Davet, tebliğ, bunlarla ilgili kavramlar, müslümanların davet görevi ve bunun metodları hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece

9 Kasım 2014 Pazar

Beytü’s-Selam-Duisburg

İkinci Ders

 

1-Daveti nasıl anlamalıyız?

‘Davet’ kelimesi, ‘deave’ fiilinden gelir. ‘deave sözlükte; çağırmak, seslenmek, nida etmek, dua ya da beddua etmek, adlandırmak demektir.

Kur’an-ı Kerim bu fiili, yardım ve mağfiret dilemek, ibadet etmek, dua ve niyazda bulunmak, yalvarmak, yardım istemek, bir işe teşvik etmek gibi manalarda kullanmaktadır.  

Isim olarak‘davet’; çağrı, nidâ, da’va, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara gelir.

Kulun Allah’a yakarışı söz konusu olunca buna ‘dua ve niyaz’, Allah’ın insanı bazı şeylere çağrısı söz konusu olursa buna da ‘davet’ denilir.

Aynı kökten gelen ‘dua’, kulun Allah’a yakarışı, af, mağfiret ve yardım dilemesidir.

Bu bir ibadettir ve gücü sınırlı bir varlığın sonsuz güç sahibi Yaratıcıdan yardım isteğidir, O’na kulluk edebi içerisinde bir nida’da bulunmasıdır.

İslâmî kavram olarak ‘davet’;

İslâm’a, Allah’a çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder.

Bir başka deyişle davet, insanları İslama çağrı, İslam esaslarının uygulamasına çağrı anlamına gelir.

Bu anlamda ‘davet’, insanları Hakka, hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrı yanında Allah’a yakarıştır.

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ (186)  

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”  (2/Bakara, 186)

İslâmî davetin muhatabı bütün insanlardır. İslâmın ilgi alanına giren bütün din ve dünya işlerinde ‘davet’ geçerlidir.

İslâma teslim olmuş müslümanlara ‘davet’ götürülebileceği gibi, ikili oynayan münafıklara, inkâr eden küfür ehline, hiç bir şeyden haberi olmayan sıradan insanlara da götürülebilir.

Kur’an’ın daveti bu açıdan çok açıktır ve bütün insanlara yöneliktir. Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya, günâhlardan kaçınmaya ve iyi davranışlara yönelik olabilir.

Davet, bir açıdan nasihat, bir açıdan irşad, bir açıdan tebliğ, bir açıdan da ma’rufu emretmek, münkerden sakındırmaktır.

 

3-Her müslüman tebliğ ve davetten sorumlu mudur?

Bu soruya evet dersek yanlış olmaz. Ayet ne diyordu:

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ (33)

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 41/33)

Diğer taraftan her müsluman dininin temsilcisidir. Her müslüman anne baba çocuğuna İslamı öğretmekle, yani onları İslama davet etmekle sorumludur.

İslâm ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Allah’a hakkıyla iman eder, ma’rufu emreder, münkerden sakındırırlar.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَوْ آَمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ (110)  

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.”  (3/Âli İmran 110)

Buradan her müslüman kendi çapında, becerebildiği, gücünün yettiği kadar emr-i bil-ma’ruf yapması kulluk görevini yapar.

Peygamber (sav) hz. Ali’ye (ra) "Ey Ali, senin elinle bir kişinin hidayete ermesi, yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden, -başka bir rivayette- vadi dolusu koyun ve develerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cumua/29, Cihad/102, 143, Fedâilu's-sahabe/9, Meğâzî 38, Libâs/38, Et'ime/1. Müslim, Fedâilu'l-Kur'ân/32, 34)

Bu hadis insanların hidayetine vesile olmanın faziletini ve kazanımlarını anlattığı gibi, tebliğ ve davet yapmaya da bir teşviktir.

