Kur'an'da güzelliğe, estetiğe ve sanata dikkat çeken kavramlar hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

31 Mart 2018

İrşad Kitabevi/Daru’l-Erkam e.V.

Neuss

 

-Giriş: Güzellik, sanat, estetik gerçeği

İnsan hayatında “güzel-çirkin”, “güzellik-çirkinlik”, “sanat, estetik” gerçeği var. Herkes kendine göre bazı şeylere güzel der. Güzel dediği şeyi sever, hoşnut, hatta mutlu olur.

Varlıklar dünyasında “güzellik” en önemli faktörlerden birisidir.  Açık ve uyanık gözler, ilk anda ve daha bakar bakmaz “güzel”i farkederler. Şüphesiz ruhun derinliklerinde güzel’e karşı duyarlı, onu kavrayabilen bir “duyu unsuru” var. Ancak bu kavrayış bir ölçü ve hesap işi değildir. Hiç düşünmeden ve kendiliğinden meydana gelen bir haldir. (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 169)

Güzellik fıtrî (yaratılıştan gelen), ya da varlığın özünde olan bir özelliktir, bütün insanlarda güzellik duygusu ve zevki vardır. Her ne kadar güzellik değerleri veya yargıları kültüre, inanca, kişisel tercihlere, çevreye, kapasiteye, öğrenime, hatta tutkulara göre değişse de bu böyledir.

Bir müslüman “Yaratıcıların en güzeli olan Allah”a (Mü’minûn 23/14) inanır ve güzellik, sanat ve estetiğe Tevhid inancı açısından bakar. Ona göre Allah’ın insanı ve varlığı güzel, düzgün ve farklı niteliklerle, yani sanatlı bir şekilde yarattı. Varlık da, Allah’ın Bedi’, Sani’, Faal, Halik, Cemal isimlerinin tecellisidir.

Dolaysıyla güzel olarak yaratılan insan, hele bir de iman ediyorsa-  öncelikle Allah’ın bu isimlerinden örnek alarak güzele, sanata, estetiğe, düzgün olmaya değer verir. Kendisi öncelikle ahlaki açıdan güzel olmaya çalışır, sonra da yaptıklarının güzel ve estetik olmasına çaba gösteriri.

Güzellik İslâmın en fazla önemsediği ve değer verdiği gerçeklerden biridir. Bu da Tevhid hakikatinden kaynaklanır. Zira Tevhid adalet, kerem, birlik ve denge demektir. Bunlar da güzelliğin temelini oluşturur. İnsandaki iç güzellikle (hulk) dış güzelliğin (halk) davranışlara yansıyan uyumu (ihsan), bunlar arasındaki bağ İslâmın önemsediği güzelliğin somut göstergesidir.  (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53)

Güzellik fenomenin her türlü sanatla ilgisini söylemeye gerek yoktur. Zira sanat aynı zamanda güzeli keşfetmek, güzelliği en güzel bir biçimde ortaya koymak, güzelliği paylaşmak, sanat eseri ile hayata güzelliği taşımak demektir.

Sanat, insanın eşyadan algıladığını anlatma biçimidir. 

Kültür ve sanat, geniş iki kavram. Bir toplumun sözlü ve yazılı üretimi olabildiği gibi, mimarlıktan tutun da söz sanatına, müziğe, resime kadar pek çok faaliyeti kapsar.

Kültür, bir toplumun medeniyet adına yapabildikleri, ortaya koydukları, ürettikleridir. Yaşama biçiminin görüntüsü, değerlerin eyleme ve somut esere dönüşmüş şeklidir.

Sanat ise kültürün ustalıklı, etkileyici, kalıcı bir şekilde ortaya konulması, ifadesidir.

Sanat, toplumun marifeti, becerisi, üretkenliğidir. Bunun söz ile, yazı ile, eser ile, veya eylemle yapılmış olması arasında fark yoktur.

Kültürlü toplumlar, daha çok sanat üretirler. Çalışkan toplumlar, daha çok esere imza atarlar.

Titiz ve dikkatli toplumlar estetiğe önem verirler.

Bir sanat eseri, yani estetiği olan bir ürün, toplumun kimliği ve aynasıdır.  

Estetik, her işde, her faaliyette, hayatın her alanında karşımıza çıkar. Ya da estetiğe dikkat edilmesi güzel olan bir titizliktir.

