hz. Eyyub örnekliğinde insanın denenmesi ve sabır

Hüseyin K. Ece

12 Kasım 2016 Cumartesi

Daru’l-Erkam (İrşad Kitabevi)-Neuss

 

İKİNCİ DERS

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla...

Allah’a hamd ve şükür, Rasûlüne salat ve selâm, mü’minlere de selâm olsun.

 

-Eyyûb’un sabrı

Kur’an, insanları somut hedeflere, yaratılış gayesine ve fıtrata çağırıyor. Peygamber kıssaları bunun gerçekleşmiş şeklidir.

Bu kıssalar, Kur’an’ın hedefinin hayali, onun davetinin boş bir çağrı olmadığını gösterir. Çünkü onların yaptıkları ile Kur’an’ın daveti temelde birdir. Bu da, insanları kullara ve eşyaya kulluktan kurtarıp alemlerin Rabbi Allah’a kulluğa davettir.

Kur’an, Muhammed’in (sav) davetini kıssalarla destekliyor. Onların Allah’a bağlılıklarını, Allah yolundaki sabır ve sebatlarını, tahammül ve azimlerini anlatıyor. Onları başta Hz. Muhammed olmak üzere, mü’minlere örnek getiriyor.

Böylece Peygamber ve mü’minler, Kur’an’ın bu haberiyle teselli oluyorlar, seviniyorlar ve destek buluyorlar. Çektikleri sıkıntıların, acıların ve mahrumiyetlerin önemsiz olduğunu anlıyorlar. Kıssalarda anlatılan güzel insanlarla ve onların davalarıyla beraber olmanın sevincini yaşıyorlar. Üzerinde bulundukları yolun doğru olduğundan bir kez daha emin oluyorlar.

Mü’minler peygamberlerin hayatında Allah’a teslim olmanın, bağlılığın ve aşkın, O’nun uğrunda çaba harcamanın ve fedakârlığın nasıl olacağını görürler.

Kişiliğini vahyin ölçüleriyle kuran, kendisine verilenlerden razı olan tipleri görürler. Allah’ın huzurunda kulun takınabileceği en üstün edep örneğini onlarda bulurlar.

Doğruluğun, dürüstlüğün, ihlasın, temizliğin, şükrün, takvanın, sabrın, teslimiyetin, tevazunun, vakarın, cömertliğin, azmin, iyi ahlâkın en güzel sembolü onlardı.

Bütün peygamberlerde en üstün ahlâk ve kişilik örnekleri vardır. Ancak bazı peygamberlerin kimi özellikleri, diğerlerine göre biraz daha fazla öne çıkmaktadır.

Söz gelişi, bütün peygamberler cömerttir. Ancak Kur’an, hz. İbrahim’in cömertliğini biraz daha ön plana çıkartıp övmektedir.

Bütün peygamberler günahsız olmalarına rağmen sürekli Allah’a sığınırlar, O’na tevbe ederlerdi. Ama Kur’an hz. Adem’in Cennetteki hatasından dolayı yaptığı tevbeyi övmekte ve tevbesinin kabul edildiğini bildirmektedir.

Allah’ın bütün peygamberleri adil idiler. Verdikleri kararlar isabetli, adalet ölçülerine uygundu. Bütün Peygamberler ilim sahibi idi. Hepsi de Allah’tan vahy yoluyla insanların sahip olamadığı ilmi almışlardı. Ancak Kur’an Hz. Davud ile oğlu Hz. Süleyman’ın ilimlerini ve hükmetmedeki adaletli kararlarını övmektedir.

Bütün peygamberler iffetli ve dürüst idiler. Ama Kur’an Yusuf’un (as) iffetini ve dürüstlüğünü daha fazla ön plana çıkarıyor.

Bütün peygamberler Allah (cc) yolunda, davetlerini yaparken karşılaştıkları zorluklara karşı sabırlı idiler. Ama Eyyûb’un (as) sabrı biraz daha fazla dikkat çekmektedir.

Kur’an, Eyyûb’un (as) bu tavrından övgüyle söz etmektedir.

Son peygamber Muhammed (sav) ise peygamberlere ait özelliklerin pek çoğuna sahipti .

Şimdi sabrın ne olduğunu kısaca açıklayalım.

 

-Sabır ne demektir?

‘Sabır’, sözlükte, darlıkta kendini tutma demektir.

‘Sabır’, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hakim olmadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, 403)

 ‘Sabır’, genel bir kavramdır. Yalnızca acılara ve felaketlere dayanma, katlanma değildir.

Sözgelimi, musibet ve felaket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabırdır. Bunun zıddı; acelecilik ve dayanıksızlıktır.

Zorluğuna rağmen Allah yolunda çaba göstermek (cihad) sabırdır. Bunun zıddı; korkaklık ve cihad meydanından fïrardır.

Gerektiğinde sır saklamak, dili gereksiz şeyleri konuşmaktan korumak sabırdır. Bunun zıddı; boşboğazlıktır.

