ sözlükte ayrıca, yerine getirilen hüküm, adalet, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, mal-mülk, vacip, yaraşır, kesin şey manalarıda da kullanılır.

        

         b-Kur’an’daki Anlamları:

         Kur’an bu kelimeyi bir kaç anlamda kullanmaktadır:

         1-Bir şeyi hikmetin gereğine göre (nasıl gerekiyorsa ona göre) yapan anlamında. Bu anlamda ‘hakk’ Allah’ın bir sıfatıdır. (18 Kehf/44. 6 En’am/62, 10 Yunus/32, 22 Hacc/6, v.d.)

         2-Hikmetin gereği olarak var edilen şeyler. Allah (cc) fiilleri bu anlamda ‘hakk’tır. (10 Yunus/5, 53. 2 Bekara/146)

         3-Bir şey hakkında aslına uygun olarak inanç taşıma anlamında. Bir kimse hakkında ‘onun yeniden diriliş ve cennet konusundaki inancı hakk’tır’ dememiz gibi.

 (2 Bekara/213)  

         4-Gereğine göre, gerektiği kadarıyla ve gerektiği zamanda meydana gelen söz veya iş anlamında. Bir kimse için ‘senin sözün hakk’tır’ dememiz gibi. (23 Mü’minín/71. Bakara, 2/121. Âli İmran, 3/102. Hacc, 22/74)  

         5-Borç anlamında. (2 Bekara/282)

         6-Hisse, pay anlamında. (70 Meâric/24-24, 51 Zariyât/19)

         7-Adalet anlamında. (40 Ğafir/20)

         8-Allah’ın va’dinin gerçekleşmesi. Veya Allah’ın azabının gerçekleşmesi gibi. (Bakara, 2/61. Âli İmran, 3/21. Sâd, 38/14. A’raf, 7/30. İsra, 17/16. Yâsin, 36/7. Nahl, 16/38 v.d.)

9-Allah’ın kelimeleriyle gerçeği güçlendirmesi manasında. (Enfal, 8/7-8. Yunus, 10/82. Gâfir, 42/24. v.d.)

10-Doğru anlamında. (A’raf, 7/8, 159, 169, 181. Sad, 38/26.)

11-Gerçek manasında. (En fazla bu manada kullanılıyor) (Hûd, 13/1. 11/120. 13/14 v.d.)

12-Hakikat manasında. (bil-hakk şeklinde). Bakara, 2/176., 252. Âli İmran, 3/3. Mâide, 4/105 v.d.)

 

c-Türevleri:

‘Hakk’ kelimesinin çoğulu ‘hukûk’, ‘hikak’ ya da ‘hekâik’týr.

Aynı kökten gelen ‘ihkâk’, gerçekleştirmek,

‘İstihkak’, hak sahibi olmak,

‘Ehakk’, daha hakk, daha doğru,

‘Hakík’ daha layık,

‘el-Hâkka’, 69. sûrenin adı olup, gerçekleşen olay, yani Kıyamet anlamýna gelmektedirler.

         ‘el-Hakk’, Rabbimizin güzel isimlerinden biridir. Allah’ın bir adı olarak Hakk, inkârı mümkün olmayan, varlığı kabul edilmesi gereken, gerçek var olan, Varlığı ve ilâhlığı kesin olan, hikmetinin gereğine göre eşyayı yaratan, hakkı ortaya koyan, sözünde doğru olan, her hakkın kendisinden alındığı gerçek var olan Mevcud manalarına gelir.

 

d-Bir Hukuk Terimi Olarak hak:

İslâm hukukçuları hak kavramıyla: “Hukuken, yani Şâri’nin hükmü ve takriri ile  sabit olan, bu nedenle de (hukuk düzeni tarafından) korunan şeyi’ anlamışlardır.

Şöyle de tarif edilmiş: “Hukukun (şahıslara) bir yetki veya yükümlülük olarak tanıdığı aidiyettir.” (İ. Şahsiyet Hakları, s. 13)

Hak, meşru bir yetki ve güç manasına geliyor, veya birinin lehine diğerinin aleyhine olmak üzere bir şey talep edilmesini sağlıyor.

 

e-İslâm Hukukunda Hakk Kavramı:

Bunu aşağıda anlatalım.

