Niçin müslüman oldun? İslâmı din olarak seçmenin sebepleri nedir gibi sorulara verilebilecek bir kaç cevap...

Hüseyin K. Ece

15.06.2018

1 Şevval 1439-Ramazan Bayramı

Zaandam Ayasofya Cami

 

İnsan niçin yaratıldı? İnsan yeryüzünde niye var? İnsana neden belli belirsiz bir ömür veriliyor? 

Derler ki yeryüzünde her bir varlığın bir görevi var. Evrende hiç bir şey boşuna ve lüzumsuz değil. Zaten Allah amaçsız ve anlamsız bir şey yaratmamıştır.

Öyleyse insanı yaratmadaki amaç nedir?

Bunca yaratığın arasında ey insan sen niye varsın, Allah seni niçin yarattı?

Ya da niçin müslümansın diye sorulsa, onlarca cevap verilebilir.

Bütün bu sorulara insanı yaratıp ona yol gösteren kitabı Yüce Yaratıcı bakalım ne diyor.

Bunları ve hayatın amacını şu üç maddede özetlemek mümkün:

 

Birincisi: Çevremize bakıyoruz, her bir varlığın bir görevi var.

Canlı veya cansız her şey bir fonksiyonu yerine getiriyor. Akıl ve irade sahibi olmadıkları halde. Hiç kimse, kâinattaki herhangi bir şeyin boşu boşuna olduğunu, hiç bir işe yaramadığını söyleyemez.

Her bir şeyin bu âlemde bir görevi veya işlevi varsa bizim da var demektir?

Biz insanız, aklımız ve irademiz var. Peki bizim görevimiz ne?

Biz görevlerimizi nasıl yerine getirebiliriz?

Kendi kendimize şöyle sorabiliriz: “Ben niye varım? Bu hayata niçin geldim? Hayatta rolüm ne? Madem ki yerde ve gökte hiç bir şey rastgele değil, her şey bir boşluğu dolduruyor ve bir işe yarıyor? Öyleyse benim durumum ne?”

Vahiyden ve peygamberlerden uzak kendilerini akıllı zannedenler tarihten beri bu soruya tatmin edici bir cevap vermediler.

Ancak İslâm bu sorunun cevabını veriyor ve bize görevimizi de, onu nasıl yerine getireceğimizi de öğretiyor.

İnsan niçin yaratıldı? Cevabı Kur’an veriyor:

 

-Sadece O’na kulluk edelim diye.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿56﴾   

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât 51/56)

 

-Kimin daha güzel amel işlediğini denemek için.

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ﴿7﴾

“İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.” (Kehf 18/7)

 

-İnsanlar arasında hakikatin şâhitleri olalım diye ve onlara örnek olalım diye.

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ  ... ﴿143﴾

“Böylece, sizler insanlara birer şâhit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şâhit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. ...” (Bekara 2/143)

Müslümanlar bugün insanlığa Avrupalılar gibi yüksek teknoloji, modern hayat, devasa yatırımlar, adı sanı duyulmamaış icatlar, korkunç öldürücü silahlar  sunmayabiliriz. Ama onlar insanlığa İslâmın güzelliklerini sunabilir.

 

-İnsanın hayr ve şer ile denenmesi için. Bakalım kim hayrlı işleri, kim de zararlı, şer, kötü, tahrip ve ifsat edici işler yapacak? Ortaya çıksın diye.

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿35﴾  

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

-İyiliği teşvik etmek, kötülüğü azaltalım diye.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿104﴾  

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âli İmran 3/104)

Allah böyle yapanları en hayırlı ümmet diye övüyor.

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿110﴾

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âli İmran 3/110)

 

-Hayatı âlemlerin rabbi Allah’ın belirlediği program ile yaşayalım diye.

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿109﴾  

“(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (Yûnus 10/109

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿51﴾  

“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nûr 24/51)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ ﴿170﴾

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bekara 2/170, bir benzeri: Mâide 5/104)

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿114﴾

“Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.” (En’am 6/114)

 

-Yalnızca Allah el-Velî bilelim diye. Yani mutlak sevgiyi, mutlak itaati, mutlak korkuyu O’na tahsis edelim diye

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿55﴾ وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ ﴿56﴾

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.

Kim Allah’ı, O‘nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.” (Mâide 5/55-56)

 

-Onun indirdiği hükümlerle hükmedelim diye

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ ﴿44﴾ ...

“... Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 5/44)

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿45﴾

“... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Mâide 5/45)

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿47﴾ “... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.” (Mâide 5/47)

 

-Yeri gelince insanlar arasında adaletle hükmedelim diye.

وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿42﴾

“... Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (Mâide 5/42)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿8﴾  

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide 5/8)

 

İkincisi: İnsan en küçük bir iyiliğe teşekkür eder.

