İnsanın ne'liği, Kur'an'da insan, onun yaratılması, karakteri ve görevi hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece

03 Şubat 2013

İslam Cemiyeti-Essen

 

-İNSAN NEDİR?

Şeyh Gâlib bir gazelinde insanı şöyle tarif ediyor :

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdûm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen

(Kendine hoşça ve dikkatlice bak, sen âlemin özüsün, sen kainatın gözbebeği olan insansın.)

-İnsan? İnsan, insanı çok meşgul etmiştir.

Bazı insanlar, diğer bazılarının yüzünden kendini tanıyamadığı için, hem kendi gerçeğinden uzaklaşmış, hem Yaratıcısından.

Bundan dolayı haddini bilememiş, görevlerini ihmal etmiş ve hayatını cennete çevirememiş.

İnsanı tanımayan insanların diğer insanlara ettiğini, en azılı düşmanı şeytan bile yapamamış.

İnsan insanı anlamaya çalışmış tarihten beri. Bilim ve felsefe ile, ya da başka araçlarla.

Ama vahiyden mahrum olanlar insanı hakkıyla anlamamışlar.

Kimisi konuşan hayvan,

Kimisi biyolojik varlık,

Kimisi ötekinin kurdu,

Kimisi maymunun torunu demiş.

Kendi felsefeleri ve ideolojileri, yani dünya görüşleri açısından insanı anlamaya çalışmışlar. Ama söyledikleri genellikle birbirini yalanlamaktan öteye gidememiş.

Bir akıllı gayr-i müslim, ‘İnsan, Bu Meçhul’ deyip teslim bayrağını çekmiş.

Müslümanlar insanı (yani kendilerini) Vahiyle anlamaya çalışır.  

 

- İslam kültüründe insan

- İnsan kelimesi

Arapça ‘ins’ kelimesinden türetilmiştir. Beşer, insan topluluğu anlamına gelen ‘ins’; daha ziyade insan türünü ifade et­mekte olup bu türün erkek veya dişi her ferdine insî/enesî yahut ‘insan’ denmek­tedir.

Kelimenin aslının ‘unutmak’ mânasındaki nesy’den ‘nisyân-unutma’ olduğu da  ileri sürülmüştür. Böyle düşünenler İbn Abbas'a nisbet edilen, “İnsan ahdini unut­ması sebebiyle bu ismi almıştır” şeklindeki rivâyete dayanırlar.

İnsan kelimesinin ‘üns’ ile de ilgisi kurulmuş. ‘Alışmak, uyum sağlamak’ anlamına gelen ‘üns’ Türkçe'de ‘ünsiyet’ olarak kullanılmakta­dır.

‘Teennüs’; ‘insan olmak’ mânasına ge­lirken ‘isti'nâs’; ‘cana yakın olma, vahşi hayvanın evcilleşmesi’ anlamı taşımakta­dır.

Aynı kökten gelen ‘enes” vahşetin karşıtıdır. (Cevherî, es-Sihah, 3/904-906. Lisânü'l-'Arab, ins md. 1/171)

Râgıb el-İsfahânî ‘ins’ kelimesini ‘cinn’in, ‘üns’ kelimesini de ‘ürkmek’ anlamındaki ‘nüfûr’ masdarının karşıtı olarak gösterir. Müellife göre insana bu ismin verilmesi, hemcinsleriyle birlikte uyum halinde ya­şayabilmesiyle ilgilidir. Insanın "yaratılışı itibariyle sosyal varlık" olarak tanımlan­ması da bundan ötürüdür (el-Müfredât, ‘ins’ md.)

Hadislerde ‘ins’ kelimesiyle ifade edilen be­şer türü ‘cin’ denilen gizli türle birlikte zikredilmiştir. (Muvatta, Eşribe/15. Ebû Dâvûd, Salât/102)

 

- Kur’an’da İnsan

Kur'ân-ı Kerîm'de altmış beş yerde ‘in­san’, on sekiz yerde ‘ins’, bir yerde de ‘insî’ geçmektedir. Ayrıca bir âyette ‘enâsî’, 230 yerde ‘nâs’ şeklinde çoğul olarak yer al­maktadır.

Kur'an'da insan bütün yönle­riyle ele alınmış, konuyla ilgili âyetler onun yaratılışı, mahiyeti ve gayesini bir bütünlük içinde temellendirmiştir.

İn­san türünün ilk örneği kabul edilen Hz. Âdem'le ilgili olarak zikredilen âyetlere göre Allah onu ‘iki eliyle’ yaratmış, yani ilk insan özel bir yaratışla varlık alanına çıkarılmıştır.