Zevk vermesine rağmen günah işlemeye direnmek sabırdır, bunun zıddı nefsine yenilmektir.

Hakka bağlanmak, hakkı savunmak, hak üzere hareket etmek, hakta sebat etmek sabırdır. Bunun zıddı savrulmaktır, hevaya yenilmektir.

Güçlüğüne rağmen eşyayı ait olduğu yere koymak sabırdır, bunun tersi zulümdür.

Sâlih amel işlemeye devam etmek ve karşılığında Allah’ın takdirini beklemek sabırdır, tersi ise takdire razı olmamak, kabalıktır.

Allah’ın emirlerini yerine getirmek, nefsin hoş gördüğü ama aklın ve dinin hoş görmediği şeylerden kaçınmak sabırla olabilir.

İslâmî davet, islâmî faaliyetler, Allah yolunda infak, bu uğurda sıkıntılara dayanma ancak sabırla olur. Allah yolunda çalışan mü’minler bu uğurda sabırlı olurlar ve sabrın şartlarını yerine getirirlerse; Allah (cc) onları destekleyecektir.

بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿125﴾

“Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âli İmran 3/125 Ayrıca bkz: Âli İmran 3/186. A’raf 7/137. Nahl 16/96)

 

1-Sabrın önemi

Sabır, insanın iç dünyasını, ona ızdırap veren şeylerden, dili şikâyet etmekten ve organları da uygunsuz davranışlardan sakındırır.

İçinde bulunduğumuz modern hayatın rüzgarına kapılmamak, kimliğimizi avrupa hayatının ve kültürünün amansız baskılarına rağmen korumaya çalışmak, savrulmamak, kaybolmamak ancak sabırla, aktif bir dirençle olur.

Şeytanın davetine aldanmamak, nefsin kulu/kölesi olmaya direnmek kapitalist hayat anlayışının cazibesine kapılmamak sabır ile olur.

Nefsin boyunduruğundan ve esaretinden kurtulup özgür olmanın sonuçlarından ve meyvalarından biri de sabırlı olmaktır.

Bu anlamda ‘sabır’, hürriyeti elde etmede en önemli etkendir.

Kişi sabrı sayesinde kötü şartlara, nefsin insanı zillete düşüren isteklerine direnir ve özgürlüğünü kazanır.

Herhangi bir konuda başarılı olmak, zor olan işlerin üstesinden gelmek ancak sabır ahlâkıyla olur.

İslami hayatı burada da dirençle sürdürmek, müslümanca kalmaya devam etmek, çocuklarımızı müslümanca yetiştirmek sabırla olur.

Nefsini sabra ve sebata (dayanıklılık) ahlâkına alıştıran kimseler başarılı ve rahat olurlar.

Sabırsız insanlar her zaman bir darlık içerisindedirler. Onlar olaylar karşısında dayanaksızdırlar. Çok şey isterler, küçük şeylerden rahatsız olurlar. Az bir darlık görünce de perişan olurlar, tahammül edemezler.

Sabrın fazileti ve faydaları hakkında çok sayıda hadis bulunmakta. Bir örnek verelim.

“…Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Müslim, Zekât/124 no: 1053.  Ebu Davud, İstiğfar/1 no: 1644. Buharî, Rikak/20. Tirmizî, Birr/77 no: 2024. Muvatta, Sadaka/7. Nesâi, Zekât/85)

Übey b. Ka’b’dan (ra): “Mü'min dört haslete/özelliğe sahiptir:

  1. Başına gelen belaya sabreder.
  2. Verilirse şükreder.
  3. Konuştuğu zaman doğruyu söyler.
  4. Hükmedince adil hükmeder.” (Hilyetü'l-Evliyâ, 1/255)

Übey b. Ka'b (r.a.)'dan: “Kul, azîz ve celîl olan Allah'ın rızasını kazanmak için bir şeyi terk ederse ALLAH ona, terk ettiğinden daha hayırlısını, hiç ummadığı bir yerden verir. Eğer kul o şeyi terk etmez, hafife alırsa Allah ona hiç ummadığı bir yerden terk etmediğinden daha beterini verir.” (Hılyetü'l-Evliyâ, 1/253)

 

2-Sabrın çeşitleri

Sabır aynı zamanda, nefsi hayr, meşru, ma’ruf ve kulluğa uygun hedeflere yürütme konusundaki sebattir.

Sabrı üç maddede özetlemek mümkün.

1-Belâ ve musibetlere, acı, elem ve külfete sabır.

2-Nefsin aşırı lezzet ve şehvet isteklerine, cazip olmasına rağmen günah işlemeye karşı sabır. Kişi bu sabırla haram kılınan, hoş görünüşlü olan, ama sonunda zarar veren tehlikeli ve zararlı şeylerden sakınabilir.

Günahlara (masiyetlere) bulaşmamakta direnip sabretmek nefsin muttaki olmasına kaynaklık eder.