Her ne kadar bazıları kabul etmese de ben Âlemlerin bir Rabbi olduğuna inanıyorum, O’nun bana sayılamayacak kadar iyilik ettiğine de biliyorum. Bunca iyiliklere karşı ben O’na teşekkür etmeliyim, O’nun iyiliklerini bilip itiraf etmeliyim. Bu aklın da, ahlâkın da, vicdanın da gereğidir. Ama nasıl?

 İşte İslâm bana Allah’ın nimetlerine nasıl şükredeceğimi öğretiyor.

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿78﴾

“Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl 16/78)

اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿7﴾

“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.” (Zümer 39/7)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ۟ ﴿10﴾  

“Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” (A’raf 7/10)

 

Üçüncüsü: Ben bu dünyada huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum.

Hatta her ne kadar bazıları inanmasa da ben ölümden sonra bir hayatın var olduğuna inanıyorum. Orada da mutlu olmak istiyorum. Ama nasıl?

İslâm bana bu dünyada ve öteki dünyada nasıl mutlu olabileceğimi, nasıl huzura nasıl kavuşacağımı, mutsuzluğa götüren sebeplerden nasıl uzaklaşabileceğimi öğretiyor.

Dareyn saadeti işte İslâmın insanlara kazandıracağı sonuçtur.

İslâm insanın sırtında bir yük değildir ve hayatı zorlaştırmak için gelmemiştir.

İslâm insanların uygulamaktan aciz kalacağı kurallar veya yasaklar listesi değildir.

İslâmın emrettiği her şey insan fayadalıdır ve insana huzur verir

İslâmın yasakladığı her şey zararlıdır ve insanın saadetine engeldir.

İslâma göre iman, en büyük saadettir. Ya da saadeti kazandıracak, insanı iki dünyada da mutlu  yapacak, ruh sağlığına ulaştıracak olan bir imkandır.

İman varsa imkan da vardır, çıkış yolu da vardır, dareyn saadetinin formülü de var demektir.

İman; insanın mutluluk ve huzuru, göz ve gönül aydınlığı, umut ve güven kaynağı, sorunlara, strese, bunalımlara, ümitsizliğe, yalnızlığa karşı potansiyel güç merkezidir.

İyi bir müslüman, takva üzere, Allah’ı hesaba katarak, Allah’ın koyduğu ölçülere uygun yaşayan müslüman, mutlu insandır. Zira görevini yapıyor, zira yarın için hazırlık yapıyor.  

 

*Kur’an güzel davranan (sâlih amel işleyen) bütün insanlara “tayyibe bir hayat” müjdeliyor.

Allah (cc) iman edenleri ve kulluğu yalnızca kendisine yapanları müjdelemekte; onlar için hiç kimsenin bilmediği nimetlerin hazırlandığını haber vermektedir.

وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿95﴾ مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿96﴾ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿97﴾

“Öyleyse, Allah’la yaptığınız sözleşmeyi az bir pahaya değişmeyin! Bir bilseniz Allah katında (bulacağınız paha) sizin için elbette en iyisidir.

(Çünkü) sizin katınızdaki tükenir gider, ama Allah katındaki kalıcıdır.

Ve kesin olan şu ki: Güçlüklere göğüs gerenleri (sabredenleri) yaptıkları en iyi şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.

Erkek ya da kadın, inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli davranan (salih amel işleyen) kimseye hiç şüphesiz arı-duru, hoş (tayyibe) bir hayatı taddıracağız; ve yine şüphesiz böylelerini; yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.”  (Nahl 16/95-97)

Kadın olsun erkek olsun; kim Allah’ı razı edecek işler yaparsa Allah (cc) onu dünyada “tayyibe bir hayata” diriltecektir. Âhirette de işlediğinin daha güzeli ile karşılık verecektir.

Bazı alimlere göre ise “tayyibe hayat” dünyadadır. Bu da Allah’ın kulundan razı olmasına, afiyet ve helâlden rızık vermesine uygundur.  Şu âyetteki dua gibi:

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿201﴾

“.... Ey Rabbizmi, bize dünyada da, âhirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.” (Bekara 2/201) 

Bu âyet ‘tayyibe hayatın’ dünyada olduğuna işarettir.

 

-İslâmın selâmet manası

*‘Selâmet’, ‘se-li-me’ fiilinden gelen bir masdardır. Sözlükte; dış ve iç âfetlerden belâlardan, tehlikerlerden veya dertlerden uzak olmak, kurtuluş demektir. (R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 350)

‘se-li-me’ fiili ve onun türevleri olan kelimeler; barış, teslim olma, güvende olma, ayıp ve kusurdan uzak olma, barışa girme, hayır ve iyilik içinde olma, gibi anlamlara gelirler. (H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, s: 299 ve 603)

İslâm kelimesi etimolojik olarak üç masdara izafe edilir: Teslimiyet, silm ve selâmet. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/240)

İslâm teslimiyet masdarına bine edilirse, “Allah’a teslim olmak, boyun eğmek”, müslüman da “Allah’a teslim olan” anlamına gelir.