 

 

4-ADALET-EŞİTLİK

a-Sözlükte adalet:

‘Adalet’ (kısaca adl); masdar olarak, düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola kaymak, eşit ve muadil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir.

         ‘Adalet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir.  Düzgün ve usulüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Adaletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da işaret etmiş oluruz.

         ‘Adalet’ bir başka deyişle; sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür.

         Zulmün karşıtı olarak ‘adalet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamına gelir.

         Aynı kökten gelen ‘muadil’ kelimesi, eşitlik, eşitlemek,

         ‘İ’tidal’ ise, ılımlılık, ölçülü olmak, yani denge ve orta yolu izlemek demektir.

         ‘Adalet’in karşıtı zulüm’dür.  

         ‘Falanca alancaya adalet etti’ demek, ikisi birbirine yakın ve eşit oldu demektir.

         Tartı ve ölçüde adalet, boy, ağırlık, deıerce ve ölçü yönünden bir şeyin diğerine eşitliğini sağlama durumudur. İki şey arasındaki adalet, o iki şey arasında denge sağlanması demektir.

 

 b-Eşitlik:

-Ontolojik açıdan fark olmamak,

-Pratikte ise adaletle muamele görmek demektir.

 

c-İslâm Hukukunda Adalet:

         Allah (cc) insanı ‘adl’ üzere; yani düzgün, dosdoğru ve her bir organını yerli yerinde yarattı. Onun yaratılışı dünya hayatını rahatlıkla sürdürmesine imkan sağlar.

         “Ey insan, üstün ve kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan nedir? Ki O seni yarattı, sana bir düzen içerisinde bir biçim verdi ve seni bir i’tidal  üzere (ölçülü) kıldı.” (İnfitar, 82/6-7)

‘Adl’ üzere yaratılan insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Çünkü adalet; insan, toplum ve tabiat hayatının  nizamını sağlar. Bu adaleti sağlayacak olan da Tevhid Dini’dir.

Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (55 Rahman/7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.

         Âyetlerde emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniþştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde dosdoğru hareket etmek, düzgünce iş yapmak, herkesin hakkını vermek adalettir.  

         Adaletin uygulama sahası da geniþtir. Bunu yanlız hukuk alanında, mahkemelrde düşünmek yanlış olur.

Adalet, doğru davranmak, eşit düzeyde yapmak, ya da bir şeyi ait olduğu yere koymaktır. Öyleyse ahlâk ve davranışlarda, insanların işlerini yürütürken, ya da hakları sahiplerine verirken dengeli olmak ve insafla hareket etmek adaletin gereğidir.

İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar  Kitab’a uyarak , Mizan'ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranış aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst'ı (adaleti) saðlarlar.

Mizan'ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur gider. İnsanlar en tabii  haklarını bile alamazlar.

Toplumdaki zalimler gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar. Kitab’ın yanında indirilen 'demir' güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür: Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab'a ve O'nun hükümlerine uyup, mizan'ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşırlar. Kendini hukukun üstünde gören güçler, adalet anlayışını  çiğner geçerler.

 

 d-Zulüm:

Zulüm ise bunun zıddıdır.

-Şirk manasıyla zulüm

                   -Günah manasıyla zulüm

                   -Gadr manasıyla zulüm

 

5-AHLÂK

a-Güzellik olarak ahlâk,

b-Yarartılışın gayesi olarak ahlâk,

c-Mutluluk olarak ahlâk

 

6-İNSAN HAKKLARI ANLAYIŞLARI

A-Mükteseplik Açısından

Tecvidin tarifi.

1-Doğuştan gelen haklar,

2-Sonradan kazanılan haklar,

 

B-Korunması Açısından:

Dinî/kazaî haklar

1-Kanunla korunmaya çalışılan insan hakları (Kanunlarla belirlenen haklar)

         -Buradaki soru işareti: Devleti mi halka karşı korumak, yoksa ferdi mi devlete karşı korumak?