3-İbadetin zorlukların karşı sabır. İmanın bir göstergesi olan sâlih ameller ancak sabırla işlenir. Burada hem amelin kendisinde olan güçlük, hem de nefsin o ameli işlemekteki isteksizliği aşılır.

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿11﴾

“Ancak (musibetlere)  sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.” (Hûd 11/11)

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿11﴾

“Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Râd 13/22)

Allah yolunda cihad etmek ancak sabırla olur. Allah’ın dinine yardım için çalışanlar çok büyük güçlük, zorluk, eziyet ve yoksunluklarla karşılaşabilirler.

Bütün bunlara Allah rızasını kazanmak için sabredilmesi gerekir.

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿33﴾

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 41/33)

﴾ ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿110﴾

“Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Nahl 16/110)

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿177﴾

“... Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır! (Bekara 2/177. Ayrıca bkz: Bekara 2/249. Âli İmran 3/142. v.d.)

 

3-Sabır aktif bir direniştir

Sabır aynı zamanda aktif bir direniştir. Zorluğa, güçlüklere, imkansızlıklara, darlıklara, felaketlere, sınamalara, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere, nefsinin arzularına karşı bir direniştir.

Sabır, pasif bir şekilde beklemek, hele hele zillete boyun eğip razı olma hiç değildir.

Mü’min, felâket karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette beklemez ve bu beklemenin adını da ‘sabır’ koymaz. Aksine o, felâketi en az zararsız bir şekilde atlatmaya, felâketin getirdiği mahrumiyeti yenmeye çalışır.

Nefsinin kötü isteklerini yerine getirmemek tek başına sabır değildir. Günah işlemenin çok uygun olduğu bir ortamda nefsinin kötü isteklerine direnip, ona hayırlı amelleri işletmek, onun kötü isteklerinin yerine ona ma’ruf (iyi) olan şeyleri yaptırtmaktır.

Kur’an’da sabır mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri olarak ve daha çok cihadla ve Allah yolunda dayanmak ahlâkı ile beraber geçmektedir.

İman edip, imanlarını her türlü güçlüğe rağmen koruyanlar, imanlarını korumada dirençli bir sabır gösterenler Rabbimizin övdüğü güzel insanlardır.

Sabrın namaz ve oruçla irtibatlandırılması da dikkat çekicidir. Bütün güçlüğüne rağmen namaz kılmak, hem  bir sabır sınavıdır, hem de inancın somut bir şekilde ortaya konulmasıdır.

Şüphesiz her gün, günde beş defa, bütün ömür boyu, durmadan Allah için namaz kılmak üstün bir sabrı gerektirir.

Ramazan en önemli sabır denemesidir. İnsanın en zayıf  tarafı midesi, yani yeme-içme ihtiyacı ile şehvetidir. Mü’min oruçla bu  ihtiyaçlarını Allah için erteleyebiliyor, bu konudaki zorluğa sabrediyor.  

Mü’minler, Allah yolunda yapacakları çalışmalarında, ibadet ve amellerinde zorlukla, eziyet ve sıkıntı ile karşılaşırlarsa namaz ve sabırla Allah’tan yardım isterler.

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ ﴿45﴾

“Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (Bakara 2/45, Bir benzeri: Bekara 2/153)

Mü’minler bir darlığa ve felâkete düsünce de perişan olmazlar. O sıkıntıyı uzaklaştıracak, o felâketten kurtaracak çareleri ararlar. Bilirler ki, hayatta her şey bir değişim halindedir.

Ni’metler de, rahatlıklar da, sıkıntılar da, zorluk ve darlıklar fanidir ve hep değişirler. Kişi bir hal üzerinde sürekli durmaz. Dünya bir imtihan (deneme) dünyasıdır.

Hayatını vahye göre yaşayan bir müslüman her konuda sabırlı insandır.  Her işini teenni ile (dengeli ve ölçülü) yapar. Dünya hayatının zorluklarına tabii bir şekilde dayandığı gibi, Ahiret hayatını kazandıran ameller noktasında da kararlılık gösterir.

Sabrın aktif direniş olduğu konusunda peygamberler en güzel örnektir. Onlar davet görevini yaparken sabrettiler, zorluklara karşı dayandılar, işkence ve eziyetlerden yılmadılar, kınayanların kınamasından korkmadılar. (Bakınız: Ahkaf 46/35. En’am 6/34. Enbiyâ 21/85)

Hz. Ali diyor ki, ‘iman dört direk üzerine oturur. Bunlardan biri sabırdır. Sabrın da dört şubesi vardır: Arzu, korku, zühd ve gözetme. Cenneti arzulayan şehvetlerini sınırlasın. Ateş’ten korkan haramlardan yüz çevirsin. Zühd sahibi olana musibetler kolay ve hafif olur. Ölümü gözeten de hayır yapmakta acele eder.’ (nak. A. Ünal, K. Temel Kavramlar, s: 489)

 

4-Sabırda ısrarlı olmak ya da yarışmak

Burada karşımıza “musâbere” kavramı çıkıyor.

