Engelliler Haftası proğramında "engelli sahabeler" hakkında yapılan bir konuşma.

Hüseyin K. Ece

03 Aralık 2017 Pazar - Utrecht

Osmanlı-Engelliler Haftası Proğramı


a-Sahabe kime denir

Sahabe (sahabi veya ashâb) kelimesinin aslı ‘sa-hi-be’ fiilidir ve bir şeye yakınlığı ve beraberliği ifade eder.[1]  ‘Sa-hi-be’ fiili sözlükte; bir arada bulunmak, sohbet ve arkadaşlık etmek demektir. Ya da o onunla yaşadı, ünsiyet kurup iyi geçindi demektir. 

Sahabe, bu fiilin ism-i mensubu olan ‘sahâbi’nin çoğuludur.

Aynı fiilden ismi fail (özne) olan ve bir arada yaşayan, muâşir (dost ve arkadaş)  anlamına gelen ‘sâhib’ kelimesinin çoğulu sahb; çoğulunun çoğulu ashâb da aynı manada kullanılır.[2]

Görüldüğü gibi sahabe kavramının sözlük manasında bir kimse ile sohbet etmek, hoşça geçinerek canciğer arkadaş olmak, refakat etmek anlamları vardır. 

Sahabe hakkında farklı tarifler olsa da genel olarak; Peygamber (sav) devrine yetişmiş, onu müslüman olarak görmüş,onunla birarada bulunmuş (sobetine katılmış) ve müslüman olarak ölen arkadaşlarına (İslâmda ilk kuşak müslümanlarına) verilen özel isimdir.[3]

İbnu Hacer sahabeyi şöyle tarif ediyor “Sahabi, Peygamber’e müslüman olarak kavuşan ve İslâm üzere ölen kimsedir. Ona kavuşmak, onu az da olsa görmeyi, onunla az veya çok oturup kalkmayı, âmâlık sebebiyle onu görmemiş olsa bile onun yanında bulunmayı kapsar.”[4]

 

b-Sahabeler gökteki yıldızlar gibi midir?

Sahabe hakkında yaygın olan hadis diye bilinen bir söz var: “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanın hidayeti bulursunuz” diye. Acaba bu söz Peygamberimize ait midir?

Her sahabe gökteki yıldız gibi insanı hidayete götürür mü?

Peygamberi gören herkes sahabe midir?

Her sahabe ömrünün sonuna kadar sahabe kalmış mıdır?

Önce bu sözün geçtiği uzun hadisi hatırlayalım:

Ebû Abdullah el-Hafız > Ebû Bekr Ahmed b. El-Hasen > Ebû Abbas Muhammed b. Yakub > Bekr b. Sehl ed-Dimyâtî > Amr b. Haşim el-Beyrûtî > Süleyman b. Ebî Kerîme > Cuveybir > Dahhâk > İbn Abbas: Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Kitabı’ndan size ne verildiyse onunla amel gerekir. Onun terki konusunda hiçbiriniz için mazeret yoktur. Eğer Allah’ın Kitabında yoksa o zaman benim bir sünnetim geçmiştir. Şayet benim geçmiş bir sünnetim yoksa bu defa ashabımın dedikleri vardır. Çünkü ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine sarılsanız hidâyete erersiniz. Ashabımın ihtilafı ise sizin için rahmettir. (Beyhâkî, el-Medhal, s. 162-3, no: 152. tah. M. Ziyâurrahman el-A’zamî Dâru’l-Hulefâ-Kuveyt, t.y.)

Hatırlamak gerekir ki İsklamın asıl kaynağı Kur’an’dır. Sahih sünnet ise Kur’an’ın pratiği, uygulamasıdır. Onun dinde kaynak oluşu Kur’an’a nisbetledir. Her hadis diye rivayet edilen söz sünnet değildir. Yani dini açıdan bağlayıcı olmayabilir. Sahabenin görüşleri, fetvaları, ictihatları âlimler tarafından ikinci derecede kaynak sayılmıştır. Eğer sağlam bir yolla gelmişlerse.

Sahabenin ihtilafı rahmettir iddiası da Kur’an’a uygun görünmemektedir. “Birbirinizle çekişmeyin yoksa başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider.” (Enfal 8/46)

Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rûm 30/32)

Üstelik sahabelerin hepsinin dini anlamada ve ilimde otorite sayılması da mümkün değildir. Dini uygulamada da hepsi eşit değildir. İçlerinde dini konularda aşırı titiz olanlar olduğu gibi, gevşek olanlar da vardı.

