Ölüm gerçeği, ölüme inanma, sekeratu'l-mevt hali, defin öncesi cenaze için yapılabilecekler hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece       

Selam-Pazar Dersleri

17.03.2013 Dortmund

Birinci Ders

 

Konu başlıkları:

-Kurana göre  ölüm

-Ahiret hayatı

-Sekerat

-Defin

-Müslüman mezarlığı

-Kuran’a göre  ölüm

 

-Ölüm gerçeği

Şair ölüm gerçeğine şöyle işaret ediyor: 

Otuzbeş Yaş

“… Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak

Taht misali o musalla taşında.”

 

Yolun Sonu Görünüyor
« Bana ne yazdan bahardan
Bana ne borandan kardan
Aşağıdan yukarıdan
Yolun sonu görünüyor

Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes, derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor

Azrailin gelir kendi
Ne ağa der ne efendi
Sayılı günler tükendi
Yolun sonu görünüyor

Bu dünyanın direği yok
Merhameti yüreği yok
Kılavuzun gereği yok
Yolun sonu görünüyor » Dursun Ali Akınet

 

Tarihçiler ve siyer yazarları şöyle anlatıyorlar:

“Harun Reşid ömrünün sonuna doğru Bağdat’ta Dicle nehrinin üzerine büyük masraflar ederek güzel bir saray yaptırdı. Nehir sarayın bir tarafından girip diğer tarafından çıkıyordu. Sarayın yanına nehre doğru bakan albenili mükemmel bir bahçe kondurdu. Sarayın ve bahçenin inşaati bitince açılış için bir seremoni hazırlandı. Halk bölük bölük gelip onun bu muhteşem sarayını tebrik ediyorlardı.

Gelenler arasında o zamanın alimlerinden Ebu Atâhiyye de vardı. O Harun Reşid’in önünde durdu ve bir şiirin ilk satırını okudu.

“Bu şahane sarayın gölgesinde dilediğin gibi yaşa…”

Bu söz Harun Reşid’in hoşuna gitti ve dedi ki; „Devam et“. O da ikinci satırı okudu:

“Canın ne istiyorsa o sana sabah akşam rahatlıkla ulaşıyor.

H.Raşid: “Devam et“ dedi. O da şiirden bir beyit daha okudu:

“Ancak nefisler fokurdamaya, göğüsler iç çekerek hırıltı çıkarmaya başlarsa,

O zaman kesinlikle anlarsın ki sen cidden büyük bir aldanma içindesin.

H.Reşid yine “devam et“ dedi. O da şu âyeti okudu:

كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ {26} وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ {27} 

Ne zaman ki, (son nefes, ölen birinin) boğazına gelip düğümlenir, ve insanlar: "(onu kurtaracak) bir hekim yok mu?" diye sorarlar;” (Kıyâme 75/26-27)

H.Reşid üç defa daha peşpeşe “devam et“ deyince Ebu Atâhiyye şiirden aynı beyti yine okudu. Bunun üzerine H. Reşid ağladı ve yere çöküp kaldı. Biraz kendine gelince hemen töreni dağıtti ve eski meskenine geri döndü. Bir ay geçmeden de vefat etti. (A. al-Karnî, el-Misk u ve’l-Anber, sayfa: 83)

Ebu Atâhiyye belki de Harun Reşid’e şöyle demek istemişti.

“Ey sultan bu gösterişli, şahane, muhteşem sarayda yaşamak isteyebilirsin. Kölelerin ve hizmetçilerin sana her gün sabah akşam canının her istediği şeyi getirebilirler.

Fakat can boğaza geldiği zaman, ölüm baygınlığı başlayıp da göğsün hırıltı çıkarmaya başladığı zaman çevrendekiler feryat ederler: “Hani bu adamı tedavi edebilecek bir hekim yok mu? Bu adamın derdine deva yetirecek bir tabip bulunmaz mı?

