Peygamber olarak hz. Muhammed'in misyonuna ihtiyaç var mı ve onun örnekliği konusunda bir panel.

Hüseyin K. Ece

Panel

08.01.2017

Beytu’s-Selâm-Duisburg

 

 

BİRİNCİ OTURUM

 

Peygamber’e ihtiyaç var mı?

Soruyu şöyle de sorabiliriz:

İslâmı hakkıyla anlayabilmek, iyi bir müslüman olabilmek, kulluk görevlerini güzelce yerine getirebilmek, imanın amaçlarını gerçekleştirebilmek konusunda bir peygambere (bir elçiye) ihtiyaç var mıdır?

İnsan kendi başına, aklı, bilgi ve yeteneği ile, sadece elindeki korunmuş kitap Kur’an ile bu hedefi gerçekleştirebilir mi?

Birinci soruya kuvvetli bir şekilde “evet”,

ikinciyi soruya kuvvetli bir şekilde “ hayır” demeliyiz.

Hiç bir insan ne kadar bilgili olursa olsun, ne kadar zeki olursa olsun, her açıdan ne kadar güçlü olursa olsun; peygamber olmadan, Muhammed’in (s.a.s.) Kur’an’ı nasıl  anlayıp uyguladığına bakmadan ne Kur’an’ı en mükemmel şekilde anlayabilir, ne de ilâhi davetin hedeflerini gerçekleştirebilir.  İnsan bu noktada acizdir. Kulluk görevleri konusunda bilinçli olan her mü’min bu acziyetinin farkındadır. Daha iyi, daha olgun (kâmil), daha muttaki (takvalı), daha sâlih (salih amel işleyici), daha şükredici (şâkir), daha âbid (hakkıyla ibadet edici) olmak için Peygamber’i izler.

İnsanı yaratan onun zaaflarını bildiği gibi, ihtiyaçlarını da bilir. Bu ihtiyaçlardan biri de bir rehbere, bir kılavuza, bir yol göstericiye (mürşide) muhtaç olmasıdır. Bu nedenle Yüce Yaratcı (c.c.), kullukla imtihan etmek istediği âdemoğullarına ilk insandan beri rehberler, yani peygamberler göndermeye devam etmiştir.

Peygamber modeli olmadan Vahyi anlamada akıl ve bilim aciz ve yetersiz kalır. Peygamberliğin rehberliği olmadan hiç bir kul gereği gibi âbid (hakkıyla ibadet edici) olamaz. Hiç bir kimse -çok akıllı ve bilgili de olsa- gereği gibi Vahyin amaçlarını bilip gerçekleştiremez. 

Neden? Çünkü, diyoruz ve on tane önemli sebep sayıyoruz.

 

  • Birinci sebep:

İmanın şartlarından biri peygamberlere imandır.

Kur’an’da dört âyet Allah’ın rasûllerine (elçilerine) inanmayı imanın şartlarından sayıyor. (Bakınız: Bekara 2/177, 284-285. Nisâ 4/136). Bir çok kaynakta geçen hadislerde de peygamberlere inanmanın imanın şartı olduğunu görüyorz.[1]

Kur’an, Allah’a ve O’nun Rasûlüne (elçisine) “iman edin” diye emrediyor. (Hadid 57/7. Hadîd 57/28)

Burada rasûl kelimesinin belirlilik takısıyla (el- ile) gelmesi de onun herhangi bir elçi değil, kendisine vahyedilen elçi olduğunu gösterir. Müfessirlere göre bu âyetlerde kasdedilen rasûl (elçi) hz. Muhammed’dir.[2] 

Bir kimse Kur’an’da adı geçen veya geçmeyen peygamberlerin Allah (cc) tarafından seçilmiş elçiler olduğunu kabul etmezse, o peygamberle ilgili Kur’an’da anlatılanlara inanmazsa müslüman olamaz.