Yaptığın işi güzel yap. Ortaya koyduğun eylem güzel olsun. Ürettiğin eser, etkileyici, büyüleyici, düşündürücü olsun. Olsun ki, kimliğin kaliteli, aynan tertemiz ve eşi bulunmaz ayna olsun. Sen kendini aynada iyi göresin, seninle birlikte aynı aynaya bakanlar gıpta etsinler.

Estetik zevki olmayanlar, her seyi dağınık, pespaye ve çoğunlukla da çirkin yaparlar. Kendilerini, kişiliklerini, işlerini rezil ederler. Halbuki güzel, estetik ve temiz olan her şey etkileyicidir. Hem hoşa gider, hem insanın içini ferahlatır.

Beyhakî’nin rivâyet ettiğine göre; Peygamber (sav) sahabe ile birlikte bir müslümanı defnetmek üzere kabristanda idiler. İki kişi cenazeyi mezara koymak üzere mezara inmiştir. O sırada Peygamber kabrin tabanına bakar ve orada bir tümsek görür. O tümseğin düzeltilmesini ister. Onlar da düzeltirler, güzel yaparlar. Sonra cenaze yerine konulur. Peygamber insanlar yanlış anlamasınlar ve buradaki hikmeti (dersi) öğrensinler diye şu açıklamayı yapar:

“Şüphesiz ki bu gibi tümsek (veya başka bir şey) ölüye zarar vermez. Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur.” (Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 4/334

Artık bir daha görülmeyecek ve kullanılmaycak olan mezarın tabanının dahi düzgün olmasını tavsiye eden Peygamber, estetik, düzgün iş yapma konusunda önümüze geniş bir ufuk açıyor. Zımnen; “bir şey yaptığınız zaman düzgün, güzel, yerinde ve gereği kadar yapın diyor.

İşte müslümanların sanatına şekil veren, onların kültür kalitelisini yükseltecek ve kalıcı kılacak olan bu nazik anlayıştır.

Konuşuyorsunuz, sözünüz güzel, cümleleriniz düzgün, anlaşılır olsun. Abur-cubur, saçma sapan, çirkin olmasın. Sözünüzün yarına kalmasını istiyorsanız, sanatlı söz söylemeniz gerekiyor. Bu en başta şiirle ve sözle ilgili diğer sanatlarla.

Herkes bilir ki yarına ancak kaliteli ve sanatlı eserler kalır. Tarihi eserlere baktığınız zaman ne demek istediğimi anlarsınız.  

Sanat veya estetik derken, zerafeti de hatırlamak gerekir. Sanat bir anlamda bir şeyi zerafetle yapmak, sözü zerafetle söylemek, bir eseri ortaya zerafetle koymak demektir. Ki bakan, okuyan, duyan, dinleyen, dokunan ondan etkilensin, hayran kalsın, hoşlansın ve içine huzur dolsun.

  1. Türkan Milat’taki son yazısında şöyle diyor: “Hayatın yaşanılır olması zarafetin dışa yansımasıyladır. Her söze zarafet kalite katar. 

Sözün zarifçe söylenmesiyle şiir, rengin zarifçe kullanılmasıyla resim, taşın zarafetle işlenmesiyle mimari, sesin zarafetle nağmelerle birleşmesiyle şarkı oluşur.

En güzelini yapanlar da sanatkârlardır. Evlilik te geçim sanatıdır. Bunun yolu da zarafetten geçer. Zarafet ise en çok kadına yakışır!” (Milât, 29.03.218)

“İslâm sanatını, “İslâmın ya da İslâm medeniyetinin en derunî yönünün kendi tarzında bir dışa vurumu” diye tanımlamak mümkündür. Sanatın özü olan güzellik İslâmî dille ilâhî bir niteliktir. Mûsikiden giyim kuşamla ilgili olanlarına kadar bütün İslâm sanatları bir şekilde Kur’an’dan etkilenmiştir. İslâm toplumlarındaki ister davranışlarda, değerlerde, isterde ortaya konulan eserlerde olan iyilik ve güzellik anlayışının temelinde Kur’an ve hadisler vardır.” (Koç, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/90)

Kur’an kâinattaki âyetlerden örnekler veriyor ve insanın bunların üzerinde düşünmesini, ibret almasını, anlayıp güzel şeyler yapmasını istiyor.