İşte o zaman gerçeği anlarsın. İşte o zaman haline kendin bile hayret edersin. Ne oluyor diye sorarsın ama heyhat bu işin geri dönüşü yok.“

 

  • Kur’an ölümü unutan insana sık sık onu hatırlatıyor:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ {185}  

“Her can ölümü tadacaktır: Böylece Kıyamet Günü [yapıp-ettiklerinizin] kar-şılığı size tam olarak ödenecektir; orada ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulacak olanlar, gerçek bir zafer kazanmış olacaklardır:

Zira bu dünya hayatı(na düşkünlük), kendi kendini aldatma zevkinden başka bir şey değildir.” (Âli İmran 3/185)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ {35} 

Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.“ (Enbiyâ 21/35. Bir benzeri: Hadid 57/20. Lukman 31/33. Ankebût 29/57)

أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً {78}

“Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen kulelerde olsanız bile.” Onlar güzel şeylere kavuştuklarında, bazıları “Bu Allah'tandır!” derler; ama başlarına bir kötülük gelince, “Bu senin yüzündendir [ey arkadaş]!” diye feryad ederler. 

De ki: “Hepsi Allah'tandır!” O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati kavramaya yanaşmıyorlar?” (Nisâ 4/78)

 

  • Hayatı ve ölümü O var etti

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {1} الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2}

” O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır  ki sizi sınamaya tâbi tutsun [ve böylece] davranış yönünden hanginiz daha iyidir [onu göstersin] ve yalnız O[nun] kudret sahibi ve çok bağışlayıcı [olduğuna sizi inandırsın].” (Mülk 67/1-2)

 

  • Ecel gelince

وَأَنفِقُوا مِن مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ {10} وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْساً إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {11}

“Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın! Ölüm gelip çatınca:

“Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım! ” diyecek olsa da, Allah vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Münafikûn 63/10-11)

 

  • Zaten öleceksiniz, bari müslüman olarak olun

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ {102}  

“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âli İmran 3/102)

 

1-Âhiret hayatı

Adı üzerinde, fâni dünya. Yani eskiyen, devam etmeyen, bitecek, tükenecek dünya.

Ebedî olmadığı gün gibi ortada olan bir hayat. Ama insan bazen bu hayatın akışına öylesine kapılır ki, ömrün fâni olduğunu unutur. Sonra da ardı arkası kesilmeyen hayallere dalar. Gerçekleşmesi mümkün olmayan ümitlere sarılır. Boş kuruntuların peşine düşer. Onlardan medet bekler…

Dünya hayatı hakkında Kur’an şu ölümsüz gerçeği insanlara hatırlatıyor.

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ {32} 

“Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?” (En´am 6/32. Muhammed 47/36, Ankebût 29/64)

2-Ölüm anı (sekratu’l-mevt)

es-Sükru‘, kişi ile aklı arasına arız olan şeydir ki, daha çok şarap içme ile ilgili kullanılır. Aşırı kızgınlığa ve aklı başından alan aşk hakkında da kullanılır.

Çoğulu ‚sekerât’tır.

‘Sekra‘, sarhoşluk veren türlerin genel ismidir. (R. Isfehânî, el-Müfredât s: 345) Kur’an’da bir âyette kullanılır ölüm halinde baygınlığı, kâbûsu veya sarhoş gibi olma halini anlatır.. (Kaf 50/19)

Türkçe’de bu daha çok ‚sekerâtu’l-mevt‘ şeklinde çoğul haliyle kullanılır.

وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ {19} وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ {20}

“Derken ölüm kabusu (sekratu’l-mevt) tüm gerçekliğiyle çıkagelir; (ki) işte bu (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.

Nihayet (diriliş için) sure üflenir. İşte bu da (ey insan), kendisine karşı uyarıl(dığın) gündür. (Kaf 50/19-20)

‘el-Sekeru‘, sarhoşluk veren şey demektir ki bu da Kur’an’da bir yerde geçmektedir.

وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناً إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ {67}  

Ve hurma ağaçlarının ve asmaların ürününden hem sarhoş edici içkiler, hem de güzel, temiz rızıklar elde edersiniz: işte bunda da, aklını kullanan kimseler için bir ders vardır!“  (Nahl, 16/67)  

Buhârî Rikak Kitabın’da “ Sekeratu’l-mevt“adlı bir bab (başlık) açmış ve burada altı hadise yer vermiştir.

 

- Ölmekte olanın durumuna din dilinde ‘muhtazar‘ da denir.

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor. Ben Rasûlüllah‘ı vefat ederken gördüm. Yanında su dolu bir kab vardı. Elini suya daldırdı, yüzünü bu su ile ıslattı ve şöyle dedi: “Yarabbi bana sekerâtü’l-mevt anında yardım et.“ (İbni Mâce, Cenaiz/64 no: 1623)

 

- Peygamber (sav) ölüm anı ilgili bazı şeyleri haber veriyor. 

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: „Rasülullah (sav): "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?" buyurmuştu. Cemaat: "Evet, görüyoruz!" dediler. Bunun üzerine: "İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!" buyurdu." (Müslim, Cenâiz/9 no: 921)

Ümmü Seleme (anhâ) anlatıyor:

"Rasûlüllah (sav) Ebu Seleme‘nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figân koparmıştı. Peygamber (sav):

"Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler!" buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!" (Müslim, Cenâiz/7, no: 920. Tirmizî, Cenâiz/7 no: 977.  Ebu Dâvud, Cenâiz 19, 21 no: 3115, 3118)

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: „Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:

"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: "Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabbine kavuş."

Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: "Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!" derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler.

Ona: "Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?" diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: "Bırakın onu, onda hâla dünyanın tasası var!" derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): "Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?" der. Onlar: "O, annesine, yani Hâviye cehennemine götürüldü!" derler.

Peygamber (sav) devamla dedi ki: "Kâfir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: "Bu cesedden kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azabına koş!" Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: "Bu koku ne de pis!" derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler." (Nesâî, Cenâiz/9 no: 1834)

 

- Hayat için ölümü hatırlamak

Nihayet insan her gün yanındakilerden birinin öteye gittiğini görür. Sıranın kendisine geleceğini de bilir. Böyle iken, bu gerçekliği kendinden uzakta zanneder. Ya da düşünmek istemez. Ölümü hatırlayarak ağzının tadını bozmak hoşuna gitmez. Zira ona göre zaman şu andır.

Öte dünyaya inanmayanlar ölümden bahsedilmesinden hoşlanmazlar. Ölümü duydukları zaman yüzleri buruşur.  Böyleleri mezarlıkları mümkün olduğu kadar şehrin uzağına, gözden ırak yerlere yaparlar. Mezarlıkları hiç ziyaret etmezler. Hatta yanlarına bile yaklaşmazlar. Ziyaret etseler de bu ölümü hatırlamak, ibret almak için değil; sevdiklerini anmak, onların mezarlarını daha süslü yapmak içindir. Ya da ulu saydıkları ölmüşlere saygılarını tazelemek için.

Halbuki İslâm peygamberi, hayatı düzene koyabilmek, daha düzgün bir hayat yaşamak, daha üretken olmak için, ölümü sık sık hatırlamayı tavsiye ediyor.

“Lezzetleri kesen (dünya lezzetlerine karşı hırsı yok eden) ölümü çok hatırlayınız.” (İbni Mâce, Tirmizî, Nesâi’den Riyazü’s-Salihin, no: 580)

Diri diri yaşamak isteyenler ölümü hatırlamak zorundadırlar.

Ölümü unutanlar, ölümsüz olamazlar. Bunun iki yönü vardır.

Müslümanlar ebedi hayata inanırlar. Bu ebedi hayatın mutluluğu bu dünyada kazanılır.

Bu anlamda “Dünya âhiretin tarlasıdır.“ Çiftçi zamanında tarlasını ekerse günü gelince ürününü alır. Ekmeyen hasat elde edemez. Âhiret hasatı dünya tarlasını ekmekle mümkün olur.

