hz. Eyyub örnekliğinde insanın denenmesi ve sabır

Hüseyin K. Ece

12 Kasım 2016 Cumartesi

Daru’l-Erkam (İrşad Kitabevi)-Neuss

 

BİRİNCİ DERS

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla...

Allah’a hamd ve şükür, Rasûlüne salat ve selâm, mü’minlere de selâm olsun.

 

SABIR SINAVIDIR ÖMÜR DEDİĞİN    

Ruhlar giderlerken sonsuz bir yola
Dünyada verirler bir kaç gün mola
Sanma ki bu geliş tesadüf ola
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Güneş doğmak için sabahı bekler
Kozalarda çile çeker böcekler
Bilki her yürüyen,önce emekler
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Tohum düşer toprağında barınır
Bahar gelir yaprak ile sarınır
İnsan oğlu kışa doğru arınır
Sabır sınavıdır ömür dediğin

Hor görme dünyada çile çekeni
Sabırla beslenir gönül kökeni
Bülbüle diyorki gülün dikeni
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

İhtiras seline baraj kar etmez
Beşer arzuları saymakla bitmez
Dünyayı verseler inan ki yetmez
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Zaman sermayesi sanmaki çok bol
Beşikten bastona kaç adımlık yol
Bu kanun değişmez kim olursan ol
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Rüyalar ne büyük ibrettir oysa
İnsan aç uyanır, rüyada doysa
Ölüm uyanmaktır yaşamak buysa
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Nimet sırrı gizli hayır ve şerde
Devayı da verir verdiği derde
Akıl, isyan ile aranda perde
Sabır sınavıdır, ömür dediğin

Görki şu dünyanın sırça köşküne
Tapmış nice insan dönmüş şaşkına
Nedir bu sarhoşluk, Allah aşkına?
Sabır sınavıdır, ömür dediğin
Cengiz NUMANOĞLU

 

-Kur’an’da imtihan

Kur’an deneme, sınav anlamında üç kavram kullanıyor: İmtihan, fitne, belâ.

a-İmtihan:

“Me-ha-ne” fiili sözlükte; sınamak, denemek demektir. Başka manaları da var ama konumuz açısından bu iki anlamı alıyoruz.

‘ibtila’ (denemek) kelimesi ile aynı manadadır.

İnfial babından “im-te-ha-ne”; birini sınamak, denemek, imtihan etmek, zorluğa (mihnete) düşmek, bir şeyin hakikatini anlamak için düşünüp taşınmak demektir. 

Aynı kökten gelen ‘mıhnet’; şiddet, sıkıntı, meşekkat, belâ, deneme demektir.

İmtihan iki âyette fiil olarak geçiyor

﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿3﴾

“Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hucurât 48/3)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿10﴾

“Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihan edin, hicretlerinin sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir...” (Mümtehane 60/10)

 

b-Fitne;

‘Fitne’ kelimesinin aslı ‘fe-te-ne” fiili; sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek demektir.

Buradan hareketle insanı ateşe veya azaba sokmak anlamında kullanıldı.

ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿14﴾

Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.” (Zariyât 51/13-14)

Bazen de deneme ve sınama anlamındadır. Tâhâ 20/40da olduğu gibi. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 559)

Şu âyetlerde belânın içine düşmek manasında kullanılıyor:

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ ل۪ي وَلَا تَفْتِنّ۪يۜ اَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَ ﴿49﴾

“Onlardan “Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme” diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır.” (Tevbe 9/49)

فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ﴿83﴾

“Firavun ve ileri gelenlerinin fitne (kötülük) yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi idi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi.” (Yûnus 10/83)

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ ﴿49﴾

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir fitneye (musibete) çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide 5/49)

وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلًا ﴿73﴾

“Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.” (İsrâ 17/73. Ayrıca bakınız: Hadid 57/14. Enfal 8/25)

Bu fiilin masdarı ‘fitne’, sözlükte, deneme ve imtihan, sınama, maddi ve manevi sıkıntı, üzüntü, belâ ve felaketle imtihan etme gibi anlamlara gelir.

Araplar bazen fitneyi azabın doğmasına sebep olan şey diye de anlarlar.

  وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ ل۪ي وَلَا تَفْتِنّ۪يۜ اَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَ ﴿49﴾

“Onlardan öylesi de var ki: «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.” (Tevbe 9/49)

Buradaki fitne, Kur’an’daki çok anlamlığını bir örneğidir. Zira Fitne ondan fazla manaya gelir ve bireysel ve toplumsal, maddî, ahlâkî ve akidevî tüm alanları kapsar. Bu bağlamda en uygun karşılık günah olabilir. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/342)

Fitne, Allah’tan (cc), ya da kullardan kaynaklanan sıkıntı, musibet, katl (savaş, öldürme), azap vb hoş görülmeyen fiillerdir.

Bunlar Allah’tan sadır olmuşsa bir hikmete dayanır. İnsanlardan kaynaklanırsa bunun tersi olur. Bundan dolayı Allah (cc) böyle bir fitneden insanları men etmektedir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 559)

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ ﴿191﴾

“Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı (fitne), adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.” (Bekara 2/191)

“Fitne burada inanca yönelik her türlü baskı ve zulmü ifade eder. Zira baskı ve işkence altında kalan ölümü temenni eder, ölümün temenni edildiği şey ise ölümden beterdir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an 1/48)

اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِۜ ﴿10﴾

“Ama inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları fitneye düşürenler (dinlerinden çevirmeğe uğraşanlar), eğer tevbe etmezlerse, onlara cehennem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır.” (Burûc 85/10)

‘Fitne’ kelimesi bunlardan başka, küfr, azgınlık, sapıklık, günah,

ayrılık, iç ihtilaf, kargaşa, kavga, nifak, ihtilaf, birbirine düşme, çekişme, karışıklık;

delilik, azap, belâ, musibet;

aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma (iğva), kışkırtma, baştan çıkarma;

zulüm, baskı, ve kalbin bir şeye fazla meyletmesi gibi manaları da vardır.

kişinin aklını çelip ona azap kazandırdığı için şeytana;

kişiye zarar verdiği için hırsıza; aynı kökten gelen ‘fettân’ denmiştir.

İnsanın gönlünü çelen, hırsını artırıp günaha sürükleyen altın ve gümüşe, de ‘iki fettân’ denmiştir.

Aynı kökten gelen ‘meftûn’; aklından zoru olmak anlamından hareketle, deli gibi tutulmak, aşık olmak, çok beğenmek anlamları kazanmıştır.

 

b1-Olumlu anlamıyla fitne;

‘Fitne’ kelimesinin sözlük anlamından anlaşıldığı kadarıyla o, iyiyi kötüden, arı olanı kirli olandan, doğruyu yalancıdan ayıran bir metodtur.

İnsanlar arasında suç, kötülük, kirlilik arttıkça onların karşılaşacağı fitne de çok olacaktır.

Fitne bu anlamda toplumun kirlerini arıtan, temizleyen bir temizleyici gibidir. Nitekim içinde zorlukları, sıkıntı ve meşekkatleri barındıran savaş da bir fitnedir. Savaş bazen, insanların hatalarını, pisliklerini kendi önlerine koyar.

İnanç uğruna belâ ve sıkıntılara uğrama anlamındaki fitne, olumsuz bir anlam taşımamaktadır.

Bu gibi sıkıntılar inanan kişiyi kararlı kılar, iradesini güçlendirir, ahlâkını arındırır. Böyle bir fitne kişiyi ve toplumu dinî yönden geliştirir, onların hatalarını gösterdiği gibi, din uğruna sabırlarını da ortaya koyar. Böylece Allah’ın vereceği karşılığı almalarına zemin hazırlar.

Bu bağlamda ‘fitne’ ile ‘belâ’, aynı anlamdadır.

Zira her ikisinde de insana erişen bir sıkıntı, darlık, zorluk manası vardır. Ne ki ‘fitne’nin kapsamı biraz daha geniştir.

‘Belâ’ yalnızca Allah’tan geldiği halde, ‘fitne’ hem Allah’tan hem de kullardan gelebilir, insan kendisini fitneye düşürdüğü gibi, başkalarını da fitneye uğratabilir.

‘Fitne’ kelimesinde azap, zorluk ve kötülük yönü daha fazladır.

‘Fitne’ öncelikli olarak bir sınav yolu olduğuna göre, hem ni’met sebebiyle, hem de nıkmet’ten dolayı olabilir.

İnsan, karşılaştığı bütün değerlerle imtihana tabi tutulabilir. Nitekim Kur’an şöyle diyor:

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿35﴾

“Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

Demek ki ‘fitne’, yani imtihan bir hikmete bağlı olarak bazen Allah’tan gelir, bazen de kulların bir hatası sebebiyle meydana gelir.