Görmüyor musun ki, Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var.” (Fâtır 34/27-28)

 Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.” (Nahl 16/48)

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Âli İmran 3/190 Ayrıca bkz: Furkan 25/45. Nahl 16/81. Hıcr 15/19, 23. Lukman 31/10. Fussilet 41/10. Nur 24/45. Ra’d 13/15. En’am 6/99. Mülk 67/3)

 

*Kur’an’da güzelliği anlatan, yani sanat ve estetiğe işaret eden kavramlar

Kur‘an güzelliği çeşitli durum ve boyutlarıyla, güzelliğin ve estetiğin işlev ve önemini bir kaç kavram/kelime ile anlatıyor. Şöyle ki:

1-İhsan ve türevleri

İhsanın kökü “ha-su-ne” fiilidir. “Ha-su-ne” fiili sözlükte bir şeyin sıfatı olarak güzel olmak, hoşa gitmek demektir. (İbni Manzur; Lisânu’l-Arab, 4/123) Bu da türevleriyle birlikte Kur’an’da 194 yerde geçmektedir.

a-Hüsün/hasen

Kur’an’da güzelliği anlatan en önemli kavramlardan biri “hüsün/hasen”dir. “Hasune-güzel olmak” fiilinden masdar olan “hüsün/hasen”; güzellik, rağbet edilen, sevilen ve hoşa giden şey, tatmin eden, göze hoş gelen, hayranlık uyandıran, yakışıklı anlamında isim olarak kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170. Cevherî, İsmail b. M. es-Sıhah Tâcu’l-Luga, 5/518. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)  

Hüsün/hasen olan şeyle insana mutluluk ve sevinç verir, onları akıl da beğenir, duygular da. Bundan dolayı güzel olmak, güzel karşılık görmek, güzel davranmak, iyilik yapmak, bolluk, genişlik, nimet gibi anlamlar bu iki kelime ile ifade edilir.

Kur’an’da hüsün sıfatı Allah’a ait fiillere de nisbet edilmiştir. O her şeyi güzel yapmış/yaratmış (Secde 32/7. Mü’minûn 23/14), insana en güzel sureti vermiştir. (Mü’min 40/64)

“Hüsün” kavramı Kur’an’da, hem Allah'ın yaratmasını nitelemekte, hem de insana izafe edilen bir eylemi (ihsan) ifade etmektedir.

Kur’an bunu hem ahlâkî, hem de insanın duygularına hitap eden estetik güzelliği anlatırken kullanıyor. (bkz: En’m 6/95-99. Nahl 16/67. Abese 80/24-32. Nebe’ 78/14-16)  

 

b-Ahsen

         İsm-i tafdil (üstünlük sıfatı) kalıbıdır. Bu kalıp kelimenin taşıdığı anlamların zirvesini, bir başka ifadeyle ‘en’lerini anlatır. Hüsn’ün müzekkeri (eril) formu “ahsen”, müennes (dişil) formu “hüsnâ” şeklinde gelir.

Ahsen Kur’an’da 36 yerde geçmektedir. İnsanın (Tîn 95/4) ve hz. Yûsuf kıssasının güzelliğini “ahsen” kelimesiyle ifade ediyor. (Yûsuf 12/3)

Yerin ve göklerin altı günde var edilmesinin, insanın yaratılmasının, bazı şeylerin yeryüzüne ziynet (süs) yapılmasını sebeb-i hikmeti kimin daha güzel (ahsen) amel işleyeceğini denemek içindir. (Hûd 11/7. Kehf 18/7. Mülk 67/2)

Kur’an bir çok âyette cennetin güzelliğinden ve göz kamaştırıcı ihtişamından bahsediyor.

Bu bir taraftan insanların dikkatini o güzelliğe çekip iman edip imanın gereğini yapmaya ve burasını kazanmaya bir teşvik;

bir taraftan da hayatı güzelleştirmeye, yapılan işleri güzel yapmaya, güzel olan şeyleri tercih etmeye bir özendirmedir.

 

c-İhsan/muhsin

Kur’an’da estetik güzelliği, hoşa giden şeyleri, uygun olanı yapmayı, iyilik etmeyi en yoğun bir şekilde ifade eden kavram “ihsan”dır.

İhsan, if’al kalıbından “ahsene” fiilinin masdarıdır.

