Peygamber'i anma proğramında onun ehl-i kitapla ile ilişkileri hakkında yapılan  panelde sunulan tebliğ.

Hüseyin K. Ece

07 Mart 2010 - 21 Rebiül’evvel 1431

Sade 3 Mahoniehout 13-Zaandam

 

Kavram olarak ehl-i kitap

Ehl-i kitap (Ehlü'l-kitâb) tamlaması "ilâhî bir kitaba inananlar" anlamına gelir.

Buna göre müslümanlara da Ehl-i kitap denilebilir. Ancak Kur'an dışında­ki ilâhî kitaplarda yer almayan bu ter­kip, terim olarak müslümanlar dışında­ki kutsal kitap sahibi din mensupları için kullanılır.

Ehl-i kitap tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de, hepsi de Mekke döneminin sonları ile Medine döneminde inen âyetlerde ol­mak üzere otuz bir defa geçmektedir.

Daha önce nazil olan iki âyette ise (Nahl 16/43. Enbiyâ 21/71) aynı anlam­da "ehlü'z-zikr" tabiri kullanılmış ve bu­nunla, Tevrat ile İncil hakkında doğru ve yeterli bilgisi olan Ehl-i kitap âlimle­ri kastedilmiştir.

Ayrıca Kur'an'da yahudiler için "yehûd", hıristiyanlar için "nasârâ" kelimeleri çokça kullanılmak­tadır

Sadece hırıstiyanları ifade eden "ehlü'l-İncîl terkibi de yer almaktadır (Mâide 5/471)

Ayrıca Kur'an'da Ehl-i kitap; "ken­dilerine kitap verilenler" (Bakara 2/101, 144, 145; Âl-i îmrân 3/19, 20, 100, 186),

"kendilerine kitap verdiklerimiz" (Bakara 2/121, 146)

ve "kendilerine kitaptan bir pay verilenler" (Âl-i İmrân 3/23. Nisâ 4/44) şeklinde de ifade edilmektedir.

İslâm li­teratüründe ayrıca Ehl-i kitap yerine "kitabî" kelimesinin kullanıldığı görül­mektedir.

İslâm'ın yayılmasına paralel olarak Ehl-i kitabın sadece yahudi ve hıristiyanları ifade eden bir tabir olduğu kanaati de değişmiştir. Bunun temel sebeplerinden biri, Kur'ân-ı Kerîm'de Yahudilik ve Hı­ristiyanlığın dışında Sâbiîlik, Mecusîlik gibi ilâhî olmayan başka dinlerden de söz edilmesi ve bu dinlerin kendilerince bir kitaba sahip bulunması, diğeri de İs­lâm açısından siyasî, iktisadî ve sosyal şartların bunu gerekli kılmasıdır.

Kur'an'da Ehl-i kitap olarak sadece yahudi ve hıristiyanların muhatap alın­ması, bu iki din mensubunun birtakım eksiklik ve yanlışlıklarının yanında Al­lah, peygamber, âhiret ve kitap inançla­rının bulunması, yani ilâhî kaynağa da­yanmaları ve Kur'ân'ın o dönemde mu­hatabı olan insanlarca söz konusu din­lerin bilinmesi sebebiyledir.

Nitekim bu din mensupları Hicaz bölgesinde önemli bir etkinliğe sahip olarak müslümanlarla iç içe yaşıyorlardı.

Kur'ân-ı Kerîm muh­telif âyetlerinde İslâm dışı din mensup­ları arasında Ehl-i kitaba önemli bir yer vermekte, onların farklılık ve üstünlük­lerini belirtmekte, özellikle hıristiyanlarla diyaloğ kurulmasını önermekte, an­cak temel iman esaslarına dikkat edilmesi istenmekte, ayrica müslümanlarla olan ilişkilerindeki eksiklik ve yanlışlıkları da vurgulamaktadır.

Hz. Muhammed’in görevi gereği çevresinde herkesle ilişki kurduğu gibi, o zaman arabistan’da yaşayan yahudi ve hırıstiyanlarla ilişkisi olmuştur.

 

Bu ilişkileri bir kaç başlık altında incelemek mümkün:

 

a- Tebliğ ilişkileri

* Peygamber (sav) tebliğ görevini yaparken hiç bir zaman zor kullanmmış, sert ve kaba olmamıştır. O Islâm davetini ona yakışır biçimde gönüllere ulaştırmış, insanların yürklerine seslenmiştir. Bunu yaparken en güzel metodu kullanmıştır.

Kur’an ona şöyle diyor:

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ {125}

“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl 16/125)

Tıpkı Musa ve Harun (as) gibi yuymuşak söz söylemesini istiyordu.

فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَّيِّناً لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى {44} قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى {45}

“Ona (Firavun’a) yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar. (Musa ve Harun) Dediler ki: Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.” (Tâhâ 20/44-45)

Kur'an Ehl-i kitabı Allah'a kulluğa. O'na ortak koşmamaya çağırmaktadır.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئاً وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ {64} 

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” (Âl-i İmrân 3/64)

* Allah Kur'an'ı Ehl-i kitap hakkında "şâ­hit ve gözetici" olarak indirmiştir:

“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik...” (Mâi­de 5/48),

* peygamberlerin arasının kesil­diği bir dönemde, "Bize müjdeci ve uya­rıcı gelmedi"

 يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَى فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ أَن تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ فَقَدْ جَاءكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {19} 

“Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): «Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi» demiyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.” (Mâide 5/19) denilmemesi için son peygamberi göndermiş, bunu da,

"Ey kitap ehli! Kitaptan gizle­yip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da vazgeçen pey­gamberimiz gelmiştir; doğrusu size Al­lah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gel­miştir" (Mâide 5/15) şeklinde açıkla­mıştır.

Buradan, İslâm'ın amacının Ehl-i kitabın yanıldığı, gizlediği, ihtilâfa düş­tüğü veya inkâr ettiği konularda doğru­ları bildirmek ve bunlara inanmaya da­vet etmek olduğu anlaşılmaktadır.

Ni­tekim Kur'an'da, "Şüphesiz bu Kur'an İsrâiloğullan'na ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır" (Neml 27/76) deniliyor. Kur'an'ın bu açıklamaları daha ziyade dinin ana konuları olan ulûhiyyet, nübüvvet, âhiret ve ilâhî kitaplar hak­kındadır.

Yahudilerin Peygamberin Medine’ye gelişinden memnun oldukları söylenemez. Mesela Safiye bintu Huyey, amcasının babasına “O mu diye sorduğunu, babasının da evet, amcasının emin misin” demesi üzerine babasının “eminim” dediği, ona karşı hislerini sorunca, “eski halinde kalacağını, ona karşı da içinin düşmanlıkla dolu olduğunu söyledi.” (Asr-ı Saadette İslâm, 2/189)

Selman-ı Farisî’nin anlattığına göre Peygamberin Medine’ye gelişini haber veren çocuğa onun durumunu sorunca efendisi ona hiddetlenip yüzünü tokatlamış. (nak. Aynı yer)

Peygamber ise onlara iyi davranmış, kendileriyle anlaşmak istediğini göstermiştir.

Kur’an bazı konulaın kitap ehline sorulmasını (Enbiya 21/7), Tevrat’ın bir rahmet ve rehber olduğunu (Ahkaf 46/21), eğriyi doğrudan ayıran bir kitap olduğunu söylüyor. (Enbiya 21/48)

Ayrılığa düştükleri konularda hesaba çekileceklerini söyleyerek, bir bakıma Peygamberi onlara karşı uyarıyordu. (Yûnus 10/93. Secde 32/25)

Peygamber (sav) şüphesiz ki onları da aralarındaki ortak kelimeye davet etmiştir. (Âli İmran/64)

Sayıları az da olsa bazıları müslüman oldu. Bunlardan Abdullah b. Selâm, Sa’lebe b. Sa’ye, Esîd b.Sa’ye, Esed b. Ubeyd gibi.

* Medine anlaşması ile Medine’de iç barış sağlandıktan sonra Peygamber (sav) ehl-i kitaba ve müşriklere tebliğ görevine ağırlık verdi. Yahudilerin Beytu’l-Midras adlı toplantı yerlerine sık sık gitmiş ve onları İslâma davet etmiştir.

Bir kaç örnek:

Orada bir seferinde en âlim kimseyi karşısına çıkarmalarını ister. Abdullah b. Sûriya çıkar. Peygamber Allah’ın İsrailoğullarına verdiği nimetleri sıradıktan sonra “benim Peygamber olduğumu bilmiyor musun?” diye sorar. O da ben kavmim seni ve sıfatlarını biliyoruz, Tevrat böyle söylüyor. Ama kavmime muhalafeti hoş görmem. Umarım kavmim iman eder, ben de onlarla birlikte iman ederim. (İbni Sa’d, Tabakât 1/164)

Ahmed b. Hanbel’in anlattığına göre Peygamber (sav) bir gün onlar Tevrat okurken oraya gitti. Bir yere gelince sustular. Peygamber orada bir kenarda hasta olan birine niçin sustuklarını sordu. O da son peygamberin sıfatlarını okumak istemiyorlar dedi. Sonra da yerinden kalktı, Tevratın o bölümünü okuyarak müslüman oldu (Ahmed b. Hanbel, 1/416)

Bir seferinde Peygamber’e; “sen hangi din uzeresin” demişler, Peygamber “İbrahim dini” deyince onun yahudi olduğunu iddia etmişler. Peygamber onları Tevratın hakemliğine davet etmis, onlar buna yanaşmamışlar. (İbni Hişam, Siyer 2/201)

Kur’an bu konuda onları yalanlıyor. “İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.” (Âli İmran/67)

Sahabeden de bazıları yahudileri İslâma davet ettiler. “Siz bizi gelecek olan bir peygamberle korkutuyordunuz ve onun özelliklerini bildiğiniz halde niçin şimdi inanmıyorsunuz?” dedikleri zaman “biz böyle bir şey demedik. Hem Allah (cc) Musa’dan sonra peygamber göndermedi” dediler. (İbni Hişam, Siyer 2/212)

Allah (cc) Hz. Muhammed’i beşir ve nezir olarak gönderdigini bildiren âyetle onlari yalandı. (Mâide/19)

