Kur'an'ı tanıma, anlama ve hayat kitabı yapma hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

20 Eylûl 2010

İrfan Eğitim Merkezi-Amsterdam

 

- Kur’an’ı anlama çabaları

* Kur’an’ın anlamanın gereği

İslam inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir. Kulluk, deneme, kimin daha salih amel (güzel iş) yapacağının belli olması için insan yaratıldı.

Yani o bir kuldur. Kulun da bir sahibi ve o sahibine karşı görevleri vardır. Sahipsiz kul olmayacağı gibi, sahibine karşı sorumsuz bir kulluk da düşülenemez. Zira kul her açıdan sahibine muhtaçtır. Sahibi olmadan ‘kul’ tek başına bir şey ifade etmez.

Her ne kadar bazıları insanı faklı bir yere koysalar da, insanın bebek olarak doğumu ve belli bir süre sonra ölümü onun başkasına muhtaç olduğunun en harika isbatıdır. Başka kanıta hiç te ihtiyaç yoktur. İşte insan doğuyor ve ölüyor. Üstelik bu konuda hiç bir dahli, hiç gücü ve hiç bir seçim imkanı yok.

Öyleyse insanın bir Sahibi vardır. O Sahip, ona hakimdir ve insan Ona aittir. Dünyaya gelişi boşuna olmadığı gibi, gidişi de tesadüfen değildir. Yani insanın (kulun) görevleri vardır. Evrende (zerreden kürreye) her şeyin bir görevi olduğu gibi, akıl ve irade sahibi insanın başıboş olması düşülemez.

İnsanın kul olarak görevlerini şöyle sıralamak mümkün. 

-Anlamak/tanımak (marifet),

-Kabul etmek/inanmak (tasdik)

-Teslim olmak (İslâm-ikrar)

-İtaat (amel)

 

  • Anlamak/tanımak (marifet),

Allah’ı sıfatlarıyla ve fiillerinin tecelleriyle (sonuçlarıyla) tanımak insanın ilk görevidir. Ki buna ma’rifetullah denir. Bu bir anlamda Allah’ı ve O’na ait sıfatları hakkıyla anlamak demektir.

‘Ma’rifet’, ve ‘irfan’, ‘arafe’ kelimesinden türemiştir. ‘Arafe’; herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, o şeyin eserine (izine) bakarak ve akıl yorarak o şeyi hakkıyla tanımak demektir.

‘Ma’rifet’ de yaklaşık aynı anlamdadır. Bir şeyi, ona ait işaretlerle, o şeyin izine bakarak, düşünerek anlamaktır.   

‘Ma’rifet’, ustalık, herkesin yapamadığı şeyi yapabilme anlamına da gelmektedir. Bu demektir ki, aslı, özü bilinmeyen bir şeyi, o şeye ait emarelere bakarak anlamaya çalışmaktır. Bunun da ustalık gerektireceği açıktır.

Arap dilinde, ‘şu adam Allah’ı biliyor’ denmez. Çünkü Allah (cc) ‘ma’lum’ yani bilinen bir şey değildir. O, insan bilgisine konu olmaz. İnsan ne kadar uğraşırsa  uğraşsın, Allah’ın zatının ne olduğunu bilemez.

Ama O’nu sıfatlarıyla, fiilleriyle ve bunların kâinattaki tecelleriyle tanıyabilir. O’nun gücünün ve hükümranlığının eseri yerde ve göklerdedir. Kişi onlara bakar ve Allah’ı tanımaya, idrak etmeye çalışır.

İşte bu ‘ma’rifettir’.

Ma’rifet, sadece Allah’ı gereği gibi tanımak değil, o aynı zamanda O’na gereği gibi bağlanmayı da ifade eder. 

Marifet sahibi olanlara da ‘ârif’ denir. « Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...”  (6 En’am/91)

Ma’rifete şehâdet de diyebilirsiniz. Kur’an insanı öncelikle şehâdet etmeye, Allah’a ve ondan gelen hakikatlere, sonra da O’nun koyduğu ölçülere. (Hadid/19. Bekara/143. Âli İmran/18)

Bunu risaletin Mekke ve Medine döneminde görebiliriz.

Şehâdet iki türlüdür:

-Kavlî veya kalbî şehâdet, 

-Fiilî şehâdet.