Ahsene; bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir. Ahsene tıpkı “hassene” fiili gibidir. Bu da güzelleştirmek, daha da güzel olmak, daha güzelini yapmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)

Kur’an “ahsene” fiilini 21 yerde tekil, çoğul ve emir kalıbıyla kullanılıyor.  

Kişi güzel davranırsa, işlerini en güzel şekilde yaparsa (ahsene) bu kendi lehinedir. Kötülük yaparsa bu da kendi aleyhinedir. (İsrâ 17/7)

İyilik edenlere, işlerini güzel yapanlara (ahsene) ve Allah’ınn katında büyük bir ödül vardır. (Âli İmran 3/172. Yûnus 10/26. Kehf 18/30-31. Nahl 16/30. Necm 53/31. Mâide 5/93)

“Hasune” fiilinden masdar olan “ihsan”, genel olarak başkasına iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak şeklinde iki anlamda kullanılmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170)  

İhsan, Cibril hadisinde Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek anlamında kullanılmış: “... İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyor.” (Buhârî, İman/37 no: 50. Müslim, İman/1 no: 8. Tirmizî, İman/14 no: 2738. Ebu Davûd, Sünne/16 no: 4695. İbni Mâce, Mukaddime/9 no: 63, 64. Nesâî, İman/6 no: 4994)

İhsan ahlâkı; uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir. 

Allah (cc) adaleti ve iyilik yapmayı (ihsanı), yakınlara karşı cömert olmayı emrediyor; utanç verici olanı, azgınlığı (taşkınlığı) yasaklıyor. (Nahl 16/90

Müslümanın iç güzelliği ve manevi zenginliğinin bir göstergesi olan ihsan; bütün etkinlikleri güzel kılmanın ve bütün bir hayatı adeta bir sanat faaliyetine dönüştürmenin adıdır.

Başka bir ifade ile ihsan, bütün davranışlarımızda Allah’ı hatırlayışı yansıtan bir olgunluk düzeyi ve Allah tarafından sürekli denetlendiğimizin bilincinde olarak, kullukta güzel olanı yapmaya özen göstermek demektir. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 54)

Mü’min, yalnızca ibadette değil, bütün davranışlarında ihsan üzerinde bulunur. Peygamber (sav): “Allah her şeyde ihsanı farz kılmıştır...” buyurdu. Hatta bir hayvan boğazlerken bile. (bak: Müslim, Sayd/57 no: 1955. İbnu Mace, Zebaih/3 no: 3170. Ebu Davud, Edahî/12  no: 2815. Tirmizî, Diyât/14 no: 1409. Nesâî, Zahâyâ/22)

Bir hayvanı boğazlarken bile ‘ihsan’ı emreden bir din; insanın günlük davranışlarının da, -hangi işi yaparsa yapsın- o işin güzel olmasını ister. Bunun da estetik, güzellik; bir anlamda sanat olduğunu düşünebiliriz.

“Muhsin”, ihsan masdarının özne ismidir (ism-i failidir). İhsanda bulunan kişiye, ihsan edene, ihsan ile davranana, ya da ihsan ahlâkına sahip olan kimse demektir.

Kur’an iyi/ideal insanlara ‘muhsin’ diyor. Sonra onların nasıl olduklarını, ya da muhsin olmanın ipuçlarını veriyor. Muhsinleri övüyor, onure ediyor ve çeşitli ödüllerle müjdeliyor.

“Muhsin” Kur’an 4 yerde tekil, 35 yerde de çoğul olarak yer almaktadır.  

Soru: Kur’an kimlere muhsin diyor?

Cevap: Muhsin, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke ve kişilik haline getiren, bunda sebat eden, güzel düşüp güzel eylemler yapan demektir. Bir başka deyişle; Allah’ı görüyor gibi davranan kimsedir.

Kur’an muhsin olmayı mü’minlerin bir sıfatı olarak sayıyor ve herkesi muhsin olmaya davet ediyor. Hem de aktif iyi (muhsin) olmaya.

Muhsin, güzellik sergilediği gibi, iyi ve güzel olan şeylerin insanlar arasında yayılması için de çaba gösterendir. Toplumda güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolüdür.

Bir müslüman ne yapıyorsa, onu güzel yapmalı, yani muhsin ahlâkıyla hareket etmeli. Konuşmadan, ev işlerine, elbiseden büro döşemesine, yemek yapmaktan sofra kurmaya, resimden şiire, tüccarlıktan inşaata kadar.

