Kur'an'da vesile ve tevessül hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

Selâm Pazar Dersleri

Dordmund 4 Nisan 2011

 

 

  • Tevessül-Vesile

 

  • Vesile ne demektir?

‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir.

Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir.

Dilimizde bilindiği gibi "vesile ", kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep, yaklaşma sebebi demektir ki "mâ bihittakarrub" (kendisiyle yaklaşılan şey) mânâsına, sadece "kurbet" (yaklaşma) da denilir.

Din dilinde “vesile”; Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir.

Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.

 

  • Aynı kökten gelen tevessül;

Yaklaşmak, hedeflenen ve arzulanan gayeye ulaşmak için bir şeyi

vasıta kılmak demektir. Tevessül, vesile arama işidir.

Bir başka deyişle tevessül;  vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir.

Ancak zaman içersinde bu kavram farklı bir anlam kazandı. Melekler, arş, kürsî vb. benzeri şeyler, paygamberlerin ve veli sıfatı verilen kimselerin Allah katındaki mertebeleri hürmetine dua etmeyi ve ölmüş salih insanlardan yardım istemeyi ifade eder hale gelmiştir. Ancak bu anlam alimler arasında tartışılmış, böylece vesile meşru ve bidat gibi çeşitli katagorilerde izah edilmiştir. (Aşağıda gelecek)

 

  • Kur’an’da Vesile

‘Vesile’, Kur’an’da iki âyette geçmektedir. Birincisi:

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {35}

 “Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35)

 İkincisi:

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً {57}

“Aslında, onların bu yalvarıp yakardıkları [ve böylece azizleştirdikleri, tanrılaştırdıkları şahsiyetlerin] kendileri -içlerinden O'na en yakın olanları [bile]-   Rablerinin yakınlığını kazanmaya çalışırlar(dı); hem de, O'-nun rahmetini umup Yani, (peygamberlerin de, meleklerin de en büyükleri) azabından korkarak: çünkü onun azabı gerçekten sakınılması gereken bir şeydir!”  (İsrâ 17/157)

Tefsirciler bu âyetteki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır. (Muh. İbni Kesir, 1/511)

Yalnız buradaki yakınlık mekan yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızasına bir yakınlıktır. Kimileri de buradaki ‘vesile’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlardır.

Nitekim ‘vesile’ kelimesinin geçtiği diğer âyette şöyle buyuruluyor:

“Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur.” (17/İsra, 57)

Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar.

Öyleyse mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkanları arayıp bulmalılar.

Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.

 

  • Peygamberin makamı olarak ‘vesile’

‘Vesile’, aynı zamanda Cennet’te bir makamın adıdır.

Ebu Hureyre (ra) diyor ki, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Bana salavat getirdiğiniz zaman, Vesile’yi de isteyiniz.” Denildi ki, ‘Vesile nedir ya Rasûlellah?’ Buyurdu ki; “O Cennette yüce bir makamdır ki o yalnızca bir kula verilecektir. O kulun ben olmasını ümit ederim.” (Ah. b.Hanbel, Tirmizî, nak. İbni Kesir, 1 /514)

Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor:

“Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salat okuyunuz. Kim bana bir salat okursa, Allah ona on salat verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesile’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesile isterse ona şefaat edilir.” (Müslim, Salat/7 no 384. Ebu Dâvud, Salat/ no: 523. Buharî, Tirmizî, Nesâî, Muvatta, A. b. Hanbel, nak. Muh. İbni Kesir, 1/514)

Ezan’dan sonra okunulan salavat, Peygamberimize ‘vesile’ isteme duasıdır. Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“Kim müezzini isittiği zaman; ‘Allahümme hazihi’d da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti muhammeden el-vesilete ve’l fazîlete ve’d deracati’r râfiatehu ve’b as’hum mekâmen mahmûden ellezi ve’addeh.’ (Ey Allahım, ey bu tam davetin sahibi, ikame edilen namazın sahibi, Muhammed’e -vesile- ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyamet gününde ona şefaat edilir.” (İbni Mace, Ezan/4, Hadis no: 722. Buharî, Tirmizî, Nesâî, nak. Muh. İbni Kesir, 1 /513)

 

  • Kavram olarak vesile-tevessül

Vesile, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızasına götürecek bütün salih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir.