2-Takva ile korunan insan hakları (Kanunlarla belirlenemeyen insan hakları)

 

C-Kaynakları Açıcından:

1-Akla dayanan insan hakları anlayışı,

2-Vahye dayanan insan hakları anlayışı

 

D-AVRUPADA İNSAN HAKLARI ANLAYIŞI

Bugün dünyada hakim olan insan hakları kavramı Avrupa kökenlidir. Batı dünyasında doğup gelişen tabii hukuk düşüncesinden almıştır. 16. yüzyılda gelişmeye başlayan modern devletlerin gelişmesiyle gücü elinde bulunduranların istibdatına karşı felesfi olarak ferdin korunması amacından cıkmıştır. Pek çok filozof ve düşünür bu konuda söz söylediler.

İnsanların tabii hakları doğuştan vardır. Hatta insanlar kurumlar kurmadan önce de vardı. Devletlerin yeni hak icat etmesi gerekmez. Onun görevi belli bir sözleşme çerçevesinde ferdin haklarını korumadır. Çünkü ferd bazı haklarını birliktelik için feda edebilmektedir.

Bu anlayış ilk defa Amerikada kendini göstermiş, 12 Haziran 1776 Virgina Haklar bilgirgesinde bütün vatanadaşların eşit, özgür oldukları vurgulanmış, topluma katılmakla bu hakların ellerinden alınamayacağı vurgulanmış. 4 Temmuz 1776 tarihli Bağımsızlık Bildirgesinde ise insanların eşit yaratıldığı, onların özgürlük ve mutluluğu aramak haklarından bahsedilmiş.

Tabii haklar doktrini 1789 Fransız Yurttaş Hakları Bildirisi üzerinde de görüldü. Buna göre insanlar eşit, özgür ve eşit doğarlar. Mülkiyet, güvenlik, zulme direnme hakları da vardır. Suçlulğu isbat edilinceye kadar herkes suçsuzdur gibi ilkeler ilk kez yazılı metinlere girdi.

Şüphesiz Avrupa’nın diğer bazı ülkelerinde de bu alanda bazı gelişmeler olmuş. Ancak bunlara bakarak Avrupa’da ve onların kontrol ettikleri yerlerde insan haklarının tam anlamıyla geliştiğini, ya da uygulandığını düşünmek yanlış olur. Mesela, Fransa’da 1789da tanınan haklar daha sonra evrensel olmaktan çıkarılıp Fransızların kamu hakkı haline getirildi. 1814 yılında bunların kralı ihsanı olduğu ilan edildi.

Diğer avrupa ülkelerinde buna benzer bildirgeler, anayasa maddeleri daha çok kendi vatandaşların haklarına yönelikti.

  1. Dünya savaşından sonra libarel anlayışların anayasalara, devletin politikalarına etkili olması sebebiyle, insan haklarına daha fazla vurgu yapıldı.

Uluslararası alanda ise insan hakları gelişmesi daha yavaş olmuştur. 1885ye kadar kölelik fiilen ve hukuken vardı. Bu tarihte İngeltere köleliği değil, köle ticaretini yasakladı. Bunun bir sebebi de ekonomikti. Kölelik bir kurum olarak ancak 1926 yılında resmen kaldırılabildi.

Yine, çalışanların çalışma şartlarını iyileştirmek üzere İLO’nun kurulması, insanî olmaktan çok ekonomiktir.

Birinci dünya savaşından sonra anayasalara konulan maddeler, ne faşizmin ve komunizmin doğmasını, ne köleliği, ne de sömürgeciliği önlemedi.

İkinci dünya savaşından sonra insan haklarının uluslararası bir alanda korunması fikri kuvvetlendi ve 1948de  bilinen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edildi.

Batılı ülkeler bu bildirinin ilan edilmesine öncülük ettikleri için onların damgasını taşımaktadır. Otuz maddden oluşmasına rağmen daha çok batının önem verdiği medeni ve siyasi haklardır. Ekonomik, kültürel ve sosyal haklar sosyalist bloka verilen bir taviz sonucu bildiriye konulabilmiştir.

Batının bu alandaki hakimiyeti 1960lara kadar devam etti. Bunları yaparken kendi değerlerinden herhangibir fedakârlık yapmayan Batı’nın, eşitlik veya ayrım yapmama gibi en temel insan haklarını bile 1945ten sonra dahi uygulamadığı görülmüştür. Amerikadaki siyah-beyaz ayrımı, Güney Afrika’daki beyaz yönetimi bunun tipik örnekleridir.