Sabır, nefsi kendinde bulunan zorluklara katlandırmaktır

“Musâbere” (âyette ‘sâbirû’ şeklinde)’ ise, nefsi hem kendisindeki hem de dışında olabilecek zorluklara katlandırmaktır. Örneğin, hastalık nefsin kendindedir. Ona katlanmak sabırdır. Ancak Allah yolunda cihad, O’nun yolunda çalışmak nefsin dışındaki zorluktur. Bu uğurda sabretmek ise “musâbere’dir.

Sabrın bu derecesi daha üstündür.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿200﴾  

“E y iman edenler! Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, [Allah yolunda] her zaman hazır olun ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!” (Âli İmran 3/200) Âyet sabrın iki anlamına dikkat çekmektedir.

Kur’an’da sabır ve şükür bazen yanyana anılır. Çünkü mü’minin hayatı sabır ile şükür arasında geçer. Kur’an, çok sabredenlere ‘Sabbâr’, çok şükredenlere de ‘şekûr’ demektedir. (İbrahim 14/5.  Lokman 31/31. Sebe’ 34/19. Şûra 42/33)

Allah (cc) -özellikle cihad konusunda- sabredenlerin ortaya çıkmasını, kimin samimi, kimin de yan çizen olduğunu bilmek istiyor.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ ﴿142﴾

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (Âli İmran 3/142)

Allah (cc) mü’minler arasından sabredenler belli olsun diye onları sabır ile imtihan eder. Onları biraz açlık, biraz korku, biraz da mallar, ürünler ve canlardan eksiltme ile dener. (Bekara 2/155)

Şüphesiz ki Allah (cc) her zaman sabredenlerle beraberdir.

 يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ﴿153﴾  

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bekara 2/153, Ayrıca bkz: Bekara 2/249. Enfal 8/46, 66)

Allah (cc) elbette sabredenleri sever.

 وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ﴿146﴾

“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde

savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âli İmran 3/146)

 

-Eyyûb kıssasının verdiği dersler:

1-İnsanın sürekli denendiği gerçeği;

Kur’an, insanların sürekli olarak ‘fitne’ ile denendiklerini açıklıyor:

الٓمٓ۠ ﴿1﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿2﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿3﴾

“İnsanlar, (yalnızca) ‘İman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan (denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik (fitneye uğrattık); Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebût 29/2-3)

Karmaşık bir sudan yaratılan insan Allah (cc) tarafından devamlı denenmektedir. Hayata gelişin amacı da budur.

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا ﴿1﴾ اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

 

2-Allah’ın hayata müdahil olduğu gerçeği;

Allah her şeye şahittir, اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ ﴿9﴾

“Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şâhittir.” (Burûc 85/9. Ayrıca bakz: Âli İmran 3/98. En’am 6/19. Hac 22/17. Sebe’ 34/47. Fussilet 41/53. v.d.)

O her an bir iştedir, يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ ﴿29﴾

“Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.” (Rahman 55/29)

Sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.

 

3-Verenin de alanın da Allah (cc) olduğunun hatırlatılması;

Mü’min, her şartta ve durumda belâ ve musibetin bazen Allah’tan geldiğini kabul etmeli, verenin de O, alanın da O olduğunu unutmaması gerekir. Bugün veren yarın alabilir, bugün vermeyen yarın verebilir. Hüküm ve karar O’na aittir. O’nun hükmüne teslim olmak imandır.

Kur’an bunun açıkça bildiriyor.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾ تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿27﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âli İmran 3/26-27)

 

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿28﴾

“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?” (Mülk 67/28)

Abdullah bin Abbas (ra) şöyle anlatıyor:

“Ben Allah Rasûlü ile beraberdim, bana: “Sana bazı şeyler öğreteyim” dedi ve devam etti:   Sen Allah’ ın emir ve yasaklarını koru ki, Allah da seni korusun. Sen Allah’ ın emir ve yasaklarına riayet et ki, O’ nun yardımını göresin. Bir şey istediğinde yalnız Allah’ tan iste. Şunu bil ki sana yardım konusunda herkes bir araya gelse, Allah’ ın senin için takdir ettiğinden başkasını veremezler. Sana zarar verme maksadıyla insanların hepsi bir araya gelse, Allah’ ın takdirinden başkasını yapamazlar.” (Tirmizî, Kıyâme/5. Ahmed b. Hanbel, 1/293)

İnsanın başına gelen olumlu ve olumsuz şeylerin üç kaynağı vardır:

kendisi,

başkaları

ve Allah.

İnsanın başına kendi hatası ve ihmali sebebiyle bir zorluk, sıkıntı, bela geliyorsa otursun kendi nefsini suçlasın ve kendini düzeltsin.

Kişinin başına başkalarının hataları ve haksızlık yapmaları sebebiyle bir sıkıntı geliyorsa, o elinden geldiği kadar onunla mücadele eder. Edemiyorsa intikam almaya kalkmaz, sabreder. Zira bilir ki alacaklıdır. Büyük mahkemede Allah (cc) herkesin hakkını alıp hak sahibine verecektir.