Bunların adının değil ölçüsünün ve ilkelerinin Hz. Peygamber tarafından konulması önemlidir.

Bu yola baş vurmak da ‘tevessül’dür. Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile’ sever deyip, bir köşeye çekilmez. O, Rabbinden ittika eder.

Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, iradesini kullanarak Allah’ı razı edecek diğer salih amellere devam eder.

Kimileri ‘vesile’yi Allah’a yaklaştıracak yol gösterici bir mürşid diye anlarlar. Halbuki âyetin ifadesi gayet açıktır ve onların dediği gibi anlamanın imkanı yoktur.

İlim ehli kimseler insana yol gösterebilirler, güzel ahlâk örneği olabilirler; ama kul ile Allah arasında kimse aracı olamaz.

Buradaki ‘vesile, ibadet cinsinden bir şeyle Allah’a yakınlık arama arzusudur.

Kur’an şöyle buyuruyor:

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏

“Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine olan ibadetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)

Tevessül, ibadette bir aracı, bir torpilci bulmak değil, ibadet cinsinden  bir salih ameli ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.

 

  • Tevessülün Çeşitleri

Tevessül konusunda şöyle bir soru ile karşı karşıyayız:

Peygamberimizin, sahabelerinin veya diğer sâlih mü’minlerin adıyla tevessül yapılabilir mi?

‘Falancanın yüzü suyu hurmetine, falancanın hatırı için, falancanın yüce makamı için’ şeklinde dua edilebilir mi?

Tevessül deyince bir çoklarına göre bu anlam anlaşılmaktadır. Yani dua ve ibadette birinin adıyla hareket etmek şeklinde. Kimileri de tevessül’ü, kişiyi doğru yola götürecek bir mürşid bulma diye anlamaktadır.

Bu konuyu kısa da olsa açıklamakta fayda var:

Hatırlayalım ki, yukarıda geçtiği gibi, tevessül yapmak, yani Allah’a yaklaşmak için sebep aramak Kur’an’ın emridir. Bu sebepler de ibadet cinsinden bir şey olmalı, takva ve cihad ile çoğaltılmalıdır. Din’e sonradan sokulmuş ve bid’at halini almış şeylerle tevessül yapılamaz. Çünkü Peygamberimiz (sav), din adına sonradan uydurulmuş bütün adetlere bid’at diyor ve hepsini de reddediyor. (Müslim, Cuma/13 no: 867)

 

Alimler tevessülü üçe ayırmışlardır:

  • Meşru olan tevessül

Bunu alimler üç çeşide ayırırlar:

Birincisi; Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak.

Rabbimiz A’raf sûresinin 140. âyetinde, kendi isimleriyle dua etmemizi söylüyor. Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi dualar meşrudur.

İslâmın temeli Rasûlüllah’a iman ve O’na itaat etmektir. O’na itaat etmek Allah’a itaat etmektir. (2/Nisa, 80) Peygambere itaat ederek Allah’a tevessül etmek farzdır ve iman bu itaatle tamamlanır.

 

İkincisi; Dua edenin işlediği salih bir amelle tevessülde bulunması.

Bu da Kur’an’da mü’minlerin dualarından örnekler verilerek teşvik edildiği için meşru sayılmıştır.

Âli İmran Sûresi 16. ve 53, 191,193. âyetlerinde buna işaret vardır.

 الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {16} الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

“(Bu nimetler) «Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!» diyen; Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).” (Âli İmran 3/16)

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ {53}

“(Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.” (Âli İmran 3/53)

“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.” (Âli İmran 3/191)

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, «Rabbinize inanın!» diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber'i, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!” (Âli İmran 3/193)

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. «Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır» dediler.” (Bekara 2/285)

Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri salih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular. (Müslim, Zikir ve Dua/27 no: 2743. Buharî, Nesâî, nak. N. El-Bâni, Tevessül-Çeşitleri Hükümleri, s 53. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 6/346)

 

Üçüncüsü; Sâlih insanların duasıyla tevessülde bulunmak.