İnsan hakları konusunda olumlu bir gelişme sayılan ve 1950 yılında Avrupa konseyi tarafından kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bunu tamamlayıcı diğer protokoller, bugün bu alanda Avrupa devleri tarafından anayasa gibi kabul edilmekte ve temel referans sayılmaktadır.

Bu bilgiler ışığında Avrupadaki insan hakları anlayışını şu şekilde değerlendirebiliriz:

 

1-Temelde insan aklına dayanır,

         -Pozitivizmin etkisi,

         -Aydınmacılığın etkisi

         -Hümanizmin etkisi,

         -Pişmanlığın etkisi,

         -Sınıfların azalması,

         -Ulus devletlerin güçlenmesi,

2-Bir bağış gibi sunulmaktadır,

 

3-İnsan haklarının az bilindiği bir geçmiş üzerine kuruludur

         -Batının tarihi insan haklarını ihlâl tarihidir

         -Bu nedenle, bugün ulaşılan seviye onlar açısından son derece önemlidir.

-Uzun mücadeleler sonucunda kağıt üzerine geçirilebilmiştir,

4-Genelde siyasi irade şekillendirmektedir,

-Sonuçta, siyasi iradenin tayini ve kararı esastır. Ama siyasî irade ile halk arasında büyük uçurum yoktur.

-İnsan hakları esasen ferdi devlete karşı korumayı hedefler. Devletin uluslararası alanda hesap vermesini öngörür. Ancak insan haklarının bu harici boyutu devletin içişlerine müdaheleyi gerektirir. Bu da ulus devlet anlayışı ile çatışır. Ayrıca, dışarıdan müdaheleyi istismar etmek de mümkün. Onun için insan hakları alanında içeride devletin gücünü de kullanarak milletlerarasındaki anlayışlara yaklaştırmak daha akıllıca bir iştir.

5-Hayatın bir alanını kapsamamaktadır, manevi hak olayını tanımamaktadır,

6-Doğustan gelen bazı haklar bilinmemekte;

         -Kürtaj, ceninin hakkı olmadığı anlamına gelen yasal bir hak ihlâlidir.

-Otenazi, hayatî fonksiyonlarını yitiren birini öldurmeye izin veren yasal bir cinayettir.

7-Fesadı hesaba katmamakta;

-Günah işleme serbestliği

         -İnsana zarar veren maddelerde aşırı serbestlik

8-Batı kültürünün aşırı baskıcı, dayatmacı, tek taraflı ve öteki anlayışın etkisini taşımaktadır.     

-Batının saldırgan ve sömürgeci politikalarının bu alana sokulmaması,

-Başka kültürel değerler hesaba katılmamakta, avrupa merkezli bir anlayış hakim.

 

E-İSLÂMIN HAK ANLAYIŞI

-Genel Bir Değerlendirme:

         İslâm hukukunda (fıkıhta) hakk, hukukun, bir başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye ait olan şeydir.  

         Bu tanım, hem Allah’ın kulları üzerindeki kulluk görevlerini, hem de kişiyle ilgili bütün hakkları içerisine almaktadır. Kişinin mesken edinme, mal edinme hakkına işaret ettiği gibi, medení hakkları, yaşama, inanç, çalışma hakklarını, baba hakkını, devletin vatandaşlar üzerindeki tasarruf hakkını, çocuğun nafaka hakkı ve benzerlerini de anlatmış olmaktadır.

         Tanımda geçen yükümlülük, kişinin kendi üzerine isteyerek aldığı sorumluluktur. Borçlunun borcunu ödemesi, işi üzerinde alanın işin hakkını vermesi gibi.

         İslâmın hakk anlayışında iki önemli vacip vardır.

         Bunun birincisi genel vaciptir, yani herkesin uyması gereken bir yükümlülüktür. Bu da kişinin hakklarına saygı gösterilmesi, tecavüz edilmemesidir.

         İkincisi, özel vaciptir, yani sadece hakk sahibine ait yükümlülüktür. Bu da hakkın başkalarına zarar vermeyecek şekilde kullanılmasıdır.