Böyle olunca da ‘fitne’, bizzat o fitneyi meydana getiren için bir uyarı, bir düzelme veya aklını başına alma imkanıdır.

 

b2-Allah’a nisbetle fitne;

Allah’ın (cc) fitne vermesi O’na ait bir hikmete dayanır ve insanın tekâmülüne sebep olur.  İnsanlar zaman zaman fitneye uğratılırlar, yani denemeye tabi tutulurlar.

Kur’an’ın haber verdiğine göre Rabbimiz tarafından peygamberler denendiler. Müslümanlar ve diğerleri de zaman zaman sınandılar ve sınanıyorlar.

1-Peygamberlerin denenmesi

Allah (cc), hz. Süleyman’ı (as) tahtının üzerine bir ceset bırakılmasıyla denemeşti.

   وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَدًا ثُمَّ اَنَابَ ﴿34﴾   

“Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık.[464] Sonra tövbe edip bize yöneldi.” (Sâd 38/34)

  1. Musa (as) da denemeye tabi tutulan elçilerdendir. Allah (cc) onun için şöyle diyor:

اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى ﴿40﴾

 “... O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni (bazı sıkıntılarla) iyice denemiştik...” (Tâhâ 20/40)

Hz. Musa (as), kendisi Tûr dağında iken kavminin altın buzağıya tapması üzerine onların içerisinden Allah’tan af dilemek üzere yetmiş kişi seçmişti. Onlarda gördüğü tereddüt üzerine Allah’a dua etti ve bu olayın kendileri hakkında bir imtihan (deneme) olduğunu söyledi.

اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ ﴿155﴾ (A’raf 7/155)

Şeytanın peygamberlerin davetine ve hedeflerine gölge düşürme çabası da onlar için bir iman sınavıdır.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ ﴿52﴾ لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ ﴿53﴾

“Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.” (Hacc 22/52-53)

 

2-Müslümanların denenmesi

Müslümanlar için sadece iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler. (Bkz: Ankebût 29/2-3. Enfal 8/17. Âli İmran 3/152, 154. Ahzab 33/11)

Ayrıca inkâr edenlerin müslümanlara karşı tavırları bir fitnedir. Böylece müslümanların İslâm’a bağlılıkları denenmiş olur.  

وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يرًا۟ ﴿20﴾

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.” (Furkan 25/20. Ayrıca bkz: Mümtehine 60/5)

Mü’minlere yapılan bu azap ve işkence onları dinlerinden döndürmeye yöneliktir. Mü’min böyle bir azapla imtihan edilebilir.

Mü’min, tıpkı madenin deneme kazanında kaynatılması gibi, azapla karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar.

Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ ﴿10﴾

“İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıyla bir tutar. Ama Rabbin’den ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun; ‘biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?” (Ankebût 29/10)

Allah’ın azabı şüphesiz insanlardan gelecek fitnelerden daha büyüktür.

Mü’minler sürekli bir biçimde bu tür fitnelerle karşılaşacaklar. Bu denemeyi başaranlar, imanlarında samimi olanlar sonsuz mükâfatı kazanacaklar.

Kur’an, mü’minlerin bu şekilde denemeye tabi tutulduklarını haber veriyor.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿214﴾

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bekara 2/214)

Münafıklar hakkkında inen şu ayet bu genel duruma değiniyor.

اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿126﴾

            Her sene, bir iki defa belâlarla sınandıklarını görmüyorlar mı? Buna rağmen ne tevbe ediyorlar, ne de öğüt alıyorlar.” (Tevbe 9/126)

Şu âyet de buna işaret ediyor:

وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿71﴾

“(Bu yaptıklarında) bir belâ olmayacağını sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra (tövbe ettiler), Allah da onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla görendir.” (Mâide 5/71)

 

3-İnsanların ve toplulukların denenmesi

Bazı kavimlere elçiler gönderilmesi onlar için ilâhî imtihan sebebidir. Mesela, Sâlih (as), kendisini ve mü’minleri uğursuzlukla suçlayan Semûd kavmine şöyle dedi:

قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ ﴿47﴾

“...Uğursuzluğunuz(un sebebi), Allah katında (bulunan takdiri)dir. (Kötü amel işleyene o uğursuzluk takdir edilmiştir.) Doğrusu siz (çeşitli olaylarla) imtihan edilen bir topluluksunuz” (Neml 27/47)

Ayrıca Hz. Sâlih’in kavmi Semûd’a bir dişi devenin verilmesi onlar için bir deneme idi.

 اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ ﴿27﴾

“Sâlih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.” (Kamer 54/27)

Allah (cc), Peygamber’in (sav) Mekke hayatında gördüğü bir rüya ve ‘Kur’an’da lânet edilmiş ağaç’ ile insanları denemişti. (İsrâ 17/6)

Kur’an insanlar birbirlerina karşı tutumları açısından imtihan edildiklerini söylüyor.  

وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يرًا۟ ﴿20﴾

“(Ey Muhammed) Biz senden önce de yiyip içen, çarşıda pazarda dolaşan (ölümlü) insanların dışında kimseyi elçi olarak göndermedik. (Böyle yaparak ey insanlar), kiminizi kiminiz için fitne-sınama vesilesi kıldık (ki), sabredecek misiniz? (Bunu kendiniz de göresiniz; yoksa) Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir.” (Furkan 25/20)

Bu âyet; yalnızca peygamberler değil; her insanın toplumsal varlığı ile diğer kimseler için, onların ahlâkî tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir deneme aracı olduğuna işaret etmektedir. Buna göre âyete şu anlamı vermek yanlış olmayacaktır: “Sizin hepinizi birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/730)

Demek ki insanlara arasındaki ilişkiler gelişigüzel yürütelemez. Bu ilişkiler belli insanî ve ahlâkî kurallara dayanmalı. Bu kurallara uymak kişisel çıkarları bir tarafa bırakıp hak ve adaletle davranmayı öngörür. Bu da sabrı ve fedakârlığı gerektirir. (Heyet, Kur’an Yolu, 4/134)

 

b3-Ni’met veya külfetle deneme

Fitne, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafları ortaya çıkabilir.

Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlat ve sağlık gibi ni’metlerle, bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır.

 وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿155﴾ 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bekara 2/155)

Bu bakımdan denilebilir ki kalbe düşen vesveseden karşılaşılan her türlü nimet ve zorluk, hayatın geçici güzellikleri ve musibetler birer fitnedir/denemedir.

Rabbimiz (cc) şöyle buyuruyor:

  وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى ﴿131﴾

“Onlardan bazı zümrelere kendilerine denemek (fitneye uğratmak) için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” (Tâhâ 20/131)

Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şerr ile imtihan olunduğunu haber veriyor.

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿35﴾  

“Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

Mal ve evlat insan için bir fitnedir, deneme aracıdır.

اِنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿15﴾ فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿16﴾

“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.

O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Teğabûn 64/15-16)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿27﴾ وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿28﴾

 “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” (Enfal 8/27-28)

Bol rızık ve öteki nimetlerde.

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿49﴾

“İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer 39/49)

başa gelen üzüntü ve kederler;

 اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى ﴿40﴾

“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük.  (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!” (Tâhâ 20/40),

belâ ve musibetler de birer fitnedir, denemedir.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ ﴿11﴾

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir fitne (kötülük) gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hacc 22/11)

İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin sebebini bilmek mümkün olmayabilir.

Allah (cc) bu şekilde insanları birbiriyle deniyor ve şükredenlerin belli olmasını istiyor.

وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ ﴿53﴾

“Böylece insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen değil mi?” (En’am 6/53)

Allah (cc), insanların kimine nimetler, kimine sıkıntı ve darlık vermek suretiyle birbirlerine karşı nasıl tutum takınacakları hususunda onları deniyor. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/327)

Her toplum bir başkası için, her insan bir başka kimse için, onun durumunun ve tercihlerinin ortaya çıkması açısından bir fitne aracı olabilir.

Allah (cc) doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de onların sükredip şükretmeyeceklerini, takva sahibi olup olmayacaklarını denemektir. Mesela;

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ ﴿16﴾ لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ ﴿17﴾

“Yine de ki: “Bana şöyle de vahyedildi: ‘Eğer yolda dosdoğru olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.” (Cinn 72/16-17)

Hayat, tekâmül yolunda ilerlemek ise fitnelerin peşpeşe sıralanması doğaldır.