Dahası sahabelerin Peygamberden sonra ihtilafa düştükleri, bu yüzden birbirlerine cephe aldıkları, hatta savaşıp kanlarını döktükleri de bir gerçek. İktidar hırsıyla meşru halifeye karşı gelen olduğu gibi, onu destekleyen sahabeler de vardı.

Şu da söylenebilir: Acaba Peygamber insanları hidayet kitabı Kur’an’a davet ederken nasıl olur da kendisinden sonra bir kişye tabi olunmasını ister. Bir kişi nasıl olur da hidayetin garantisi olabilir.?

O halde “hangi sahabeyi takip edersenin hidayete gidersiniz” sözüne ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor.

Bunun bir benzerini şia da ehl-i beyt ima,mları hakkında ileri sürüyorlar: “Ehl-i Beyt’imin imamları yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız hidayet bulursunuz.” (Deflim-ul i.dam” eI-Kazi)

Bir de şu riivate bakalım: 

“Kıyâmet günü ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip, amel defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben, “Allah’ım! Onlar benim Ashâbım” dediğimde, şu cevabı duyacağım: “Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!” O zaman ben de o salih kulun sözlerini tekrarlayacağım: “..Ve ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların, beni aralarından aldıktan sonra de kendin şahid oldun” diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: “Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup dinden çıktılar ve eski hallerine döndüler.” (Buhârî, Mâide tefsiri)

Hadis uzmanlarının bir kısmı yukarıdaki rivâyete uydurma diyorlar. Buhârî, Hanbel, Muznî, Ebu Bekr’il Bezzar, Dârekutnî, İbni Teymiyye, Adiyy, Hibbettulah, İbni Hazm, El-Elbani, vs. Hadise kaynak olarak gösterilen Abdurrahim b. Zeyd ve Zeyd’ul Ammi, Buhâri’ye göre yalancıdır ve kasıtlı hadis uydurmuşlardır. (Buhari, “Ez-Zuafâ” (Zayıf Râvîler))

http://www.dinicevaplar.com/ashabim-yildizlar-gibidir-hadisi-hakkinda-ne-soylenebilir/

Yine râvilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı  olup, İbn  Hibban’ın  da  dediği  gibi   uydurma   hadisler   rivayet   etmiştir.   Diğer   bir   râvi   olan   Hâris   b.   Gusayn   ise bilinmemektedir.

-“Dahhâk b. Müzâhim (ö. 105): Çok irsal yapan, saduk bir râvidir. Yahya b. Main, Ebû Zur’a ve Ahmed b. Hanbel’e göre sika, Yahya b. Said’e göre zayıftır. Ancak o, İbn Abbas ile hiç buluşmamıştır. Tefsiriyle tanınmaktadır. İbn Abbas ve Ebû Hureyre’den naklettigi rivâyetlerin hepsi tartısmaya açıktır. İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil, 4/458-9; Zehebi, Mizan, 2/326.

-Cuveybir b. Saîd el-Ezdî: Cidden zayıf olup, hadis imamları tarafından cerhedilmistir Yahya b. Main onun hakkında “leyse bi-şey’in”, Cüzcânî “onunla meşgul olunmaz” derken, Nesâî, Darekutnî ve baskaları ise onu “metruku’l-hadis” olarak degerlendirmektedirler. (Zehebi, Mizan, 1/427.

-Süleyman b. Ebî Kerîme: Ebû Hatim onu zayıf görmüş, İbn Adiyy (ö. 365) ise bütün hadislerini münker kabul etmektedir. Cerh-ta’dil imamalarınca hadisleri zayıf görülmüstür. Zehebî, Mizan, 2/411-2. İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil, 4/138)

-Amr b. Hâsim el-Beyrûtî: Hata eden saduk bir râvidir. İbn Mace (ö. 273) kendisinden rivâyette bulunmustur. Evzâî’den (ö.157) küçükken hadis yazmıstır. İbn Adiyy, onun hakkında “leyse bihi be’s” demiştir. Zayıf oldugunu söyleyenler vardır. (Mizzi, Tehzibu’l-Kemal, 12/275-6. Zehebî, Mizan, 4/210.