Aslı topraktan olan yeryüzünün halifesi olan bu varlığa, Al­lah kendi ruhundan üflemiş, ona ‘isimlerin tamamını’ öğretmiş, bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmış, nihayet meleklerin insana secde etmesini istemiştir.

İlk insa­nın eşiyle birlikte cennetten çıkarılış öy­küsü; bir yandan insanın zaaflarına, öte yandan sonunda yeryüzünde halife kılına­cak olan bu seçkin varlığın kaderine işaret etmektedir (Bekara 2/30-31. Nisâ 4/1. A’râf 7/11. Hicr 15/26-31. Ahzâb 33/72. Sâd 38/71-73)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ {13}

Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık,  ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz.  Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'ndan hakkıyla korkup-sakınanızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)

 

A-YARATILIŞI AÇISINDAN İNSAN

 

1-İnsan topraktan yaratılmıştır

Hadislerde Hz. Âdem'in beşer türünün müşterek atası olduğu vurgulanıyor. (Buhârî, Tevhîd/38 no: 7519, Hars/19 no: 2348)

Kur’an’a göre ilk insan topraktan, diğerleri de onun soyundan ama topraktan gelen elementlerden yaratıldı. Kur’an buna ‘sülâletin min tîn’ diyor.

وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَاراً {14} أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقاً {15}

“sizi[n her birinizi] peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde?” (Nuh 71/14)

Yani rahimde bir sperm damlasıyla döllenmiş bir yumurtadan başlayarak embriyonun yeni ve kendi başına bir insan haline gelmesiyle sona eren aşamalı süreçte. (Ayrıca bkz: Hac 22/5)

Bunlar, insan yaratılışında bir planın ve amacın varlığına, dolaysıyla her şeyi takdir eden Yaratıcıya işaret eder. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1192)

Âyetlere göre Hz. Âdem'in yaratılışı başlıca üç aşamada gerçekleşti:

Birincisi: Toprak safhası,

İkincisi: Çamur safhası,

Üçüncüsü: Parçaları birleştirme ve ruh üfleme safhası.

Bir başka deyişle; yaradılışın başlangıcı, biçime sokma ve olgunlaştırma, hayat verme safhaları.

Kur’an’da ilk insanın yaratılış evreleri:

-Türab (toprak) Evresi: (Kehf 18/37. Rûm 30/20. Mü’min 40/67)

-Tin (Çamur) Aşaması:  (İsrâ 17/61. A’raf 7/12. Sad 38/76. En’am 6/2)

-Tîn-i Lâzib (Yapışkan Cıvık Çamur) Aşaması: Saffât 37/11-12)

-Hame-i Mesnûn (değişken balçık) Aşaması: (Hıcr 15/26, 28, 33)

-Salsâl (kuru çamur) Aşaması: (Rahman 55/14)

İnsanın yaratılışı birden bire değil, toprağın bir takım aşamalardan geçirilmesi şeklinde tamamlanmıştır. Secde Sûresi 7. âyette ; «insanı çamurdan yaratmaya başladık» deniyor.

 - İnsanın tesviye edilmesi ve yaratılışının tamamlanması:

Kur'an, Rabbimizin insanı topraktan yaratmaya başladığını ve onu en güzel biçimde düzeltip-biçime soktuğunu haber veriyor. (Secde 32/7-9. A'raf 7/11. Mü’min 40/64. Teğâbun 64/3)

Bu da 'tesviye' ve 'tasvir' kelimeleri ile anlatılıyor.

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى {1} الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى {2}

"O ki yarattı ve düzene koydu." (A'lâ 87/2. Tâhâ 20/50)

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {6}

"Rahimlerde size dilediği şekli veren-sizi tasvir eden O'dur..." (Âli İmran 3/6)

 

- Hz. Âdem'e rûh üflenmesi:

Bir takım işlemlerden geçen, kendisine biçim ve suret verilen ilk insanın kalıbı bu haliyle henüz beşer olmamıştı.  

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {28} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ {29}

"Hani Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.

Onu düzene koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın." (15 Hıcr/28-29. Sad 38/71-72)

Allah (cc) kendi rûhundan insana üfledi ve o bir beşer haline geldi. 

Demek ki insana üflenen 'rûh' can veren şey'dir. Ne olduğunu, nasıl olduğunu, insana nasıl geldiğini ve bedeni nasıl terkettiğini bilmiyoruz. (İsrâ 17/85)

- İnsanın Yaratılış Aşamaları (Sülâletin min Tîn-Süzme çamur):

Kur’an insanın, topraktan (Rûm 30/20. Fâtır 35/11. Ğâfir 40/67. Kehf 18/37),

tek bir nefisten, (A'raf 7/189. Nisâ 4/1. Zümer 39/6),

süzülmüş çamurdan (Mü'minûn 23/12-13),

erkeklik suyundan (Nahl 16/4) yaratıldığı söyleniyor.