Peygamberin ümmetine, ümmetin de birbirlerine dua etmelerini tavsiye eden âyetler dikkate alınarak meşruiyeti kabul edilmiştir.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّاباً رَّحِيماً {64} (Nisa/64)

قَالُواْ يَا أَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ {97} قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّيَ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {98}

“(Oğulları)  dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.

(Ya'kub:)  Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi. (Yûsuf 12/97-98)

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ {19}‏

“Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

Resûlüllah’ın duası ve şefaatıyla ‘tevessül’de bulunmak da caizdir.

Müslümanlar O’nun sağlığında duasıyla, kıyâmet gününde de O’nun şefaatıyla tevessül ederler.

Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duası yapmasını iştemişlerdi. O da onlar için dua etmişti. (Buharî, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 6/346)

Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabeler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri için dua etmesini istemişlerdir. Burada kasdedilen Peygamberimizin duası ve şefaatıdır. (nak. İbni Teymiyye, Tevessül, s: 252)

Peygamberimiz kör bir adama dua öğreterek bu dua ile tevessül yapmasını söylemiştir. (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 6/346)

 

-Bid’at olan tevessül

Peygamberimizin kendi zatıyla, Kâbenin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimizin zatına yemin ederek tevessül yapmak bir çok alime göre caiz değildir.

Sahabeler ne yağmur duasında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivayetler ise zayıftır.

Ancak bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen alimler de vardır. Kesin bir haram söz konusu olmadığı için, bu şekilde tevessül yapanlara kâfir, müşrik, sapık gibi ağır ithamları yöneltmekten kaçınmak gerekir.

 

  • Şirk olan tevessül

Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek, bu anlamdaki sıkıntıların onlar tarafından giderilmesini beklemek Tevhid inancına aykırıdır.

Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir.

Ölmüş kişilerin kendisi için Allah’a dua etmelerini istemek te aynıdır.

Ölmüşlerden medet umanların bu anlayışlarını anlamak mümkün değildir. Böyle bir tavır Allah’a ortak koşmaktır ve İslâmla bağdaşmaz.

İbadette ve duada zaten aracı olmaz. İslâm inancı buna izin vermemektedir. İbadetlerinde herhangi bir şeyi, ölmüşleri veya putlarını aracı kılanlar, onlarla Allah’a yaklaşmak isteyenler müşriklerdir. Onlar, Allah’ın dışındaki bir takım varlıklardan, ya da tanrı edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, onlara dua ederler. Bir kulun Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bütün bunlar şirk olan ‘tevessül’ yollarıdır.

Kur’an şöyle diyor:

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ {3}

İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz," diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allah, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez.” (Zümer 39/3)

 

قُلِ ادْعُواْ الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِ فَلاَ يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنكُمْ وَلاَ تَحْوِيلاً {56}

“De ki: Allah’ı bırakıp da O’nun yerine kendinize ilâh edindiklerinizi çağırın yardımınıza. Onlar sizin herhangi bir sıkıntınızı gideremeyecekleri gibi, size gelecek herhangi bir belayı da savamazlar.” (İsrâ 17/56)

Dua ve ibadette bir başka varlığı aracı koyma sapıklık olduğu gibi buna ihtiyaç da yoktur. Tekrar edelim ki Allah (cc) kullarına, kendilerinden daha yakındır. Dua veya ibadet edenin duasını işitir, ibadetini bilir ve karşılığını verir. İhlasla ibadet edenlerden haberi vardır ve onların yaptıkları salih amellerin mükâfatını fazlasıyla onlara geri öder. (Bekara 2/186)

 

  • Allah’a yaklaşmaya ‘vesile’ olan ameller (Ne ile tevessül?)

1-İman ve takva

Mü’mini vesileye ulaştıracak yol iman ve takvadır.

