Allah'ın en Güzel İsimlari (Esmâu'l-Hüsnâ), bunlarla ahlâklanmak ve ma'rifeullah hakkında bir konuşma

Hüseyin K. Ece

23.06.2007

İDEE Vakfı Rotterdam

 

-Ma'rifetullah

-Esmâu’l-Hüsnâ ile ilişkilerimiz;

1- Esmâ’nın kapsamı,

2-Esmâu’l Hüsnâ

3-İsimlerin taksimi

4-İsimler ve Sıfatlar

a- Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak,

         b- Esmâu’l-Hüsnâ’nın tecellisi,

         c- Esmâ’l-Hüsnâ Allah’a yaklaşma vesilesidir,

         d- Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak,

 

-Ma’rifetullah ne demektir

Allah’ı sıfatlarıyla ve fiillerinin tecelleriyle (sonuçlarıyla) tanımak insanın ilk görevidir. Buna ma’rifetullah denir. Bu bir anlamda Allah’ı ve O’na ait sıfatları hakkıyla anlamak demektir.

‘Ma’rifetin ve irfan’nın kendisinden tğredği ‘arafe’ fiili; herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, o şeyin eserine (izine) bakarak ve akıl yorarak o şeyi hakkıyla tanımak demektir.

‘Ma’rifet’in sözlük anlamı da yaklaşık aynı anlamdadır.  

Kavram olarak ma’rifet, ayetleriyle, sıfat ve isimleriyle Allah’ı hakkıyla tanımaya, anlamaya, takdir etmeye denir.

Arapça’da “şu adam Allah’ı biliyor” denmez. Çünkü Allah (cc) ‘ma’lum’ yani bilinen bir şey değildir. O, insan bilgisine konu olmaz. İnsan ne kadar uğraşırsa  uğraşsın, Allah’ın zatının ne olduğunu bilemez.

Ama O’nu sıfatlarıyla, fiilleriyle ve bunların kâinattaki tecelleriyle tanıyabilir. Zira O’nun kudretinin izleri her yerdedir. Kişi Kur’an’daki ve evrendeki ayetlere bakar ve Allah’ı tanımaya, idrak etmeye çalışır.

İşte bu ‘ma’rifettir’.

Ma’rifet, sadece Allah’ı gereği gibi tanımak değil, o aynı zamanda O’na gereği gibi bağlanmayı da ifade eder. 

Ma‘rifet sahibi olanlara da ‘ârif’ denir.

İman kalbin bilgisidir. Âlim mü’min de, cahil mü’min de kalbin bilgisiyle bilirler. Fakat âlim mü’min aklın bilgisiyle kalbin bilgisini güçlendirdiği için, Allah’ın bilmede câhile göre ilim ve ma‘rifeti oranında ileridedir.

Bu bilgiyi sâlih amelle pekiştiren kişi, Allah hakkındaki bilgisini eyleme geçiren kişidir. Bu tıpkı bir şeyi yalnız okuyarak bilmekle, onu görüp koklayıp, tadıp, dokunarak bilmek arasındaki fark gibidir. (İslamoğlu, M. Allah 72)

Muhabbet, ma’rifetin meyvesidir; onun için ma’­rifetten sonra gelir. Ma’rifet (Allah'ı hakkıyla tanıma) olmazsa hakkıyla muhabbet de olmaz. Ma’rifet zayıf olursa muhabbet de za­yıf olur. Bunun için Hasan-ı Basrî: "Rabb'ını bilen O'nu sever." demiş. (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Allah mad.)

 

-Esmâu’l-Hüsnâ ma’rifetin imkanlarından biridir

Allah diyen aklına neyin gelmesi gerektiğini belirleyen, Allah ismine sıfat olan, bir vasfa bir niteliğe delâlet eden isimlere Esmâu’l-Hüsnâ denir.

Bu vasıf müslümanın zihninde tanıdık, bildik bir vasıftır.

Mesela er-Rahîm merhameti çok olan demektir. Bu ismin başındaki el takısı (marife), bu merhametin sahibininmher açıdan eşşis, kusursuz ve aşkın olduğunu gösterir. Onun Rahim oluşu merhamet türünün zirvesidir.