Muhsin, güzellik sergileyen olduğuna göre bunun sanatla da ilgisi açıktır.

Kur’an’ın ihsana bu kadar çok vurgu yapması ibadetlerin bilinçle ve güzel yapılmasına, ahlâkın güzelleştirilmesine teşvik olduğu gibi, ortaya konulan  eylemlerin, eserlerin de güzel yapılmasına bir teşviktir.

İslâm sanatlarının bu teşvikten cesaret aldığını söyleyebiliriz.

 

2-Cemîl/cemâl

Her ikisi de güzeli/estetiği ifade eden kelimelerdendir.

Kur’an’da geçen cemâl, husün, zinet gibi kelimeler fizikî ve ahlâkî güzellikleri anlatmak için kullanılmıştır.

Cemâl, güzellik kavram ve düşüncesini en dolaysız biçimde ifade eden kelimedir.

„Cemâl“, güzellik, güzelleşme demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/202)

“Ilmu’l-cemâl” modern Arapça’da estetik bilimi demektir.

“Cemele” fiilinin sıfat-ı müşebbihe kalıbından gelen “cemîl/cemile” ise güzel, endamlı, ahlâkı ve yaratılış güzel olan demektir.

Aynı kökten gelen “ecmel”, daha güzel, en güzel, daha çok iyilik sahibi anlamındadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/201)

Cemîl kelimesi Kur’an’da 7 yerde geçmekte ve daha çok ahlâkî güzelliği ifade etmektir.  

Cemâl bir hadiste hem Allah’ın güzelliğini, hem de insanların  gerek giyim, gerek davranış olarak güzel olmasını nitelemek üzere kullanılıyor.

Rasûlüllah bir seferinde; “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse Cennete girmeyecektir” dedi. Bir Adam: “Kişi elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını sever” deyince Peygamber; “Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkın iptali, insanları aşağılamadır” buyurdu. (Müslim, İman/147 (39) no: 265.  Tirmizî, Birr/61 no: 1999. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Libas/26 no: 4092)

 Kur’an’da cemâl sıfatı bir âyette geçmekte ve hayvanlarda insanlar için birçok güzellikler olduğunu vurgulamaktadır. (Nahl 16/6)

Bazıları cemâli mânevî ve sûrî (maddî) olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. Onlara göre Allah’ın en güzel isimlerinin (esmâ-i hüsnâ) ve sıfatlarının anlamları “mânevî cemâl”dir.

Sûrî cemâl ise bu âlemdeki güzelliktir ve ilâhî güzelliğin yansımasından ibarettir. Âlemdeki hiçbir şey özü itibariyle çirkin değildir. Güzellik aslî, çirkinlik ârızîdir. Çirkin denilen şey, âlemin kendisi olmayıp hırs ve kötü emelleriyle dünya hayatının tabii güzelliğini bozan kötü insanların davranışlarıdır. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/296) 

“Allah güzeldir, güzelliği sever” hadisini hem davranışların güzel olmasına, hem göze görünen şeylerin, yapılan işlerin güzel yapılmasına teşvik olduğu söylenebilir.  

 

3-Ziynet

Ziynet, bilgi gibi, soyut, ahlâk gibi manevi, takı ve elbise gibi maddi, boy-pos gibi bedeni olmak üzere, insan hayatına zerâfet, incelik ve güzellik katan her şeydir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

Kur’an’da 19 âyette geçen ziynet kavram olarak; güzel ve süslü, süslenmeye yarayan nesne anlamına gelmektedir.

Güzelliğe işaret eden bu kelime, çeşitli kalıplarda kullanımıyla Kur'anda dünya hayatının kendisi, dünyevi nimetler, süsler, çocuklar, kadınlar, binek hayvanları, gökyüzü ve bitki örtüsü, insana geçinmesi için verilenler gibi şeyleri niteliyor.

Yani hem insanın süs olarak benimsediklerini, hem de varlıklarla ilgili estetik yönü ifade etmektedir. (Mesela bak: Hadid 57/20. Kasas 28/60, 79. Yûnus 10/24, 88. Nahl 16/8. Kehf 18/7, 28, 46. Tâhâ 20/59, 87. Saffât 37/6)

Kur’an; “Ey Âdemoğulları! Mescitlere (secde edilen yerlere) gitmek istediğiniz zaman ziynetinizi alın” diyor. (A’raf 7/31) Buradaki ziyneti, güzel elbise, güzel bir dış görüntü, kendisine çeki düzen vermek, zerafeti takınmak şeklinde açıklamak mümkün.  