Bekr b. Sehl ed-Dimyâtî (ö. 289): Zehebî onun muhaddis ve müfessir oldugunu, insanların ondan hadisler naklettiklerini,durumunun “mukaribu’l-hal” oldugunu söylerken, Nesâî ise onun zayıf olduğunu belirtir. (Zehebî, Mizan, 1/345-6. Nubela, 13/425-6)

Görüldüğü gibi bu rivayette, Kitap ve Sünnet'in yanı sıra Sahabe görüşleri de üçüncü bir kaynak olarak sıralanmıştır. Hatta bu rivayetteki vurgu, Kitap ve sünnetten çok sahabenin konumuna yöneliktir. Râvilerinin mecruh olmaları sebebiyle bu rivâyet zayıftır.” http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/1249490390_erul.pdf

 

Peygamberimiz de fırka ve cemaatlere bölünen, paramparça olan, dalalet ve hüsrana sürüklenen ümmeti içinde kimlerin kurtulacağı hakkında “O kurtulanlar kimlerdir yâ Rasûlullah” diye sorulduğunda “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolun aynısını takip edenlerdir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud 1. Tirmizî 18

(https://musabkoyluoglu.blogspot.nl/2013/09/ashabm-yldzlar-gibidir-hangisine)

 

c-Peygamberimizin engelli sahabelere karşı davranışı

Peygamber (sav) cahili bir topluma rasûl olarak gönderildi. Görevi gereği bütün cahilî toplumlardaki tevhide uymayan inanç, ahlâk, ibadet, muamele ve uygulamaları düzeltmek; İslâma uygun olmasını sağlamaktı. Onun düzelttiği yanlışlardan biri de cahiliyyedeki engelli anlayışı.

Kaynakların dediğine göre cahiliyede zihinsel engellilerin içine şeytan girmiş, ya da cinler musallat olmuş diye inanırlardı. Bazı toplumlarda bu gibi engellilerin, zincire vurulduğunu, yakıldığını ve hatta bir şekilde öldürüldüğü anlatılıyor.

Peygamber (sav) Allah’ın emir ile her türlü insanlık dışı uygulamaları, tabii ki engelli kimselere kötü muamemeleyi de yasaklamış, iyilik etmeyi, adaletli davranmayı, sıla-ı rahmi  getirmiştir. O kendi çevresindeki engellilere sevgi ve şefkatle yaklaşmış, ilgi göstermiş, ikramda bulunmuş ve sahabelere örnek olmuştur. Sosyal statüye sahip olmayan ve horlanan bu insanları o bu tür davranışları ile onure etmiştir. Onlarla muhatap olmuş, konuşmuş, şakalaşmış, kikilerine görev vererek sosyal hayat katılmalarını sağlamıştır.

O ümmetine de engellilere yardımcı olmayı tavsiye etmiştir.

Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde hitap etmen, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade etmen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir…” (Müsned, 5/168-169. Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 10/337)
Ebû Hurayra Rasûlullah’ın (sav) şöyle dediğini rivayet ediyor: “Ben mu'minlere kendi öz nefislerinden daha yakınımdır. Her kim ölür de arkasında bir mal bırakırsa, onun malı mirasçılarına, asabesine âiddir. Her kim de arkasında borç ve evlâd ağırlığı yâhud kendi ihtiyâçlarını göremeyen âciz kimseler bırakırsa, ben onun velîsiyim, ben o kimse için çağırılırım (yânî beni onun yerine çağırın ki, ben onun ağırlığını ve âcizlerinin işlerini görürüm)" (Buhârî, Ferâiz/14 no: 22. Müslim, Ferâiz/17. Ahmed b. Hanbel, 2/356, 456, 4/131-133)
Buna göre herkes bakmakla yükümlü olduğu yakınlarına baktığı gibi, engellisi varsa bakmalıdır. Öldükten sonra engelliler de mirastan pay alırlar. Gerekirse enegellilinin bakımı aldığı mirastan sağlanır. Buna da imkan yoksa önce akrabaları ve duyarlu müslümanlar, sonra da o yörenin mülki amiri, bir anlamda devlet onun velisidir.

Peygamber (sav) özürlüleri, âtıl kalmaya mahkum ve zavallı bir kesim olarak görmemiştir. Onların durumları düzeltecek, sorunlarını çözmeye yönelik tavsiyeler vermekle kalmamış, onlara durumlarınına göre görev ve sorumluluklar vermiştir. Ayrıca onları müjdeli haberle teselli etmiştir.

Peygamber’in onlara –bugünün diliyle- pozitif ayrımcılık uyguladığını özellikle vurguluyor.