Biz insan olarak merhameti biliriz ve buradan yola çıkarak Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatlarını anlamaya çalışırız. Ancak bizim merhametimiz sınırlı ve yine O’nun tarafından bize verilmiştir. Verilen bir merhametten yola çıkarak O’nun aşkın ve mutlak merhametini anlamaya çalışırız.

Diğer bütün isim ve sıfatlar buna benzer.

 

-Esmâu’l-Hüsnâ ile ilişkilerimiz

1- Esmâ’nın kapsamı

Allah hakkında ma’rifet sahibi olmak için söze Allah’tan başlamak yerine, yaratılmışlardan, yani âyetlerden başlamak gerekir. Zira sınırlı olan akıl, sınırsız olan varlığı algılayamaz.  

Esmâ, çift taraflı anlamıyla hem Allah’ın hiç bir tasavvurun kuşatamadığı, hiç bir idrakin erişemediği, hiç bir aklın kavrayamadığı aşkın ve yüce Zâtına, hem de O’nun ancak isimleri ve sıfatları aracılığıyla tasavvur edilebilir, bilinebilir oluşuna delâlet eder.

el-Esma’daki “el” (belirlilik) takısı, hem nitelik mükemmeliğini hem de nicelik mükemmelliğini ifade eder. En güzel nitelikler, hem de bütün türleriyle ve noksansız olarak O’na aittir.

Esmâu’l-Hüsnâ, O’nun aşkın Zâtını tanımak için birer vesiledir. Bütün bir kâinat, O’nun esmasını gösteren bir şehâdet parmağı hükmündedir.  

‘Hüsnâ’, sıfat olarak, güzel, ism-i tafdil olarak en güzel manasına gelir.

Burada çoğul ismi nitelediği için ism-i tafdil olarak gelmiştir. İsmi tafdil kelimenin taşıdığı anlamların ‘en’lerini ifade eder. El takısı ise bütün güzellikleri anlatır. (İslâmoğlu, M. Allah, s: 59-61)

el-Hüsnâ’yı Türkçede karşılayacak bir kelime yoktur. Güzel demek yeterli değildir. Güzel, göze hitap eden varlıklarla veya varlıkların göze hitap eden halleriyle alakalıdır. Oysaki Esmâ’daki güzellik, mutlak iyiyi, mutlak hayrı, hakkı, doğruyu barındıran kalıcı bir güzelliktir. 

el-Hüsnâ, güzelliğin sebebinin bu isimler değil, bu isimlerin müsemması olduğunu ima eder. Yani O, bu isimlerle zatını nitelediği için güzel olmamış, güzelliğin mutlak ve aşkın kaynağı olduğu için bu isimlerle kandini nitelemiş.

Esmâ, bütün mükemmelikleri kapsar. Kur’an’da her geldiği yerde tahsis lam’ı ile gelir. Bu da bunların Allah dışında herhangi bir şeye tahsis edilemeyeceğini gösterir.

,

2-Kur’an’da Esmâu’l-Hüsnâ

Tirmizî’nin Ebu Hureyra’dan rivâyet ettiği bir hadiste Allah’ın doksandokuz ismi zikrediliyor. (Tirmizî, Da’avât/83)

Kur’an’da geçen Esmâ ile bu hadiste geçen isimler arasında küçük farklılıklar vardır.

S. Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet kitabında Esmâu’l-Hüsnâ’yı yüzüç tane olarak açıklıyor.

Kur’an’da “Esmâu’l-Hüsnâ” dört defa Allah’a nisbet edilmiştir.

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى {7} اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى {8}

 “Allah (O) Allah’tır ki kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur. En güzel isimler onundur.” (Tâhâ 20/8)

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيّاً مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {110} وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيراً {111}‏

“ De ki, İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırırn. Hangisiyle çağırırsanız en güzel isimler O’nundur.