“Ze-ye-ne/zeyn” fiilinin “zeyyene (tef’ıl)” kalıbının masdarı olan tezyîn “süslemek, bezemek, donatmak” demektir.

Allah (cc) Kur’an’da bu kalıbı bazen Allah’a nisbetle, bazı yerlerde şeytana nisbetle, bazı yerlerde de öznenin adını belirtmeden kullanmıştır. (Bak: Âli İmran 3/14. En’am 6/137. Bekara 2/212. En’am 6/122. Yûnus 10/12. Tevbe 9/37. Ra’d 13/33. Fâtır 35/7-8. Mü’min 40/37. Muhammed 47/14)

Allah (cc) dünya göğünü kandillerle tezyîn ettiğini (süslediğini), (Bak: Fussilet 41/12. Saffât 37/6. Mülk 67/5. Kaf 50/6),

gökte burçlar yarattığını ve bunları bakanlar için tezyîn ettiğini (Hıcr 15/16) haber veriyor.  

Bundan cesaret alan müslümanlar kullandıkları eşyaları, yaptıkları yapıları, yazdıkları yazıları ve ahlâklarını tezyin etmişlerdir. Bu süsleme sanatına tezyinât denildiğini hatırlayalım.

 

4-Ni’me

Birini yermek için kullanılan “bi’se-ne kötü, ne çirkin” kelimesini tersidir. Övmek için kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 761)

Kur’an’da 14 yerde geçmekte ve daha çok güzel davranışta bulunanları, ya da güzel davranışların karşılığının güzel olacağını açıklamak üzere gelmektedir.

Allah (cc) kendisinin mutlak Mevlâ ve Vekil oluşunu; „Hasbunallahu ve ni’me’l-vekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me‘n-nasîr.“ (Âli İmran 3/173. Enfal 8/40. Hac 22/78) şeklinde

ve kendi sanatını, yaratmadaki eşsizliğini ve güzelliğini bu kelime ile anlatıyor. Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.” (Zariyât 51/48. Ayrıca bkz: Mürselât 77/23. Saffât 37/75)

Bu da güzelliğe, sanata, estetiğe dikkat çekmektir.

 

5-Rîş

Kur’an’da bir yerde geçen „rîş“ aslında kuşun tüylerine ve teleklerine denir. Bunların kuşlar için elbise gibi olmasından hareketle benzetme yoluyla giysi anlamında kullanılmış. (el-Isfehânî, R. El-Müfredât, s: 50)

İnsana ve eşyaya estetik ve güzellik katan her şey, özellikle elbise ve örtü için kullanılır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/268)

„Ey Âdemoğulları! Size katımızdan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de zerafet/güzellik aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik. Fakat takva elbisesi var ya, işte o en hayırlı olandır.“ (A‘raf 7/26)

  1. Esed bunu „bir görkem-güzellik ifadesi olarak giyim-kuşam (yapma bilgisi) bahşettik“ şeklinde aktarmış. (Esed, M. Kur’an Mesajı; 1/273, 274)

Sonuçta riş elbisedeki güzelliği, görkemi, hoşa giden görüntüyü ifade edip, bunun da bir ilâhi lütuf olduğunu anlatan bir kelimedir.

Müslümanların tarihten beri elbisede geliştirdikleri estetik güzellik, sanat ve çeşitlilik, muhteşemlik bu âyetten etkilenmiştir diyebiliriz.

 

6-Temâsil:

„Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, temâsil (heykeller), büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır." (Sebe‘ 34/13)

Bir başka âyette „temâsil“ İbrahim kavminin tapındıkları şeyleri anlatmak üzere geçiyor.

„O (İbrahim), babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz temâsil (heykeller) de ne oluyor? demişti.“ (Enbiyâ 21/52)

Cinlerin hz. Süleyman için yaptığı temâsil (temsiller) tapınmak üzere insan eliyle yapılan heykeller olmasa gerekir. Zira bir peygamber bundan münezzehtir. 