Burada sâlih amel işleyen kimse bunun hasatını, yanı faydasını hem bu dünyada hem ahirette görür, oradaki ölümsüz saadeti kazandırır.

Kendisi düzgün bir hayat yaşadığı gibi, insanlık için faydalı işler yapanların, güzel çığır açanların, kalıcı eserler bırakanların adı ölümsüzleşir.

İnsanı ölümsüzleştiren işlerden biri de sadaka-i cariye’dir (devam eden sadakadır). Ölümü ve ondan sonrasının sonsuz bir hayat olduğuna inanan mü’min, sevabı devam edecek olan yatırımlara yönelir.

Bu amaç da onun hayatını daha diri ve verimli geçmesine yol açar.

Ölümü hatırlamak istemeyenler, ölümden sonra da yaşamak istemeyenlerdir. Halbuki arkada kalanların kendisini hayırla yad etmesi, kişinin onlara faydalı olması ile mümkündür.

Çevresine eziyet edenleri kimse hayırla yad etmez. İnsanların haklarına tecavüz edenleri kimse rahmetle anmaz. Çevresini rahatsız edenlerin ölmesi beklenir. Ölünce de unutulur giderler.

Bu açıdan ölümü her vesile ile akla getirmek, anmak, ölüm fkrini kafadan silmemek  hayatı daha diri, daha canlı, daha verimli yapmanın bir imkanı; daha dikkatli yaşamaya, hata yapmama ve günah işlememe konusunda daha titiz olmaya sevkeden bir fikirdir.  

 

- Ölüme inanıp inanmama

Mesele ölüme gerçekten inanma meselesidir.

“Canım, herkes öleceğini bilir. Her müslüman ahirete de öleceğine de adı gibi inanır. Ne demek ölüme gerçekten inanıp inanmama“ denilebilir.                 

Evet, bize göre asıl sorun herkesin gerçekten ölüme inanıp inanmaması. Buna müslümanlar da dahil. Müslümanlara da sormak lazım.

Soru şu: Ölüm var da, sen buna gerçekten, gönülden, ayne’l-yakîn inanıyor musun?

Aynanın karşısına geçip kendi kendimize sormamız lazım: Ey aynaki görüntü sen  gerçekten ölüme, ölümden sonra dirileceğine inanıyor musun?

Sen hayatının hesabını vereceğine, yaptığın her şeyin günün birinde karşına geleceğini, hayat filminin sana seyrettileceğine gerçekten inanıyor musun?

Cevap evetse; Peki o zaman bu yaşadığın hayat ne?

Bu yaptıkların ne?

Bu hayat anlayışın ne?

Bu telaş ne?

Bu gaflet ne? İzahı yok…

Hiç ölüme gerçekten inanan böyle yapar mı?

Öleceğinden emin olan dünyaya kazık atacakmış gibi davranır mı?

Her yaptığının hesabını günün birinde vereceğine inanan kötü işler yapar mı?

Mesele, ölüme gerçekten inanıp inanmama meselesidir. Ölüme inanan ona hazır olur. Çanta elinde vasıta bekleyen yolcu gibi. Ölüm her an, her gün gelebilir. Vakti saati belli değil. Öyleyse geliş saati belli olmayan vasıtayı bekleyen yolcu gibi her açıdan yolculuğa hazır olmalı.

Gerçekten ölüme inananlar, ölümden sonra bir daha asla geriye dönmeyeceğinden emin olanlar böyle mi yaşar?

Kendisine emânet verilen ömrü böyle mi geçirir?

Ölüme inanan nasıl olur da bütün yatırımlarını dünyaya ayırır da, ölümden sonrası için hazırlık yapmaz?