Önceleri gayet normal olan ve çekişmeye girmeyen ilişkiler İslâma davetler artınca tepkiye sebep oldu. Peygamber bir seferinde yine Beytu’l-Midras’a gitti ve onlari üç defa İslâma davet etti. Tamam sen tebliğ ettin dediler. (Buhârî, İkrah/2, İ’tisam/18, Cizye/6. Müslim, Cihad/61. Ahmed b. Hanbel 2/451. Ebu Dâvud, Harac/22)

Peygamberin ve sahabelerin İslâma davet etmeleri onları kızdırmış, önceleri bunlara ses çıkarmamışlar, ama daha sonradan alaylı cevaplar vermisler, giderek İslâmın aleyhine faaliyetlere başlamışlardı.

Peygamberi ve mü’minleri saptırmak için Kıyâmetin ne zaman kopacağını, cennetin kapılarını, Allah’ı kimin yarattığını, pazularının ve dirseklerinin nasıl olduğunu, başka ilahlar olup olmadığını, ruhun mahiyetini sormuşlar. Onun da bir insan oldugunu birbirlerine hatırlatıp, suç işleyen bazılarını ona gönderip istedikleri gibi cevap verirse ona uymayı tevsiye ederlermiş. (İbni Hişam, Siyer 2/216)

“Onların, bizim istediğimize göre fetva verirse alırız, vermezse almayız” sözlerine (Mâide/41-42) karşılık Peygambere adaletle hüküm vermesi emrediliyor.

Yine onlar “Muhammed’e ve arkadaslarına ineni değiştiriniz umulur ki onlar da bizim gibi kitaplarını tahrif ederler ve dinlerinden dönerler.” (İbni Hişam, Siyer 2/202) diye Kur’an’ı alaya aldılar. (Mâide/57)

Kur’an onlara, “niçin bile bile hakkı batıla karıştırıyorsunuz?” diyor. Zira onlar Muhammed e ineni değiştirin diyorlardı. (Âli İmran 3/71)

Hz. Peygamber’e inenin kendi kitapları gibi olmadığınğ, onun bunları cinlerden ve insanlardan öğrendiğini iddia ettiler. (İbni Hişam, Siyer 2/219-220) Kur’an onlara İsrâ 17/88 ile cevap verdi.

“De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.”

Hz. İbrahim’in yahudi iddialarına karşılık, “hayır o hanif bir müslümandı” diyor. (Âli Imran/67)

Hidâyetin ancak kendilerinde olduğunu, eğer Muhammed kendilerine uyarsa hidâyete ereceğini de iddia ettiler. (İbni Hişam, Siyer 2/198)

Hz. Peygamberin devesi kaybolduğunda, “Muhammed gökten haber aldığını söylüyor ama devesinin nerede olduğunu bilmiyor” demislerdi. (İbni Hişam, Siyer 2/174)

Evs ve Hazrec kabilelerine eski günlerini hatırlatıp, İslâm öncesi düşmanlıklarına tekrar başlamalarını, böylece Hz. Muhammed’i yardımsız bırakacaklarını ummuşlardı. (İbni Hişam, Siyer 2/212)

Kur’an onların bu tür davranış ve sözleri karşısında sessiz kalmamış gereken cevapları vermistir.

(Mesela; Kıyâmetle ilgili sorularına (A’raf/187) ile,

Allah’ı kim yarattı sorularına (İhlas Sûresi, Zümer 3/67, Tevbe 9/31) ile,

Allah’tan başka ilahlar var mı sorularına (En’am 6/19) ile,

ruhun mahiyeti nedir sorusuna (İsrâ 17/85) ile cevap verdi.

Üzeyr Allah’ın ogludur iftirasına (Tevbe 9/30) ile,

Gökten kitap indirmesini istemelerine (Nisâ 4/153) ile,

Allah’ın kendileriyle konuşmasını istemelerine (Bekara 2/118 ile,

Sahabeleri sadakadan men isteklerine (Nisâ 4/37 ile karşılık verildi.

Kur’an, tarih boyunca israiloğulları âhirete karşılık dünyayı satın aldıkları (Bakara 2/86),

dinlerinde yasak oldugu halde faiz yedikleri (Nisâ 4/161),

Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattıklarını (Bekara 2/90),

Kitaplarını tahrif ettiklerini (Bekara 2/101, 211. Nisâ 4/46) açıkladı.

Yahudiler Kur’an’ın bu tavrı karşısında daha da hiddetlendiler, Peygamberi ve sahabeleri gördükleri zaman “as-samu aleykum” diye selâm vermeye başladılar. Peygamber de onlara “aleykum” diye karşılık veriyordu. (Buhârî, İsti’zan/22. Müslim Selâm/6,8,11. Tirmizî, İsti’zan/21, Tefsi/59, Siyer/41. Darimî, İsti’zan/7. İbni Mâce, Edep/13)

Peygamber, onların bu selâmlarına hiddetlenip onlara lanet okumaya başlayan ashaba ise “Allah rıfk sahibidir, rıfkı sever” sözleriyle mani olmuştur.