Buna hz. Muhammed’in peygamberliğine iman da dahildir. Kur’an, bir çok âyette ona hitaben onun Allah’ın peygamberi olduğunu haber veriyor. Mesela: (Yâsîn 36/3. Bakara 2/152. Fetih 48/29. Âli İmran 3/144)

İslâm inancına göre Muhammed (s.a.s.) Allah’ın elçisidir, hem de insanlığa gönderdiği elçilerin sonuncusudur. Bundan sonra Allah (c.c.) bir daha insanlara başka peygamber göndermeyecektir.  (Ahzâb 33/40. Nisâ 4/152)  

Burada karşımıza şu sorular çıkmaktadır:

Peygamberlere iman ne demektir.

Bir mü’minin hayatında peygamber nasıl bir yere sahiptir?

Kur’an’ın dediği gibi “ben peygamberlere ve son Peygamber’e iman ettim” demek yeterli midir?

Bu iman sadece bir söz, bir iddia, bir temenni midir, yoksa bir dünya görüşü tercihi mi, paratiğe yönelik bir seçim midir? Bu imanın hayatta bir karşılığı yok mu?

Peygamberlerin fonksiyonu ve görevi ne idi?

Şu soruyu da sormaya cesaret edebilmeliyiz:

Hakkıyla kulluk yapabilmek için akıl ve vahiy yetse idi, Allah (c.c.) elçiler gönderir miydi?

Allah (cc) Kitabı (vahyi) doğrudan insana indiremez miydi?

Elçinin önemi, elçiyi gönderenden ve elçilik görevinin mahiyetinden anlaşılır.[3]

Elçiyi kabul onu gönderen makamı kabuldür. Elçiye saygı ve itibar, onu gönderene saygı ve itibardır.

Adı üzerinde elçi. Elçi kendi adına değil, kendisini gönderen veya görevlendiren makam adına mesaj getirir, konuşur, faaaliyette bulunur.

 

  • İkinci sebep:

Peygamber’in müjdeci ve uyarıcı olması

Kur’an pek çok âyette Son Elçi’nin bir müjdeleyici (beşîr) ve bir uyarıcı (nezîr) olarak gönderildiğini söylüyor.

Akıllı ve duyduğunu anlama kapasitesine sahip olan muhataplar, uyaranların ve müjdecilerin dediklerine kulak verirler.  

Müjdeci ve uyarıcılar dikkate alınır. Güvendiğimiz bir kişi bize bizi ilgilendiren bir konuda önemli bir haber getirse, biz cevaben, “doğrusunuz, teşekkür ediyorum” deyip orada durur muyuz? Yoksa aldığımız haberin gereğini mi yaparız?

Kur’an, geçmişteki bütün kavimlere uyarıcı ve müjdeleyici elçilerin gönderildiğini haber veriyor. (Nahl 16/2. Kehf 18/56. Fâtır 35/24)

Allah (cc) inzâr edici bir elçi göndermeden hiç bir topluluğa azap etmez. (İsrâ 17/15. Şuarâ 26/208)

Muhammed’in (sav) hem beşîr ve nezîr (müjdeleyici ve uyarıcı) olduğu Kur’an’da farklı

ifadelerle, farklı formlarla haber veriliyor.  (Bekara 2/119. (Sebe’ 34/28. Ahzâb 33/45-46.  Fetih 48/8. İsrâ 17/105. Furkan 25/56)

İnsanların uyarıcıya da, müjdeleyiciye de, muştulu haberlere de, ikazlara da her zaman  ihtiyaçları vardır.  

 

  • Üçüncü sebep:

Din konusunda kendi hevâsından konuşmaması

Allah (cc) diğer peygamberlere vahyettiği gibi Muhammed’e (s.a.s.) de vahyettiğini haber veriyor: (Nisâ 4/163)

Elçiler kendilerini görevlendiren otoritenin/devletin adına hareket ederler. Verilen vazifeleri yerine getirirler. Onları karşı tarafın yanında temsil ederler.

Necm Sûresinin baş tarafındaki âyetler vahiy/Kur’an ve bunun karşısında Peygamber’in rolü konusunda ebedî bir gerçeği haber veriyorlar:  

“Göründüğü zaman yıldıza andolsun.

Arkadaşınız ne sapmıştır, ne kanmıştır.