Bütün bunların ilk insanın yaratılışıyla ilgisi bulunmaktadır.

Kur'an, insanın yaratılış aşamalarını onun bir 'sülâletin min tîn' süzme çamurdan yaratıldığını söyleyerek başlıyor:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ {12}

"Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. sonra da onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (Mü'minûn 23/12-13)

Burada insan cinsi söz konusu edilerek ilk yaratılışın topraktan başladığına, bir damla sudan, ana rahminde şekillenip dünyaya gelen insanın aslının topraktan süzülen özler olduğa işaret ediliyor.

'Sülâle', bir şeyden sıyrılıp çıkan sonuç demektir.  

'Sülâletin min tîn' ifadesi belki de ilk insanın bütün yaratılmış aşamaları kapsar. Bu kelime; -bir taraftan Hz. Âdem'in yaratılış aşamalarını,

-bir taraftan insan bedenini oluşturan gıdaların topraktan süzülüp gelişini, kan, et, sinir ve kemik olusuna ve bir insan halinde ortaya çıkışını,

-diğer taraftan da bu gıdaların süzülerek insanın başlangıcını oluşturan bir damla erkeklik suyunu,

-ayrıca insanların nesilden nesile anne-babalarının soylarından süzülüp, çıkıp geldiklerini olağanüstü bir ifade ile ortaya koymaktadır.

 

- İnsan ana rahminde de çeşitli aşamlardan geçirilerek yaratılıyor

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئاً وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ {5}‏ ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {6}

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim.

Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.

Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin.

Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.” (Hac 22/5-6. Bir benzeri: Mü’minûn 23/12-14)

 

- İlk inen âyetlerde insanın ‘alaka’dan yaratıldığı söyleniyor:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ {1} خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ {2}

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! insanı bir yumurta hücresinden (alaka’dan) yaratan!” (Alak 96/1-2) 

Bu iki âyette geçen “haleka-yarattı” fiili geçmiş zaman olarak geldi. Bu, yaratma fiilinin sürekli tekrarlanmakta olduğunu göstermek içindir.

 

- İnsanlar sudan da yaratılıyor

Bu su insanın aslı erkeklik suyuna da, hayatın kaynağı suya da işaret etmiş olabilir.  

خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {4}

“O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.”  (Nahl 16/4. Ayrıca bkz: Kıyâme 75/36-40. Yâsîn 36/77. Secde 32/8. Mürselât 77/20. Târık 86/6)

- Kur’an her şeyin sudan da yaratıldığını söylüyor

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ {30}

“Peki, hakkı inkara şartlanmış olan bu insanlar, göklerin ve yerin (başlangıçta) bir tek bütün olduğunu ve Bizim sonradan onu ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hâlâ inanmayacaklar mı? (Enbiyâ 21/30. Bir benzeri: Nur 24/45)

 

- İnsanın halife olarak yaratıldı

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {30}

İste o zaman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. (AllahJ “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.  (Bekara 2/30)

Halife kelimesi, başkasının yerini aldı anlamındaki “halefe” fiilinden türemiştir. Bu “yeryüzünde o halifeliğe sahip çıkacak”, ya da “yeryüzü mülkiyetinin kendisine emanet edilecek” şeklinde anlaşılabilir. Evet, insan yeryüzünün halifesidir. (bkz: En’am 6/165. Neml 27/62. Fatır 35/39) Esed, M. Kur’an Mesajı, )

'Halife' sözlükte, bir başkasının yerine o olmadığı, öldüğü veya güçsüz düştüğü zaman geçen kimse demektir. Çoğulu 'hulefâ' veya 'halâif'tir.

Bu kelime hem fâil (özne) ismi olarak, hem de tümleç ismi olarak kullanılır. Fâil ismi olarak 'yerine geçtiği kimsenin işini yürüten', tümleç olarak ise 'yerine başkası geçen' anlamlarına gelir.

Elbette Allah'tan sonra gelip O'nun yerine halef olmak diye bir şey söz konusu olamaz. Allah'ın insana 'halife' demesi, ona bir şeref, üstünlük ve kulluk emaneti vermesi sebebiyledir.

'Halife' Hz. Âdem ve onun zürriyetine yani onun soyuna verilen ad ve şereftir.

 

-Hiç bir şey boşuna yaratılmaz

Kur’an yerin ve göklerin boşu boşuna, bir eğlence olsun diye yaratılmadığını, ama bir anlam ve amaç için yaratıldığını söylüyor.

 وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاً ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ {27}

“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!” (38 Sad 38/27. Ayrıca bkz: Duhan 44/38. Enbiyâ 21/16)

Buna karşın onların ve onların içinde bulunan her şeyin hak (doğru ve gerçek) bir sebebe bağlı olarak yaratıldığını açıklıyor.

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ {8}

“Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr, etmektedirler.” (Rum 30/8. Ayrıca bkz: Zümer 39/5. Câsiye 45/22. Nahl 16/3-4)

Allah (cc) abes is yapmaktan münezzehtir.

Hz. Âdem'in ve onun soyundan gelenlerin halife kılınışı Allah'ın kullarına bir rahmettir ve O'nun bir hikmetidir.

 

-İnsanlar da „halife“ sayılır mı?

Meleklerin sorusundan halifenin üç özelliği olduğunu anlamak mümkün:

Yeryüzünde yaşayacak olması,

kulluk yapacak olması,

fesat çıkarma ve kan dökme kabiliyetini olması.

Allah (s.t.) melekleri yaratılacak olanla ilgili dediklerini yalanlamadı. „Hayır siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak“ demedi. Buna karşı „ben sizin bilmediklerinizi bilirim“  dedi.

Bu da yeryüzü halifesinin Hz. Âdem ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir. Ayrıca Hz. Âdem yeryüzüne indikten sonra ne fesat çıkardı ve ne de kan döktü.

Bu kötü fiileri en başta kendi oğullarından birisi ve onun soyundan gelen niceleri yaptı.

Öyleyse burada kasdedilen Hz. Âdem ve onun soyundan gelenlerdir.

Kur’an insanlara halife olarak da hitap ediyor. Mesela:

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ {165}‏  

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’am 6/165. Ayrıca bkz: Fâtır 35/39. Yûnus 10/14)

Yeryüzünün halifeleri kılınan insanların bir kısmı bir kısmına derece bakımından üstün tutuldu. Bunun sebebi şüphesiz ki bir denemedir. Kimin, halifelik görevini yerine getirip getirmediğini ortaya konulmasıdır. (En'am 6/165)

Âdem'in şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir.  

Buna göre bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır.

Kim bu emâneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir.  

 

3-İnsana „esmâ’nın-isimlerin“ öğretilmesi,

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {31}

Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bekara 2/31)

Topraktan yaratılan ve halife yapılan, sonra ilahi ruh ile canlı bir insan olan, meleklerin kendisine secde etmesiyle değeri ortaya konulan bu özel varlığa başka bir meziyet (yetenek) daha verildiğini görüyoruz: „Esmâ-isimler“.

Esma ne, bilmiyoruz. Hz. Âdem bu isimleri ne zaman, nerede ve nasıl öğrendi?

Onu da bilmiyoruz.

Bu konuda Kur’an’ın dediği ile yetiniyoruz. (bkz: Bekara 2/31-35)

Bu isimler eşyayı (nesneleri) bize tanıtan, onlara ait adlar, semboller midir?  

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; onun yeryüzünü hayatıyla ilgili olsa gerek. Yer için halife olarak yaratılan insan, bu görevini sürdürebilmek için isimlere, sembollere, bunların arkasındaki anlamlara, bilmeye, anlamaya, anladığını ifade etmeye, kelimelere ve sözlere muhtaçtı.

Onun dünyadaki işini kolaylaştıracak, hayatının devamını sağlayacak 'isimlerin' ona öğretilmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu olay beşer cinsinin  neden üstün olduğunu gösteren bir başka delildir.

Bu 'isimleri' ister hakikatlerin ve bilgini sembolleri sayalım, ister başka bir şey sayalım, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

- Burada bilgi ve bilinç söz konusu edilmektedir. Yani eşyaya ad koymayı, soyut kavramları idrak etmeyi, onları sembollerle anlatmayı, ma’rifeti öğretti. 

-Bilgiye ulaşan insan, sürekli bilinçlenir. Kendisinin, varlığın, hayatın farkına varır. Daha doğrusu bilgisi ve bilinci gelişen insan sorumluluğun daha iyi farkına varır.

Hz. Âdem'e öğretilen isimler, bilgi, bilgi öğrenme yeteneği, eşyayı tanıma ve adlandırma kabiliyeti, diller ve varlıkların isimleri olabilir.

