Adalet, kıst, Allah'a, insana ve topluma nisbetle adalet hakkında bir konuşma.

Hüseyin K. Ece

19 Nisan 2014 Pazar

AKABE Gençlik - İstanbul

 

  • Giriş

Bu derste adil olan, her seyi yerli yerinde hikmetle yaratan, her şeye denge koyan Allah’ın bu fiilinin insana ve topluma yansımasini işlemeye çalışacağız.

Önce adalet kavramının sözlük manasını, Kur’an’daki kullanımlarını, adaletle eş anlamlı diğer kavramları anlatalım.

Sonra ibadet olarak adaleti, arkasından da adaletin bir ahlâk olarak fertlere ve topluma yansımasını işleyelim.

Bu derste devletin imanı sayılabilecek siyasi adalete fazla yer vermeyeceğiz. Burada önemli olan herhangi bir devletin nasıl adeletli olmasi gerektiği gibi teorik bilgi değil, bir müslüman olarak adalet ibadetini yerine getirmektir.

Zira biraz sonra geleceği gibi adalet ahlâki her müslümana emredilen ve hayatın her alanında uygulama sahası olan imani bir görevdir.

İslam nedir diye sorulsa şöyle cevap vermek mümkündür:  “İslam kısaca, Allah’a hürmet mahlukata şefkattir.”

Bu; Allah’a, hak ettiği kadar saygı, O’nun yarattıklarına da merhamet göstermektir.

Rab olarak O’nu tanımak, O’na kulluk yapmak, O’nun koyduğu sınırlara dikkat etmek, her işde O’nun rızasını gözetmek ve sadece O’na şükretmek Allah’a hürmetin sonucudur.

İnsanın Allah’a yönelik görevi ibadet, kullara yönelik görevi adalettir. Bunu soyle de ifade edebiliriz: “İnsan, ebedi mutluluk menziline iki kanatla uçar: Bunlar, tevhid ve adalet kanatlarıdır.

Tevhid kanadı, insandan Allah’a uzanır ve insan-Hâlık ilişkisini temsil eder. Adalet kanadı, insandan insana uzanır ve insan-mahlûk ilişkisini temsil eder. (İslâmoğlu, M. Kur’ani Hayat Sayı: 23 sayfa 3)

İbadet insan ile Rabbi arasındadır. Adalet ise insan ile diğer insanlar arasındadır.

 İman, insana hem Allah’ın hem de yaratılmışların haklarına saygıyı öğretir. Yaratılmışların haklarını gözetme ahlâkının kaynağı da insandaki takva ve merhamet duygusudur.

 

  • Sözlükte adalet:

‘Adalet’ kelimesini kökü ‘a-de-le’ fiilidir. Bu da düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve muadil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir. (Isfehânî, el-Müfredât, s: 487.  İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61) 

‘Adl, “eşitlik, eşdeğerlilik” manasına gelir. ‘Adl, “bir şeyin bir başka şeye eşit ve eşdeğer olma halini” ifade eder.

İki kefesinde eşit ağırlıkta yük olan heybeye‘adlâni denir.

‘Adlun, “fidye” adı verilen “eşdeğer karşılık”tır. (Bekara 2/123)  

Aynı kökten gelen ‘âdil’; adalet sahibi, hükmü adaletle yerine getiren, ölçülü davranan, hakkı yerinde ikame eden demektir.

Kimilerine göre el-Âdil Allah’ın güzel isimlerinden biridir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61)

‘adîl’; tartıda ve ölçekte eşit olan,

‘muâdil’; eşitlik, denk demektir.

Mu’tedil; dengeli demektir. ‘Cevvun mu’tedilun’, “sıcak ve soğukluktan uzan olan dengeli hava” manasına gelir.

‘i’tidal’; ılımlılık, kararında, ölçülü olmak, yani denge ve orta yolu izlemek,

‘ta’dil’; hükmü hakkaniyetle vermek,  birinin âdil olduğuna şahitlik etmek, düzgün yapmak, tesviye etmek gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 10/61)

Namazda ‘ta’dil-i erkân’, her bir rüknün hakkını vermek, yani namazın kabulünü sağlayacak görünen ve görünmeyen şartlarını hakkıyla yerine getirmektir.