Birincisi iman/tasdik, ikincisi itaat/ibadettir.

Bir kimsenin ma’rifeti arttıkça, itaatı/takvası/ibadetteki şuuru/samimiyeti  artar. Takvası/ibadetteki ihlası arttıkça ma’riefeti güçlenir. İkisi birbirini tamamlar.

Fiilî şehâdet, Kur’an’ı okur yaşar olmaktır. Burada Hz. Peygamberin ahlâkının Kur’an olduğunu hatırlayalım.

 

  • Marifetin İmkanları:

Marifete ulaşmak her insanın görevi olduğuna göre bunun imkanları/araşları nelerdir. Öyle ya, insanı başıboş bırakmayan, ona görev veren Rabbimiz, mutlaka bu görevi için gerekli imkanları da hazırlamıştır.

Kul, aşağıdaki imkanları kullanarak marifetini artırır.

 

  • Akıl

‘Akl’ sözlükte, masdar olarak; engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelmektedir. ‘Akl’ isim olarak; idrak, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ demektir.

‘Akıl’,  bilgi edinmeye yarayan güç, düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğidir.

Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü fiillerine anlam kazandıran, Allah’ın emirleri karşısında yükümlülük (mükelleflik) altına sokan ve ona sorumluluk yükleyen akıldır.  Aklı genellikle fiil halinde kullanan Kur'an, akletmenin ve doğru düşünmenin önemine dikkat çekiyor.

“Bu örnekleri biz insanlar için vermekteyiz. Ancak bilenlerden başkası akletmez” (29 Ankebût/43)

Bu demektir ki âyetler üzerinde ilim sahipleri daha çok düşünürler ve onların ötesindeki gerçeği anlayabilir. Bunlara basiret sahipleri de denir.

Bir gerçeğe varabilmek için âyetler, işaretler, deneyler ve eserler (izler) aklın üzerinde yürüdüğü yoldur. Akıl bunlardan geçerek, bunların ifade ettiği gerçeğe ulaşır. 

‘Akıl’, eşyanın özelliklerini tanıyan, idrak eden bir kabiliyettir. O insana verilmiş bir manevi kuvvet, bir nurdur.

Aklın birinci görevi eşyadaki düzeni, ilâhí gerçekleri anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrak etmedir.

Gerçek ‘ma’rifet’ ehli kimseler, neyin çirkin neyin güzel olduğunu o şeylere ait özelliklere bakarak tanıyabilirler. Çünkü onlar ‘selim akıl’ sahibidirler. 

 

-Âyetler:

'Âyet' sözlükte, bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren açık alâmettir.

Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alametleri bilirse, yolu tanır. Âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir.

Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını veya utandığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın âyetidir. 

‘Âyet’, bu şekilde, açık alamet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret  anlamlarına gelmektedir.      

İnsanın önüne konulmuş iki çeşit âyet vardır:

-Kevnî âyetler,

-Kavlî âyetler

Kur’an âyetlerinin her biri de Allah’a ait alametler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’ı hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır.

 

  • Kur’an öncelikle uyulması gereken bir kitaptır.

“İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir kelâmdır. Şu halde ona uyun ve sorumluluk bilincini kuşanın ki rahmete nail olasınız.” (En’am/155)

“Rabbinizin katından size indirilene uyun! O’nun dışında bir takım otoritelere (velilere) de asla uymayın…” (A’raf/3)

“Şu halde sana vahyedilene sımsıkı sarıl: çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin. Şüphesiz bu (vahy), senin ve kavmin için şeref ve itibar kaynağıdır. Fakat zamanı gelince hepiniz (ona karşı aldığınız tutuma göre) hesaba çekileceksiniz.” (43 Zuhruf/43-44)

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve bölünüp parçalanmayın…” (3 Ali Imran/103)

Kimilerine göre buradaki ‘Allah’ın ipi’nden maksad Kur’an’dır. (İbni Kesir, Tefsir 1/305. Zamahşeri, Keşşaâf, 1/386)

Kur’an’a uyubilmek, ona sımsıkı tutunabilmek için onun anlaşılması gerekiyor. Kişi bilmediği, duymadığı, anlamadığı şeye duyarsız kalır ve bununla sorumlu tutulmaz. Öyleyse;