Âhirete alacaklı gitmek borçlu gitmekten iyidir. Her ikisi de iyi değildir ama mazlum olmak ile zalim olmak arasındaki tercihte mazlum olmak zalim olmaktan yeğdir.

Eğer Allah’tan gelen belâ ve fitne geliyorsa bilmeliyiz ki bunda bir hikmet ve bizim için mutlaka hayır vardır. İlâhi belâ ve musibetlere sabreden şükretmiş olur, şükreden kulluk yapmış olur, kulluk yapan imanının gereğini yapmış olur.

İlâhi belâlar ve fitneler ya bir uyarıdır, ya denemedir, ya keffarettir, ya da daha çok sevap kazanma sebebidir.

Allah (cc) kuluna bir sıkıntı, yük, musibet, zorluk, daha doğrusu kulun hoşlanmadığı bir şey verdiği zaman onu mutlaka sevap, günahlarına keffaret, daha çok sevap olarak ona geri öder. Tabir caizse Allah kuluna borçlu kalmaz.

 

4-Teslimiyet, tıpkı İsmail gibi

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ ﴿102﴾

“Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.”  (Saffat 37/102)

 

5-“Biz Allah’tan geldik...” diyebilmek,

Musibetlere karşı böyle demek her babayiğitin harcı değildir. Bunun için güçlü bir imana, Allah’ın takdirine rıza gerekir.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿155﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿156﴾ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿157﴾

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

İşte Rablerinin nimetleri ve lütfu onlar içindir ve doğru yol üzerinde olanlar işte onlardır!” (Bekara 2/155-157)

 

6-Her şeyin fani Allah’ın katında olanların ise bâki olduğu gerçeği (Bakıyatü’s-salihât),

 اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

"Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; sürekli kalan iyi işler (bâkiyâtü's-sâlihât) ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır." (Kehf 18/46) 

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا ﴿76﴾ (Meryem 19/76)

"Allah, doğru yola gidenlerin hidâyetini artırır. Sürekli kalan iyi işler (bâkiyâtü's- sâlihât), Rabbinin nezdinde hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de akıbetçe daha iyidir." (Meryem 19/76) 

Sizin yanınızdaki biter, ama Allah’ın yanında olan bitmez.

 مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿96﴾ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿97﴾

“Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.

Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl 16/96-97)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا ﴿77﴾

"... (Ey Elçi) Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.» (Nisâ 4/77) 

 

7-Şeytanın insana zarar vermek üzere pusuda beklediği uyarısı,

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ ﴿60﴾ وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ﴿61﴾ وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلًّا كَث۪يرًاۜ اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ ﴿62﴾

“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”

Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” (Yâsîn 36/60-62)

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿27﴾

“Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’raf 7/27)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿168﴾ اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿169﴾

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bekara 2/168-169. Bir benzeri Bekara 2/208. En’am 6/142)

اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّاۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ ﴿6﴾

“Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır 35/6)

 

8-Buradan selim kalp ile buradan göçmek müjdesi,

İnsan için asıl önemli olan burada çok şeye sahip olmak, makam, rütbe, isim-şöhret, dış görüntü, yani dışarıya yansıttıklarımız, bir takım iddialar değil “kalb-i selim” ile Allah’ın huzura çıkabilmektir. Kalbi selimin kazanıldığı yer de elbette burasıdır. Çünkü;

 يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ ﴿88﴾ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ ﴿89﴾

“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!”

Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (Şuarâ 26/88-89)

 

9-Bu dünyaya sahip olmak için değil, şâhit olmak için geldiğimiz hakikati. Öyleyse ele geçene sevinmemek, elden çıkana yerinememek gerek. Ancak sahip

olduklarımızın hakkını vermek, şükretmek, onun abedi hayatı kazanmak, bütün bunları Yaratana ve Verene şahit olmak esastır.

 

10-Hakkı ve sabrı tavsiye, belâ ve musibete uğrayan mü’min için tesellidir.

وَالْعَصْرِۙ ﴿1﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿2﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿3﴾

Asr Sûresinde dört ana konu var: İman etmek, Sâlih amel işlemek, Hakkı tavsiye etmek, Sabrı tavsiye etmek

Bunlar; inanmak, yaşamak, paylaşmak ve direnmek diye de formüle edilebilir.

Birincisi Allah’ın,

ikincisi hayatın,

üçüncüsü insanlığın,

dördüncüsü hakikatin hakkıdır

İlk ikisi bireysel, son ikisi toplumsal sorumluluktur. İlki akidevi, sonrakiler ameldir (M. İslâmoğlu’ndan)

 

11-Varlık ile öğünmemek gerekir.

Çoklukla oyalanmak, gaflettir, boş bir uğraştır. Mülkün Allah’a ait olduğunu bilen birisi kendisine ait olmayanla övünür mü? Eyyûb (as) varlığın kendisine ait olmadığını dolaylı olarak haber veriyor.