Ve deki: Hamdlerin tamamı kendisi için çocuk edinmeyen, mutlak otoritesine ortak olacak hiç bir varlık bulunmayan, güçsüzlük ve düşkünlükten dolayı bir yar ve yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah’a aittir.“ Nihayet, sınırsız büyüklüğünü anarak O’nu (hep) yücelt.“ (İsrâ 17/110-111)

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

{180}  

 “Oysa en güzel isimler Allah'ındır. Bundan dolayı Allah'a onlarla dua edin. Onun isimlerinde sapıklık eden mülhidleri (inkârcıları) terkedin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.“ (A’raf 7/180)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ

 الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {24}‏

 “O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, gâlib olan, her şeyi hikmeti uyarınca yapandır.“ (Haşr 59/24)

Allah (cc), Yüce Yaratıcının özel ismidir. Esmâu’llahi’l-Hüsnâ ise, Allah isminin isimleri ve sıfatlarıdır. Her biri Allah ismine nisbet edildiği halde, Allah ismi hiç birine nisbet edilmez.

Allah’ın fiilleriyle ortaya koyduğu eserleri O’nun isimlerine delâlet ettiği gibi, her bir isim de O’nun kemal sıfatlarına delâlet ederler. Sıfatlar da O ulu Zât’a işaret ederler.

Bunlara sıfat değil isim denilmesi; bu kelimelerin vasıflıkta ileri derecede olduklarını ve âdeta birer isim haline geldiklerini hatıra getirir. (Ulutürk, V. Kur’an’da Allah Kendini..., 102)

İsim, bir şeyin kendisiyle bilindiği addır. Bir şeyin ismi o şeyin alametidir. Allah’ın sıfatlarını kullarına bildirecek bu gibi isimlerin olması tabiidir.

Bu bakımdan Allah’ın çok isminin olması şaşılacak bir şey değildir. Ayrıca öteden beri araplar, çokluğu anlatmak üzere yetmişüç, yetmişyedi, doksanyedi gibi ifadeler kullanırlardı. (Ulutürk, V. Kur’an’da Allah Kendini.. 103)

Allah’ın güzel isimleri şüphesiz O’nu hatırlatacak kelimelerdir. Bunlar bir yönüyle hem onu hakkıyla niteliyorlar, hem de O’na ta’zimi dile getiriyorlar.

Allah (cc) kendini insana, onun tanıyabileceği, idrak edebileceği, zihninde tasavvur edebileceği, isim ve sıfatlarla tanıtıyor.

Esmâu’l-Hüsnâ ‘nâss’a (temel dinî kaynağa) dayanır. Yani Kur’an’a ve Sünnet’e.

Selef (ilk dönem âlimleri) bu yüzden Esmâ’nın tevkifî, olduğu fikrini kabul ederler.

Bu iki kaynakta yer almayan isimlerin O’na nisbet edilmesi tartışmalıdır. Zira isim, işaret ettiği varlık açısından önem taşır. Bazı kelimlere ilâhlık makamına yakışmayacak manalar yükleyip, bunlara Allah’a nisbet etmek, ya da O’nu anlatan kelimeleri başka varlıklara vermek Tevhid açısından yanlıştır.

Esmâ noktasında eğri yola sapmak da bu olsa gerektir.

Allah (cc) Kur’an’da kendi kullarını bu isimlerle tanıtıyor. Daha doğrusu Esmâ, âlemlerin Rabbi Allah’ı insan idrakine yaklaştırıyor.

Ma’rifet, Allah’ı hakkıyla tanıyabilmek, Esmâ ise kulu buna götüren bir imkandır. Zira akıllar ve gözler onu ihata edemez, onun künhünü/mahiyetini  bilemez. Akıllar O’nu ancak izleriyle, eserleriyle, alâmetleriyle; yani âyetleri ile tanıyabilirler.

Âyetler akıl sahibini eser sahibine, yani asıl faile götürür.

Âyetler ise Esma’nın varlık âlemindeki tezahürleridir.

 

3-İsimlerin taksimi

el-Esmâu’l-Hüsnâ sevgi, korku, lütuf ve kahır açısından incelendiği zaman görülecektir ki çoğu sevgi ve lütufa işaret etmektedir. Bir kısmı ise bunun zıddı gazaba, serliğe işaret eder. Bunlar zıdlarıyla kullanılarak denge sağlanmaya çalışılmıştır. Meselâ;  

Zararlı şeylerin yanında  faydalı olanları da etkili hâle getiren ‘Dâr-Nâfi’ ile,

alçaltan ve yükselten manasında ‘Muiz-Müzil’, ‘Râfi’-Hâfız’ da dengeyi ifade eder.