Kendisine yapılan büyüden çok ıstırap çekmesine rağmen ashabın büyü yapanı öldürme tekliflerini reddetmiş, Lebid b. A’sam’ı affetmiştir.

Bütün bu gelişmeler üzerine Rasûlullahin onlara güveni azalmış, hatta Tevrat’tan sorduğu sorulara dürüst cevap vermemeleri uzerine Zey b. Sabit’e İbranice öğrenmesini emretmişti.

Kıblenin değismesinden sonra gelip tekrar bizim kıblemize dönersen sana uyacağız demişler. (İbni Hişam, Siyer 2/198-199. Murûcu’z-Zeheb, 2/295) 

Kur’an onlara (Bekara 2/142) ile cevap vermiştir.

 

b-Dinî ilişkiler

İnsanlara temel hak ve hürriyetlerin yanı sıra din hürriyeti de tanıyan İslâm'da. "Dinde zorlama yoktur" (Bekara 2/256)

"Kur'an rabbinizden gelen bir haktır; dileyen inansın, dile­yen inkâr etsin" (Kehf 18/29) 

Bununla birlikte İslâm, insanların hidâyet bulması için hepsini İslâma davet ediyor.

Kur’an hırıstiyanlara Hz. İsa’nın mesajını şöyle iletiyor:

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ {6}

“Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saff 61/6)

* İslâm dini, karşılıklı menfaat ve hoş­görüye dayalı müslüman - Ehl-i kitap ilişkisine izin verirken yahudi ve hırıstiyanların müslümanlara karşı dost görü­nebileceklerine dikkat çekmekte

 ‏ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {51}

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Mâ­ide 5/51)

Bu hususta gizli emellerinin olabileceğini haber vererek onların körü körüne dost edinilmemesini öğütlemek­tedir.

 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ {57}

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.” (Mâide 5/57)

Nitekim Hz. Pey­gamber Medine'de Ehl-i kitap'la anlaş­ma yaparak bir güvenlik ortamı sağla­mışsa da onlarla ilişkilerinde daima ih­tiyatlı davranmıştır.

* Müslümanlan Ehl-i kitap karşısında sık sık uyaran Kur'an onlara tâbi olunmamasını ister.

وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {109}

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara, 2/109, Ayrıca bkz: Bekara 2/120. Âl-i îmrân 3/100. Nisâ 4/44-45. Hadîd 57/16)

*Bu ara­da gayri müslimleri, müslümanlara kar­şı tutumları bakımından kendi araların­da bir sıralamaya tâbi tutarak hıristiyanların müslümanlara müşrik ve yahu­dilerden daha yakın olduğunu ifade eder

 لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ وَلَتَجِدَنَّ أَقْرَبَهُمْ مَّوَدَّةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ قَالُوَاْ إِنَّا نَصَارَى ذَلِكَ بِأَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ وَرُهْبَاناً وَأَنَّهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ {82}

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da «Biz hıristiyanlarız» diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Mâide 5/82)

Kur’an onların hepsinin aynı olmadığıni soyler.

لَيْسُواْ سَوَاء مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَآئِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللّهِ آنَاء اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ {113}

“Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.” (Âl-i İmran 3/113)

Ama onların pek çoğu İslâmdan razı değildir.

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ {120}

Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bekara 2/120)

 

c- İnsanî İlişkiler:

* Peygamber’in (sav) izlediği davet ve mücadele metodunda belli bir ırka ve gruba mensup olma değil, insan olma esas alınmıştır. Onun tebliğinde ve insanlarla ilişkiklerinde insanın sahip olduğu şeref ve haklar gözönünde bulundurulmuş, insana değer verilmiştir.

Buna ehl-i kitap da dahildir.

“Ey insanla! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Arab’ın arap olmayana takva ölçüsü dışında hiç bir üstünlüğü yoktur.” (Tirmizî, Tefsir/50)

“İnsanlar tıpkı tarağın dişleri gibi birbirlerine eşittirler.” (Ahmed b. Hanbel, 5/411)

 

* İslâmiyet, kendilerine kitap verilenle­rin kadınları ile evlenmeye ve kestikleri­nin yenilmesine ruhsat vermekle müslümanların onlarla en ileri derecede iyi ilişkiler kurmasına ortam hazırlamıştır

 

* Kur'an'da müslümanlara Ehl-i kitap'la olan ilişkileri için şu talimat verilir:

"Kitap ehlinden zul­medenler dışında kalanlarla en güzel şe­kilde mücadele edin ve şöyle deyin: Bi­ze indirilene de size indirilene de inan­dık. Bizim tanrımız da sizin tanrınız da birdir. Biz ona teslim olmuşuzdur" (Ankebût 29/46)

وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ {6}‏

“Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.” (Tevbe 9/6)

 

* Kaynaklar peygamberlikten once Mekke’de yaşayan bir hırıstiyan bir demirciden bahsederler. Peygamberimiz onunla sohbet edermiş. Bunu bilen bazı müşrikler, Peygamberin Kur’an’ı onadan öğrendigini iddia ettiler. Kur’an bunu yalanlıyor:

“Biz onların ona bir insan öğretiyor dediklerini biliyoruz. Hakk’tan saparak kendisine yöneldikleri adamın dili acemi (yani yabancı dil)dir. Bu ise apaçık bir Arapça bir dildir.” (Nahl 16/29) 

Peygamber henuz 9 yaşında iken amcasi Ebu Tâlib’le Şam ile Kudüs arasındaki Busra’da oturan rahip Bahira ile karşılaştı.