 

12-Her zorluktan sonra kolaylık gerçeği

Allah (cc) hz. Muhammed’e bildirdiği gibi her zorluktan, her sıkıntıdan, her felaketten sonra; bir kolaylık, bir ferahlaık, her nimet vardır.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah (94/5-8)

Bir imtihan olmak üzere uğradığı musibete sabreden, Allah’tan gelen neticeye gönül hoşnutluğu ile teslim olan, başına gelenlerden dolayı ah vah etmeyen Eyyûb (as) bu zorluklardan sonra kolaylık olduğunu biliyordu. Nitekim onun bu teslimiyetine karşı Allah (cc) ona önceden sahip olduklarının bir mislini verdi. (Sad 38/43)

 

13-Şükrün iman olduğunun hatırlatılması,

Şükür yani Allah’ın verdiği nimetlerin eserinin kul üzerinde ortaya çıkmasıdır. Bu da imanla başlar teşekkür, minnet, teslimiyet, itaat ve kulluk olarak devam eder. İman en büyük şükürdür. Zira şü,kür nimet sahibi tanımak, nimetlere karşı borçluı olduğunu bilmektir. Nimet sahibine borçlu olduğunun bilincinde olan insan o borcunu nasıl ödeyeceğini idrak eder. İslam Allah’a şükür borcunu ödemenin yollarını gösteren bir dindir. Şükreden bir taraftan nimet sahibine borcunu ödemeye çalışırken, diğer taraftan Allah’ın rızasını kazanır. Üstelik nimetin artıtlması müjdesiyle karşılaşır.

Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

Hz. Eyyûb’un tavrında bu şükür ibadetinin nasıl şekillendiği, hakkıyla şükreden kullara nimetlerin nasıl artırıldığını görmekteyiz. Âyeti tekarar hatırlayalım, Allah (cc) hz. Eyyûb’un samimin sabrına ve şükrüne karşı ona önceden sahip olduklarının bir mislini vermişti.

Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.” (Sad 38/43)

 

14-Allah’tan razı olmak

Müslümanlar birbirlerine dua ederler. “Allah senden razı olsun.” (Ya da sahabelerin adı anılınca “radiyallahu anhu-Allah ondan razı olsun” derler. Şüphesiz bu güzel bir dua. İnsan için herhalde Allah’ın kendisinden razı olması kadar büyük bir mükafat düşünülemez.

Ama bir de bunun öteki boyutunu düşünelim.

Biz Allah’tan razı mıyız?

Ya da Allah’tan razı olmanın anlamı nedir? 

Dört âyette “onlar Allah dan razıdırlar, Allah da onlardan razıdır” dedikleri kimlerdir?

Bunlar bu övgüyü nasıl hak ettiler?

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿100﴾

“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe 9/100)

قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿119﴾ لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿120﴾

“Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Mâide 6/119)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُۜ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿22﴾

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele 58/22)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾ جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿8﴾

“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.

Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine 98/7-8)

Hakka itaatte bulunmakta direnip sabretmek Hakka yakınlık kazandırır. Belâlara sabretmek ilâhî takdirden razı olma imkânını doğurur.

 

-Hülasa

Fitne kelimesinin anlamını tekrar hatırlayalım. Her ne kadar değerli madenleri ateşe atıp kalp olanının sağlam olanından ayırmaksa da, Kur’an’da onun daha çok insanın belâ ve musibetler, nimet ve lütuflar karşısındaki tavrını ortaya koymak manasında kullanılıyor. İnsan kendisine hayr veya şer olarak ne isabet ediyorsa, başına ne geliyorsa, ne ile karşılaşıyorsa, tavrı nasıl olacak, ne yapacak, başına gelenleri nasıl karşılayacak?

Pek çok örnek verilebilir. Burada bir kaç tanesini analım.

Allah (cc) insana bir hayat verdi. Yukarıda geçtiği gibi ölümün ve hayatın var edilmesi insanın ibtila edilmesi içindir. İnsan az veya çok, ömrünü nerede ve nasıl geçirecek? Hayatını hangi amaç için yaşayacak?

İnsanların çoğu sağlıklı dünyaya gelir ve hayatlarını sağlık içinde geçirirler. (İstisnalar elbette vardır, ki onlar da fitnedir, yani kişi ve içinde bulunduğu toplum için bir deneme sebebidir). Kişinin sağlığı karşısında insanın tavrı ne olacak? Onu hakkıyla korumaya çalışacak mı, sağlığı bozacak işlerle meşgul olacak mı?

Diyelim insan hasta oldu. Kişi bu konuda dönüp bakmalı, hastalığın sebebi kendisi mi, yoksa çok dikkat ettiği halde Allah’tan mı geldi? Kendisi hatası veya ihmali yüzünden olduysa yapacağı şey nedir? Allah’tan geldiyse sabredecek mi, şükredecek mi, yoksa şikayetlenecek mi, kalkıp dermanını mı arayacak? Bunun bir fitne, yani deneme olduğunu mu düşünecek?