Tefsirlerde şu açıklamalar var: Yani cinler hz. Süleyman için bakırdan, mermerden ve camdan sûretler/şekiller yaparlardı. Bunların kuş, çeşitli hayvan figürleri olduğu söylendi.  Yine bunların melek, peygamber ve sâlih insanlara benzeyen heykelcikler olduğu söylendi. İnsanlar onlara baksınlar, hatırlasınalar ve örnek alsınlar diye. Muhtemel ki o zaman bu tür sûretler yapmak haram değildi. Bu gibi konulardaki hükümler şeriatten şeriate değişebilir. Kaldıkı bu gibi sûretleri yapmak adam öldürmek, zulmetmek, hırsızlık yapamka kadar çirkin fiil değildir. (el-Hâzin, Tefsir, 3/444)

Buna göre buradaki „temâsil“ kelimesi nakışlar ve şekiller, tasvirler, sûretler, üzerinde nakış ve süsleme bulunan şeyler, ya da evi, sarayı, köşkü süsleyen kabartmalar, süslemeler olarak da anlaşılabilir.

Bu da bize Kur’an’ın süslemelere, sanatlı işlemelere, mimarideki güzelliklere izin verdiğini gösterir.

 

7-Bedi’

Bedî’ Kur’an’da iki yerde gelir. Yoktan var eden, eşsiz  ve benzersiz icat eden, mükemmel sanatkâr, yaratma işini eşsiz bir sanatkârlıkla icra eden sonsuz ve mutlak özne demektir.  

„Be-de-a“ başladı, ilk oldu demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/37)

Bedi’ hem Yaratanın eşsiz ve benzersizliğine, hem de yarattığının eşsiz ve benzereizliğine delâlet eder. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/1708)

Aynı zamanda “yoktan icat eden mükemmel sanatkâr” anlamını da ihtiva eder. (bkz: Bekara 2/116-117. En’am 6/100-101)

İbda “daha önce var olan bir örneğe ve hammaddeye ihtiyaç duymaksızın, benzeri daha önce var olmayan bir şeyi hiç yoktan yaratmak” demektir.

Bir güzellik kavramı olarak bedi’; anlamı açık, bulunduğu yere tam uygun olan, sözdeki güzellikleri ifade eden yönleri bildiren bir ilimdir.

Kelâmın zâtî güzellikleri meâni ve beyân ilimleriyle, arızî güzellikleri de “bedi’” ilmi ile bilinir. (Karaçam, İ. Sonsuz Mûcize Kur’an, s: 373-376)

Bütün bediî sanatların Kur’an’da sayısız örneği bulunmaktadır. Bu da on’daki söz güzelliğini gösteren bir durumdur.

 

 8-Fesâhat ve belâğat

Bu iki kelime Kur’an’da geçememektedir.

Bunlar günlük dilde, edebiyatta ve Kur’an’daki söz sanatını ifade eden iki önemli kavramdır, sanattır.

Bilindiği gibi Peygamberin en büyük mucizesi Kur’an’dır. Kur’anın mucize oluşu da söz sanatı açısındandır. Yani o hem fesâhat hem de belâğat açısından söz sanatının zirvesidir. Bir eşi ve benzeri yoktur. İnsanların bir benzerini yapamayacakları derece olağanüstüdir.

Kur’an’ın hem söz dizimi yani lafzı, hem de manası mucizedir.

-Belâğat;

Bir söz sanatıdır ve edebiyat kuralları ile ilgili bir ilimdir.

İyi, güzel, tesirli ve pürüzsüz söz söyleme demektir. Sözün zorlama ve yapmacıktan uzak olup yorumlamaya gerek olmaksızın kolay, anlaşılır ve kusursuz olması; yerinde ve adamına göre söylenmesidir. (Bolelli, N. Belâğat, s: 20)

Belâgat ilmi üçe ayrılır:

a-Meânî (manalar) ilmi: Muhtelif cümle şekilleri ve bunların kullanılışından bahseder.

b-Beyân ilmi: Maksadı açık ve güzel bir şekilde ifade etme sanatını öğretir. Teşbih, mecaz, istiare ve kinâye gibi şekilleri var.

c-Bedî' ilmi: Sözü ifade ve mana yönünden en güzel şekilde söylemenin yollarını gösterir. (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 1/221)

-Fesâhat;

Sözlükte “açık seçik olma, havanın açık ve berrak olması, sütün yüzünü kaplayan köpükten arınıp saf ve halis olması” mânalarına gelir.