Ayıplamak ve hoş karşılamamak manasındaki ‘nakm’ kökünden gelen Müntakim; kötülüğe mukabele eden, suçluya gereken cezayı veren demektir. Şüphesiz Allah’ın cezası Türkçedeki intikam manasında değil, dünyada ıslah âhirette ise karşılık anlamındadır. Bu ismin, Tevvâb, Afüvv ve Raûf isimleri arasında gelişi de dikkat çekicidir.

Kâhır ve Kahhar isimleri ise, Tükçedeki yok etmek, ezmek manasında değil, yenilmeyen, daima galip gelen demektir.

Diğer isimlerin hepsi de bünyesinde Allah sevgisini, Allah’ın lütuf ve bağışlarını, Allah’ın af ve merhametini anlatırlar. Sevginin kaynağı O olduğuna göre, O sevilir, sevilmeye layıktır.

Nitekim, Vedûd ismi bunu daha açık ifade eder. O hem sevendir, hem de ziyadesiyle sevilendir.

Allah’ın ‘Veli’ ismi O’nun yarattıklarına karşı olan sevgisini, kulları tarafından da sevilmeye layık olduğunu anlatır.

 

3-İsimler ve Sıfatlar

a-Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak,

“Allah” ismi bütün el-Esmâü‘l-Hüsnâ’nın manasını kendinde toplayan bir isimdir.

İnsanların çoğu bir ilâh fikrine inanır. Ancak her o ilah zannettiğini zihninde kendi kapasitesi kadar tanır, algılar. Müslümanlar ise âlemlerin Rabbi olan O Mutlak ilâhı, Kur’an’ın ve Sünnetin tarifiyle tanımaya çalışırlar.

Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiillerin konusunda da herkes kendi ufku kadar ma‘rifet sahibi olur.

Müslümanlar Allah’a sınır çizmek yerine, O’na Kur’an’ın tarif ettiği gibi kabul ederler.   

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ ﴿103﴾

"Gözler onu idrak edemez. O gözleri idrak eder. O her şeye nüfuz eden iyilik yapan ve her şeyden haberi olandır” buyurur. (En’am 6/103)

Biz çevremizi beş duyumuzla, hafızamız ve genlerimizdeki proğrama göre tanırız.  Bunların dışındaki dünyaya algılayamayız. Çünkü duyu organlarımızın bir sınır vardır. Sınırlı olan sınırsızı kavrayamaz.

Şair: “İdraki uluhiyyetine var mıdır imkan

Aklın dahi mahiyyetini bilmiyor insan” (İsmail Safa)

“Akl”ın ne olduğunu kavrayamayan insan, bu akılla Allah’ın zatını kavrayamaz.

Akılla mahiyeti bilinmeyen Mutlak ilâhı, ancak O’nun isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Bu, bir anlamda bir şeyin âyetlerine bakarak o şeyi idrak etmeye, anlamaya çalışmak gibidir.

Dede Korkut: "Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Görklü (güzel) Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister
Sen hod (kendi) mü’minlerin
gönlündesin" der.

 

b- Esmâu’l-Hüsnâ’nın tecellisi,

Bir hadis rivâyetinde şöyle deniyor: “Doğrusu Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer.” (Buharî, Tevhid/12, Daavât/69, Şurut/18. Müslim, Zikr/6. Tirmizî, Dua/82, Ahmed b. Hanbel, 2/258, 267,314, 427, 499, 503, 516)

Buradaki saymadan/ezberlemeden maksat nedir. Hadiste geçen „ahsâ“ kelimesini nasıl anlamak gerekiyor?

Kimilerine göre Esmâu’l-Hüsnâ öğrenen, uygulayan, uygun bir biçimde yerien getiren ve sınırlarını koruyan cennete girer.