- İsimleri bilmenin Hz. Âdem'e ve zürriyetine kazandırdıkları:

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; Allah'ın (cc) ona verdiği dördüncü  önemli özellik ve hediyedir. Diğer üçünü tekrar hatırlatmakta fayda var:

* Yeryüzü için 'halife' olarak yaratılması,

* Allah'ın kendi ruhundan ona üfleyip insan haline getirmesi,

* Meleklerin ona secde etmesi

Ve hiç bir varlığa verilmeyen çok önemli bir özellik... Esmâ.... İsimler, kavramlar, eşyalarla ilgili işaretler, rumuzlar ve semboller ve bunları bilme; şeyleri, nesneleri isimlendirme ve algılama gücü... Konuşma, ifade, akletme, kavrama ve ifade edebilme kabiliyeti.

Yeryüzünde halife olmanın ve bu görevi yapabilmenin şartlarından biri de ilimdir. Bu da Hz. Âdem'e verilmişti.

 

4-İnsan fıtrat üzere yaratılıyor

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ {30}

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Her insanın fıt­rat üzere doğduğunu ifade eden hadis bu türün Allah kar­şısındaki konumunu belirleyen kendine has yaratılışına işaret etmektedir.

Peygamber (sav) buyurdu ki:“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk da müslüman olur.” (Müslim, Kader/24-25 no: 6760-6761. Ebu Dâvûd, Sünnet/18 no: 4714. Tirmizî, Kader/5 no: 2138). A. b. Hanbel’in rivâyetinde: “İsterseniz Rûm Sûresi 30. âyeti okuyunuz” ilavesi vardır. Müsned, no: 7730)

Fıtrat üzere doğmak, bir diğer açıdan insanın kemalata doğru yürüyebileceğine işarettir.

Kişi termometre gibi sıfır noktada doğar. Âkil-bâliğ olduktan sonra kendi tecihi ile yukarı da gidebilir. Asağıların aşağısına da düşebilir. Her iki kabiliyet de insanda mündemiçtir.

 

5-İnsan “ahsen-i takvim” üzere yaratılıyor

İslam bilginlerine göre insan eşref-i mahlukâttır, yani yaratılmışların en şereflisi, üstünüdür.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ {4} ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ {5}

Gerçek şu ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tîn 95/5)

Yani, bu özel varlığın yaratılış amacının gerektirdiği fonksiyonlara tekabül eden bütün olumlu maddî ve zihinsel (dış ve iç) vasıflar ile donatılmış olarak.

“En güzel şekil” kavramı, Allah'ın yarattığı her şeyin, insanoğlu ve insan kişiliği (nefs) de dahil olmak üzere, “yaratılış amacına uygun şekilde” var edildiği şeklindeki Kur’an hükmü ile bağlantılıdır.

Bu ifade, bütün insanların bedensel ve zihinsel donanımlar açısından eşit olduklarını göstermez. Her insanın tabii avantaj veya dezavantajlarına bakılmaksızın, doğuştan getirdiği vasıfları ve içine doğduğu çevreyi mümkün olan en iyi şekilde kullanabilme yeteneği ile donatıldığını anlatır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1283)

İnsan,  Allah’ın (cc) şaheseridir. İnsanın hem biyolojik yapısı harikadır, hem iç dünyası. İnsanda olan dinamikler, özellikle akıl ve irade gücü onu diğer varlıklardan üstün kılıyor.

Bu hatırlama şöyle de okunabilir:

Ey insan sen keremlisin. Değerini bil. Değerini kaybettirecek işlerle uğraşma...

 

6-İnsana yaratılış amacı bildiriliyor

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {4} وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ {5}

“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” (İbrahim 14/4-5. Ayrıca bkz: Enbiyâ 21/25. Mü’minûn 23/42. Hadid 57/25)

 

7-Eşya insana musahhar kılındı

Görevini yapması için insan ustasına gerekli bütün aletler ve imkanlar veriliyor.

Pek cok âyette buna isaret ediliyor.

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ {20}

"Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.’ (Lukman 31/20. Ayrıca bkz: Hac 22/65. Câsiye 45/13. Nahl 16/12, 79. Lukman 32/29. Fâtır 35/13. Zuhruf 43/13. İbrahim 14/33)

 

8-İnsan okunması gereken bir kitaptır (âyettir)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ {53}

“Zamanı geldiğinde insana âyetlerimizi (evrenin) ufuklarında ve kendi öz benliklerinde (bulduklarıyla) tam olarak göstereceğiz. Ki bu (vahy)in tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye şâhit olduğu(nu bilmeleri onlara) hâlâ yetmez mi?” (Fussilet 41/53. Ayrıca bkz: Târık 5 Rûm 30/20)

“Yani, insanın bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığına tanıklık eden kendi ruhunun derinliklerini kavraması ve kainatın ihtişamına daha derin ve kapsamlı bir şekilde bakması suretiyle.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/981)