 

* Bilindiği gibi müslümanlar Mekke’de işkence görmeye baçlayınca Peygamber (sav) onların Habeşistan’a göç etmelerine izin vermişti. Peygamber orada adaletli bir kralın olduğunu ve Allah bir çıkış yolu gösterinceye kadar orada kalabileceklerini söyledi.

Bunun uzerine bi’setin 5. yılında Cafer b. EbuTâlib başkanlığında 15 kişi yanlarında Peygamberin bir mektubu ile, altıncı yılda ise bir kısmı kadın sekseni aşkın sahabe Habeşistan’a hicret ettiler.

 

* Habeşli 20 kişilik bir grup Mekke’ye gelip Peygamberimizi ve davetini araştırarak müslüman oldular. Bazı müfessirlere göre bir kaç âyet onların durumuna temas etmektedir. (Mesela; Kasas 28/51-54)

 

* 616 yılında Rumlar Sasanilere yenildiler ve pek çok toprak kaybettiler. Bundan dolayı müşrikler müslümanlari hafife aldılar, hatta alay ettiler. O zaman Rûm Sûresi’nin başındaki beş âyet indi. Bu âyetlerde Rûmların kısa zaman sonra tekrar Sasanîleri yenecekleri haber veriliyor. 

Hicretten sonra yahudi toplulukları ile muhatap olundu. Peygamberimiz (sav) bütün insanlara gnderilmiş bir elçi olduğu için herkese tebliğ yapıyor, herkesi hak dine davet ediyordu. Onlara olan davette de aynı metodları kullanmıştı. Hatta yahudilerle daha fazla ilgilendiği söylenebilir.

Mesela; hakkında âyet gelmeyen konularda onlara uymuş,

onların kıblesine yönelmiş,

âşurâ orucunun tutulmasını istemiş,

onların kaplarını kullanmaya izin vermiş,

kestiklerini yemeye,

iffetli kadınlarıyla evlenmeye izin vermişti.

müşriklere yasakladığı mescide girmelerine izin vermiş,

müslüman olmaları halinde iki peygambere iman etme sevabı alacaklarını açıklamıştır.

Bir gün Peygamber’in önünden geçen cenaze için ayağa kalktığını gören sahabeler onu uyararak; “Ey Allahın rasulü, o bir yahudi cenazesidir, niçin kalktınız?”  demeleri üzerine; “O da bir insan değil mi?” karşılığını vermiştir.  (Buhârî, Cenâiz/50, Ebu Dâvud, Cenâiz/47)

Veda Hutbesinde bütün canların, malların ve namusların dokunulmaz olduğunu ilân etmiş (Müslim, İmaret/36. İbni Mace, Menâsik/84),

müslümanların himayesinde bulunan bir kimseyi öldürenin cennete giremeyeceğini söylemiştir. (Buharî, Cizye/5. Ebu Dâvud, Cihad/153, 165)

 

c-Komşuluk ilişkileri

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً {36}

“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36)

“...Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa komşularına iyilik yapsın.” (Buhârî, Edeb/31)

“Rasûlullah (sav) üzerimizdeki hakları itibârıyla komşuları üçe ayırmıştır:

  1. Bir hakkı olan komşular; gayr-i müslimler: Bunların sadece komşuluk hakkı vardır.
  2. İki hakkı olan komşular; müslümanlar: Bunların hem komşuluk, hem de din kardeşliği hakkı vardır.
  3. Üç hakkı olan komşular; akrabâ olan müslümanlar: Bunların da hem komşuluk, hem din kardeşliği, hem de akrabâlık hakkı vardır.”

Ebû Hüreyre’nin (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav):

“–Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz!” buyurdu. Sahâbîler:

“–Kim îmân etmiş olmaz, yâ Rasûlallâh?” diye sordular. Efendimiz:

“–Yapacağı fenâlıklardan komşusu emniyet içinde olmayan kimse!” buyurdu. (Buhârî, Edeb/29. Müslim, Îmân/73. Tirmizî, Kıyâmet/60)

Peygamber (sav) komşu haklarını şöyle açıklar:

“Bir kişi, ehline ve malına gelecek kötülükten korktuğu için kapısını komşusuna kapalı tutmak zorunda kalıyorsa, o komşu, gerçek mü’min değildir. Aynı şekilde şer­rinden emîn olunmayan komşu da gerçek mü’min değildir.