Esmâ‘nın varlık üzerinde tecellisi, bizzat fiili varlığa dünüşü söz konusudur. Aslında fail Allah’tır. Biz yaratma, şekil verme, yönetme, değiştirme veya eşya için kanun koyma söz konusu olunca, onu Allah‘ın bir ismiyle, ya da bir sıfatıyla açıklamaya çalışıyoruz.

Araştırıldığı zaman görülecektir ki Allah’ın her bir isminin uzantıları varlık -özellike insan- üzerinde görülmektedir.

Yani Allah (cc) kendi ait özelliklerden küçük bir cüz’ünü yarattıklarına vermiştir. Ancak yaratıklara verilen bu ilâhî özellikler mukayyedtir ve gücünü ve faaliyet iznini O’ndasn almaktadır.

Allah (cc) El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir.  

Mesela, er-Rahim sıfatının tecellisini insanda ve hayvanda merhamet, ilgi, bağış ve fedakârlık olark,

el-Velî isminin tecellisini, ebeveynin çocuğa velâyeti olarak,

el-Kadîr isminin tecellisini, sınırlı güç ve kuvvet olarak,

el-Basîr isminin tecellisini görme olarak,

el-Cemil isminin tecellisini insanda sanat ve estetik duygusu olarak,

el-Alîm isminin tecellisini ilim-bilgi ve marifet olarak,

el-Hakîm isminin tecellisini, insandaki hükmetme yeteneği ve duygusu olarak,

el-Kerîm isminin tecellisini kerem, cömertlik ve şeref duygusu olarak görüyoruz.

 

c- Esmâu’l-Hüsnâ Allah’a yaklaşma vesilesidir,

Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla „vesile“ aramak.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿35﴾

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa (felâha) eresiniz.” (Mâide 5/35)

Yani, Allah'ın, yakınlığı ve razılığını kazanmanıza yardım edecek her türlü aracı, sebebi, imkanı arayın, onlara başvurun. 

Vesîle; Allah’ın emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şeylerdir.

Âlimler kişiyi Allah’a ve sevgisine yaklaştırabilecek ve O’nun rızasını kazanmaya yardım edebilecek her türlü ibadet ve ameli ‘vesîle’ sayarlar.

Bunlardan biri de el-Esmâu’l-Hüsnâ’dır.

Esmâu’l-Hüsnâ, Allah yakın olmak için vesile arayanlara uzanan ilâhî bir el gibidir.

Esmâu’l Hüsna, müslümanın Allah karşısındaki esas duruşlarından biri olan duanın anahtarıdır.

Görünür görünmez varlıkları Allah’a yaklaşmak için için “vesile” kılmak Kur’an’a göre sapıklıktır. Mekkeliler;

اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿3﴾

“... Biz bu (varlıklara) sadece ve sadece bizi Allah’a yaklaştırsın diye kulluk ediyoruz...” (Zümer 39/3) diyorlardı.

Kulun sâlih ameli de Allah’a yaklaşma sebebidir. Esmâ’nın yönü Allah’dan insana doğru, sâlih amel insandan Allah’a doğrudur.

Esmâ, Allah’ın kullarına şefkat elidir. Kulun duaya durması, Allah’dan uzanan bu ele mukabelede bulunmasıdır.

Duaya kalkan iki elden biri imanı, diğeri sâlih ameli temsil eder.

Kulun imkanları bunlardır. Bu vesileyi de Esmâ ile yakınlık talebinde bulunacaktır. Esmâ sayesinde imanı ve salih amelini vesile kılan el de boş çevrilmez.

Esmâ, aynı zamanda kula inzal edilen ‘hablu’l-metîn’dir. İman ve sâlih amel ruhun miracı için bu ipe yapışan iki eldir.

Kur’anî bir kavram olarak sebep, yüksek hurmaların tepesinden kendisine tutunup çıkmak için sarkıtılan ve merdiven işlevi göre kalın halat demektir.

İlâhî birer sebep olan Esmâ da mecazi olarak gökten yere sarkıtılan birer halattır. Kul bu halata iman ve sâlih amel gibi iki elle sımsıkı sarılıp tırmanmalıdır.