‘Falanca falancaya adalet etti’ demek, ikisi birbirine yakın ve eşit oldu demektir. Allah hakkında kulla­nıldığında, ona eşit ve denk saydı demektir ki bu da Allah’a şirk koşmak manasına gelir. (bkz: En’am 6/1, 150. Neml 27/60)

Adalet, Kur'ân’da ve hadisler­de genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğ­ru yolu izleme, takvaya yönelme, dü­rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kul­lanılmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

 

  • Adalet kelimesine yakın kavramlar

Kist, vasat, nasip, hisse, mizan, hüküm, insaf, hak ve istikamet adalete yakın kelimeler.. Fakat bunların hiçbiri adalet ile eşanlamlı değildir.

Yarı” anlamındaki nısf’tan ‘insaf’,

“Denk, satıh, yüzey” anlamındaki seviy’den ‘tesviye’,

“Hükmetmek” anlamındaki hükm’den ‘hikmet’ (tam isabetli hüküm).  

 “Ölçü, tartı” anlamındaki vezn’den ‘mizan’. ‘Mizan’, terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/100-101. Isfehânî, el-Müfredât, s: 608. Fîruzâbâdî, el-Kâmûs s: 682)

Mizan’, varlıktaki dengeyi ifade eder.

Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat ümmet’ (Bekara 2/143) tâbirindeki ‘vasat’ kelimesi de pek çok  müfessirler tarafından ‘adalet’ olarak anlaşılmıştır. (Tabatabâî, El-Mîzan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılâli’l Kur’an, 1/130. İbni Arabî, Ahkâmu’l Kur’an, 1/61. Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an 1/123)

 

  • Kavram olarak adalet

‘Adalet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Cevr, “hakkaniyetten sapma, haksızlık etme”dir.

‘Adalet’, tasavvurda bir şeyin en doğru ve müstakim haline denir. Adalet, hak ettiğinden eksiğini dışladığı gibi, fazlasını da dışlar.

Zulmün karşıtı olarak ‘adalet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamına gelir. Tuğyan (azgınlık ve despotluk), meyl (kaykılmışlık) ve inhiraf (sapma) da zulmün anlamdaşlarıdır.

Buradaki eşyadan maksat, hem maddi eşya, söz, amel (eylem), hem de hüküm vermektir. Her şeyi ait olduğu yere koymak, hakkı ne ise onu vermek, neye layık ise ona ulaştırmak adaletin ta kendisidir. 

Bu bir başka açıdan dengeli ve düzenli olmayı gerektiren bir şeydir. Mesela saksıdaki güzel bir çiçeğin yeri evin uygun bir köşesidir. Kirli bir ayakkabinin yeri de herhalde evin baş köşesi değil, ayakkabiliktir veya kapinin onudur. Tersi her ikisine de zulüm ve haksızlıktır.

‘Adalet’, bir başka deyişle, sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 23)

Adalet;  sözlükte istikâmet, şeriatte ise, dinde mahzurlu şeylerden sakınıp hak yolda olmak demektir. (Cürcâni, et-Ta’rifat, s: 150)

“Adalet, borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır. İh­san ise borcundan daha fazlasını ver­mek, alacağından daha azına razı ol­maktır.” (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 171)

 

-Kıst olarak adalet

‘Kıst, kıstas, muksıt’ aynı kökten gelir. Kıst; insaf, merhamet ve adaletle verilen, adaletle

bölüştürülen nasiptir.

Hucurât 9da adalet ve kıst kelimeleri birlikte kullanılıyor. Bu demektir ki aralarında az da olsa anlam farkı bulunmaktadır. Âyet mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışırsa aralarının bulunmasını, bir taraf anlaşmaya yanaşmazsa o tarafla çarpışmayı emrettikten sonra şöyle bitiyor: “..(yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın çünkü Allah, eşit davrananları sever!”