         İslâma göre hakk’ların kaynağı Şer’í iradedir. Hakk’lar, Şer’í hükümlerin dayandığı kaynaklardan çıkarılan ilâhí bağışlardır. İslâm’da delilsiz şer’í bir hakk yoktur. Buna göre hakk’ların kaynağı Allah’tır. 

         İslâma göre, insanlara veya yaratıklara ait hakk’ların kaynağı insan iradesi ve aklı değildir. İnsan aklı ve iradesi yalnızca, bu hakkların yerli yerinde kullanılmasını sağlar, hukukun uygulanmasına yardımcı olur, hakk tecavüzlerini önlemeye çalışır. Daha doğrusu akıl, ilâhí irade tarafından sabitleştirilen hakk’ları anlamaya ve onları yerli yerinde korumaya yarar.

         Bugün yaygın olarak kullanılan ‘insan, hayvan, çocuk, hakları’ deyimleri 19. Yüzyılda Avrupada ortaya çıkmaya başladı. İlk insan hakları evrensel beyannâmesi ise ancak 1947 yılında ilan edilebildi.

         Halbuki bütün ilâhí dinlerde olduğu gibi İslâm’da da hak’lar ve yükümlülükler bizzat insanlara Hâkim olan Allah tarafından belirlenmiştir. İlâhí irade tarafından belirlenen bütün hak’lar sabittir, yani değişmezdir. Hak’larla ilgili prensipler Kur’an ve Sünnet’te zaten bulunmaktadır.

İslâm hukuku (fıkıh) bu konuyu geniş bir biçimde ele almıştır. Bu hak’ların nasıl korunacağını, hak ihlali olursa nasıl ceza verileceğini detaylı bir şekilde sistemleştirmiştir. Hatta İslâm fıkhı, batılıların hiç aklına gelmeyecek kişi ve varlıkların bile hakk’larını belirlemiştir. Kitaplarda ‘hukuk devleti’, ‘insan hakları’ gibi kavramların geçmemesi, onların olmadığı anlamına gelmez.

Ayrıca, ta İslâmın başından beri bilinen, uygulanan böyle bir hukukun ayrıca bayraklaştırılmasına İslâm aleminde ihtiyaç olmamıştır. Batılılar, kendilerinin uzun yıllar arayıp ta buldukları bazı prensipleri, bütün dünyaya yeni bulunmuş ve yalnızca kendilerine ait gibi göstermeleri tarihí gerçeklerle başdaşmıyor.

         Tekrar edelim ki hakkların kaynağı ilahí iradedir. İnsanlara ve varlıklara ait hakk’lar, bencil, çıkarcı, unutkan, bazen de zalim olan insanın eline verilemez. Üstelik insan kafasına dayalı olan hakk kaynakları, yine insanlar tarafından değiştirilebilir. Zaman geçtikçe insanların anlayışları değişiyor. Dolaysiyle onların hakk tanımları da değişikliğe uğruyor. Öyleyse hakk gibi önemli bir şey, her şeyi hakkıyla bilemeyen insanın hükmüne dayanmamalı.

         Hakk’lar, ancak Hakk olan Allah’ın hakk hükmüne göre yerine getirilebilir, korunabilir. Hakk’a rağmen konulan bütün ölçüler, bütün hükümler batıldır, geçersizdir, boştur, temelsizdir.

         İslâm hukukuna göre üç çeşit hakk vardır:

         1-Allah hakkı (hukukullah): İnsanların kulluk görevi, onları Allah’a yaklaştıran şeyler, genelin çıkarına olan ama Allah tarafından belirlenmiş hükümler,

         2-Kişinin maslahatının korunduğu haklardır. Çok geniş bir alanı vardır. İnsan hakları dediğimiz şeylerdir.

         3-Allah hakkı ve insan hakkı: Örneğin, kişinin aklını, dinini, neslini korunmasında iki hak vardır. Bu hakların yerine getirilmesiyle hem Allah’ın emrine uyulmuş olur, hem de bunlarla toplum ve kişilerin çıkarı (maslahatı) korunmuş, haklarına tecavüz önlenmiş olur.

 

İslâm Hak Anlayışınında Önemli Özellikler:

1-Vahye dayanır

2-Beşer aklının tanımadığı pek çok hakka yer verir. Bunların bir çoğu ahlâkla ilgili alandadır.