Şu hadislerde de aynı teşviki görüyoruz:

“Benim sözümü işiten, onu ezberleyip güzelce anlamını anlayıp sonra onu başkalarına rivâyet edenin Allah yüzünü ak etsin. Nice fıkıh (anlayış ve derin kavrayış) yüklenenler vardır ki, onu kendisinden daha fâkih (daha anlayışlı veya fıkıh bilgisi çok olan) birisine aktarırlar” (Ebu Davud, İlim/ no: 3660. İbni Mace, Mukaddime/18 no 230. Darimî, Mukaddime/24 no: 234)

“Kim, bir hidayete davette bulunursa, o hidayete uyanların elde ettiği mükafatın tamamına, çağıran da erişir.” (Müslim, İlim/16. Tirmizî, İlim,/15)

Ancak Ali İmran 104. Ayet davet ve tebliğ işinin uzmanlıkla yapılması gerektiğine işaret ediyor: “Sizden, hayra davet eden, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir cemaat bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”

Burada -özellikle gayri müslimlere- tebliğ ve davet sanatı veya uzmanlığı gündeme geliyor. Bu önemli ve hassas görevi en iyi, en güzel metodla, sonuç alıcı tarzda, ürkütmeden, nefret ettirmeden yapabilenler yapmalıdır.

 

-Neye  ve kime davet (davetin alanı)

Peygamberimiz, insanları kendine, kendi otoritesine, sistemine, pozisyonuna değil; Allah’a ve O’na hakkıyla teslim olmaya çağırmıştır. Şüphesiz O’nun daveti, Allah’ın ona yüklediği elçilik görevi idi. O’nun bu daveti, kesinlikle çıkar için dünyalık bir hedef, ya da üstünlük sağlama amacı olamazdı.

Davet, İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlama hedefi olduğunu, dolayısıyla müslüman, gayri müslim herkese yöneliktir.

İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara (mezheplere ve hiziplere) veya din adına sonradan ortaya çıkmış şeylere değil, Allah rızası için O’na ve O’nun âyetlerine bir çağrıdır.

Şüphesiz ki iyinin, güzelin, adaletin, insanlığın ve bunlara bağlı değerlerin kaynağı İslâm’dır.

Kur’an neye davet edilmesi gerektiğinin ipucunu şu ayetlerde veriyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (24)

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 6/24)

لِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا هُمْ نَاسِكُوهُ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْأَمْرِ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ إِنَّكَ لَعَلَى هُدًى مُسْتَقِيمٍ (67) وَإِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (68) اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ (69)

“Biz her ümmete bir ibadet tarzı (mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibadet etmektedir. Öyleyse, (din) işinde seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidâyet üzerindesin. Ama eğer seninle tartışmaya (çalışırlarsa, onlara sadece) de ki: “yapıp ettiklerinizi en iyi bilen Allah’tır.” (22/Hacc 67-68)

 

4-Tebliğin ve davetin metodları nelerdir?

Tebliğci, vahyin mesajını herkese ulaştırma uğruna en güzel araçları, en uygun bir biçimde kullanacak ve insanların ilâhî vahiyle tanışmalarını sağlayacaktır.

Bu metodu bütün peygamberler uyguladığı gibi, dinin tebliğcisi her mü’min de uygulamalıdır.

Bütün ibadetler Allah rızası için olduğu gibi, tebliğ ve davet faaliyeti de Allah rızası için olmalıdır. (36/Yâsin, 21)

İslâmî tebliğin hedefi toprak kazanmak, dünyalık kazançlara ulaşmak, ya da bir takım makamlara ve saltanatlara ulaşmak, ya da kendi mantalitesini yetiştirmek istediği kişilere dikte ettirmek değildir. 

Tebliğ’in amacı insanların yüreklerini fethetmektir. Yürekleri hakka, hidayete ve İslâmın aydınlığına (Kur’an’ın nuruna) açmaktır.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

“İnsanları dine davet edin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.” (Müslim, Cihad/3 no: 1733, 3/1359. Buharî, Megazi/60, İcare/8, nak. K. Sitte 12/271)

Tebliğ ve davetin olduğun yerde: Hatip, hitap, muhatap vardır

Tebliğ ve davette zaman, üslup, metod, muhatap önemlidir

Bunu şöyle ifade etmek demek mümkün:

Söylediğim doğru olabilir, ama her doğru her yerde söylenmez      Mekan

Söylediğim doğru olabilir, ama her doğru her zaman aynı tonda söylenmez: Zaman

Söylediğim doğru olabilir ama her doğru herkese aynı üslupla söylenmez. Üslup

Söylediğim doğru olabilir ama her doğru her zaman aynı metodla söylenmez: Metod

Söylediğim doğru olabilir, ama her doğru herkese aynı şekilde söylenmez: Muhatap

Davetin etkili olabilmesi için, Peygamberin kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur’an’ın emrine uyarak insanları en güzel yollarla Allah’a davet etmiştir.