Asıl vesile de, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur. Bu kasıt ve niyet ile güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır, salih amellere devam eder, Allah’ın rızasına uygun işlerle meşgul olur.

 

2-Cihad

Allah’a tevessül etmeyi sağlayan şeylerden biri de cihad’tır. Âyet, önce takvayı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesile aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu bir anlamda iman edenlerin takva sahibi olup, salih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini, kulluk görevi olarak sıralamaktır.

İman takva ile, takva vesileyi aramak ile, vesileyi aramak da cihad ile tamam olmaktadır. Öyleyse, Allah’a vesile aramayı, Allah yolunda cihad’tan ayrı düşünmek, âyeti eksik anlama olur. Bu cihad, ister İslâmın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun; farketmez.

 

3-Esmâullahi’l-hüsnâ (Allah’ın güzel isimleri)

Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla...

Rabbimiz kendi isimleriyle dua etmemizi söylüyor.

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {180}

“En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.”  (A’raf 7/180)

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيّاً مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {110}

“De ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.» Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.” (İsrâ 17/110)

Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi dualar meşrudur.

Peygamberimizin bazı dualarında bunu görüyoruz.

Mü’min hangi hacetini Rabbine arzediyorsa, o hacetle alakalı Esma’yı anarak, onunla dua eder, onunla vesile yapar.

Mesela bağışlanma dileyen birinin şöyle demesi gibi:

„Allahım beni affet, bana merhamet et! Muhakkak ki Sen Ğafûr ve Rahimsin“

Peygamber şöyle buyurdu:

„(Elezzû bi-yâ zel’l-celâli ve’l-ikram) Ya Ze’l-Celâli ve’l-İkram’a sarılıp ayrılmayın.“ (Müsned, 4/177. Tirmizî, Deavât/92 no: 3525)

Esmâu’l Hüsna, müslümanın Allah karşısındaki esas duruşlarından biri olan duanın anahtarıdır.

Kul, Allah’a nasıl hitap edeceğini, O’ndan nasıl isteyeceğini, nasıl yalvarıp yakaracağını bilemez. İnsanın ortasına atıldığı hayat okyanusu her zaman uslu olmayabilir. İnsan bu okyanusun ortasında sığınılacak liman arar, imdat dilemek zorunda kalır. Derdini anlatacak kelime bulamayabilir.

Esma bu gibi anlarda imdada yetişir. Yeryüzü başına dar geldiği, her çaldığı kapının yüzüne kapandığı, içi içine sığmadığı zamanlarda ‘Yâ Fettâh’ der,

Ağır bir hastalığın pençesinde bitap düşer, tükenir, takati kesilir. Kendini sınayan Rabbiyle başbaşa kalır ve ‘Yâ Şâfi’ diye inler,

Kederden iki büklüm olur, dertler kapısını çalmak için sıraya girer, elemleri taşıyamaz olur, tıpkı Taif dönüşü Rasûlellah gibi ‘Ya Rab, Ya Rahman’ diye inler.

Günah işler, pişman olur, bu pişmanlık bütün hücrelerine siner, pişmanlığını Allah’a açacak kelime arara ve işat o an imdadına ‘Yâ Ğaffâr, Ya Tevvâb, Ya Settar’ yetişir.

Aç açık kalır. Bir lokma ekmeğe muhtaç olur. Borçtan kurtulamaz. Halini kimseye açamaz. Kimse hacetini gideremez. O zaman ellerini açar ve ‘Yâ Rezzâk’ diye inler.

Çok sevinir, sevincini belli etmek ister. Fakat bu sevincinin Allah’tan bağımsız olmadığını bilir. Şımarmaz ve sevindireni unutmadığını ifade etmek ister ve ‘Yâ Şekûr’ diye nida eder. (İslâmoğlu, M. Allah, s:78)

Baskı altında kalır, zule uğrar, zalimin kahrını ensesinde hisseder. Zalime gücü yetmez. O zaman da ‘Ya Kahhâr, Ya Cebbâr’ diye dua eder.