 

B-KUR'AN'A GÖRE İNSANIN KARAKTERİ

 

1-İnsan iyiliğe de kötülüğe de kabiliyetlidir

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا {7} فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا {8} 

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki,” (Şems 7-8. Bir benzeri: İnsan 76/3

 

2-İnsan unutkandır

وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً {115}

“Ve gerçek şu ki, biz Âdem'e önceden buyruğumuzu ulaştırmıştık; ne var ki o bunu unuttu; o'nu, yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli bulmadık.” (Tâhâ 20/115. Ayrıca bkz: Mâide 5/14. Furkan 25/18. A’raf 7/51.Haşr 59/19. Secde 32/14. Câsiye 45/34. Mücadile 58/19. Yâsîn 36/78)

Âyet Âdemin şahsında insanın unutkanlığına, fıtratına yerleştirilen ve bir anlamda Allah’a verilen söz kabul edilen ezelî sözleşmeyi (A’raf 7/172) unutmasına işaret ediyor.

 

3-İnsan zâlim ve câhil olabilir 

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ {34}  O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zâlimdir, çok nankördür.” (İbrahim 14/34)

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً {72}

“Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zâlimdir, çok câhildir.” (Ahzâb 33/72)

 

4-İnsan nankör olabilir

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً {3}

“Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici, ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır).” (İnsan 76/3. Ayrıca bkz: İbrahim 14/34)

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُوراً {67}

“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” (İsrâ 17/67. Ayrıca bkz: Hacc 22/65-66. Şûrâ 42/48)

 

5-İnsan zayıf yaratılmıştır

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفاً {28}

“Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ 4/28)

الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ {54}

“Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlügün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.” (Rûm 30/54. Ayrıca bkz: Enfal 8/66)

 

6-Allah (cc) insanı en güzel şekilde yaratmıştır.

“Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır.” (Teğâbun 64/3. Bir benzeri: Secde 32/7-9. İnfitâr 82/6-8)

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn 95/4)

Ama o kendisine verilen özgğr iradeyle şeytana uyunca, kötülük yapınca yaratıklar arasında en aşağı seviyeye indirildi. (Tîn 95/5)

 

7-İnsan gözü aç, tatminsizdir

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعاً {19}

“Gerçek şu ki, insan tatminsiz yaratıltı.” (Meâric 70/19)

Yani insan, kendini aynı derecede hem verimli başarılara, hem de kronik memnuniyetsizlik ve hayal kırıklıklarına sürükleyen bir iç tatminsizlik ile donatılmıştır.

Başka bir deyişle, bu donanımın pozitif yahut negatif bir karakter göstereceğini belirleyen, insanın bu Allah-vergisi donanımı kullanma tarzıdır. Bundan sonra gelen iki âyet (20 ve 21) ikinci duruma işaret ederlerken, 22-25. âyetler, yalnızca gerçek ruhî ve ahlakî bilincin o fıtrî tatminsizliği pozitif bir güce dönüştüreceğini ve böylece iç huzuruna ve kalıcı hoşnutluğa yol açacağını gösterir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı; 3/1187)

Âyet, özgür iradeyle yaratılan insanın, bu tavrıyla bu iradeye olumsuz etki yapabileceğini haber veriyor.

 

8-İnsan cimridir

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذاً لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُوراً {100}

“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!” (İsrâ 17/100)

وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى {8} وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى

“Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar.” (Leyl 92/8)

Cimrilik aslında şeytanın telkinidir.  (Bekara  268)

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ {24}

Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır. (Hadid 57/24. Nisa 4/37)

İnsa­nın aceleci ve tartışmaya eğilimli olduğu­na ve aç gözlülüğüne atıfta bulunan ha­disler (Buhârî, Tevhîd/31 no: 7465. Müslim, İmân/84 (326) no: 479, Cihâd/28 (81) no: 4619) aynı hususu ifa­de eden âyetlerle tam bir uyum içindedir.

 

9-İnsan tartışmacıdır,

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً {54}

Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.” (Kehf 18/54. Ayrıca bkz: Zuhruf 43/58. Ra’d 13/13. Mü’min 40/35, 56, 69. Şûrâ 42/35)

 

8-İnsan acelecidir

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً {11}

İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.(İsrâ 17/11)

خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ {37}

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.(Enbiyâ 21/37. Ayrıca bkz: Yûnûs 10/48. Enbiyâ 21/38. Sebe’ 35/29. Yâsîn 36/48. Mülk 59/25)

Yani, tabiat olarak sabırsızdır, karar vermede, yaptığının mükâfat veya ceza olarak karşılığını almaka istemede tez canlıdır.  