Ne de kendi hevâsından (keyfinden) konuşmaktadır.

Bu (Kur’an) kendisine indirilen bir vahiyden başka bir şey değildir.

O’nu, melekeleri son derece güçlü bir (melek) öğretti.” (Necm 53/1-5)

Kur’an, Peygamber’in (sav) din konusunda kendi hevâsından, yani işine geldiği gibi konuşmadığını, Allah’ın kendisine indirdiğini tebliğ ettiğini farklı ifadelerle vurguluyor. (Kehf 18/110. Enbiyâ 21/108. En’am 6/50. Ahkaf 46/9. Yûnus 10/15. A’raf 7/203))

 O’nun doğrudan başka hiç bir şey konuşmayacağı konusunda şöyle bir haber bulunmaktadır: “Abdullah b. Amr diyor ki: Resûlüllah (sav)’tan duyduklarımı ezberlemek için yazsam mı ki diye düşündüm. Kureyş beni yazmaktan caydırdı ve ‘Resûlüllah (sav) kızgınlık ve sakinlik hallerinde konuşan bir insan iken, sen, O’ndan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlüllah (sav)’a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek:

“(İstediğini) yaz, canımı kudret elinde tutan Allah (cc)’a yemin ederim ki, buradan hak’tan başka bir şey çıkmaz’  buyurdular.” (Ebu Davud, İlim/3 no: 3646.  Darimî, Sünen, Mukaddime/43 no: 490, 1/103. A. b. Hanbel, Müsned, 2/205, nak. Dr. N. Itr, Menhecü’n Nakdi, s: 40)

 

  • Dördüncü Sebep:

Güzel ahlâka sahip olmak için

Hayatın hedeflerinden biri de güzel ahlâk sahibi olmaktır. İyi bir insan olmaktır. Güzel davranışlara, iyi ve sağlam bir karaktere sahip olmaktır.

Toplumsal barışı ahlâklı insanlar kanundan, yasa ve yönetmeliklerden, mahkemelerden daha iyi sağlarlar.

İslâmın ana hedefi de ahlaklı insanlar yetiştirmektir. İlahî tekliflerin, yanı dindeki emirlerin ve yasakların amacı kullara ahlâkî güzellikleri kazandırmaktır.

Yoksa Allah’ın insanların ibadetlerine ihtiyacı yoktur.

Bütün peygamberler ümmetleri için rehber, mürşid, lider oldukları gibi aynı zamanda güzel ahlâkta örnek idiler. Hepsinin de misyonu insanlara güzel ahlâkın nasıl olduğunu göstermek idi. Nitekim bir hadisinde Peygamber (s.a.s.) kendi misyonun şöyle açıklıyor:

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”[4]

Hadiste ‘mekârimu’l-ahlâk’ tabiri geçiyor. Evet onun görevlerinden biri de güzel ahlâkın en zirvesini, en idealini, insana en yakışanını göstermek, öğretmek, örnek olmak idi. Zira güzel ahlâk en hayırlı olmanın belgesidir.

Onun hayatında en ön plana çıkan özelliği (şemâili) onun bu övülen ahlâkı idi. 

Bu yüzden Kur’an onun ahlâkını övüyor. Onun ahlâkının Kur’an tarafından övülmesi, “o ahlâk iman edenler için bir modeldir, alınız, takip ediniz, siz öyle olunuz” manasına gelir.

“Ve şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem 68/4)

Onun ahlâkı zaten Kur’an idi, yani Kur’an’ın ilke ve ölçüleri, Allah’ın hükümleri idi.[5] nKur’an insan hayatında ne hedeflemişse, onu Peygamberin islâmî hayatında bulabilirsiniz.

Öyleyse, güzel ahlâka sahip olmak isteyenler Son Elçi’ye tabi olmak zorundadırlar.

 

  • Beşinci sebep :

Allah’ın insanlara bildirdiklerini anlamak için

Muhammed’in peygamber olarak başka görevleri olmakla birlikte bunları dort başlıkta toplamak mümkün: Tebliğ, beyan,cihad ve uygulama/örneklik. 