Peygamber (sav) akıllı insanı şöyle tarif ediyor:

İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek Peygamber'e selâm verdi. Sonra da: "Ey Allah'ın Resülü! Mü'minlerin hangisi en faziletlidir?" diye sordu. O da: "Huyca en iyisidir!" buyurdular. Adam: "Mü'minlerin hangisi en akıllıdır?" diye sordu. Peygamber (sav): "Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir" buyurdu." (İbni Mâce, Zühd/31 no: 4259.  Bir benzeri, Tirmizî, S. Kıyâme/25 no: 2459)

Abdullah ibni Ömer (ra) şöyle anlatıyor: Resûlüllah (sav) omuzumu tutarak buyurdu ki: “Dünyada tıpkı bir garip, hatta bir yolcu gibi davran!” İbni Ömer (ra) şöyle derdi: Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al! (Buhârî, Rikak/3, no: 6416)

Ölüme inandığını söylediği halde onu hala ciddiye almayanları şair şöyle anlatıyor:

“Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan” (N.F. Kısakürek)

 

-Ölüm istenir mi?

Âlimlerin bir çoğuna göre ölümü istemek mekruhtur. Buhari ve Müslim'in rivâyet  ettikleri bir hadis şöyle: "Rasulüllah (sav) buyurdu ki: “Sizden biri,   yakalandığı  hastalıktan dolayı   ölümü   istemesin,   Eğer mutlaka   isteyecekse   şöyle desin: 

„Allahım! Yaşamak daha hayırlı ise beni yaşat, ölmek daha hayırlı ise beni vefat ettir." (Allahümme ehyınî mâ kâneti'l hayatü havrün lî, ve teveffenî mâ kâneti'l vefatü hayren lî.)

Ancak  bir kimse,   dinine   bir   zararın uğramasından veya   ona   çok büyük  bir  fitnenin  şerrinden  korkarsa   o   zaman  ölümü   isteyebilir. Peygamberimiz  buyurmuştur  ki:   "Allahım! Kullarına bir fitne murad edersen,  fitneye uğramadan önce benim ruhumu al."   (Fıkıh  Ansiklopedisi (çev.), 3/13)

Buna göre intihar etmek (kendi canına kıymak) ve otanazi kesinlikle haramdır. 

- Ölüm  anında  yapılan  tevbe:

İslâm  âlimleri  yeis  halinde yani can boğaza geldiği zaman, kişinin öleceğini anladığı anda, iman etmeyi sahih  (doğru) kabul  etmemişlerdir. Hayatı boyunca inkârcı olarak yaşayan  bir kimsenin, tam öleceğini anladığı anda iman etmesi gerçekçi kabul edilmemiştir.

Kur'an-ı Kerim şöyle diyor:

فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ {84} فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ {85}‏

"Bizim azabımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın  kulları hakkın­da  eskiden beri yürürlükte   olan kanunu budur. İşte o zaman kafir­ler  ziyana  uğramışlardır. “ (Mü 'min (Ğafir) 40/84-85 )

Bazı âlimler böyle bir durumda yapılan tevbeyi aynı şekilde değerlendirip, geçerli   olmadığını söylüyorlar.

Ama tercih edilen görüşlere göre, can boğaza gelmediği müddetçe yapılan tevbeler  geçerlidir. Tevbe nihayet kişinin Rabbine halini arzetmesi, günahından, hatasından dolayı  af dilemesidir.  Rabbi onu dilerse bağışlar, dilerse bağışlamaz.  

İmanı kuvvetli bir mü'min hiç bir işini ölüm anma bırakmaz.

Rabbimiz  şöyle  buyuruyor:

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ {135} أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ {136}

 "Ve onlar bir çirkin iş (günah) yaptıkları,  ya da nefisle­rine zulmettikleri  zaman,   Allah'ı hatırlayarak hemen  günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'tan başka kim  bağışla­yabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile israr etmezler."   (Âli İmran 3/135)

 

-Ölüm Anında Yapılacak İşler:

 

1-Ölmek üzere olanı sağ tarafına yatırıp kıbleye çevirmek:

Bunu yapmanın sünnet olduğu söyleyenler oldu. Çünkü Rasulüllah (sav) Beytullah  için: "O,  ölülerinizin ve  dirilerinizin   kıblesidir" buyurmuştur. (Ebu Dâvud'tan)

Hz. Fatıma (r.anha) da vefat ederken Ümmü  Rafia'ya 'beni kıbleye çevir' demiştir. (Ahmed b. Hanbel'den)

Böyle yapmanın gereksiz olduğunu da söyleyenler olmuştur. En iyisi ölmek üzere olan hasta nasıl rahat edecekse öyle yapmak, onu ve yanında bulunanlara eziyet etmemektir.