İslam, silm masdarına bina edilirse “barış, huzur ve saadet”, müslüman da Yaratıcısı, kendisi ve çevresiyle barışık, huzurlu, mutlu insan” manalarına gelir.

İslâm, selâmet masdarına bina edilirse, “kurtuluş, sâlim olmak, saadet” anlamına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/240)

Aslında kelimenin ilk üç anlamı olan boyun eğme, teslim olma, ikinci ve üçüncü anlamları olan barış, huzur ve mutlulukla sebep-sonuç ilişkisine sahiptir. Yani “Allah’a teslim olan kurtuluşa erer”.”Allah’a boyun eğen kimse kendisiyle, Rabbiyle, toplumla, tabiatla barışık yaşar”,”Allah’a itaat eden kimse huzur ve mutluluğa ulaşır” demektir. (İslâmoğlu, M. Yürek Fethi, s: 13)

 

*İslâm; “tevhid, adalet ve mead” şeklinde üçlü bir muhtevaya sahiptir. “Tevhid”; insanın Allah (cc) ile ilişkilerini,

“adalet”; insanını kendisiyle, ailesiyle ve toplumla tabiatla ilişklerini,

“mead”; ölümden sonrasına hazırlığı olmayı ifade eder.

 

*İslam Allah’a saygı, O’nun yarattıklarına şefkat göstermektir.

Allah’a hakkıyla saygı gösteren ve başkalarına merhametli davarnanlar da mutluluğu tadarlar.

 

*İslâm, insanı bizzat hayr olan şeylere sevk eder.

Bizzat hayr olan şey de sonsuz saadet demektir. İslâmın insan, aile ve toplum hayatında amaçladığı saadet de yalnız dünya veya yalnız âhirete ait değildir, ikisini de kapsar.

Allah'ın (cc) Kitabı ve Peygamberi aracılığı ile gönderdiği din, yani İslâm; insanı dünyada da âhirette de huzur ve mutluluğa kavuşturucu temel prensiplere sahiptir.

Şu halde, İslâm insanın mutluluğudur. İnsan da İslâmın maksududur.

Buradan yola çıkarak diyoruz ki, İslâmın amacı insanın/insanlığın barış, huzur ve mutluluğudur. Bu amacın gerçekleşmesi için de insan yürekten Allah’a bağlanmalı, teslim olmalı ve itaat etmesi gerekir”  (İslâmoğlu, M. Yürek Fethi, s: 13-14), sonra da O’nun mutluluğu sağlamak üzere koyduğu ölçülere uymalıdır.

 

*İslâm, insan hayatında beş şeyin korunmasını esas alır. Bunlara “zarurât-ı diniyye” denir: Din, akıl, nefis, mal, nesil. Bunları hakkıyla korumak saadettir.

 

*İslâm hukukunun bir hedefi de “maslahatı celb, mazarratı (mefsedeti) def’”dir. İnsanın ve toplumun faydasına olan şeyleri insana ve topluma kazandırmak, onlara zararlı olan şeyleri onlardan uzaklaştırmak.

Bu şu demektir: Bir mü’min İslâmın emir ve tavsiyelerine uyar, onları ahlâk ve davranış haline getirirse, kendi faydasına olan sonuçlara ulaşır. Bir mü’min İslâmın kendisine haram kıldıklarından sakınırsa, kendi zararına olan sonuçlardan uzak kalır, kurtulur.

Bu da mutluluktur.

 

Bu görevler nasıl yerine gelecek?

1-Köklü, yakin bir imanla.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿15﴾  

“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir. (Hucurât 49/15)

2-İhlas ve samimiyetle.

  وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿53﴾

“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.” (Yûsuf 12/53)

 

3-Dini O’na has kılmak;

 وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ ﴿5﴾

“Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine 5)

 

4-Korkusu olmayan bir azimle

اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا ﴿39﴾

“Daha önce gelip geçen o peygamberler, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah, hesap görücü olarak yeter.” (Ahzab 33/39)

“Dediler ki insanlar sizin için toplandılar”;

 اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًاۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ﴿173﴾  “Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âli İmran 3/173)

 

5-Şehitliğe varan bir fedakârlıkla;

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿214﴾  “Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Bekara 2/214)

 

6-Karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek; 

 فَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿38﴾

“Öyle ise akrabaya, yoksula, ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rûm 30/38)

 

7-Proğramlı ve çok çalışma ile.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾   

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.” (İnşirah 94/5-7)