Tebliğ;

Vahyi açıklamak peygamberlerin kendi işleri veya arzuları değil, Allah'ın emridir. (Mâide 5/67)

Hz. Muhammed (s.a.s.) görevi gereği kendisine vahyedilenleri muhataplarına okumak, yani tebliğ etmek, duyurmak, ulaştırmak zorunda idi. (Ra’d 13/30)

Beyan;

Peygamber (s.a.s.), vahyin ne dediğini, vahyi nasıl anlamak gerektiğini açıklamak, izah etmek, ortaya koymak zorundadır. Yoksa insanlar vahyi anlamazlar veya onu herkes işine geldiği gibi anlar. Kur’an onun bu görevine işaret ediyor: (Nahl 16/44. Nahl 16/64. Mâide 5/15. Mâide 5/19) 

Peygamber (s.a.s.) mektubu (mesajı/vahyi) muhatabın adresine bırakıp giden bir postacı değildi.

Cihad;

Yani üç maddedeki hedefleri gerçekleştirmek üzere yoğun çaba göstermek, çok çalışmak, fadakârlık etmek, bu yolda maadi ve manevi infakta bulunmak (Allah yolunda harcama yapmak) ve gerekirse davete engel olanlarla günün şartlarında mücadele etmek, savaşmak.

Kitab’ı ve hikmeti öğretmek:

“Allah, mü’minlere âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendi aralarından bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar daha önceden apaçık sapıklıkta idiler.” (3 Âli İmran/164)

Uygulama/örneklik;

Peygamber (sav), vahyi önce kendisi uygulamıştır. Allah (cc) ne demişse, neyi emretmişse, neyi yasaklamışsa, önce kendisi uymuş ve ümmetine örnek olmuştur.

(Aşağıda gelecek)

 

  • Altıncı sebep:

Sorulara/sorunlara cevap bulmak için

İnsanın soruları da bitmez, sorunları da.

Bilinen bir gerçek: Tarihten beri kimileri ya kendi kafasına, ya başka insanların kafasına takılan nice şeylere cevap bulmaya veya vermeye çalıştı.

Ancak vahye tabi olanların dışında hiç kimse bu konuda tatmin edici sonuca ulaşamadı.

Bugün de insanlar soru soruyorlar, sorunları var. Vahiy de onların sorularını cevaplamaya, sorunlarına çözümler sunmaya devam ediyor.

Genelde peygamberler, özelde Son Peygamber (s.a.s.) vahiy doğrultusunda sorulan sorulara, ya da insana ait alanda cevabını bekleyen sorunlara cevaplar vermişlerdir.

Peygambere ihtiyacımız var. Zira pek çok konuda onun doyurucu cevaplarına, çözümlerine muhtacız. Hiç birimizin aklı bunların üstesinden gelmeye yeterli değil.

Ondört yerde ‘yes’elûneke-Sana soruyorlar” şeklinde, iki âyette ‘yes’elûne-soruyorlar’ şeklinde, iki âyette ‘yes’elüke- sana soruyorlar’ şeklinde, bir âyette de ‘yes’elu-soruyor’ şeklinde yer alıyor.

Bu konuyu Hz. Peygamber’e Sorulan Onüç Soru adlı kitabında inceleyen K. Canatan “Sana soruyorlar. De ki” kalıbıyle geçen onüç soruyu incelemiş.

 

  • Yedinci sebep:

Peygamberin ümmet için şâhit/şehîd olması

Şâhit/şehîd sözlükte; bir olaya şâhit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak, bir şeyin iç yüzünü bilmek, haber vermek, muttali olmak, sözle ifade etmek ve bilmek anlamlarına gelir.[6] 

Allah (cc) son elçisinin beş sıfatla vasıflandırdı. Bu da onun risâletinin maksadı ve o risâlete has temellerdir. Bu beş özellik; onun şâhit, beşîr, nezîr, davetçi, aydınlatıcı bir ışık kaynağı olmasıdır.[7] (Ahzab 33/45-46. Fetih 48/8-9. Müzemmil 73/15)

O (s.a.s.) Allah’tan başka ilah olmadığına şâhitlik ettiği gibi, insanların hak daveti tasdik edip etmediklerinin ve işledikleri amellerine şâhitlik edecektir.[8] 

Diğer peygamberler kendi kavimleri için bir şâhit iken Hz. Muhammed (s.a.v.) aynı zamanda bütün insanlara gönderilmiş bir şâhittir. (Nahl 16/89. Nisâ 4/41-42)

Peygamber (s.a.s.), hem kendi ümmetinin hem de bütün peygamberin şâhidi olacaktır.