 

2-Ölmek Üzere  Olana  Şehadet Kelimesi  Telkininde  Bulunmak:

-Ölmekte olanlara (muhtazar halindekilere) uygun bir dille Tevhid kelimesi söylemesi telkin edilir. Çünkü bu Peygamberin emridir.

Ebu Sa'îdi'l-Hudrî (ra) anlatıyor:

"Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lâilâhe illallah demeyi telkin edin." (Müslim, Cenâiz/1-2 no: 916, 917. Tirmizî, Cenâiz/7 no: 976. Ebu Dâvud, Cenâiz/20 no: 3117.  Nesâî, Cenâiz/4 no: 1828)

Son sözü Kelime-i Tevhid olanın Allah’ın rahmetine kavuşması ümit edilir. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Kimin (hayatta söylediği) en son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa cennete girer.” (Ebu Dâvud, Cenâiz/20 no: 3116)

Telkin yaparken yumuşak davranmak, nazik olmak gerekir. Bu sözleri söylemesi   için zorlama yapmamak gerekir. Telkinin, yakın akrabalar veya ölünün sevdjği kişiler tarafın­dan  yapılması tercih edilir. Bu kimseıerin.  Kadın erkek olması farketmez.

Telkin yapan kimse, eğer ölüm anındaki kimse Tevhid  kelimesinin söyleyebilecek durumda ise; kendisi yavaş yavaş söyler ve hastanın da söylemesini sağlar. Hasta eğer bunu  söyleyemeyecek durumda ise ısrar edilmez. 

 

4-Ölmekte olan kişinin yanında Kur’an okumak

Ölmek üzere olan birinin yanında Kur'an veya özellikle Yâsin Sûresi’nin okunması   konusunda âlimler arasında fikir birliği yoktur.

Özellik­le İmam-ı Mâlik, ölü üzerine Kur'an'dan bir parça veya Yâsin  okunma­sının sonradan uydurulan bir şey (bid'at) olduğunu açıklıyor. 

Ancak sonradan gelen bir çok âlim, ölmek üzere olan bir çok alim Yâsin veya Ra'd   Sûresini okumak ölümü kolaylaştırır, Yâsin Sûresi kıyâmet, hesap, yeniden dirilme, cennet gibi konulardan bahsettiği için ölü, böylece daha bir şuurlu ve ölümden sonrasına daha bir hazırlıklı olur demişler.

Çoğunluğa göre ölmek üzere olan birine Yâsîn okumak caizdir. Bu konuda şöyle bir hadis rivâyet  ediliyor:

Ma'kıl ibnu Yesar'dan (ra) rivâyet edilmiştir; Rasûlüllah (sav) şöyle demiştir: "Yâsin, Kur'an’ın kalbidir. Bir kimse onu oku­yarak Allah'tan bir şey istese veya âhiret yurdunu taleb etse; o kimse Yâsin ile mağfiret olunur. Onu ölülerinizin üzerine okuyunuz." (Ebu  Dâvud, Cenâiz/24  no: 3121.  İbnu  Mâce, Cenâiz/4 no: 1448  Bu  hadisi  Ahmed ibnu Hanbel, Nesaî, Hakim gibi  hadisçiler de rivâyet  ettiler.)

Bu da “ölüp gitmişler üzerinde değil, ölmekte olanlar (muhtazar halinde olanların) üzerine” şeklinde anlaşılmıştır.

Birisini getirtip ölen kişi üzerine para ile Kur'an okutmak ise caiz değildir. 

 

5-Gözlerini  kapama, çenesini bağlamak:

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Rasûlüllah (sav) "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl  belerip kalıyor,  görmez misiniz?” buyurmuştu.