 

c-Belâ;

‘Belâ’nın aslı “be-li-ye” fiili sözlükte elbise veya kumaş eskidi demektir. Buradan hareketle yolculuk yapan kişi için; “yolculuk onu yordu, yıprattı, bitkin hale getirdi” denir.

Bir şeyi denemek, test etmek manasına da gelir. Yani denemeden sonra bir şeyin yıprandığı, eskidiği bununla ifade edilir.

هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿30﴾

“Orada herkes daha önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek), hepsi de gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülecekler ve (ilâh diye) uydurdukları şeyler (onları yüzüstü bırakıp) kendilerinden kaybolup gidecektir.” (Yûnus 10/30) Yani işlediği amelin neticesini öğrenecek.  (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 79)

Denenmek veya bir sınamaya uğramak insanı yıprattığından, bitkin hale getirdiğinden dolayı ‘belâ’ kelimesiyle ifade edilmektedir.

“İnfial babı”ndan gelen “ibtilâ”; imtihan etmek, denemek, sınamak demektir.

Türkçede kullanılan “müptelâ” belâya/ibtilâ’ya uğramış kimse demektir.

Bu da iki hususu kapsar. Birincisi: Onun durumunu öğrenmeye çalışma, onunla ilgili bilinmeyen noktalara ulaşma.

İkincisi; İmtihan edilen kişinin iyi veya bozuk taraflarının ortaya çıkmasını sağlamak. Belâ veya ibtilâ denildiği zaman bununla bir kimsenin iyi veya kötü yönlerinin ortaya çıkması kasdedilir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 79)

Kur’an-ı Kerim’de daha çok denemek, sınamak, imtihan etmek anlamlarında kullanılmaktadır.

Aynı kökten gelen ‘belâya’ Türkçedeki belâ ve musibet anlamına gelir.

Dinin emirleri bir bakıma ‘belâ’dır yani, sınamadır. Çünkü bazı dinî emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya koyar.

Şükredenler veya nankörlük edenler bununla belli olur. Zorluklara kim sabredecek, nimetlerin değerini ve sahibini kim bilecek?

Bütün bunlar bir ‘belâ’dır, sınamadır.

 

c1-İnsan denenmek için yaratılmıştır

İnsanlara verilen nimetler bir deneme amacına yöneliktir. “Yeryüzünün zinetleri (süsleri) insanların denenmesi içindir.”

 وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿7﴾  

“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!):  «Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler.” (Hûd 11/7)

Hayat ve ölüm, doğma ve yaşama birer sınamadır.

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

Allah (cc) müslüman olsun, gayr-i müslim olsun bütün insanları onlara verdiği nimet, kabiliyet ve imkanlarla denemektedir.

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿165﴾

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’am 6/165)

Kişi ve toplumların zaman zaman gelen sıkıntı, musibet, zorluklar  ve darlıkların sebebi onların akıllarını başlarına almalarını, yanlış yolda olanların düzelmelerini ve isyan içerisinde olanların Allah’a itaate dönmelerini sağlamaktır.

Allah (cc) müslümanlara da sıkıntı, musibet ve zorluklar verebilir, onları sabırla deneyebilir. Onlar eğer başlarına gelen belâlara sabrederlerse daha çok sevap kazanırlar, Allah katında dereceleri yükselir. (Bekara 2/155-156)

Allah bütün insanları denemektedir. Ancak herkesin imtihanı ve deneme araçları diğerinden farklı olabilir.

İyi insanlar sabırla ve Allah’ın dinine yardımla; belâ ve musibetle, mihnet ve zorlukla;

kötü insanlar hidâyete, iyiliğe, Allah yoluna davetle sınanırlar.

Başına ‘belâ’nın, yani imtihanın nereden geldiğini anlayanlar onun gereğini yaparlar.

Böyle bir denemenin karşısında mü’min olanlar sabrederler, tevekkül ahlâkı kuşanarak O’na teslim olurlar.

 

1-Peygamberlerin denenmesi

Kur’an peygamberlerin denenmesini bir de “belâ ve ibtilâ” kelimeleriyle anlatıyor.

İnsanlar arasında en fazla denemeye (belâ’ya) peygamberler uğratıldılar. Allah yolunda hiç kimsenin dayanamayacağı eziyet ve sıkıntılarla karşılaştılar. Azgın düşmanlarla, anlamaz ve inatçı topluluklarla, hasetçi kişilerle yıllarca uğraşmak zorunda kaldılar.  