“... Size bundan önce müslüman ismini O verdi. Bunun sebebi, Rasûl sizin üzerinize, sizler de insanlar üzerine ‘şehîd’ (tanık/örnek) olasınız diye...” (Hac 22/78)

Şehîd ve şâhidin bir anlamı da ‘temsil eden, şahsında gösteren’ demektir. Peygamberler Allah’ın irade ve rızasını temsil eden, onun dilediği, beğendiği, hoşnut olduğu kulluğu kişiliklerinde gerçekleştirmiş olgun insanlardır. Bir manada tebliğ ettiklerinin canlı şâhitleridir.[9]

 

-Sekizinci sebep:

Peygamber (sav) aynı zamanda model şahsiyettir.

İnsanların her zaman model şahsiyetlere itiyacı vardır. Onları örnek almak, onlar gibi olmaya  çalışmak için. 

(Asagida gelecek)

 

-Dokuzuncu sebep:

İnsanlar her zaman bir eğiticiye ihtiyaç duyarlar.

Buna ister öğretmen, ister eğitimci, ister mürşid, ister rehber deyiniz farketmez. Özellikle öğrenme yaşında herkes kendisini eğitecek, yön verecek, hayatı öğretecek eğitimciye, mürebbiye, kılavuza ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç Allah ve O’nun karşısında insanın konumu, hakikat ve insanın görevi söz konusu olunca daha belirginleşir.

  1. Muhammed (s.a.s.) elçiliğini bir gereği ve buna bağlı olarak o devlet başkanı, hâkim, komutan, imam, eş, baba, dede gibi özelliklerinin yanında o aynı zamanda bir muallim (öğretmen/öğretici/hoca) idi. Onun muallimlik sıfatı ön plana çıkartılsa yanlış olmaz. Zira o vahyi hem tebliğ etti, hem öğretti, hem de sahabeleri vahiyle eğitti, terbiye etti ve yetiştirdi.

Hz. Muhammed’in öğretici (muallim) fonksiyonuna âyetler işaret ediyor:

“Nitekim kendi içinizden size âyetlerini okuyan, sizi şirk ve kirlerden temizleyen, size kitabı ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik.” (Bakara 2/151. Âli İmran 3/164. Cumu’a 62/2)

Kendisi de farklı münasebetlerle şöyle derdi:“Allah beni zorlaştırıcı, sıkıntı verici, yanıltıcı ve şaşırtıcı olarak göndermedi. Lakin beni muallim (öğretici, eğitici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi”[10]

Rasûlullah (s.a.s.) bir seferinde mescide girdi ve orada iki halka gördü. Bir halka Kur’an okuyup Allah’a dua ediyorlardı. Diğer halkada olanlar ise öğreniyor ve öğretiyorlardı.“Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar da öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ancak ben bir muallim (öğretmen / eğitimci) olarak gönderildim” buyurarak onların yanına oturdu.[11]

İnsanın eğiticisi, rehberi, yetiştirici veya hocası kaliteli olursa, kendisi de kaliteli yetişir. “Bana hocanı şöyle sana kim olduğunu söyleyeyim” dense yanlış olmaz.

Âlemlere rahmet, insanlara muallim olarak gönderilen hz. Muhammed’in rehberliğine herkesin ihtiyacı vardır.

 

-Onuncu sebep:

Elçiye itaatin insanlara/mü’minlere emredilmesi

Ona itaatı nasıl anlamalı?

Ona sadece onu sağlığında gören, yanında duranlar mı itaat etmeliydi?