Komşu hakkının ne olduğunu biliyor musun? Senden yardım dilediğinde yardım etmen, borç istediğinde vermen, muhtaç olduğunda ihtiyacını görmen, hastalandığında ziyâret etmen, bir hayra kavuştuğunda tebrik etmen, musîbete uğ­radığında tâziyede bulunman, öldüğünde cenâzesine katılman, izni olma­dıkça binânı onun binâsından daha yüksek yapıp rüzgârına mânî olmaman, çorbandan az da olsa ona da göndermek sûretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemendir. Bir meyve satın aldığında ona da hediye et, eğer bunu yapamazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice getir. Onu çocu­ğun da dışarı götürüp, komşunun çocuğunu özendirmesin.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman, 7/83. Kurtubî, 5/120-123)

Allah Rasûlü (sav) şöyle buyuruyor:

Birbirinize hediye veriniz. Çünkü hediye, gönüllerdeki dargınlığı yok eder. Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin! Alıp verdikleri şey, azıcık bir koyun paçası bile olsa!..” (Tirmizî, Velâ/6 no: 2130)

Mücahid’den rivâyet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

“- Abdullah İbn-i Amr’ın yanında idim, kölesi de bir koyun yüzüyordu” Abdullah İbn-i Amr dedi ki:

“- ey genç! Bitirdiğin zaman, Yahudi komşunla başka (hediye ver)”
Oradaki topluluktan bir adam:

“- Yahudi’ye mi? (vereceksin) Allah seni ıslah etsin” dedi Abdullah İbn-i Amr şöyle cevap verdi:

“- Peygamber (sav)’in komşuya iyiliği tavsiye ettiğini işittim, hatta korktuk –yahut zannettik- ki, komşuyu mirasçı kılacak” (Edebül Müfred, 128)

Sahabeden Abdullah bin Amr bir koyun kestirmişti. Ailesine:

-Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi komşumuza verdin mi? diye telaşla sordu ve sonra, “Ben Hz. Peygamber'den şöyle işittim” diyerek Cebrâil'in Resûlullah'a komşuya iyilik hususunda sürekli tavsiyede bulunduğuna dair hadisi nakletti. (Ebû Dâvûd, Edeb/122, 123. Tirmizî, Birr/28)

Peygamber (sav) bir yahudiden aldığı tahıla karşılık zırhını rehin olarak vermesi komşuluk ilişkileri açısından son derece dikkat çekicidir. (Buharî, Rehin/2)

 

d- Diplomatik ilişkiler:

* Peygamber (sav) Hicret’in 6. yılında çeşitli hükümdarlara, krallara davet mektupları göndermişti. Bu bağlamda hırıstiyan olan Bizans imparatoru Heraklios’a da mektup gönderdi. Bu adam elçiye karşı iyi davranmıştı.

Bir mektup da Mısır kralı Mukavkis’a gönderildi. O da Hatip b. Beltaa’ya iyi davranmış ve Peygamber’e bir çok hediyeler göndermişti.

Peygamber Habeşistan’a daha Mekke’de iken mektup göndermisti. Habesistanla olan bu sıcak ilişkiler sebebiyle müslümanlar orada uzun müddet kaldılar. Ancak Hayber’in fethine doğru sıkıntılı günler yaşadılar. Muhtemel ki eski kralın yerine gelen yeni kral onlara iyi davranmıyordu. Bunun uzerine Peygamberimiz ona bir mektup daha yazdı. Burada daha sert ifadeler kullandı.

 

* Peygamberimiz Necran hırıstiyanlarına da mektup yazıp onları İslâma davet etti. Onlar 9. hicrî sene Medineýe geldiler ve bazı konularda Peygamberle tartıştılar. Âli İmran’ın ilk 90 âyetinin bunun uzerine nazil oldugu söyleniyor. Sonunda Necranlılar hırıstiyan olarak kalıp Peygamber’e cizye vermeyi kabul ettiler.

* Ben-i Taglip hırıstiyanları da 9. hicrî yılda Medine’ye gelip Peygamber’e tabi olacaklarini bildirdiler.

* Peygamber (sav) hicretten sonra Yahudileri Medine’deki diğer kabilerle birlikte anlaşma yapmaya ikna etti. Hicretten yaklaşık bir yıl sonra Medine Vesikası denilen anlaşma imzalandı.

Hz. Peygamber'in hazır­ladığı ilk anayasa barış esası üzerine ku­rulmuş ve burada müslümanlarla birlik­te yahudilerin canları, malları ve dinleri güvence altına alınmıştır (bkz. Hamîdullah, M. el-Vesâ'iku's-siyâsiyye, s. 61)

-Bu anlaşmaya göre Medine içinde yaşayan herkes oranın savunmasını birlikte üslenecekler.

-Medine’de yaşayan herkes kan bağının ötesinde ümmet bağı ile birbirine bağlı olacak.

-Savaş durumunda tarafların hepsi eşit statüde olacak.

-Yahudilerden müslümanlara tabi olanlara özel muamele olacak, müslümanların himayesini kazanacaklar.

-İhtilaf edilen konularda Allah’a ve Rasûlüne başvurulacak.

-Harp masraflarını yahudilerin kendileri karşılayacak.

-Yahudiler bir cemaat olmakla birlikte müslümanlarla bir ümmet oldukları, dinlerinde serbest oldukları, suçun şahsiliği vurgulandı

-Yahudilere sığınanlar onlar gibi muamele görecek.

-Müttefikler birbirlerine karşı suç işlemeycekler, böyle bir durumda zulmedilene yardım edilecek.

-Medine kutsal bir belde olarak tescil edildi.

-Bu anlaşmaya taraf olmayanlar himaye görmeyecekler. Özellikle Mekke müşrikleri.