Yukarıdan aşağıya sarkıtılan ‘İnzal’i, tutunup tırmanma da ‘mirac’ı temsil eder.

Yukarıdan aşağıya sarekıtılan sebep ilâhî sevgi, rahmet, şefkat ve yardımı, buna tutunma ise beşeri iman, kulluk, gayret ve ameli temsil eder.

Birincisi verilen ikincisi kazanılandır.

 

d-Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak,

Âyet ve hadis değilse de “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” vahyin ruhunu ve Esmâ’nın müslümanın ahlâkı üzerindeki eğitici, inşa edici rolünü yansıtıyor.

Bu anlamda Esmâu’l-Hüsnâ, insana yol gösteren bir ahlâk rehberi niteliği kazanır. Bu rehber, güzel ahlâkın mükemmel kaynağını gösterir. O da Allah’tır.

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma, Esmâ’yı kulun kendisine nisbet etmesi veya Allah’a benzemeye kalkışmak demek değildir. İnsanın El-Vedûd, el-Alîm, er-Rahman, e-Kadîr, el-Hakîm, er-Rauf, el-Metîn vb. olması mümkün değildir.

Bunu iddia etmek haddini aşmaktır. İnsan insandır Allah da Allah’dır.

  • فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجاً يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {11}

(O'dur) gökleri ve yeri yoktan var eden. O, nasıl ki hayvanlar arasında eşler [bulunmasını] irade etmişse size de kendi cinsinizden eşler vermiştir ve sizi böylece çoğaltıp durmaktadır: (ama) hiçbir şey O'na benzemez ve yalnız O'dur, her şeyi işiten, her şeyi gören.” (Şûrâ 42/11)

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيّاً {65}

 “Göklerin ve yerin Rabbi(dir O), ve bunların arasında var olan her şeyin! Öyleyse, yalnızca O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlı ve sebatlı ol! Hiç, ismi O'nunla birlikte anılmaya değer bir başkasını tanıyor musun?” (Meryem 19/65)

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, insanın Rabbini bilmesi, tanıması, anlaması demektir. İnsan Allah’ı bilirse, kendini bilir. Kendi küçüklüğünü bilirse, ancak o zaman Allah’ın büyüklüğünü idrak eder. 

Kur’an’ın verdiği ‘el-Esmâul-Hüsnâ’ isimlendirmesinin karşılığı ‘mükemmel ahlâk’ olmaktadır. Meselâ;

er-Rahman ve er-Rahîm ile ahlâklanmak demek, insanın tüm tavır ve davranışlarında merhamet ve şefkati esas almasıdır.

el-Kerîm ile ahlâklanmak, cömert olmak, karşılıksız ikramda bulunmak, verene el olarak şeref kazanmak demek olur.

er-Rauf ile ahlâklanmak, sevmek, ilgi göstermek, elinin altındakilere merhametle ve yumuşaklıkla muamele etmektir.

ee-Settâr ile ahlâklanmak, kendisininki başta olmak üzere ayıpları örtmek, gizli kusurları ifşa etmemek, tecessüs yapmamaktır.

Esmâullahi’l-Hüsnâ’yı ‘ihsa’ etmenin en üst derecesi, ‘Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak’ hikmetli sözünde ifadesini bulur. (Allah, M. İslâmoğlu, s: 96)

Kimilerine göre Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktan bahsetmek, O’nu varlıklara benzetme tehlikesine götürür. Bunun yerine kulluk ifadesi, yani kulluğu ve istemeyi de kapsayan dua denilmesi daha uygundur. (Allah’ın Güzel İsimleri (çev.), İbni Kayyım, s: 446)

Allah (cc) el-Muhsin’dir, ihsan edenleri sever.

Allah (cc) eş-Şekûr’dur, şükredenleri sever.

Allah (cc) et-Tayyib’tir, tüm temizleri sever.

Allah (cc) el-Alîmdir, ilimle meşgul olanları sever.

Allah (cc) el-Kerîm’dir, kerem sahibi cömertleri sever.

Allah /cc) el-Berr’dir, birr sahiplerini sever.

Allah (cc) es-Settâr’dır, kulların ayıplarını örtenleri sever. vs.