Daha sonradan gelen müslümanlar Peygamber’e itaati emreden âyetlerin hükmünden sorumlu değiller mi?

Sorumlu iseler bunu nasıl yerine getirebilirler?

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Peygamber (din adına) size ne verdi ise onu alın, size neyi yasaklamışsa ondan kaçının.” (Haşr 59/7)

Ondan almamız gereken şey nedir?

Onun bize yasakladığı şeyler nedir?

Bu ve buna benzer sorular Muhammed’in (s.a.s.) peygamber (rasûl-nebi) olarak misyonunu ve ona itaatin boyutlarını anlamamıza yardımcı olurlar.

Kur’an’da onsekiz âyette Allah’a ve Peygamber’e (sav) itaat birlikte geçiyor.

Bunlardan altı tanesi “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse...” (Nisâ 4/13, 69, 80. Nûr 24/52. Ahzâb 33/71. Fetih 48/17),

beş tanesi “Allah’a itaat edin ve Rasûl’e de itaat edin...” (Nisâ 4/59. Mâide 5/92. Nûr 24/54. Muhammed 47/33. Teğabûn 64/16),

üç tanesi ise “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin...” (Âli İmran 3/32, 132. Enfal 8/46)

üç tanesi “Allah’a ve O’nun elçisine (Rasûlü’ne)itaat edin...” (Enfal 8/1, 20. Mücadele 13)

bir tanesi de “Şayet Allah ve Peygamberine itaat ederseniz...” (Hucurût 49/14) şeklinde geliyor.

Bütün bu âyetlerde rasûl kelimesinin harfi terifli (belirlilik takısıyla), ya da nisbet zamiriyle; rasûlühu (onun elçisi) şeklinde gelmesi, itaat edilmesi gereken elçinin belirli bir kişi olduğunu, onun da son Elçi hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu gösterir. (Ahzâb 33/36)

Bir başka âyette ‘peygambere itaati’; “peygamber’e uymak” tarzında (A'râf 7/157. Mâide 5/ 55-56), ya da “onun davetine icabet”(Enfal 8/24), ya da peygamberi işitmek (Enfâl 8/20-21) formülü ile anlatılıyor

Allah’a hakkıyla kulluk yapma, hayat imtihanını başarmak, ahirette ebedi saadetini kazanma diye bir derdi olan, son Vahye, o vahyi insanlara öğreten ve uygulayan Son Elçiye kulak vermek zorundadırlar. Bu hedeflerin de Vahye kulak vermeden gerçekleşmesi mümkün değildir.

İslamı yaşamak için onun kitabını anlamak, Allah’ın insandan ne istediğinin bilinmesi gerekir. Vahyi anlamak için de Son Elçi’yi dinlemek esastır. Zira vahyin mahiyetini ve maksatlarını en iyi beyan eden (açıklayan) odur.

Kısaca din (vahiy) konusunda ona itaat etmektir. Peygamber’e (sav) din konusunda itaat etmek elbette iman etmenin gereğidir. (Ahzâb 33/36. Nisâ 4/65. Nisâ 4/59)

 

  • Peygamber’e itaat Allah’a itaattir:

Hz. Muhammed’i son elçi olarak kabul edip ona tabi olmak, ona Allah adına itaat etmek, onu gönderen otoriteyi tanımak ve ona itaat etmektir.

“Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur; yüz çevirenlere gelince; Biz seni onlara bekçilik yapman için göndermedik.” (Nisâ 4/80)

Dilleriyle inandık ve teslim olduk, Allah’a ve Peygamber’e itaat ediyoruz, ya da edeceğiz diye söyledikleri halde bunu pratikte göstermeyenler, hayatlarında kendi hevâlarına, ya da başka ilahların hükümlerine göre hareket edenler gerçekte inanmış, teslim olmuş olmazlar.

“(Bazı insanlar) 'Allah'a ve peygamber'e inandık ve itaat ettik' diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir grup yüzçeviriyor. Bunlar mü'min değildirler.

Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağrıldıklarında, bakarsın ki, içlerinden bir kısmı yüzçevirip dönerler.