 

9-İnsan Şeytanla sınanmaktadır

İnsanın başı ezeli düşmanı şeytanla belâdadır.

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ {22}

“Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti.” (A’raf 7/22)

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ {6}

“Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fâtır 35/6)

 “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bekara 2/168. Ayrıca bkz: Bekara 2/208. En’am 6/142. İsrâ 17/53. Tâhâ 20/117. Kasas 28/19. Yâsîn 36/60)

 

10-İnsan hakikat’in muhatabıdır

وَمَا لَنَا لاَ نُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا جَاءنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ أَن يُدْخِلَنَا رَبَّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحِينَ {84}

"Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?" (Mâide 5/84)

فَقَدْ كَذَّبُواْ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ {5}

“Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.” (En’am 6/5. Tevbe 48. Ayrıca bkz: Ankebût 29/68)

 

C-GÖREVİ AÇISINDAN İNSAN

 

-İnsanın görevi vardır.

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ {115}

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn 23/115)

Bu gerçeği bir başka âyette yaratılışın asıl sebebi olarak buluyoruz.

  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ {56}

"Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler (bana itaat etsinler) diye yarattım." (Zariyât 51/56)

 

1-İnsana akıl ve irade verildi.

Rûh üflenmesiyle birlikte insan, hayatında gerekli bilgileri öğrenip bir sonuca ulaştıracak bütün yeteneklere sahip oldu.

İnsanı görevini yerine getirebilmesi için her türlü imkanla kuşatıldı.

Ona öncelikle irade, seçim hürriyeti verildi. İrade insana verilen en önemli bağıştır. Ki onun değeri de buradan gelir.

Sonra akıl, yürek, vicdan, kitap, nebi ve âyetler.

 

2-İnsan Emânet'i yüklendi

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً {72‏

"Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72-73)

“İnsanın yüklendiği emânet, başta akıl, irade ve iradeyi serbestçe kullanmanın gerektirdiği sorumluluklardır. İnsan, iyi ve kötü arasında seçim yapabilme yeteneğini olumlu yönde kullanmadığı zaman, hem kendine hem de çevresine zulmetmiş ve cehalete düşmüş olur. Âyette insan türünün bir özelliğine dikkat çekilerek onun genelde emanete riayet konusunda vefasızlık göstermeye yatkın olduğuna işaret edilmektedir.” (DİB Meali âyet açıklaması) 

 

3-İnsanın Sorumludur,

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ {24}

"(Allah, meleklerine emreder:) Zalimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve Allah'tan başka tapmış oldukları putlarını toplayın. Onlara cehennemin yolunu gösterin. Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler!” (Sâffat 37/22-24)

İnsan ‘bilinç ve sorumlulukla’ donatılmıştır. Ve ondan bu bilince ve sorumluluğa uygun davranması istenmiş; kulluk mevkiine yüceltilerek hilâfet misyonu yüklenmiştir.

Yani insanın bu hayatta bir misyonu vardır.

Ve işi (görevi) yokmuş gibi davranan insana bu gerçek hatırlatılıyor.

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى {36}

İnsan, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” (Kıyâme 75/36)

Yani, yaptıklarından dolayı ahlâken sorumlu tutulmadan. 

Bazıları bu sorumluluğu unutsalar da insan kulluk dairesinden, kendisi için biçilen rolden dışarı çıkmaz.

İnsan madem ki akıl ve özgür irade sahibidir, yaptığını robot gibi planlanmış olarak değil, kendi seçimi ile yapıyorsa sormludur. -İyi veya kötü—yaptıklarının  mutlaka bir sonucu olacaktır.

 

4- İman edenler denenir

Müslümanlar için sadece iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler.

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bekara 2/155)

 أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ {214}  Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bekara 2/214. Bir benzeri: Âli İmran 3/142. Ankebût 29/2-3. Âli İmran 3/152. Ahzab 33/11)

Mü’min, tıpkı madenin deneme kazanında kaynatılması gibi zorluklarla karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar.    (Ankebût 29/10)

 

5-Allah'ı razı etmek insanın görevidir

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيراً مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ {15} يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {16}

“Ey Kitâb-ı Mukaddes'in izleyicileri! Şimdi size, [kendi kendinizden] gizlediğiniz Kitab'ın birçoğunu açıklamak ve bir kısmını da bağışlamak amacıyla Elçimiz gelmiştir. Şimdi Allah'tan size bir ışık ve apaçık bir ilahî kelâm ulaşmıştır, ki onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları gösterir, rahmetiyle onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yöneltir.” (Mâide 5/15-16.