Herkes az veya çok dünyalıklara, yiyecek, eşya veya geçinme araçlarına sahiptir. Müslüman inanı ki âyette geçtiği gibi mal insan için bir fitnedir, yani deneme sebebidir. İman eden bir kimsenin kendisine dünya hayatını sürdürmesi için verilen ve fitne diye nitelenen mal karşsında tevrı ne olacak? Malı nereden kazanıp nereye harcayacak? Helâlinden haramdan mı? Helâl yollara mı harcayacak, günah yollarına mı harcayacak? Şükrünü yerine gertirecek mi, “benim malım” deyip şükürsüzlük mü yapacak? Kazancı üzerinde hakkı olanların hakkın ı verecek mi? Bütün bu denemelerde kalp kişilik ile sağlam kişilik, tıpkı madenler gibi ortaya çıkar.

Çocuk sahibi olan anne, baba çocuk emânetine hakkıyla bakacak mı, ihmal mi edecek? Çocukların tipi, fiziği, kabiliyetleri nasıl olursa olsun, sayıları kaç olursa olsun, hepsi Allah’tandır deyip kabul mü edecek, yoksa rızık konusunda endişeye mi kapılacak? Daha fazla çocuk olmasının yolunu mu kesecek, mevcut olanları başından mı def edecek, yoksa onları aziz bir emanet bilip, gözü gibi bakıp, hayata mı hazırlayacak?

Özürlü çocuğu olacağı belli olan bir anne baba ne yapmalı? Ya da özürlü doğup özürlü yaşamaya mahkûm olan bir veya birden çok çocuğu olan ebeyn bu fitne/imtihan karşısında hangi tavrı takınmalı? “Bu belâ nereden başıma geldi, Allah ceza vermek üzere beni niye seçti, bu neyin nesi mi” demeli? Yoksa “bu da Allahtandır, O nasıl uygun gördü ise kabulümdür, O’nun her işinde bir hikmet, bizim için bir hayr vardır” mı diyecek? Kaldı ki başkalarının elinde nimet gibi gözüken, bizim olmasını istediğimiz nice şeyler birer fitnedir, belâdır; yani deneme, sınama, imtihan sebebidir.

Allah (cc) kullarını hayr ve şer fitnesi ile deniyor. Kim hangi fitne karşısından nasıl bir tavır takınacak?

İnsanlara mevcut olan kabiliyetlerin hepsi Allah’ın takdiri iledir. O dilediğini dilediği gibi yaratır. Dilediğine istediği gibi verir. Hiç kimse anne babasını, doğduğu yeri, ırkı ve rengini, doğuştan sahip olduğu kabiliyetleri; yani fıtratını kendisi seçemez. İman eden kişi neye sahipse, nasıl ise, kimin soyundan geliyorsa hepsine rıza gösterir, itiraz etmez.

Bir işin, görevin, emanetin başına geçen müslüman, bunu nasıl algılamalı? Bunun kendisi için bir fitne olduğunu farkedecek mi? Uhdesine verilen sorumluluğu hakkıyla taşıyacak mı, yoksa istismar mı edecek, kendi şahsi çıkarı için mi kullanacak, hak etmediği şeyleri elde etmeye mi çalışacak?

Çevresinden, akrabalarından, arkadaşlarından kötü bir muamele gören müslüman, bunun da bir fitne, bir deneme olduğunu mu düşünecek, yoksa herkesin kötü, zararlı ve düşman olduğunu mu? Böyle bir  fitne ile karşılaşan mü’minin tavrı ne olacak? İnanacının öğrettiği ilkelrle mi hareket edip, kötülükleri iyiliklere çevirecek, belâyı, husumetleri, kavgaları en az zararla mı savuşturmaya çalışacak?

Bir yere, bir kişiye, bir fakire, bir kitleye, yani göçmenlere, mültecilere, mağdur veya mazlumlara yardım söz konusu olması kişi için bir fitnedir. Bu durum (deneme) karşısında tavrı ne olacak? Yardım etmeye mi koşacak, bana ne mi diyecek? Allah’ın insanları bazen böyle birbirleriyle, birbirlerinin halleriyle denediği mi hatırlaycak, yoksa duyarsız, hissiz, ilgisiz mi kalacak?

İçinde yaşadığı toplumda, veya dünyanın farklı yerlerinde inandığı değerlere saldırı olması, aşağılanmak, ayrımcılığa uğramak, dışlanmak kimsenin hoşlanmadığı bir şeydir. Bu durumla karşılaşan insanlardan kaynaklanan bir fitne ile karşı karşıyadır demektir. Böyle bir durumda ne yapmalı? Bütün haksızlıkları sineye çekip süklüm püklüm, sünepe mi olacak, ses çıkarmayıp buna da sabır mı diyecek, yoksa eldeki imkanlarla bu gibi kötülükler ve kötülük odaklarıyla mücadele mi edecek?