Ama, eğer (Allah ve Rasûlü'nün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona, gönülden bağlı olarak saygı ile gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüt içinde midirler?

Yoksa, Allah ve Rasûlü'nün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır; asıl zâlimler kendileridir!” (Nûr 24/47-50)

 

  • Gerçek müslümanlar Peygamber’e itaat ederler:

Kur’an, Allah’a ve peygamber’e itaat eden kimseleri gerçek müslümanlar olarak tarif ediyor. Gerçek mü’minler dilleriyle iman edip itaat sözü verdikleri gibi, davranışlarıyla, kulluklarıyla, ilâhî hükümlere uymalarıyla da bunu ortaya koyarlar.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlüne dâvet edildiklerinde, 'işittik ve itaat ettik' demek, sadece mü'minlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır." (Nûr 24/51-52)

Allah'a itaat edin. Rasûl'e de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz, bilin ki Rasûlümüzün vazifesi tebliğdir (apaçık duyurmak ve bildirmektir).” (Mâide 5/92)

 

  • Allah’ı sevmenin göstergesi Rasûl’e (sav) itaattir:

“De ki: Ey Muhammed! Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz. Öyle yaparsanız Allah da sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Allah Ğafûrdur, Rahimdir.

De ki, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz, kuşkusuz Allah kafirleri sevmez.” (3 Âli İmran/ 31-32. Ayrıca bakınız: Âli İmran 3/132)    

 

  • Peygamber’e itaat edenler nebilerle arkadaş olurlar:

Kur’an, Allah’a ve son Elçisi’ne itaat edenlerin peygamberlere arkadaş olacağını müjdeliyor.

“Kim Allah'a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

 

-İlâhî rahmet Rasûl’e itaatle gelir:

Kim Allah’a ve O’nun elçisine istenildiği gibi itaat ederse, o Allah’ın rahmetini hak eder.

“Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin ki size merhamet edilsin. (Âl-i İmrân 3/132)

Böyleleri altlarından ırmaklar akan cennetleri ödül olarak kazanırlar.

“...Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.

Kim Allah'a ve Peygamberi'ne karşı isyan eder ve hudûdunu/sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/13-14)

Allah’ın Elçisi’ne vahiy (din) konusunda itaat etmenin iman edenlerin üzerine farz  olduğunu Allah’ın Rasûlü (sav) de söylüyor.

Ebu Rafiî (ra) Peygamber’in (sav) şöyle dediğini naklediyor: “Sizden birinizin, kendisine emrettiklerimden bir emrim, yasaklarımdan bir yasağım geldiği  zaman - koltuğuna yaslanarak-;  ‘ben başkasını bilmem, Allah (cc)’ın kitabında bulduklarımıza tabi oluruz’ dediğini görmek istemem” buyurdular.”[12] 

Rasûlüllah (sav)  şöyle buyurdu: “Dikkat edin, bana Kitap (Kur’an) ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın, koltuğuna yaslanarak size: ‘Bu Kur’an’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır. (Başka kaynağa ihtiyacınız yoktur)’ demesi yakındır. Dikkat edin, Allah elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebu Davud, Sünne/ no:4604. İbni Mace, Mukaddime/2 no: 12. Hakim, Tirmizî, A.b.Hanbel, nak. Hucciyyetüs Sünne, s: 89,119. Canan, I. Kütüb-ü Sitte, (ter), 2/333)

         Müslim Kitabında Cabir (r.a.)’den şöyle rivâyet ediyor:

         “Reslüllah (sav) konuştuğu zaman -sanki akşama veya sabaha düşmanın geleceğini ihtar eden bir kumandan gibi- gözleri kızarır, sesi yükselir, kızgınlığı artardı. Bir keresinde şehâdet parmağını uzatarak şöyle dedi: ‘Kıyametle aramda şu iki parmak arasındaki kadar mesafe kaldığı bir zamanda gönderildim. Kuşkusuz sözlerin en hayırlısı Allah (cc)’ın Kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed (sav)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dinde yapılan dayanaksız bid’atlerdir. Dine yapılan her (ilave) yenilik bid’attır ve her bid’at da sapıklıktır.” (Müslim, Cumua/13 no: 867. Bir benzeri: Ebu Davud, Sünne/ no: 4607.  Tirmizî, no 2678. Nak. K. Sitte, 2/330)