-Ebeveyn hakkı

-Misafirin hakkı

-Yolun hakkı

-Çocuğun hakkı

-Hayvanlarin hakkı

-Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı

-Karı-koca hakkı,

-Çalışanın hakkı,

-Allah’ın hakkı gibi

3-Allah´tan geldiği için kimsenin tekelinde ve iradesinde değildir.

         -Bunlara müdahale Allah’ın hükmüne isyandır.

         -Bu haklara riayet kulluğun gereğidir.

4-Dengelidir, insan fıtratına uygundur.

         -Bir tarafın hakkına rağmen diğer tarafı ihmal etmez.

         -İnsan yaratılışına uygundur, zira insanı Yaratanın ölçüsüne dayanır.

5-Rahman’a saygı, yaratıklara merhamet esasına dayanır,

         -En yüce hak, Allah’ın insan üzerindeki hakkıdır.

         -Hak, insanın ve toplumun maslahatı içindir,

         -İnsanın ve toplumun saadeti içindir.

6-Kul hakkı anlayışını esas alır.

         -Karşılığı dünyada verilecek olanlar

         -Karşılığı ahirete kalanlar

         -Helâlleşme imkanı olanlar

7-Ahiret inancı ile bağlantılıdır.

-Müslümanlar her şeyin hesabını verecekleri şuuruyla hareket ederler. Bunun için da hak yememeye çalışırlar

8-İslâm insan hakları anlayışı ihlâlden sonra ortaya çıkmış bir şey değildir.

         -Tarihi bir süreçten sonra şekillenmedi, bizzat vahiyle şekillendi.

         -Tepkisel değil, tabiidir.

9-Bazı hakların veliyyül-emr eliyle verilmesini emreder.

-Kanunla korunabilecek ve isbat edilebilen haklar sorumlular tarafından korunur.

10-İslâm insan hakları anlayışı adaletin gerçeklesmesidir

11-En zayıf, mazlumun hakkı kendisinden alınıncaya kadar kuvvetli zannedilendir.

         -Hak, sadece kuvvetlinin ulûfesi değildir.

12-İslâm hakların korunmasını takva şuuruna bağlar.

         -Takva, insan hakları için kalkandır.

         -Kanunla ne kadar korunabilir?

         -Kanun hakimiyetinin olmadığı yerlerde?

         -Kanunların uygulanması subjektiftir.

13-İslâm, hakları korumayı belgelere yazmayı, üzerinde politika yapmayı, nutuk atmayı değil, uygulamayı önemser. (Çekirge hikayesi)

14-Bu hakları korumayı ibadet sayar.

 

F-SONUÇ

1-Hak, Hak bir temele dayanırsa anlam kazanır.

2-Cenab-ı Hak, hak olarak yarattığı insana, Hak bir dinle, onun hak olan bir

kitabı ile en uygun hakları vermiştir.

3-Batı dünyasında insan hakları alanındaki gelişmeler, uluslararası

sözleşmeler, bu alanda bir ilerlemedir, insanlık için bir kazanımdır ama nihai nokta ve ideal olmadığı gibi, insanı her yönüyle kapsayıcı değildir.

4-İnsan hakları alanındaki uygulamalar hipokrit bir anlayışı gösteriyor.

         -Avrupa ülkelerindeki uygulamalar şaşırtmaya devam ediyor

         -Avrupa kultürünün diğerlerine bakışı

         -İnsan hakları mahkemesinin kararları

5-Müslümanların yanlış uygulamaları, günümüz insanına ideal bir İslâm hakları

anlayışı sunamıyor.

         -Tarihteki kötü örnekler

         -Günümüzdeki dikta rejimleri

         -Batıdaki müslümanların onlarla ve kendi aralarındaki ilişkiler,

6-Uygulamada inanç ve ibadet hürriyeti ötekiler için sıkıntılıdır.

7-Bazı ülkelerde hak ihlâllleri, insan hakları adıyla yapılıyor.

-Zorla oy kullandırma

-Askere gönderme

-Cocuklarını okula gönderme

-Geçerli ideolojileri tercihe zorlama gibi.