 

  • Kur’an anlaşılması gereken bir kitaptır;

Allah (cc) mesajlarını, hükümlerini, sınırlarını insanlar düşünsünler, akletsinler, şükretsinler ve ibret alsınlar diye açıklamaktadır. (2 Bekara 219, 221, 230, 242, 266. 5 Maide 89. 16 Nahl/39)

  • Her peygamber kendi kavminin lisanı ile gönderildi ki insanlar Rablerinin onlara ne indirdiğini anlasınlar. (14 İbrahim/4)

«… İşte sana da bu uyarıcı vahyi indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve beki onlar da bu sayede düşünürler. » (16 Nahl/44. Bir benzeri Nur/18 ve 61) 

«Biz sana ilâhi mesajı, sadece üzerinde anlaşmazlığa düştükleri (inançla

ilgili) meselelerin çözümlerini kendilerine sunasın, inanıp güvenecek bir topluluk için de bir yol haritası ve bir rahmet olsun diye indirdik. » (16 Nahl/64)

 

  • Kur’an esasen anlaşılabilir bir kitaptır

Kur’an, kendisini ‘mübin’ diye takdim ediyor. Yani anlaşılan, anlaşılabilen, açık ve net bir mesaj.

“Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.” (24 Nur/34)

Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” (36 Yasin/69. Ayrica bak. Yusuf/1. Kasas/2 ve digerleri)

Kur’an dilini bilmeyenler bile Kur’an’ın ne demek istediğini, neye davet ettiğini, haberlerini, hükümlerini, müjde ve uyarılarını, güzelliklerini, mucize oluşunu, etkilerini rahatlıkla anlayabilirler. Bunu da onun genel mesajından, muhatabın diline aktarılmış açıklamalardan, yorumlardan ve araştırmalardan yola çıkarak yapabilirler.

 Allah (cc) âyetleri insanlar anlaşınlar, akletsinler, düşünsünler diye açıklamaktadır. Mesela :

« … Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır. Belki düşünürsünüz. » (2 Bekara/219)

Bu formu pek çok âyette bulmak mümkün. (Bak. Bekara/187, 221, 230, 242, 266.  Ali İmran/103. Maide/89.  Nûr/18)

Kur’an’ı herkes anlamalıdır. Çünkü herkes kulluktan sorumludur. Kur’an herkesi muhatab alır ve herkesin hayatını inşa etme üzere indirilmiştir.

Anlamak sorumluluktur. Ya da sorumlu olabilmek için anlamak gerekir. Kur’an insana sorumluluk yüklemektedir. Ancak bundan önce insan anlama sistemleriyle donatılmış, anlayabileceği bir Kitap indirilmiş, indirilen Kitabı anlamayı sağlayacak elçi de bereberinde görevlendirilmiştir.

 

  • Bilgi/İlim

Ma´rifetin üçüncü imkanı bilgidir.

Eşyayı Yaratanı tanıyan her bilgi, insana ma’rifet kazandırır.

Nitekim Kur’an, Allah’tan hakkıyla ancak alimlerin korktuğunu söylemesi bu manada olsa gerek. (35 Fatır/58)

Bilgi ve ilim:

İslam bilgi epistemolojisinde ilimleri şu şekilde sıralamak mümkün:

a-Akideden kaynaklanan İlimler: Tefsir, hadis, kelâm, akaid gibi

b-İnsandan kaynaklanan ilimler: Tarih, felsefe, sosyoloji, politika gibi,

c-Tabiattan kaynaklanan ilimler: Fizik, kimya, biyoloji ve bütün moderen bilimler,

 

  • Rasûl:

-Kur’an’ı anlamakta Sünnetin yeri

Rasûllerin ve enbiyanın rolü belli. Onların vazgeçilmez sıfatları bize ipucu verir. Peygamberler tarihine tarafsız gözle bakanlar, onların örnek kişiliklerine şahit olurlar.

Son elçi son örnek. O’nun el-Emîn sıfatı ve yaşadığu hayat kişiyi imana/ma’rifete götürebilecek imkanlardan biridir. Hayatında yalan söylemeyen, yanlış iş yapmayan, çıkarını düşünmeyen, insanî faziletler için çalışan bir insanın yaptığı tebliğ haktır.