Buradaki ‘kıst’ kelimesini hemen bütün türkçe mealler adaleti yerine getirmek, âdil olmak şeklinde çevirdiler. Bunu, “hakkı yerine getirmek”  veya “eşit davranmak”, daha fazla fedakarlık yapmak”, hakkaniyetli davranma” şeklinde çevirenler de var.

Kur’an, adalet ahlâkını bazen ‘kıst’ kelimesiyle bildiriyor ve ‘kıst’ sahiplerini övüyor.  

 “... Onların arasında hüküm vereceksen, kıst ile (adaletle) hüküm ver. Gerçekten Allah adalet yapanları (muksitîn’i) sever.” (Maide 5/42. Âli İmran 3/18)

‘Kıst’ kökünden gelen ‘eksat’, daha adaletli, hakka daha yakın, ‘kıstas’ ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mizan anlamlarındadır. Kur’an,

 وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذا كِلْتُمْ وَزِنُواْ بِالقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً {35}

“Tartıp değerlendirdiğinizde dosdoğru bir kıstas ile tartıp değerlendirin!” (İsrâ 17/35. Şuara 26/182)

‘Aynı kökten gelen ‘iktisat’, adalet ve hak ile davranma, aşırı bir yöne sapmadan orta yolu izleme demektir. (Türkçe’de kullanılan ‘iktisat’ (sad ile) farklı bir kökten gelir ve tutumlu olma, tasarruf etme anlamındadır.)

‘Muksıt’; adaletli, ölçülü davranan, hak ile hükmeden demektir. Kur’an’da üç yerde geçmektedir. (Mâide 5/42. Hucurât 49/9. Mümtehine 60/8)

‘el-Muksıt’, Tirmizi’nin ve İbni Mace’nin rivayet ettiği el-Esmâu’l-Hüsnâ listesinde yer almaktadır. (Tirmizî, Daavât/87 no: 3507. İbni Mâce, Dua/10 no: 3861)

İbni Manzur’a göre de ‘el-Muksid’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. (Lisânu’l-Arab 12/100) Ancak bu şekilde Kur’an’da yer almamaktadır. (M. İslâmoğlu  Emâ-i Hüsnâ 1, s: 100)

 

  • Allah’a nisbetle adalet

İlâhi adaletin tecellisini açısından iki alanda daha net gorebiliriz:

Birincisi fıtratta.

İkincisi: İnsanların hak etiklerini vermede

Birincisi:

Kur’an’da insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm, adalet kavramıyla ifade edilmektedir.

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ {6} الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ {7} فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ {8}

“Ey insan! Nedir seni lütuf sahibi Rabbinden uzaklaştıran

seni yaratan ve varlık amacına uygun olarak şekillendiren, tabiatını adil ölçüler içinde oluşturan

ve seni dilediği şekilde bir araya getiren (Rabbinden)?” (İnfitâr 82/6-8)

Başka âyetlerde de insanın ruhî ve manevî yapısında bulu­nan denge (itidal) ve ahenk, adalet kavra­mının kapsamına giren ‘ahsen-i takvîm’ (Tîn 95/4)  ve ‘tesviye’ (Şems, 91/7) tabirleriyle dile getirilmiş­tir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ {7} أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ {8} وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ {9}

“Ve O, gökleri yükseltti ve [her şey için] bir ölçü koydu

ki [siz, ey insanlar,] asla [doğruluk ve haklılık] ölçüsünden şaşmayasınız:

öyleyse [yaptıklarınızı] adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/7-9)

Adalet fıtridir, yani dogustandir.  Zira fıtrat (yaratilis) adildir.

Kur’an, Allah’ın insana bahşettiği özelliklerden birinin de “dengeli bir tabiat”tir.

İnsana yaratılıştan bahşedilen maddi varlık - manevi varlık dengesi bu ilâhi adaletin örneğidir. İnsan ne sadece madde, ne de sadece manadır. Ruhunu ihmal edip sadece cesedine yatırım yaptığında da, cesedini ihmal edip sadece ruhuna yatırım yaptığında da dengeyi bozmuş olur.