Bir kimse strese, bunalıma, manevi marazlara uğradığı zaman, kendisi veya başkası üçer defa Ayete’l –Kürsi’yi ve Haşr son üç ayeti, Felak ve Nas Süreleri okur ve şöyle dua ederse, inşaallah şifa bulur.

“Allahümme Rabbü’n-nâs, izheb’l-be’se, veşfihi ve ente’şŞâfi’. Lâ şifâun illa şifâeke. Lâ yüğadiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, Elemi gider, ve ona şifa ver. Sen şifa verensin, senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhârî (Fethu’l-Bârî), 10/206, 10/210. Müslim, 4/1721. Ebu Dâvud, 4/11)

Bir kimse ‘Allahümme innî es’elüke’ dediği zaman, sanki Esmau’l-Hüsnâ, yüce sıfatlar ile dua etmiş, sanki Allah’a bütün isimleriyle yalvarmış gibi olur.

Bir müslüman Kur’an okur veya dua eder, sonra da İsm-i A’zam hürmetine, Esmâu’l-Hüsnâ hürmetine diyebilir. Bunlarla ibadetinin ve duasının kabul edileceği umulur. 

 

4-Sâlih amel

Kur’an şöyle buyuruyor:

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏

“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)

Bu âyet de ‘vesile’ konusunda önemli ip uçları veriyor. Allah’a manevi olarak kavuşmanın yolu, salih amel işlemek ve ibadette hiç kimseyi ortak koşmamaktır.

Bu demektir ki ilâhlara tapınmak sapıklık olduğu gibi, ibadette aracı bulmak da sapıklıktır.

Tevessül, ibadette bir aracı, bir torpil bulmak değil, ibadet cinsinden bir sâlih ameli ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.

 

5-Nafile ibadetler

Mü’min, farzlar vacipler dışında, nafile ibadetlerle bu vesile yollarını arar.

Peygamber (sav) Rabbinden rivayetle buyuruyor ki:

“Her kim (ihlâs ile Bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp îlân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı akleden kalbi ve konuşan dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlakâ veririm. Bana sığınırsa, onu korurum. Ben, yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun rûhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim: (Zîrâ) o, ölümü sevmez; Ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (Buhârî, Rikâk/38; Ahmed, 6/256; Heysemî, 2/248)

“Kıyâmet gününde kulun hesâba çekileceği ilk amel, namazdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün değilse, kaybeder ve zararlı çıkar. Şâyet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbi: «Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesâba çekilir.” (Tirmizî, Salât/188-413)

 

6-Dua

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ {60}

“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Ebu Hureyre (ra) Peygamberimiz (sav)’in şöyle dediğini rivâyet ediyor:

“Allah (cc) buyuruyor ki: ‘Ben kulumun Beni zannı ile beraberim. Bana dua ettiği (zaman da) onun yanındayım.” (Müslim, Zikir/19 no: 2675)

İbadette, zikirde, duada başkalarını aracı yapmak doğru değildir. Ölmüşleri, aziz zannedilenleri, yaşayan kimseleri ‘falancanın yüzü suyu hürmetine’ diyerek işin içine katmak vesile değildir. Duaların ve zikirlerin kabulü için uzaklarda yaşayanları veya mezarlarda un ufak olmuş ölmüşleri araya koymak tevhide aykırıdır. (Kimileri dualarını ve zikirlerini önce hocalarına (şeyhlerine) sunuyorlar, onların da bu dua ve zikirlerini Allah’a arzetmesini istiyorlar. Bu yolla dua ve zikirlerinin kabul göreceğini hayal ediyorlar.

Halbuki Allah (cc) kuluna, onun şahdamarından daha yakındır,

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ {16}

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

dua edenin duasını işitir ve karşılığını verir.