  1. Musa (as) ve kavmi (İsrailoğulları); Firavunun baskı ve zulmüyle denenmişti. Firavun, zulmünü, baskısını ve sömürüsünü onların erkeklerini ve çocuklarını öldürmeye kadar götürmüştü. Şüphesiz bu ve Hz. Musa (as)’nın onu tanrılık davasından ve bu zulümlerden vazgeçirme mücadelesi bir deneme idi.

وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿141﴾

“Hani sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.” (A’raf 7/141)

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿6﴾

“Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.» (İbrahim 14/6)

Hz. İbrahim (as) bir takım kelimelerle denenmişti ve o da onları bir bir başarıyla tamamlamıştı. Bunun üzerine Allah (cc) onu bütün insanlığa imam (önder) yapmıştı.

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ ﴿124﴾

“Hani Rabbi, İbrahim’i bir takım denemelerden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e ): ‘Seni şüphesiz insanlara imam (önder, kılavuz, nur) kılacağım’ demişti. (İbrahim); ‘Ya soyumdan olanlar ?’ deyince (Allah): ‘Zalimler benim ahdime erişemezler’ demişti.” (Bekara 2/124)

Bilindiği gibi İbrahim (as) ateşe atılmak, oğlunu kurban etmek, Kâbe’yi yapmak gibi sınamalardan geçirilmişti.

 

2-İmtihan gerçeği

Kur’an müslümanların ve diğer insanların denenmesini “belâ” kelimesiyle de anlatıyor. Mesela;

Allah (cc) bütün müslümanları, onların arasında kendi yolunda sabırla cihad edenleri (kendi yolunda çalışıp-gayret edenleri) bilip ortaya çıkarıncaya kadar onları denemeye tabi tutacaktır.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتّٰى نَعْلَمَ الْمُجَاهِد۪ينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِر۪ينَۙ وَنَبْلُوَ۬ا اَخْبَارَكُمْ ﴿31﴾

“Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed 47/31)

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿17﴾

(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal 8/17)

 Allah yolunda çalışmanın, yalnızca kuru bir iddia ile değil; bizzat pratik faaliyetlerle olması gerekiyor.

Mü’minler bazen zorluklar, felaket, çile ve sıkıntılarla karşılaşırlar.

Vahye inanmayanlardan incitici sözler işitirler.

Bazen hakları ellerinden alınır, bazen alay edilirler.

Kimi zaman ambargoya uğratılırlar, kendilerine yüz verilmez.

Hatta işkenceye uğrarlar.

Malları, rahatları ve hatta canları bile gidebilir. Bütün bunlar onlar için şer gibidir.

Bazen de Allah (cc) müminlere hayır yönünden nice şeyler nasib eder. Onlara dünyalıklar, imkanlar, rahatlıklar ve zaferler verebilir.

Bütün bunların sebebi ‘belâ’ dır, yani denemedir. Yukarıda geçtiği gibi.

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿35﴾  

“Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

Allah (cc)’ın insanlar ve toplumlar için bir takım yasaklar ve sınırlar koyması, bazı hükümleri bildirmesi de bir imtihandır.

Bakalım kim bu hükümlere uyacak?

Kim bu yasakları çiğnemeyecek?

 وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿163﴾

“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.”  (A’raf 7/163)

Yeryüzünde süs ve geçimlik olarak yaratılan her şeyin yaratılış sebebi; hangi insanın daha güzel amel işleyeceğini, daha güzel davranışta bulunacağını denemek içindir.

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ﴿7﴾

“Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.” (Kehf 18/7)

Aynı gerçek bir de Mülk Sûresinde haber veriliyor.

Allah (cc) dileseydi insanlar aynı dine inanan tek bir ümmet olurlardı. İslâmdan başka din olmazdı. Ancak Allah (cc), insanlara gönderdiği Peygamberlerle ve ilâhî hükümlerle onları denemek istemektedir.

وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ ﴿48﴾

“... Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide 5/48)

İnsanlar arasında yetenek, bilgi, mal ve makam yönünden var olan farklılıkların sebebi de yine ilâhî sınavın bir gereğidir. Allah (cc) şu âyette insanlara verdiği ile onları ibtilâ ettiği haber veriyor.

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿165﴾

“O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’am 6/165)

İnsanlara emanet olarak verilen mallar ve canlar da birer deneme aracıdır. İnsan malı nerede kazanıp nereye harcamaktadır? Kendisine emanet edilen hayatı neyin uğrunda geçirmektedir?

  كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ﴿185﴾

لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ ﴿186﴾

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.

Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Âli İmran 3/185-186)

Kur’an, nimet verilerek denemeye tabi tutulan nankör insanın yanlış tutumunu şu şekilde sergiliyor:

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ ﴿15﴾ وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ ﴿16﴾

“Fakat insan, ne zaman onun Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu nimetlere koysa; ‘Rabbim bana ikramda bulundu’ der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen der ki: ‘Rabbim bana ihanette bulundu’.” (Fecr 89/15-16)  

Mü’min insan, nimetin azlığının veya çokluğunun bir deneme olduğunun şuurundadır. Bu yüzden nimet bol olduğu zaman şımarmaz, malı ile kibirlenip yoldan çıkmaz. Nimet az olduğu zaman da Allah’a şikâyette bulunmaz.

O nankör değil, sükredici olmaya çalışır. Bilir ki, gecici olan dünya hayatı bir imtihan yurdudur. Bu hayatının devamını sağlayan her şey de bir sınama-imtihan aracıdır.

Bu sınavın hikmetini anlayanlar ve gereğini yapanlar kazanacaklardır.

Tıpkı sabrın ve teslimiyetin timsâli Eyyûb (as) gibi.

 

-Kur’an’da Eyyûb (as)

Kur’an’da kıssa var. Ama Kur’an hikâye anlatmıyor.

Kur’an, kıssalarını canlı, haraketli, aktif ve uyarıcı bir tarzda sunmaktadır. Onun kıssaları tarihte olmuş bitmiş hikayeler gibi değildir.

Belki olaylar peygamberlerin hayatında olmuştur ama, onların arka planındaki ibretler, dersler, hükümler ve imanı artırıcı mesajlar sürekli diri kalmaktadır.

Kıssalar sürekli bir şekilde kişiyi Rabbi ile, kendisi ile, hayat ve ölüm ile, mükâfat ve cezaile, nimetlerinin büyüklüğü ve bu nimetlere teşekkür ahlakı ile, iyi ve kötü ile, bela ve sabır ile yüzyüze getirmektedir.

Kıssalar insanı kendi fıtratı (gerçeği) ile yüzleştirmekte, iyinin ve kötünün canlı tablolarını sunuyorlar. Böylece insanları uyanık olmaya, gördüklerinin, duyduklarının gereğini yapmaya davet etmektedirler.

Kur’an kıssaları adeta yürüyen, devam eden tarih sahneleri, kul ile Allah arasındaki fıtrî ilişkinin seyir defteridirler.

İnsan bu canlı tabloda kendini bulur, hayatın yaratılış gerçeğini bulur, itaatin yüceliğini, isyanın seviyesizliğini; Mûsa tipinin güzelliğini, firavun tipinin çirkinliğini; Allah’tan gelene razı olanların hoş tavırları ile, yeryüzünde bozgunculuğa kalkışanların şirretliklerini bulur.

İnsan onlarda saadetin ve şekâvetin (bedbahtlığın) açık gerçekleşmiş halini görür.

Eyyûb kıssası da böyledir.

Bu kıssa Eyyûb’un başına gelenlere “ah ah, vah vah etme”, ya da “helâl olsun adama ne de sabırlı imiş” demek için anlatılmıyor.

Özellikle sabredan ve şükreden bir kul nasıl olur, Allah’tan gelene nasıl teslim olunur, Allah’tan ve O’nun hükmüne nasıl razı olunur, onu öğretiyor.

Kur’an’da Eyyûb ismi dört âyette geçiyor.

İki âyet diğer bazı peygamberlerle birlikte onu ve bütün peygamberlere verilen bazı üstünlükleri söz konusu ediyor.

Peygamberler tek bir kafilenin seçkin fertleridir. Nuh, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve O’nun torunları, İsâ, Yûnus, Hârun, Süleyman, Davûd, Mûsâ (a.s) ve diğerleri…

Hz. Eyyûb da onlardan biridir.

اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًاۚ ﴿163﴾ وَرُسُلًا قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يمًاۚ ﴿164﴾ رُسُلًا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا ﴿165﴾

“Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyûb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.” (Nisâ 4/163)

وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿83﴾ وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿84﴾ وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ ﴿85﴾ وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ ﴿86﴾

“Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidâyete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidâyete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.” (En’am 6/84)

Buna göre Eyyûb (as) diğer peygamberlere vahyedildiği gibi kendisine vahyedilmiş,

Gönderildiği toplum açısından beşir ve nezir olan,

Kısaası kısa da olsa Kur’an’da anlatılan,

Diğer değerli nebiler gibi hidâyete erdirilmiş,

Muhsinlerden olan,

Muhsin olduğu için Allah (cc) tarafından mükâfatlandırılmış,

Yine diğer peygamberler gibi âlemlere faziletli (üstün) kılınmış bir elçi idi.

İki ayet de ondan ve destansı teslimiyet ve sabrından söz ediyor:

Allah (cc) rahmet kapısını dilediği kullarına açar, dilediğini azi eder, dilediğini zelil eder. Dilediğini dilediği gibi rızıklandırı.

Sad Sûresinde hz. Davûd (as) ve onun oğlu hz. Süleyman’a verilen farklı nimetler sıradıktan ve onların durumunu anlatıldıktan sonra Hz. Eyyûb’un (as) zorluk ve bedensel azap karşısındaki yüce sabrı övülmekte, arkasından da diğer peygamberlerden, onların üstün kişiliklerinden, Allah’a bağlılıklarından örnekler verilmektedir.

وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ ﴿41﴾ اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ ﴿42﴾

وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ ﴿43﴾ وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًاۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ ﴿44﴾

“(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.

Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.

Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.

Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.”Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sad 38/41-44)

“Yani, azabın sonucu olarak hayata karşı bezginlik. Allah'ın kendisini sınamakta olduğunu anlar anlamaz Hz. Eyyûb, hissettiği müthiş ümitsizlik ve bezginliğin -ki Eski Ahid'de (Eyyûb'un Kitabı,ii9) dolaylı olarak tasvir edilmiştir- “Şeytan'ın vesvesesi” olarak tanımlanan şeyin sonucu olduğunu görür: Hz. Eyyûb'un kıssasının yukarıdaki anlatımından çıkarılacak ahlakî ders budur.” (Esed, M. Kur’an Mesajı; 3/930) 

Allah (cc) salih kullarını yeryüzünde mirasçı kılar. Bu O’nun değişmez bir sünnetidir. Süleyman (as) Allah’ın sâlih kullarından birisi idi. Enbiyâ Sûresi onüç kadar peygamberin kıssasına kısaca değinmekte, bunlar arasında Hz. Dâvud ile Hz. Süleyman’a biraz daha fazla yer vermektedir.

Sûrenin değişik yerlerindeki tablolar hep bir hedefe odaklanıyor: O da Hz. Muhammed’in getirip tebliğ ettiği akidenin ğerçekliği, O’nun çağrısının hak oluşu ve bu gerçeklerle insanların kalplerini uyandırmadır.

Sûre ayrıca Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman’ın bir peygamber olmalarına rağmen, imtihana tabi tutulduklarını haber veriyor. Onların bu imtihanı bolluk, servet ve hakimiyet  olan bir denemeydi. Her ikisi de denemeyi başarı ile tamamladılar, şükreden kulla arasına katıldılar.

Süleyman (as) kıssasından hemen sonra Sâd Sûresinde olduğu gibi Hz. Eyyûb ve O’nun dillere destan sabrı söz konusu edilmektedir.

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿83﴾ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ ﴿84﴾

“Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik

Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ 21/83-84)

“Müfessir Beyzâvî’nin naklettiğine göre Hz. Eyyûb, varlıklı ve aile efradı geniş bir zat idi. Fakat evinin yıkılması sonucu aile fertlerinin çoğu öldü. Malı mülkü elinden gitti. On yıldan fazla süren ağır bir bedenî hastalığa müptelâ oldu. Bütün bu felâketlere rağmen, halinden şikâyet eder duruma düşmemek ve takdire rızada sebat etmek için durumunu Allah’a arzederek O’ndan sıhhat ve âfiyet istemekten çekiniyordu. Nihayet eşinin ricası üzerine ancak 83. âyette ifade buyurulan sözlerle niyazda bulunmakla yetindi.” (TDV Meali âyet açıklaması, s: 328)

Derdinin boyutlarını bilmiyoruz. Ama “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” dediğine göre derdi, yani uğradığı bela büyüktü. O derdi büyük olduğu, belini büktüğü halde ah vah etmedi, şikayetlenmedi. Rabbinin merhametine baş vurdu.