İnsandaki duygu-düşünce dengesi de adaletin fıtrî olduğunun delilidir. Bu denge kaçtığında insan ‘hasta’ olarak nitelenmeyi hak eder.

Aklın denetimi altına alınamayan duygu selinin insanı nerelere sürükleyeceği belli olmaz. Akıl duygu selini kontrol eden bir set gibidir. Doğru yönlendirildiğinde o sel bir felaket olmaktan çıkıp, enerji üretiminde kullanılan bir sermaye olur. Duygusuz akıl da susuz elektrik tribünleri gibidir.

Hücreden organa, insanı oluşturan tüm unsurların bir sınırı olması, adaletin fıtrî oluşunun bir başka delilidir. Organların kapasiteleri ve işlevlerine göre hareket etmesi gibi.

Bütün bunların âdil bir ölçüsü vardır. İnsan bedenine yaratılıştan yerleştirilen o ölçü kaçtığında, hastalıklar zuhur eder veya hastalıklar zuhur ettiğinde o ölçü kaçar. Her halükârda insan bedeni, sahibini “dengem bozuldu” diye uyarır.

Fıtrattaki adalet sadece insan için değil, kâinat ve eşya için de geçerlidir. Kâinat denge üzerinde durmaktadır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve bütün bir evren cazibe (çekim) ve dâfia (merkezkaç) kuvvetleri arasındaki denge sayesinde düzenli hareket etmektedir.

Ahlâkta adalet, hilkatle uyumlu davranış sergilemektir. Hilkat adalet üzeredir.

Kur’an Allah yolunda yapılacak harcamalarda (cömertlikte) bile israf ve cimrilik arasındaki dengeyi, adaleti emrediyor. (bkz: Furkan 25/27. İsra 17/29)

İffet; sefihlik ve ruhbanlığın arasındaki denge noktasıdır.

“Sorumluluk şuuru” anlamına gelen takva; bilinçteki dengeyi ifade eder.

Bu dengeyi bozanlari Peygamber uyarmıştı. Osman b. Maz’un’un evinde toplanan bir gurup sahabi, hayatın normal akışının dışına çıkarak zahitçe bir hayat yaşamak istemeleri üzerine, Rasûlullah onları uyarmış ve “Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim?” diye azarlamıştı. (İslâmoğlu, M. Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 4-5)

 

İkincisi: İnsanların hak ettiklerini vermede:

İlâhi adalet deyince belki de çoklarının aklına Allah’ın (cc) hak edenlere ceza, belâ, musibet  vermesi gelebilir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte eksiktir.

Kur’an ‘adl’ kökünü isim, fiil ve mastar olarak 28 yerde kullanıyor. Ancak bunları Allah’a nisbetle kullanmıyor.

Allah (st) zatına rahmeti, insana ise adaleti farz kılmıştır.
كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ

“Rabbiniz rahmeti kendi nefsine yazmıştır/farz kılmıştır.” (En’am 6/54).
Allah, nefîsine adaleti farz kılmaz. Zira adalet, cevr ve zulüm yapma ihtimali olana

farz kılınır. Bu huy da insana mahsustur.

ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ {51} ...

“Hiç şüphesiz Allah’ın kullarına zulüm yapma ihtimali bulunmamaktadır.” (Enfal 8/51)

Kur'ân’da hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulan­mıştır ki bizzat Allah'ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adaletle hükmedeceği ve onun bu vaa­dinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir.  (Yûnus 10/54-55. Enbiyâ 21/47)

Pek çok âyette Allah’ın kimseye haksızlık ve zulüm etmediği, ama insanların kendi kendilerine zulmettikleri, zulüm edecekleri anlatılıyor. (Ankebût 29/40. Zümer 39/69)

 

  • Kur’an’ın emri olarak adalet

İnsanı dengeli bir biçimde yaratan Allah (cc) kullarının da her yerde, dengeli, ölçülü ve vasat, yani adaletle davranmalarını, adaletle karar vermelerini emrediyor.