Kur’an peygamberimize bunun nasıl yapılacağını özlü bir şekilde haber veriyor:

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (125)

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16/Nahl, 125)

Kur’an, davet konusunda üç önemli metodu hatırlatıyor. Bunlar:

  1. Allah yoluna hikmetle çağırmak.
  2. Allah yoluna güzel öğütle çağırmak.
  3. En güzel bir biçimde mücadele etmek.
  4. Allah yoluna hikmetle davet etmek:

Allah yoluna hikmetle davet edilecek olanlar, gerçeği öğrenmek isteyen, anlayışlı ve olgun insanlardır. Onlara karşı ancak kesin delillerle konuşmak doğru olur ki, o kesin delil de hikmettir.  

Hikmetle tebliğ, dikkatli olmak, karşıdaki kişinin durumuna göre hareket etmek, en güzel bir tavrı takınmak, ısındırıcı olmak, etkileyici bir metod kullanmak, açık ve kesin deliller kullanmak,  insanlara fayda sağlayacak, akılları aydınlatacak ve vicdanları harekete geçirecek örneklerle davet etmek.

  1. Allah yoluna güzel öğütle davet etmek:

Güzel öğüt vahyin müjdeleri ve uyarıları ile olur. Öğüt yalnızca sözle değil, fiil ve davranışlarla da yapılır. Davranışların bazen sözden daha etkileyici olduğu açıktır.

Allah yoluna, güzel, tatlı, çekici ve doyurucu öğütlerle davet etmek gerekir. Çünkü bilgisiz, hikmetsiz,  sert ve kaba davranmanın, taassupla hareket etmenin bir yararı olmaz.

  1. En güzel bir biçimde mücadele etmek:

En güzel mücadele, tebliğ yönteminin en güzel, en mantıklı, en inandırıcı, en çekici ve en ikna edici olmasını anlattığı gibi, tebliğe engel olucu unsurlarla en güzel mücadeleyi de göstermektedir.

Mücadelenin günün şartlarını, sosyal yapının özelliklerini, muhatabın tutum ve dayanaklarını dikkate alarak sistemli, seviyeli, şuurlu bir şekilde yapılması gereklidir.

Bu üç prensibin yanında şunlar da dikkat edilmesi gereken şeylerdir:

  1. Şefkat ve merhametle davet etmek:

Müslümanların merhametli olması, Kur’an’ın emrettiği bir husustur. Davetçi ise, her müslümandan daha çok merhametli olmak zorundadır. Başkalarına karşı şefkatli ve merhametli olmayan bir kişi, onların iyiliğini isteyebilir mi? Hâlbuki davetçi, insanların cehennem ateşinden kurtulup Allah’ın rızasına kavuşması için gayret sarf eden kimsedir. O kendisi için sevdiği bir şeyi başkaları için de sever.

Kur’an’da Hz. Peygamber’in merhametli olması sebebiyle, insanların O’nun etrafına toplanmış olduğu, aksi halde katı kalpli olmuş olsaydı etrafındakilerin dağılıp gitmiş olacakları belirtilmektedir.

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ (159)

“(Ey Muhammed!) Sen, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi....” (Âli İmran 3/159)

Bu âyet, davetçinin merhametli ve güler yüzlü olmasının önemi üzerinde durmaktadır. Soğuk ve katı yürekli insanlardan hiç kimsenin hoşlanmadığı bir gerçektir.

5.Yumuşak söz söylemek  

Fikir ve inançların değiştirilmesinde insanı etkileyen unsurlardan biri de şüphesiz ki yumuşak söz ve tatlı dildir. İslam davetçisi bu noktada da herkesten çok duyarlı olarak muhataplarına karşı kullanacağı dilin yumuşak olmasına itina göstermelidir. 

Nitekim Kur’an bu hususa şöyle işaret etmektedir:

وَقُلْ لِعِبَادِي يَقُولُوا الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوًّا مُبِينًا (53)

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şüphesiz şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ 17/53)

Bu ayette de ifade edildiği gibi inkâr eden insanlara dahi en güzel şekilde konuşulması gerekmektedir. Çünkü güzel söz ve yumuşak bir üslup, en katı insanlar üzerinde bile etkili olmakta ve onların yumuşamasını sağlar.  

اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى (43) فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى (44)

“İkiniz (Musa ve Harun) Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-korkar.” (20/Tâhâ, 43-44)

Peygamberimiz buyuruyor ki: “Tatlı bir çift söz (muhâtaba verilmiş) bir sadakadır.” (Aclûnî, Keşfu’l Hafâ, no: 1947)

  1. Müjdeleyerek davet etmek:

Tebşir, Arapça’da “sevinçli haber vermek, birine bir şeyi müjdeleyerek sevindirmek” gibi anlamlara gelmektedir.

Kur’an’da tebşîr (müjdelemek) fiili, Allah’a, Hz. Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e isnat edilerek kullanıldığı gibi bunun ism-i faili olan mübeşşir de hem geçmiş peygamberler hem de Hz. Muhammed için kullanılmıştır.

Beşir kelimesi, ayetlerde daima nezir kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır.

Peygamberlik görevini yerine getiren Allah’ın dinine davet eden tebliğcilerin de bu görevi yaparlarken insanları nefret ettirmeden en güzel hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle davetlerini yapmaları gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (sav) bir hadislerinde:

“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, Cihad/164) buyurmuştur.

  1. Korkutarak, sakındırarak ve uyararak davet etmek:

İnzar, Arapça’da “bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak ve dikkatini çekmek” gibi anlamlara gelir.

İnzar işini yapan, yani bir tehlikeyi haber vererek başkasını uyaran kimseye, münzir veya nezir denir.

Dinî bir kavram olarak “inzâr”; Yüce Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması, onları kötü akıbetten sakındırmasıdır. İnzar görevini yerine getirmeleri sebebiyle peygamberlere de “nezîr-münzîr” denir.

İnzar kavramı, Kur’an’da peygamberlerin bir vasfı olarak zikredilmektedir.

İnzar da, tebşir gibi dine davet yöntemlerinden biridir.

İslam’ı tebliğ ederken, ne yalnız cehennem ile korkutmak ne de yalnız cennet ile müjdelemek; korku ile ümit arasında dengeli bir hava oluşturup ruh ve vicdanları serinletmeyi ihmal etmemek bu davetin bir parçasını oluşturmaktadır. (M. Soysaldı’dan)

8.Sanatı kullanmak

Sanat, dâvânın en sihirli tebliğ ve telkin vâsıtasıdır. İnsanlara güzeli sunmak için güzel bir görünüm içinde güzel unsurları kullanmak gerekir ki, bu usûllere sanat diyoruz.

Sanat rûhundan yoksun kaba ve çirkin bir tebliğ (ki buna tebliğ denmez, propaganda denir) çağırmak değil, kaçırmaktır. Bu ince telkin edâsından yoksun, yani sanatsız tebliğcilik, ham softalık ve kaba yobazlık olur.

Sanatın bir gâyesi de gönülle duyduklarımızı başkalarına güzel bir şekilde ifâde etmektir. Rûhumuzu gönlümüzü açmak, oradaki huzuru, hazzı, zevki, güzelliği, derdi, çileyi başkalarıyla paylaşmaktır.

"Ballar balını buldum. Kovanım yağma olsun!" demektir. Yani tebliğdir.

Doğruluk ve güzellik tebliğle, telkinle yayılır. Gerçek sanatın tüm dalları tebliğ vâsıtalarıdır.

 "Gerçek sanat" diyoruz, çünkü meşrû olmayan sanat dallarını ve sanatın gayr-ı meşrû kullanılışını tebliğ kabul etmiyoruz.

Meşrû dâvâ, meşrû vâsıtalarla gelir.