O’nun bu örnekliği;

  • Kişiliği ile,
  • Mucizeleri ile,
  • Peygamberlik hayatı ile,
  • Peygamberlik görevi ile ortaya çıkar.

Allah (cc) kullarıyla doğrudan konuşmaz. Onlarla iletişimi bir elçi aracılığıyla yapar.

Kendisiyle Allah’ın konuşması bir insan için olacak şey değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (42 Şûra/51)

Vahiy, Allah ile insan arasındaki haberleşmedir. Rabbimiz bütün insanlara ayrı ayrı vahyetmez. İnsanlar arasından seçtiği elçilerine vahyeder. Onlar da vahyi insanlara ulaştırırlar.

 Vahiy, haberi gizli ve hızlı bir şekilde ilgiliye ulaştırmak olduğu gibi, haberi alır almaz, harekete geçmek, haberin gereğini yapmak manasın a da gelir.

Vahiy kelimesinin manasında peygamberin görevi ilgili ip uçlarını görebilirizi. Olay sadece haber vermek olsaydı bunu başka kelime ile de karşılamak mümkündü.

Ancak haberi getiren elçinin görevi sadece habercilik değil, bununla birlikte haberin muhtevasını da ortaya koymaktı.

Vahyi açıklamak peygamberlerin kendi işleri veya arzuları değil, Allah'ın emridir.

“Andolsun ki, içlerinden kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir paygmaber göndererek inananlara büyük lütufta bulunmuştur.” (3 Âl-i İmran/164)

Hz. Muhammed (sav), insanları Allah’ın azabıyla korkutmak, Allah’ın vereceği mükafatlarla müjdelemek için gönderilmiştir.

Hz. Muhammed (sav), âlemlere rahmet olarak gönderildi. Tıpkı yeryüzünü dirilten, yerden her türlü bitkilerin çıkmasını sağlayan bir yağmur gibi. O acıma, şefkat, iyilik ve insanlık peygamberiydi. O, insanlara merhameti, iyilik duygularını, şefkati, sevmeyi ve güzel ahlâkı öğretmek için geldi.

O’nun ahlâkı Kur’an’dı. O, Kur’an’da anlatılan güzel ahlâkın canlı örneği idi.

Rabbimiz onu insanlık için bir model kişilik olarak seçti. Onu, kendinden sonraki insanlar için iyi kul ve ahlâk örneği olarak koydu.

Hz. Muhammed (sav) Allah’ın elçisi olduğu için O’nun İslâm adına söyledikleri ve yaptıkları müslümanlar açısından önemlidir. O’nun din adına dedikleri rastgele sözler değildir.

O’nun din adına ya da Kur’an’ın uygulaması olarak ortaya koyduğu davranışlar bizi ilgilendirir.

Kur’an, Hz. Muhammed’e uymamızı (Nisa, 4/59 ve 80) ve O’nu örnek almamızı emrediyor. (Ahzab, 34/21)

O bugün yaşamadığına göre, O’na nasıl itaat edeceğiz ?

O’nu nasıl örnek alacağız ?

Burada karşımıza O’nun Sünneti va hadisleri çıkıyor.
Sünnet, Peygamberimizin, Kur'an'ı esas alarak hayatın her alanında, inanç, ibadet, ahlâk, hukuk, eğitim ve siyaset gibi konuları kapsayacak şekilde ortaya koyduğu bir model ve dünya görüşüdür. (İslâmoğlu, B. Hadis Dersleri, s: 17)

Bilindiği gibi İslâmın iki temel kaynağı vardır : Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin Sünneti.

Yukarıda geçtiği gibi Peygamberin görevi sadece İslâma davet, vahyi yaymak değildir. Bu bağlamda Peygamberin üç önemli görevi olduğu söylenebilir:

 -Tebliğ,

-Beyan,

-Misal olma.

Mesela, Kur’an mü’minlere namaz kılmalarını emretmiş ama nasıl kılınacağını, namazla ilgili diğer hükümleri bildirmemiştir.

Diğer ibadetler ve hükümler de böyledir. Kur’an onlarla ilgili kısa bilgi verir, emreder ama açıklamasını ve uygulamasını Hz. Peygamber yapar.