-Kureyş’ten bir saldırı olursa birlikte karşı konulacak.

 

e- Siyasi İlişkiler

Hırıstiyanlarla;

* Mute; Hiristiyan Gassanîlerin Sasanîler ile olan savaşta müslümanlar hıristiyanları desteklediler.

Bu savaştan hemen sonra Peygamber onların başkanına bir mektup gönderip onu İslâma davet etti. Ancak kral çok kızdı ve Medine üzerine bir ordu gönderme tehdidinde bulundu. Gassanîlerden bir başka grup Peygamberin elçisini öldürdüler. Bunun üzerine Peygamber 3000 kişilik bir orduyu onların üzerine gönderdi.

Hicretin 8. senesine Mute’de iki ordu karşılaştı. Müslümanlar Halid b. Velid’in taktiği ile fazla kayıp vermeden Medine’ye döndüler.

* Tebuk: Hicretin 9. senesinde Gassanîlerin Medine’ye karşı savaş hazırlığı yaptığını duyan Peygamber bir yaz günü 30 bin kişilik bir kuvvetle Tebuk’a kadar gitti. Ama savaş olmadan geri döndü.

 

*Dumetu’l Cendel: Tebuk’e yakın Mekke-Şam ticaret yolu üzerindeki bu yere Halid b. Velid gönderildi. Başkanları Ukaydır aman dileyince cizye karşılığı serbest bırakıldı.

- Kur’an’in emri doğrultusunda onlar en güzel bir metodla İslâma davet edilmiş, mücadelede güzel bir metod uygulanmıştır.

- Müslümanlara zarar vermeyenlerle veya hakimiyetlerini tanıyanlarla savaşılmamış, dokunulmamış, can ve güvenlikleri, dinlerini serbestce yaşamaları sağlanmıştır.

 

Yahudilerle;

Peygamber’in (sav) Medine’de yahudilere özel bir ilgi gösterdiği görülüyor. Zira onlar hem Medine’nin yerlisi, hem kalabalık idiler, hem de ehl-i kitaptılar. Üstelik ellerindeki kaynaklarda Peygamberimiz hakkında bilgiye sahiptiler.

Ama ne yazık ki bütün bunlara, Peygamberle anlaşma yapmalarına rağmen aradan çok zaman geçmeden anlaşmaşlarını bozdular, Peygamberin aleyhine olacak şiekilde düşmanla işbirliği yaptılar.

Peygamber (sav) bu durumda onlarla savaşmak, hatta onları cezalandırmak zorunda kalmıştı.

Mesela Abdullah b. Selâm’ın kabilesi Beni Kaynuka Bedir donusu ahidlerini bozdular. Her ne kadar Peygamber onlari toplayip tekrar İslâma davet etiyse de dediler ki; “Sen savaş bilmeyen bir toplulukla savaştın, bizimle savaş bakalım bunu anlarsın.” (İbni İshak, Siyer s: 294. İbni Hişam Siyer 2/201, 3/50)

Bundan dokuz ay sonra aralarındaki anlaşma sona erdi. Hicretin 20. ayında Beni Kaynuka kuşatıldı. 15 gün sonra Peygamberin verecegi hükme razı olarak teslim oldular.  Mallarını arkada bırakma şartıyla Medine’yi terketmelerine izin verildi.  

 

Benu Nadir:

Beni Kaynuka’nın sürülmesi, Ka’b b. Eşref’in öldürülmesi onları rahatsız etti. Mekkeli müşriklerle gilzice ilişki kurdular. Hatta Ebu Sufyan 200 kişi ile gelip onlardan Peygamberle ilgili bilgi aldı, sonra da Uhud savaşını başlattı.  (İbni İshak, Siyer: 291-292. İbni Hişam, Siyer 3/47)

Peygamberin Uhud’ta müşrikleri yenememesi onları cesaretlendirdi ve anlaşmayi bozma eğilimine girdiler.

Bi’ri Maune faciasından kurtulan Amr b. Umeyye ed-Damrí yolda Benu Amir kabilesinden iki kişiyi düşman zannedip öldürmüş. Peygamber bir kaç sahabe ile birlikte Benu Nadir’e giderek diyete iştirak etmelerini istedi. Anlaşma böyle idi. Onlar da bunu kabul ettiler. Ama asıl maksatları onu öldürmek üzere tuzak kurmaktı.

Bunu anlayan Peygamber Medine’ye döndü. Bir müddet sonra Peygamber Muhammed b. Meslemeyi onlara gönderdi ve on gün içinde yurtlarını terketmelerini ihtar etti. Önce gitmek üzere hazırlanmaya başladılar sonra vazgeçtiler.

Peygamber Hicretin 4. yılında onları muhasara etti.

Kanlarının dökülmemesi, silahları hariç develerinin taşıyabileceği kadar yükle yurtlarından çıkmak üzere anlaşma yapıldı. Bir kısmı oyalansa da bir kac gün içinde Medine’yi terkettiler.  

 

Benu Kureyza

Peygamberle uzun süre barış içinde yaşayan bu kabile Evslilerin muttefiki idi.  Bir ara anlaşmalarını bozmaya kalksalar da Beni Nadir kuşatması sırasında anlaşma yenilenmişti.