Bu bakımdan İslâm, adalet ahlâkını, dinî bir emirlerin, islâmi hayatın ve toplumsal düzenin temeli olarak görmüş, adaletle davranan ‘âdil’ kimseleri övmüş, adaletten ayrılarak zulme sapmış olan zalimleri de hem kötülemiş ve hem de can yakıcı bir azapla tehdit etmiştir.

öyleyse [yaptıklarınızı] adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/9) âyetini, bilinen terazi ile tarttığınız zaman, “adaletle, dürüst tartın” şeklinde anlamak mümkün olduğu gibi, “her zaman ölçülü davranın, adaletten ayrılmayın” şeklinde de anlamak mümkün.

Buradaki asıl vurgu, mizan yani ölçülü-dengeli olmak ve âdil davranmaktır.

"Allah size adaleti, ih­sanı ... emrediyor" (Nahl 16/90) âye­tinde söz konusu edilen adalet, geniş anlamlı adalettir.

Peygamberlerin getirdiği apaçık belgeler, insanların yollarını aydınlatır. Bu belgelerle yüreklerini temizleyenler, indirilen Kitab’a tabi olurlar ve onun tavsiye ettiği ‘mizan’a (ölçüye) uyarlar. Böylece bu sağlam ve şaşmaz ölçü ile her konuda adaleti gerçekleştirme imkanı bulurlar.  (Hadîd 57/25) 

Kur'ân adalet sıfatından yoksun olan kişi dil­siz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetiyor. Böyle biri, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulmaz. (Nahl 16/76)

Buna göre adalet, insan için bir kemâl sıfatıdır.

Bilindiği Allah katında üstün olmanın ölçüsü takvadır. (Hucurât 49/13) Adalet ahlâkı kişiyi takvaya yaklaştıran faziletlerden biridir. (Mâide 5/8)

Kur'ân’a göre adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidâyete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi ada­let de hakka uymakla sağlanır. (A'râf 7/181)

Mü’minler, bütün davranışlarında adaletli olmak zorundadırlar. Adaletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki (fıtratındaki) dengeye ve düzene uyum sağlatır.

İnsanın dış hayatında denge ve olgunluk da ancak fıtrattaki dengenin dış yansıması olan adaletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.

 

-İnsana nisbetle adalet

‘Adl’ üzere yaratılan (İnfitar 82/6-7) insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Çünkü adalet; insan, toplum ve tabiat hayatının nizamını (düzenini) sağlar. Bu adaleti sağlayacak olan da Tevhid Dini’dir.

Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (Rahman 55/7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.

Kur’an insanlara adaletle iş görmeyi, adaleti yerine getirmeyi emrediyor. Yani adalet muslumanlara farzdir ve hangi sekilde olursa olsun yerine getirilirse bir ibadettir. (Nahl 16/90)

Allah (cc) hükmederken adaletle hükmeyi emrediyor. (Nisa 4/58)

Öyleyse ahlâk ve davranışlarda, insanların işlerini yürütürken, ya da hakları sahiplerine verirken dengeli olmak ve insafla/merhametle hareket etmek adaletin gereğidir.

Yine İslâm'a göre kişiyi ve grupları adaletten saptıran ana faktör kişi veya grubun kendi istek ve tutkusunu ön plana geçirmesidir. (Nisâ 4/135)

Allah’ın kuluna emrettiği adalet ile zatına yazdığı rahmetin birlikte geldiği şu ayet dikkat cekicidir:

“Siz ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Adil olun! Bu takvaya daha yakindir. ..” (Mâide 5/8-9).

 

  • Merhamet/insaf adalet ilişkisi

İnsaf; “hakkı teslim etme esasına dayanan ılımlı davranış, vicdana uygun hareket demektir.” (M. Doğan, Türkçe Sözlük, s: 793)

İnsaflı olmak âdil olmaktır, hakka hukuka riayettir, haklara saygıdır, şefkat ve merhametin özüdür.

İnsaf ve merhameti olmayan kimsede ne hak anlayışı, ne acıma, ne de emeğe saygı vardır. Emeğe saygısı olmayanın da adaletten nasibi azdır.