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ {186} 

“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bekara 2/186)

Rabbimiz (cc) kulun ibadetinde başkalarını ortak etmesini kesinlikle yasaklıyor. (bkz. Kehf 18/110)

„(Allahümme innî es’elüke bi-enne leke’l-Hamdü Lâ ilâhe illa ente’l-Mennânü bedi’u’s-Semâvâti ve’l-ardi Yâ ze’l-Celâli ve’l-İkram.) Ey Allahım! Muhakkak ki ben hamdi Sana has kılarak Senden istiyorum. Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Sen Mennânsın. Gökleri ve yeri yaratansın. Yâ Ze’l-Celâli ve’l-İkram.“ (Ebu Davud, Salat 1495. Tirmizî, Deavât 100, 3544. İbni Mace, Dua 3858. Müsned, 3/120, 157, 245, 265)

„Muhakkak ki ben Senden başka Tek, Samed, doğurmamış ve doğurulmamış, eşi ve dengi olmayan Allah olduğuna şehâdet ederek istiyorum.“ (Ebu Davud, Salat 1493. Tirmizî, Deavât 63, 3473. İbni Mace, Dua, 3857. Müsned, 5/349-360)

Enes’ten gelen bir rivâyete göre ise Peygamber (sav) şu dua ile rukye yapardı: “Allahümme Rabbü’n-nâs Müzhibü’l-be’si, eşfi Ente’ş-Şâfi’, lâ Şâfi’ illa ente şifâeke lâyüğâdiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, elemleri gideren şifa ver. Şen Şâfi’sin, senin şifandan başka şifa verici yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhari, Fethu’l-Bâri, 10/206)

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Bir kula bir elem veya bir sıkıntı isabet ettiği zaman şu duayı okuduğu zaman Allah onun gamını ve kederini mutlaka giderir. Kederin yerini ferahla değiştirir:

“Allahümme, innî abduke ibni abdike ibni ümmetike nasiyeti bi yedike, madı feyye hukmike adl feyye kazâuke, es’elüke bi-külli ismin hüve leke semmeyte bihi nefseke, ev enzeltehu fî kitabike ev allemtehu ehaden min hâlkıke, ev iste’sirte bihi fî ılmi’l-ğaybi ındeke: Enne tec’al el-Kur’ane azîme rebîa kalbi, ve nure sadrî, ve cilâe hüznî, ve zihabe hemmî ve ğammî illa zhebellahü mehhemehu ve ğammehu ve ebdelehu mekânehu feraha-Ey Allahım!’ Ben kulunun oğlu, kulunun oğlu, bir kadının oğluyum, benim başım senin elindedir. Geçmişim de geleceğim de senin hükmündedir. Ben, kendi nefsini adlandırdığın, Kitabında indirdiğin, kullarından birine öğrettiğin veya ğayp ilminde sakladığın bütün isimlerle birlikte Senden istiyorum. Kur’an-ı Azîmi kalbime bahar, göğsüme nur et, hüznümün cilası, üzüntüm ve kederimin gidericisi yap.” Dediler ki YâRasûlallah! Bunu insanlara öğretelim mi? Buyurdu ki: ‘Evet, işiten herkesin bunu başkasına öğretmesi üzerine görevdir.” (Müsned, 1/391)

 

7-Secde

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ {19}

“Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.” (Alak 96/19)

Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman secdede olduğu andır. Bu sebeple secdelerde çok dua edin.” (Ebû Davud, Salat/152. Müslim, Salat/43)

 

8-İlim öğrenmek ve ilimle âmil olmak

Mü’mini Allah’a yaklaştıracak vesile; ilim, ibadet ve şeriatın güzelliklerini arama ve yaşamadır. Bu, kişiyi manevi olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk zilleti, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun önünde boyun bükme, O’nun Rububiyyetinin (Rabliğinin) karşısında ubudiyet (kulluk) yapmadır.

Kaldı ki, Allah’ı bilme ve O’na ibadet etme, Allah’a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.

 

9-Muhsin olmak

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ {56}

“Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.” (A’raf 7/56)

 وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ {69}‏

 “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebût 29/69)

Muhsinler (iyilik edenler/iyi davrananlar/güzellik üretenler) yaptıkları salih amellerle Allah’a yakın olurlar.