Bundan hareketle sözün kusurlardan arınmış olmasına fesâhat böyle söze veya onu söyleyene de fasîh denilmiştir.

Fesâhat önceleri belâgat, beyân ve berâat kelimeleriyle eş anlamlı olarak “güzel ve etkili söz” mânasında kullanılırken daha sonra lafız güzelliğine fesâhat, mâna güzelliğine belâgat, berâat ve beyân denilmeye başlanmıştır.“ (Çuhadar, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/423)

Fesâhat; sözü en etkileyici biçimde, dil kurallarına uygun ve yeteri kadar kullanmak,

Belâğat da az ve öz konuşmak, az sözle çok şey anlatmaktır.

 Kur’an’ın bu durumu bize söz sanatını da öğretiyor. Konuşurken ve yazarken, -bu yazı ister şiir olsun ister nesir olsun- fesih ve beliğ, akıcı, anlaşılır ama ustalıkla olmasına işaret ediyor.

Zira sanatlı söz muhatabı etkiler. Söylenenin ezberlenmesini, kavranmasını ve uzun müddet akılda tutulmasını sağlar. Mesajı daha kolay ulaştırır, kelâmı terbiye eder, sözün kalitesini artırır, sahibine saygınlık kazandırır.

Fesâhat ve belâğat sanatının Arap, Türk ve Fars edebiyatında hitâbelerde, nesirde kullanılsa da daha çok şiirde kullanılmıştır. Öyleki şairler öyle şiir söylemişlerdir ki, dinleyenler, okuyanlar bu sanat karşısında „söz sihirdir“, „şair söz sihirbazıdır“ demişlerdir. İşte şairlerin kelimelerle nasıl oynadıklarını, kelimeleri günlük konuşmaların ötesinde nasıl etkileyici kullandıklarına bir kaç örnek:

“Sezâi, tîğ olur hadd-i tecavüz eden mûlar

Anın içün tîğ’den azâde olur mujgân-ı ebrûlar” 

“haddi aşan saç ve sakal usturaya gelir, traş edilir. Ama kaş ve kirpik haddi aşmadıkları için traş edilmez”

“Güllü Dibâ giydin amma korkarım âzâr ider

Nâzenînim saye-i hâr-ı güll-i dibâ seni” Nedim

(Güllü dibâ giydin ama, nazlı sevgilim, korkarım ki, dibânın gülündeki dikenin gölgesi seni incitir.)

Güle geldi gülerek, gülleri güldürdü o Gül

Gül güler miydi güle, gelmese gülzâre o Gül?” Şevkî

Yenişehirli Avnî bir kıtasında şöyle diyor:

“Sanmam taleb-i devlet ü câh etmeye geldik

Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” diyor.

Yani, biz bu dünyaya sanmam ki güç/saltanat ve makam elde etmeye geldik. Biz bu dünyaya olsa olsa tek bir Yâr için âh etmeye, bir tek sevgiliyi sevmeye  geldik.

“Sanmanuz kim kocalık bükdü belin Zâtînin

Nakd-i ömrün yitirmiş eğilmiş anı arar”

Şair Zâtî şöyle demek istiyor: “Zannetmeyin ki Zâtî'nin belini böyle

ihtiyarlık bükmüştür. Hayır o ömür denilen nakiti kaybetmiş de eğilmiş onu arıyor."

“Penbe-i merhem-i dağ içre nihandır bedenim

Diri oldukça libasım, budur ölsem kefenim” Fuzûlî

“Aşkın dağlama yaraları üzerine koyduğum pamuklar arasında bedenim öyle gizlendi ki (artık bir elbise giyme ihtiyacım kalmadı ve) diri oldukça boy gömleğim, ölünce de kefenim olarak bu beyaz giysi bana yeter. (Pala, İ. Divâne Güzeller, s: 142)

Bir örnek de Farsça’dan:

“Deh rûze mihr-i gerdûn, efsâne-est o efsûn/

Nîkî be-câyi yârân furset şumâr yâra!”

(Feleğin senin yüzüne kısa bir süre gülmesi geçicidir, iktidar ve servet efsane ve büyüden ibarettir. Ne var ki eline böyle bir fırsat geçerse, sevgililere (insanlara) iyilik yapmak, iyi ve güzel davranmak için bu fırsatı kaçırma ev sevgili!” Hâfız-ı Şîrazî