İçinde yaşadığımız toplum bazen, gayr-i müslimlerin çok olduğu, şeytanın saltanat sürdüğü, İslâmın fazilet, farz ve ahlâk dediği şeylerin dışlandığı, ama şeytanın sevdiği kötü fiillerin örf, adet ve gelenek olduğu bir ortam olabilir. Böyle bir ortam, böyle bir kültür müslümandan ve onun neslinden kimliğini, islâmî değerlerini isteyebilir. Müslüman nesilleri kendilerine benzetmek isteyebilir. Eğitim düzenleri tam da bu amacı gerçekleştirmek üzere tanzim edilmiş olabilir. Bu da müslüman için ciddi bir fitnedir. Bunun karşısında eli kolu bağlı oturmalı mı, yoksa her ne pahasına olursa olsun kendinin ve neslinin kimliğini koruyacak çalışmalar mı yapmalı?

Bir genç, yıllardan beri bekâr, henüz evlenme imkanı bulamamış, ama müslüman. Haramları biliyor, âhirete inanıyor. Günün birinde, uygun bir yerde, tam keyfine göre, şehvetini tatmin edeceği bir fırsat. Güzel, çekici, açık-saçık ve kendisini davet ediyor. Bu fitne karşısında kadının davetine icabet mi edecek, şehvetine esir mi düşecek, yoksa Peygamberin dediği gibi “Ben Allah’tan korkarım” deyip günah işlemekten sakınacak mı? (Buhâri, Ezan/36, Zekâ/16, Rikâk/24, Hudûd/19. Müslim, Zekât/91. Tirmizî, Zühd/5. Nesâî, Kudât/2) Genç müslüman bayan için de aynı soru sorulabilir.

İnsanda hırs ve tamah duygusu da var. Kişi bunları kontrollü kullnmazsa hata yapabilir, bunların esiri olabilir. Hırsını n esiri olanların da ne hatalar ettiğini, ner günahlar işlediğini hepimiz biliriz. Birisi ihtiyaçların kendisi kuşattığı bir pozisyonda, yanında kendisine emanet edilen, ya da alıp götürmesi mümkün pozisyonda önünde para, değerli şeyler var. Bu onun için bir fitnedir, denemedir. Hakkı olmayan şeyi alacak mı, yoksa emaneti koruyacak mı? Dürüst mü kalacak, sahtekâr, hırsız, zimmetine para geçiren, aldatan mı olacak?

Müslümanlar arasında grupçuluk, cemaatçilik, mezhepçilik takıntısı, çekişmesi, taassubu var. Bu yüzden bazı İslam ülkelerinde kavga ve hatta sıcak çatışmalar bile oluyor. Bu şüphesiz İslâm ümmeti için büyük bir fitnedir. Bu fitne karşısında şuurlu müslümanın tavrı ne olacak? Ateşe körükle mi gidecek? At izinin it izine karıştığı, kimin hak üzere, kimin bâtılda olduğunun belli olmadığı ortamlarda nasıl bir tavır takınacak? Peygamberin haber verdiği gibi fitnelerin arttığı bir zamanda onlara karşı nasıl tedbir alacak? Böyle bir durumda çekişmelere, ihtilafalara, taassuba taraf mı olacak, yoksa bu konudaki anlaşmazlıkların Öz’e (Kitab’a ve Sünnet’e) uygun bir şekilde azaltılmasına mı çalışacak? Fitneleri teşhis edip usûlünce uzaklaşabilecek mi?

Ebu Musa (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Kıyâmetten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Âdem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil).”(Ebu Davûd, Fiten/2 no: 4259, 4262. Tirmizî, Fiten/33, no: 2205)

Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:“Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekân bulursa ona sığınsın.” (Buhârî, 8/92. İbn-i Mâce, 2/3961)

İnsandaki aşırı istekler, şehvet ve hırs her zaman insanı fitneye düşürebilir. Aklı başında bir müslüman bu duygu ve zaafların kaşısında ne yapacak? Bunların esiri mi olacak, yoksa şeriate uygun bir şekilde onları hayr ve ma’ruf yolunda mı kullanacak?

Kişi bazen eşiyle, bazen, çocuğuyla, bazen kardeşiyle, bazen akrabasıyla, bazen komşusuyla, bazen dindaşı ile, bazen iş arkadaşıyla denenebilir. Böyle pozisyonlarda şuurlu mülsüman imtihan edildiğini unutmamalı, bu imtihandan başarılı çıkmanın yollarını aramalı.

Allah (cc) yolunda çalışmak, emredildiği gibi kulluk yapmak, bütün bir hayatı Allah için ve âhiret haedefi doğrultusunda yaşamak, dünya hayatının cazibesine kapılamamak birer denemedir. Bu denemeleri başaranlara müjdeler olsun.

Mikdad İbnu'l-Esved (ra) anlatıyor:  “Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!” (Ebu Davûd, Fiten/2 no: 4263)

 

-Son söz

“Allahümmec’alnâ mine’s-sâbirîne ve’ş-şâkirîn-Allahım bizi sabredenlerden ve şükredenlerden eyle!”