Allah (cc) kullarının küfretmelerinden değil iman etmelerinden razıdır. (Zümer 39/7) O (cc), korkmaksızın günah işleyen, isyan eden fâsıklardan razı olmaz.  (Tevbe 9/96)

 

5-İnsan dünyaya sahip olmaya değil şâhit olmaya geldi

İnsanın yaratılış sebebi ‘şehâdeti’ ikrar etmesi içindir. Yerde ve gökte olan her şey zaten buna şâhidtir. (Âli İmran 3/83. Ra’d 14/15)

Bazı mü’minlerin “Yarabbi! Bizi şâhidlerden yaz” diye dua etmeleri bu gerçeğe ve bu samimiyete işaret etmektedir.

آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ {53}

“Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şâhidlerden yaz...” (Âli İmran 3/53. Ayrıca bkz: Âli İmran 3/52. Mâide 5/111)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً  ... {143}

“Böylece sizi, insanlara ‘şühedâ-şâhidler (ve örnek) olmanız için vasat (orta) bir ümmet kıldık: Peygamber de sizin üzerinizde ‘şehîd-tanık’ olsun…” (Bekara 2/143. Bir benzeri: Hac 22/78)

Şu gerçeği hatırlamak gerekiyor: İnsan ölünce sahip oldukları (sahip olduğunu zennetiklerini) arkada bırakıyor, ama şehâdetini (şâhitliğini) beraberinde götürüyor. Tabi amellerini de.

 

6-İnsan dünyaya denenmek için gelmiştir,

İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir: Kulluk yapmak, deneme, kimin daha sâlih amel (güzel iş) yapacağının belli olması için insan yaratıldı.

İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir.

 الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2} (Mülk/2)

“Allah, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayıcıdır." (67 Mülk/1-2. Bir benzeri: Hûd 11/7)

Yani o bir kuldur. Kulun da bir sahibi ve o sahibine karşı görevleri vardır. Sahipsiz kul olmayacağı gibi, sahibine karşı sorumsuz bir kulluk da düşülenemez. Zira kul her açıdan sahibine muhtaçtır. Sahibi olmadan ‘kul’ tek başına bir şey ifade etmez.

Dünyaya gelişi boşuna olmadığı gibi, gidişi de tesadüfen değildir. Evrende (zerreden kürreye) her şeyin bir görevi olduğu gibi, akıl ve irade sahibi insanın başıboş olması düşülemez.

İnsanın kul olarak görevleri dört maddede özetlenebilir.

-Ma’rifet/anlamak,

-İman/kabul etmek-teslim olmak,

-İtaat/görevini yapmak-ibadet etmek,

-Muhsin olmak/aktif iyi olmak-cihad etmek.

İlk vahiy ister nüzul sıralaması olsun, ister resmi diziliş en başta insanın Allah ile olan ilişkisi ile söze başlar.

Zira Yaratıcısı ile ilişkişsi düzgün olan insanın, diğer yaratıklarla ilişkileri de düzgün olacaktır.

Yaratıcı Vahiyle insana sınır çizer. İnsan haddini aşınca kötülük adına her şey olur. Selim aklın hoş görmediği, vicdanların rahatsız olduğu çirkinlikler meydana gelir.

İnsanlık tarihinin öteden beri gördüğü, bugün her gün görmeye ve duymaya devam ettiği akıl almaz yanlışlar ve kötülüklerolur.

Yatağından taşan suyun, sel olması gibi.

 

- Ve İnsan

İnsan, bu cinsin genel adı. İki türü vardır.

Biri beşer. Diğeri Âdem (yani adam, ya da âdemoğlu).

Beşer, biyolojik fonksiyonları olan ama Emânet’i taşımaktan uzak kimse. (Vahye inanmayanlar acaba beşere mi ‘konuşan hayvan’ demişler?)

Âdem, ise vahye kulak veren, onun terbiyesiyle olgunlaşan, dedesi Âdem’e layık, Emânet’in hakkını vermeye çalışan, kemâlât yolcusu kimse.

Halife adayı ve ahsen-i takvim üzere yaratılmış.

Kişi beşeriyetten âdemiyyete yükselmek istiyorsa fikrini (kalbini) ve hayatını vahye uygun hale getirmeli.

Son çağrı:

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ {6} الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ {7} فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ {8}

“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. ve seni dilediği şekilde bir araya getiren (Rabbinden)?” (İnfitar 82/6-8)

Çünkü:

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاقِيهِ {6}  

“Ey insan, sen, Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihayet O'na varacaksın.” (İnşikak 84/6-13)

 

25.02.2019da kısaltılarak düzeltildi.