İnsaflı ve merhametli olmak ile âdil olmak ve ahlâk arasında sağlam bağlar vardır. Her biri diğerini besler, destekler ve yönlendirir

İslâm'da adalet,  hayatın her alanın dengeli davranmak olduğu gibi aynı zamanda insaf ve merhamettir. Kendisinde merhametten eser olmayan bir kişi, başkasının hakkı konusunda hassas olmaz.  

Kur'an'ın tavsiye ettiği adalet anlayışı ahlâklı olmanın çevresinde dolaşıp durmaktadır. Mesela,

sözde/konuşmada adalet (En'am 6/152),

hükümde/yargılamada adalet (Nisa 4/58. Hucurât 49/9),

doğru şahidlik (Nisa 4/135),

birden fazla hanım arasında adalet (Nisa 4/3, 129),

ticari ilişkilerde adalet (Bakara 2/282. Mutaffifin 83/1-5) ahlâklı olmanın  kendisidir. 

Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen son elçinin, aynı zamanda adaletin temsilcisi olduğunu hatırlamak gerekir.  

O, en yüce ahlâkın mümessili olduğu gibi nasıl âdil olunacağını öğreten bir öğretmendir. Onun bu özelliği alemlere 'rahmet' olarak gönderilmesiyle, yani insaflı oluşuyla da bağlantılıdır.

Başkasına haksızlık edenlere ‘el-insaf' deriz. ‘Bu kadarı da olmaz. Biraz insaf ve merhamet'‘ deriz. Zira yapılan iş merhamete sığmaz. Adalete uygun değildir. Çıkarını önceleyenler, insaf ve merhameti unutanlar âdil olamazlar.  

Adaletli olmak ahlâklı olmanın gereğidir. Öyleyse zalimler en büyük ahlâksızlardır.  

Rahmet; birine ihsanda (iyilikte) bulunma konusundaki acıma ve şefkattir. Merhamet de aynı anlamdadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/124. Firuzabadi, el-Kamus, s: 1111)

Merhamet, sıradan bir acıma duygusu değil, bununla birlikte diğerinin ihtiyacını bilip onu karşılamak, ona elinden geldiği kadar iyilik etmektir.

Merhamet ahlâkı,  şefkat ve acıma ile başlar, yardım ve nimet vermekle, iyilik etmekle ve âdil davranmakla sonuçlanır.

Şüphesiz ki merhametin asıl kaynağı Allah’tır. Rahmet sahibi Allah’a ve “âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e (sav)” inanan mü’minler de, onlara inandıklarından dolayı ‘rahmet/merhamet’ sahibidirler.

Güzel ahlâk, olgun davranış, yardımlaşma ve iyilik etme gücünü merhamet duygusundan alır. Anneler merhamet sıfatıyla annedir.  

İnsan merhamet duygusuyla iyilik eder, yardımda bulunur, canlı cansız varlıkları korur, gözetir. Demek ki merhametli olanlar adaleti yerine getirirler.  

Ama katı yürekliler böyle değillerdir. Onlar her şeyi kendileri için isterler. Çıkarları için başkalarına zarar vermekten, dünyayı başkaları için yaşanmaz hale getirmekten çekinmezler. Tabiatı/çevreyi tahrip ederler, karada ve denizde fesat çıkarırlar.

Bütün haksızlıkların, bütün adaletsizliklerin, bütün zulümlerin kaynağı merhametsizliktir.  

Merhamet duygusu, insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası güzel ilişkilerin, insaflı olmanın ve adaletli davranmanın en önemli teminatıdır.  

Merhamet kelimesi Kur’an’da bir âyette yer almaktadır.

“Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye etmektir.

İşte böyleleri ‘meymen’e sahipleridir.” (Beled 90/16-17)

Buradaki ‘meymene’, sağ anlamındaki ‘yemin’den gelir. Yemin; ‘sağ taraf, bereket, uğur, müjde, hayır ve güç’ manalarında kullanılır.