Bu açılardan bakıldığı zaman Peygamberimizizn Sünnetinin ne kadar önemli olduğu anlaşılır.

Kur’an diyor ki : « Peygamber (din adına) size ne verdi ise onu alın, size neyi yasaklamışsa ondan kaçının » (Haşr, 58/7)

Allah (cc) Peygamber’e itaat etmemizi emrediyor. (Nisa/64, 80. Ali İmran/182. Maide/92. Enfal/46. Nur/56)

Bu âyetler Kur’an’da hâlâ mevcut olduğuna gore Peygambere nasıl itaat edeceğiz?

Kur'an Peygamberimize şöyle sesleniyor:

“Sana zikri (Kur'an'ı) indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın (beyan edesin), ta ki düşünüp öğüt alsınlar." (16 Nahl/44)

Açıklama (beyan), bir metni-parçayı okumak değildir. Açıklama, önce okumak, bildirmek, gerekli izahlarda bulunmak ve anlaşılır hale getirmektir.

Peygamberin açıklama görevi, vahiy'den ne kadedildiğini açıklamak, uygulamak, ya da uygulanabilirliğini göstermektir.   

Peygamberimizin Kur'an'ı açıklarken yaptığı izahlar, eklediği ilaveler, ortaya koyduğu pratikler onun sünnetidir.

Kur'an, Hz. Muhammed'e Kitap ve Hikmet verildiğini söylüyor. (4 Nisa/113)

Kitaptan kasıt Kur'an'dır. Hikmet de O'nun her şeyi yerli yerinde, maslahata ve maksada uygun, en güzel şekilde yapmasıdır.         

Peygamberimizin, bir insan olarak yaptıklarının dışındaki, din adına olan sözleri ve davranışları vahyin kontrolü altındadır. Ancak onun vahyi açıklaması veya insanlara duyurması aynı şekilde olmamıştır.  

 Peygamber (sav) bir elçi olarak vahyin anlamını, maksatlarını ve uygulamasını göstermekle görevli idi. Dolaysıyla vahiyden aldığı güçle ve izinle ilgili konularda söz söylemiş ve uygulama yapmıştır. Bir şeyi eksik yaptığı zaman vahiyle tarafından isabetlisi gösterilmiştir.

Sünnet Kur’an’ı açıklarken iki önemli şey yapar:

a-Sünnet, Kur'an ayetlerini te'yid eder (destekler).

Meselâ; "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin." (2 Bakara/188. 4 Nisa/29) "Kendisi razı olmadıkça bir müslümanın malı (başkasına) helâl olmaz" hadisi bu âyeti destekliyor.

b-Kur'an âyetlerini açıklar, ne kasdedildiğini beyan eder, ya da genel bir hükmü özel hale getirir. 

Meselâ; Peygamberimiz (sav), "Fecir vaktinde, beyaz iplik siyah iplikten ayırt oluncaya kadar yeyiniz, içiniz..." (2 Bekara/187)  âyetindeki beyaz ve siyah ipliğin gecenin karanlığı ve gündüzün aydınlığını olduğunu açıklamıştır.

 

  • Son Söz

Kur’an yanlızca okunan bir kitap değil. Tam tersine O hayat kitabıdır.  Allah (cc) onun hayatımızı düzenlemek, böylece dünya saadetini kurmak ve ahiretteki sonsuz mutluluğu kazanmak için gönderdi. Bir başka deyişle, imtihan için yaratılan insan, bu imtihanı ancak Kur’an ile kazanabilir.

Öyleyse Kur’an’ın anlaşılması gerekir. Kendisine hangi sorumluluğun verildiğini bilmeyen insan, görevini yerine getiremez. Kur’an zaten anlaşılabilecek bir kitaptır. Yalnız onu anlama çabası insandan gelmelidir. Bunun için de Allah (cc) insana akıl, ayetler, peygamber gibi bir takım imkanları vermiştir.

Kur’an’ı okumak ve anlamak da yeterli değil, onu hayata hakim kılmak esastır. Yani tıpkı Peygamber gibi yaşayan Kur’an olmak.

Bunu siz Kur’an’ı okur yaşar olmak diye adlandırabilirsiniz.