 

-Son söz

Peygamber’e olan ihtiyacı on maddede özetlemeye çalıştık. Elbette bunlara başka maddeler de eklenebilir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, insan kendi başına, kendi aklıyla sırat-ı müstakimi (doğru yolu) bulamaz. Âlemi bir yaratıcının yarattığı, bir Allah olduğu fikrine ulaşsa bile, O’nun hakkında vahiy ve  peygamber olmadan hiç bir şey bilemez. O’na karşı insanın görevlerinin ne olduğunu, O’na kulluğun nasıl yapılacağını, O’nun insana tekliflerini, insanın nerden gelip nereye gittiğini, ölümden sonrasını, mutlak iyi ve kötünün ne olduğunu, en mükemmel değer yargılarını ve daha bir sürü sorunun cevabını bulamaz.

Bütün bu ve benzeri konularda insanın bir rehbere, bir mürşide, bir muallime, bir modele ihtiyacı vardır. İnsanı tanıyan Yaratıcı (c.c.) insanlara merhametinin sonucu olarak onlara kendi içlerinden son olarak hz. Muhammed’i (s.a.s.) elçi (rasûl-nebi) olarak gönderdi.

İmam Malik’ ulaştığına göre hz. Peygamber (sav) şunu söylemiştir: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlü’nün sünneti.” [13]

Buna göre Kur’an ve onun Sünnetine (islâmî hayatına) tabi olan, onun tebliğ ettikleri  ve onun muallimliği ile terbiye olan, onu örnek/model alan, onu izleyen, vahyi hayatına hâkim kılan, Allah’ın dini İslâm’ı onun öğrettiği ve yaşadığı gibi anlayıp yaşayan kurtulur.

 

 

 

[1] Bakınız: Ahmed B. Hanbel, 1/164 (no: 369). Müslim, İman/1, 5, 7 (8). Buhârî, İman/37 (50), Tefsir/31 (4777). Tirmizî, İman/4 (2610). Ebû Dâvûd, Sünnet/16 (4695) Nesâi, İman/5-6 (4993, 4994). İbni Mâce, MSünnet/9 (63, 64)

[2] Bakınız: Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 11/671. Ebu Bekr El-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsir, Beyrut 1433-2012, Mektebetu’l-Asriyye, s: 1837, 1848. Heyet, Kur’an Yolu, 5/176, 5/189

[3] Cücük, İ. Âyet ve Hadislerle Peygamberimiz, kendi baskısı, trh. s: 3

[4] Ahmed b. Hanbel 2/281. 2/381. Hâkim, Müstedrek 2/612. Buhârî, Edebu’l-Müfred, s: 273. Muvatta, Husnü'l-Hulûk/8

[5] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn/139 no: 1739

[6] el-Isfehânî, R. el-Müfredat, s: 392

[7] es-Sa’di, A. B. Nasır. Teysiru’l-Kerimi’r-Rahman, Muessesetu’r-Risâleh, Beyrut 1421-2000, s: 667

[8] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir. 3/103. Zamahşerî, Omer B. Muhammed. El-Keşşaf, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1415-1995, 3/530

[9] Komisyon, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2008, 2/52

[10] Müslim, Talâk/29 no: 3690

[11] İbn Mâce, Mukaddime/17 no: 229

[12] Ebu Dâvûd, Sünne/5 No: 4605. Bir Benzeri: Ebu Dâvûd, Sünne/6 No: 4604. Tirmizî, İlim/60 No: 2666. İbnu Mâce, Mukaddime/2 No: 12

[13] Muvatta, Kader/3, 2/899. Tirmizî Peygamberin ümmete sapıtmamaları için bıraktığı iki şeyin Kur’an ve onun ev halkı (Ehl-i Beyt’i) olduğunu kaydediyor. (Bakınız: Tirmizî, Menâkıb 77, (3790)