Cemaat: "Evet  görüyoruz"  dediler.

Bunun üzerine  Peygambermiz; “İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan  ruhunu) takip etmesidir" buyurdu. (Müslim, Cenâiz/9)

Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) Ebu Seleme'nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme’nin gözleri açık kalmıştı; onları ka­pattı ve sonra:

"Ruh kabzedildi mi  göz onu takip  eder"  buyurdu.

Ailesinden bazı­ları feryat etmeye   başladılar. Efendimiz (sav):

"Kendinize  kötü temennide bulunmayın, hayr dua edin.   Çünkü  melek­ler,   söylediklerinize  âmin  derler" buyurdu. Sonra   ilave  etti;

"Allahım! Ebu Seleme'ye mağfiret  buyur. Derecesini  hidayete erenler  arasında  yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol. (Geride kalanları koru ve  rızıklarnı   ver.)   Ey alemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur. Ona kabrini geniş kıl, orada   ona nur ver."  (Müslim, Cenâiz/7. Tirmizî, Cenâiz/7. Ebu  Dâvud, Cenâiz/19)

Ölen kimse yanında bulunanlar ölünün gözlerini kapatır. Çenesini bir bezle başından doğru şöyle diyerek bağlarlar.   

“Bismillahi ve âlâ  milleti Rasûlüllahi. Allahümme yessir aleyhi emrahû, ve  sehhil aleyhi mâ ba'dehû, ve  es'ıdhü bi-likâike, vec’al mâ haraci ileyhi hayran mimmâ harace  anhü-Allah'ın adını zikir ile ve Rasûlüllahm ümmeti üzere ölmüş olsun. Allahım! Buna işini  kolaylaştır, kendisine ilerisini kolay kıl, onu sana kavuşmakla mesut et, yöneldiği âlemi içinden çık­tığı alemden hayırlı eyle.”

Ölünün yanında hayızlı, nifaslı (yeni doğum yapmış veya cünüp olanların bulunmasında bir sakınca yoktur. (Bazı  âlimler bunun caiz olmadığını söylemişlerdir.   Ancak peygamberimizden bu konuda açık bir yasak haberi yoktur.)

Ölünün bulunduğu yere buhur gibi hoş kokular verilebilir. Elleri iki yanına uza­tılır. Parmakları ovularak açık hale getirilir. Ellerin göğüs üs­tüne konulması mekruh sayılmıştır. Çünkü müşrikler öyle yaparlar.

Elbisesi hemen soyulur ve üzerine geniş bir örtü örtülür. Ayrıca şişmesin diye karnı üzerine ağır bir cisim konulur.

Ölü yıkanıncaya kadar artık üzerine Kur'an okunmaz.

Yalnız yakınları teberrüken ölülerini öpebilirler. Çünkü Peygam­berimiz (sav) Osman b. Maz'un'u öpmüştür. Hz. Ebu Bekr de vefat et­tiği zaman Peygamberimizi öpmüştür. (Fıkıh Ansiklopedisi,   3/18)

Yakınlarının ölüyü görmelerine engel olunmaz. Çünkü bu onların hakkıdır.

Bütün bunlar imkan dahilinde yapılır. Eğer mümkün değilse; bu gibi şeyler zaten farz  gibi emir değillerdir.

Avrupa  ülkelerinde hasta hanelerde ölenler  hakkında ne yapmalıyız?

Böyle durumlarda da yine imkan meselesi gündeme gelir. Aniden, kaza sonucu, hiç   bir akrabanın veya müslümanın olmadığı yerlerde bu hizmetler istenildiği gibi yerine getirilmeyebilir.

Hastahanede ölen bir müslümanın yanında birisi varsa bu hizmetle­ri görür. Kimi   zaman da hastahane görevlileri göz kapamak, çene bağlamak, bir tabuta veya morga kaldırmak gibi işleri yapabilirler.

Kadın ölüler hakkında bu gibi hizmetlerin kadınlar tarafından yapılması elbette daha   uygundur.