Tebliğ demek, müslümanca sanat demektir. İlle Kur'an âyetlerinin veya hadislerin anlamlarını vermek, vaaz ve nasihat demek değildir. Hayatla ilgili herhangi bir konu İslâmî ölçülere uygun şekilde müslümanca ele alınır; sözle, sesle, çizgiyle veya başka bir yolla meşrû ve güzel bir tarzda sunulursa bu sanat olduğu kadar tebliğ de olur. (A. Kalkan’dan)

 

-Davetin ve tebliğin muhtevası

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ (34) وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (35

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur. Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna, ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.” (41/Fussılet, 33-35)

Bu âyetten yola çıkarak, güzel sözün muhtevâ/içerik yönüyle özelliklerini şöyle tespit edebiliriz:

1-Allah'a dâvet, insanları mutlak doğruya, tevhide, İslâm’ın ana esaslarına çağrı. Kendi beşerî doğrularımıza, parti veya cemaatimize, dernek veya vakfımıza değil.

2-Sâlih amel, yani sadece sözle yaptığımız dâvetle yetinmeyip hal dili, beden dilini de kullanmak, anlattığımızı önce ihlâslı bir şekilde nefsimizde yaşamak ve örnek olmak gerekmektedir. Unutmamalıyız ki, eteği tutuşan itfaiyeci, kendini kurtarmadan dışarıdaki yangını söndüremez.

3-“Ben müslümanlardanım” demek, yani Allah'a teslimiyet, İslâm prensiplerini tâvizsiz yaşamaya çalışmak, İslâm kimliğinden başka kimlik ve âidiyetleri öne çıkarmamak, şahsiyet/kimlik sahibi olmak ve dünyevî çıkar gözetmemek gerekir. Bir cemaat mensûbu, bir klik, grup olarak değil; “müslüman” olarak tebliğ yapmak; sadece bu kimlikle muhâtabın karşısında olmak gerekir.

Diğer âyet ve hadislerden yola çıkarak, güzel sözün diğer temel içerik özelliklerine şunları da ekleyebiliriz:

4- Hayırlı ve faydalı şeyler konuşmak: “Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!” (Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. 12/131 no: 1981; et-Tâc, 5/183. Riyâzu’s.Sâlihîn, 2/120)

5-Aksi gerekmediği müddetçe sevindirici, müjdeleyici Sözler: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 3722) “Tatlı bir çift söz (muhâtaba verilmiş) bir sadakadır.” (Aclûnî, Keşfu’l Hafâ, no: 1947)

 

            -En iyi tebliğ (veya davet) örnek olmaktır yani inandığını yaşamaktır

Davetçi, davet ettiği şeyi öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek olur. Unutulmamalıdır ki, her mü’min İslâmı yaşamaktan sorumlu olduğu gibi, İslâmı

temsil etmekten de sorumludur.

Onun güzel ve takva hayatı Din’e bir davet gibi olmalıdır.

Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman davet edilen şeyi davetçinin şahsıyla özdeşleştirirler. Bu nedenle davetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır.

Son derece tutarlı, akla uygun, inandırıcı, mantıklı ve sistemli bir şekilde davet metodu izleyen Allah’ın Rasûlü davetinde başarılı olmuştur.

Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve yüce bir ahlâka sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde , söylediklerini yaşayarak insanları Hakk’a çağırmıştır .

Mus’ab ibni Umeyr’in metodunda şunlar vardı:

1-Öğren ki inanabilesin

2-İnan ki inandırabilesin

3-Yaşa ki yaşatabilesin

4-Karşılık bekleme ki karşılık bulasın

5-Nefsini Allah’a bırak ki haddi aşmayasın.

Kur’an, Kitrab’ı kaşkasına okuduğu kendini unutanları kınıyor:

"Siz Kitab'ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (2/Bekara, 44)

Hasanü'l-Basrî şöyle der: "İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et; sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve önce kendisi onu yapar. Bir münkerden de sakındırmak istediğinde önce kendisi ondan sakınır." (Ahmed bin Hanbel, Zühd, no: 273)

Yine Hasanü'l-Basrî'ye ait başka bir tavsiye de şöyledir: “Mârufu emreden birisi olduğun zaman, onu kendisi yaşayıp uygulayanlardan ol; yoksa helâk olursun. Münkeri de sakındıranlardan olduğunda ise, ondan kendisi sakınanlardan ol; yoksa helâk olursun.” (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd no: 360)

 

5-Gayr-i müslimlerin müslüman üzerindeki hakları

a-Kişi haklarına saygı,

Herkesin doğuştan ve sonradan kazandığı hakları vardır. İnsana saygı duyduğunu, insanları sevdiğini iddia eden herkesin bu haklara saygı duyması gerekir.