Benu Nadir Peygamberden intikam almak için müşriklerle ittifak yaptılar ve Hendek savaşına sebep oldular. Benu Kureyza da onlara içeriden destek oldular.   

Peygamber, ilahi bir işaretle Hendek savaşının en zor günleri müslümanları arkadan vurmak isteyen Ben-i Kurayza’yı 5. Hicri yılda kuşattı. 25. Gün sonra teslim oldular. Evsliler onlarin affedilmelerini istediler. Peygamber içlerinden birinin vereceği hükme razı olup olmayacaklarını sordu. Kabul ettiler. Sa’d b. Muaz’i önerdi. Hendek’ta yaralanan Sa’d’ı getirdiler O da her iki tarafa vereceği hükümden razı olup olmaycaklarını sordu. Peygamber ve Benu Kurayza evet deyince şöyle hükmetti: Savaşa katılan erkeklerin idamına, kadınların esir edilmesine, mallarının ganimet olarak alınmasına karar verdi. (İbni Hişam, Siyer 3/249-251. Taberî, Tarih 2/586). Buhârî Cihad/168, Isti’zan/26, Menâkib/21. Müslim Cihad/64. Tirmizî, Siyer/29)

Sa’d b. Muaz’ın Tevrat’taki hükümlere göre hükmettiği yorumları yapıldı.

 

Hayber:

Peygamber (sav) Hicretin 1. yılında bir mektup yazmış ve onları İslâma davet etmişti. (İbni Hişam, Siyer 2/193. Hamidullah, M. Vesâik s: 15) Onlar bu mektubu cevapsız bıraktılar.

Ben-i Nadir reisi Huyey b. Ahtab onlara sığınıp Peygamber aleyhine faaliyet başlattı. İleri gelenler daha önce Kureysi ve Gatafan’ı kışkırtmışlardı.

Peygamber Hayber fitnesine karşı Hudeybiye anlaşmasından sonra 5. hicri yılda harekete gecti.

Peygamber (sav) gerekli tedbirleri alarak Gatafalılardan gelecek yardımı engelledi.

Sonra onların beklemedigi bir sabah erken saatlerde yurtlarına vardı ve kalelerini kuşattı. 15 gün suren kuşatmadan sonra Hayber kaleleri teker teker ele geçirildi. Kuşatmalar devam ederken Peygamber onları İslâma davet etmeye devam etti ama onlar sürekli reddettiler.

Sonunda kalelerin hepsi fethedilince yahudiler teslim oldular. Kanları akıtılmamak, kadın ve çocuklarına dokunulmamak, yerlerinden çıkarılmamak şartıyla teslim oldular.

Peygamber bir şey saklamazlarsa şartlarını kabul edeceğini söyledi. Ziraatten anladıklarını ileri sürerek hurmalıkları yarıcılık esasına göre işletmeyi istediler. Peygamber de bunu kabul etti.

Abdullah b. Revaha ürün taksimi için görevlendirildi. O da bu işi adaletle yapınca yahudiler “Gök ve yer bu adaletle ayakta duruyor” demişler.

Yahudiler bir ara gelip bazı müslümanların mallarını izinsiz almalarından şikayet edince, Peygamber onları mescitde topladı ve anlaşmalı kimselerin mallarının haram olduğunu söyledi.

 

Fedek

Hayberin fethinden sonra Peygamber onlara Muhayyisa b. Mes’ud’u göndererek onları İslâma davet etti. Onlar Hayberin başına gelenlerden korktular ve Hayberlilerin teklifinin aynısını yaptılar.

Buların dışında arabistanın çeşitli yerlerinde yaşayan yahudi kabileri ile ciddi bir savaş olmadı. Kimisi Hayber’de olduğu gibi anlaşma yaptılar, kimisi cizye verip İslâm hakimiyetine girdiler.

 

Özetle:

  • Ehl-i kitap iananç bakımından müslümanlara yakındır.
  • Onları davetimiz ‘Aramızdaki ortak kelimeye gelmek’ olmalı.
  • Zulmetmedikleri sürece onlarla birlikte yaşamak mümkündür.
  • Onlarla birlikte yaşamak komşuluk demektir. Komşuluk hakkına riayet gerekir.
  • Onlarla ilişkide; Yaşama hakkına saygı,

İnanç özgürlüğü hakkına saygı temelinde olmalı.

  • Onlarla mücadelede ahlâkilik ve adalet ilkesine bağlılık,

Ahde vefa ilkesine sadakat esas alınmalı.

  • Müslümanların aleyhine olacak şekilde onlarla ittifak, işbirliği, proğram ve çalışma yapılması caiz olmaz.
  • Onların Allah adıyla kestikleri yenir, hanımlarıyla evlenmek caizdir.
  • Selâmlarına karşılık ‘ve aleyküm’ denilir.
  • Müslümanlar herkese karşı İslâmı güzel temsil etmeliler.

 

(Bu panel notları büyük oranda Asr-ı Saadette İslâm, Beyan Yay. 2/149-228 ve Ramazan el-Buti’ye ait Fıkhu’s-Siyre’den faydalanarak hazırlandı.)