Cennetlikler ‘ashabu’l-yemîn’dir. Yani onlara cennet müjdesi veya amel defterleri sağ taraflarından verilecek. (Vâkıa 56/27, 38, 90, 91. Müdessir 74/39. İnşikâk 84/7-8)  

‘Yemin’, hem ‘sağ’ hem de ‘söz’dür. Mecazen ‘sağduyu’yu yani vicdanı da ifade eder. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, s: 1260)

Öyleyse ‘meymene’yi, amel defterleri şeklinde açıklamak mümküm olduğu gibi, vicdan sahipleri olarak da anlamak mümkün.

Onlar yukarıdaki âyetlerde sayılan, yoksula yardım eden, yetimi gözetip kollayan, çağdaş ve çağdışı, modern veya klasik, paralı veya meccanen her türlü köleliğe karşı mücadele eden, Allah’ın dışındaki varlıklara kulluk anlayışına direnen kimselerdir.

Onlar birbirlerine birbirlerine merhametli olmayı öğütlerler. İnsanlar arasında merhamet yaygınlaşsın, merhamet ahlâkı çoğalsın diye çaba gösterirler. Bunlar meymene sahipleridir. Bunlarda bir uğur vardır, yaptıklarında bereket vardır, amellerinde hayır vardır.

Türkçe’de ‘meymenet’; iyi nitelik, uğur, hayır ve bereket demektir. (Türkçe Sözlük s: 1019) Anadolu’da faydasız işlere, işe yaramaz adamlara, hayırsız çocuklara ‘meymenetsiz’ derler. 

Merhameti olmayanda meymenet de yoktur.  

 

-Topluma nisbetle adalet

Adalet sadece yöneticilerin görevi değildir.

Ayeti tekrar hatırlayalım: “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 4/58)

Âyette emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda,

hüküm ve karar vermede,

insanların haklarını ödemede,

sevmede ve ilgi göstermede,

yönetim işlerinde ve eğitimde;

dosdoğru hareket etmek,

düzgünce iş yapmak,

herkesin hakkını vermek, 

ya da bir şeyi ait olduğu yere koymak adalettir.

İnsanların arasında herhangi bir sebepten dolayı ayırım yapmamaktır.

İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar Kitab’a uyarak , Mizan’ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adaleti) sağlarlar.

“Andolsun, Biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar

‘kıst’ı (adaleti) ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab’ı ve mizan’ı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik …” (Hadîd 57/25) 

Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar.

Kitab’ın yanında indirilen ‘demir’ güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür:

Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Güç ve iktidar sahipleri aynı zamanda merhametli olmalılar. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab’a ve O’nun hükümlerine uyup, mizan’ı yani ölçüyü korumalarıdır.

O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşabilirler.

“Kullarına farz kıldığı adalet, sadece yönetimde adalet değil, aynı zamanda muhakemede itidal, muamelede dengedir.

İtikatta adalet Kitap ile,

muâmelatta adalet hukuk terazisi ile,

hakka tecavüzde adalet güç ve silah ile sağlanır. Bu üçlü Hadid Sûresi’nde üç sembol üzerinden verilir: Kitab, mizan, demir (Hadid 57/24).

Vahyin bütünü göz önüne alındığında, meşru bir iktidarın temelinin şunlar olduğu görülür:

  1. Hakikat (tevhid).
  2. Adalet.
  3. Merhamet.
  4. Ehliyet.
  5. Meşveret.

İslâm âlimlerinin dilinde “Devlet küfürle değil, zulümle yıkılır” sözü, bir mütearife haline gelmiştir. Allah Rasûlünden, bir saat adaletle hükmetmenin 70 yıllık nafile ibadete bedel olduğuna dair haberler gelmiştir.

Bu, yeryüzünün en eskimez hikmeti olan ve Hz. Ömer’in yönetim felsefesi olarak uyguladığı “Adalet mülkün/devletin temelidir” sözünü tasdik eden bir rivâyettir.

Vahiyle inşa olmuş akıllar, dünya tarihinde adaletin en güzel örneğini sergilemişlerdir. (M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 7)