Müslüman, buna ‘kul hakkı’ der ve bundan dikkatli bir şekilde sakınır. Bilir ki ihlâl edilen veya verilmeyen her hak bir vebâldir, Ahirette hesabı verilecektir. Ya da bu dünyada bir şekilde kötülük, belâ ve musibet, darlık ve zorlk şeklinde hak yeyicinin karşısına çıkacaktır.

b-Kamu haklarına saygı,

İnsanlar birlikte yaşamak zorundadır. Böyle olunca karşılıklı ödevler ve haklar gündeme gelir. Bazı şeyler ortak kullanılır. Ortak kullanılan her şeyde toplumun hakkı olur. Bunlar toprak, hava, deniz, olduğu gibi, toplumun hizmetini gören kurumlar da olabilir.

Bir müslüman herhangi bir ülkede oturumlu olarak, yani eman alarak yaşıyorsa, orada elde ettiği haklara karşılık, bazı ödevleri de olacaktır. Bunlara toplumsal ödevler diyebiliriz.

Bir  başka deyişle bunlar bizim topluma (kamuya) karşı görevlerimizdir.

c-İyi komşuluk

Gayr-i müslimlerin, müslümanlardan iyi komşuluk görmeleri haklarıdır.

Yani müslüman komşusuyla öyle güzel geçinecek ki, ayrıldığı zaman ‘yahu çok iyi bir komşuydu, iyi bir insandı’ denilecek kadar. ‘Oh be, gitti de kurtulduk’ dedirtecek davranışlarda bulunan müslümandan onu dini bile razı değildir.

d-Temiz bir çevre

Müslümanlara göre ‘temizlik imandandır.’ Her türlü temizlik tabi.

Müslüman, yaşadığı çevreyi hesaba katarak yaşar. Çevre üzerinde başkalarının da hakkı olduğunu unutmaz. Hem yakın çevresini, hem de uzak çevresini temiz tutmaya özen gösterir. Evini, sokağını, mahallaesini, yani bulunduğu her yeri temizler, kirletmemeye dikkat eder. Havayı, suyu, geniş çevreyi kirletecek işleri yapmaz. Çöplere dikkat eder, artıkları günün imkanlarına göre halleder.

Keşke onlar başkalarına şöyle söyletebileseler: ‘Müslüman gibi dürüst ve temiz’.

e-İslâmı duyma ve canlı İslâmlar görme

Müslümanların çevresinde yaşayan gayr-i müslimler onların aracılığıyla İslâmın güzelliklerini görme hakkına sahiptirler.

Yani müslümanlar başkalarına inandıkları dinin mükemmelliğini göstermekle mükelleftirler. Bu da sözden ziyade ahlâkla, yaşantı ile, insanî ilişkilerle olabilecek bir şeydir.

Nitekim tarihte İslâmın bu güzel ilişkilerle yayıldığını görüyoruz. İslâmın başka ülkelere kılıçla, yani zorla yayıldığını iddia edenler yalan söylüyorlar. Çünkü İslâm toprak hakimiyeti değil, bir yürek fethidir. Gönüllü bir kabul ve yürekten gelen bir samimiyetle yaşanan bilinçli bir tercihtir. Bunun da baskı ile olmaycağı açıktır.

Bir fikir adamı şöyle diyor: “Müslüman, sen İslâmı öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin”.

Avrupa’ya islâm adına güzel örnekler sunamayan müslümanlar sorumludur.

Gayr-i müslimlerin arasında yaşayan müslümanların en öenmli davet ve tebliğ görevleri iyi müslüman olmaktır.

İslamı tebliğ eden, insanları en güzel metodlara ve araçlarla İslama davet eden organizeler, kurumlar, yayınlar olursa bu da iyi olur.

 

-Son söz

Allah (cc) insanları ‘selâm yurduna’ çağırmaktadır. Selâm yurduna gidebilmenin yolu da yine ‘selâm’ dini olan İslâm’a girmekten geçer. İnsanların İslamı seçmesine ve İslamı hayat haline getirmesine sebep olanlara müjdeler olsun.

وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلَامِ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (25)

Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus 10/25)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالْعَصْرِ (1) إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ (2) إِلَّا الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (3)

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ (33)

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr Sûresi)

Ayrıca;

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (41/Fussilet, /33)