 

d-Engelli sahabelerden örnekler

Prof. Ali Seyyar, “Yıldızlar Engel Tanımaz-Bedensel Özürlü Sahabeler” isimli kitabında her toplumda engelli oranının ortalama yüzde on olduğundan hareketle yüzbini aşkın sahabenin onbin kadarının engelli olabileceğini tahmin ediyor. Bunlardan 27 tanesini ismen tesbit ederek haklarından bilgi veriyor.

İşte onlardan bir kaç örnek:

 

1-ABDULLAH b ÜMMÜ MEKTÛM

En meşhur, hakkında Abese Sûresinin indiği, görme özürlü sahabe.

İslâmdan önce adının Husayn olduğu, Peygamberin (sav) kendisine Abdullah ismini verdiği rivâyet edilmektedir. Ümmü Mektûm ise annesi Âtike bint Abdullah el-Mahzûmiyye’nin künyesidir. Ona nisbetle İbn Ümmü Mektûm (Ümmü Mektûm’un oğlu) diye tanınmıştır.

Babasının ismi Kays idi ve Kays da Hz. Haticen’in dayısının oğluydu.

Gözleri görmüyordu. Ancak o, hafızasının güçlü oluşu ile biliniyordu.

Mekke’de ilk müslüman olanlardandı.  

Medine’ye Mus’ab ibni Umeyr’le veya ondan biraz sonra hicret etti. Medîneli Peygamber (sav) onu Medine’de Mus’ab ibni Umeyr’le birlikte yeni müslüman olanlara Kur’an öğretmekle görevlendirdi. Berâ bin Âzib diyor ki: "Bize ilk hicret eden kimseler Mus‘ab bin Umeyr ile İbn-i Ümmi Mektûm'dur. Bunlar (Medîne'de) halka Kur'an öğretiyorlardı." (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/46)
Hicretten sonra bir müddet Ashab-ı Suffe’nin yanında kaldı. Daha sonra Mahreme ibni Nevfel’in evine taşındı.

Peygamber (sav) Medine dışına her hangi bir sebeple çıktığı zaman genellikle onu yerine vekil tayin ederdi. Bu görevi ona onüç defa verdiği rivâyet ediliyor.

Kaynaklar Abese Sûresinin ilk âyetlerinin onun hakkında indiğini haber veriyorlar. Şöyle ki: İçlerinde Kureyş’in ileri gelenlerinin bulunduğu bir grup Peygamberi’in yanına gelmişlerdi. Peygamber (sav) onlara imanı anlatmaya başladı. Onların müslüman olmalarını çok istiyordu. Çünkü onlar müslüman olurlarsa, pek çok kimse kolaylıkla müslüman olurdu. Peygamber (sav) onlarla meşgul iken tam o sırada Abdullah ibn Ümmü Mektûm yanına geldi ve:

-Ey Allah’ın elçisi; Allah’ın indirdiklerinden bana da öğret (veya beni irşad et) dedi ve ona bazı âyetleri okumasını istedi.

Ancak Peygamber (sav) onun biraz beklemesini arzu ediyordu. Yoğun bir irşad ve tebliğ heyecanıyla onunla fazla ilgilenemedi. Onunla konuşmak istemeyip diğerlerine yöneldi. O ise ısrarla Peygamberimizle görüşmek istiyordu.

Bunun üzerine; “Surat astı ve yüz çevirdi. Kendisine âmâ geldi diye. Ne biliyorsun, belki de o arınacak. Ya da öğüt alacak da, o öğüt kendisine fayda verecek.” (Abese, 1-4) diye başlayan Abese Sûresinin başındaki âyetler geldi. (Tirmizî, K. Tefsir 73. Nisabûrî, Esbabu’n-Nüzûl.  el-Kâdî, A. Esbab-ı Nüzûl, s: 427)

Şüphesiz Peygamber’in (sav) ondan yüz çevirtmesi onun fakire veya âmâlara değer vermemesinden değildi. O, hiç bir ayrım yapmadan herkese tebliğ yapar, herkes eşit şekilde davranırdı. O sırada İslâmın yayılmasında etkili olabileceğini düşündüğü isimleri ikna etmeye çalışırken söze İbn Ümmü Mektüm’un karışması, onun çabasını olumsuz etkiledi. Bunun üzerine canı sıkıldı ve yüzünü ekşitti.

Ancak Allah (cc) onun bu tavrını hoş görmedi ve yukarıdaki âyetlerle onu uyararak, gönülden Allah’a yönelmek isteyenlerle meşgul olmasını istedi. Bu yüzden Peygamber (sav) ölünceye kadar onu hoş tutar, hal ve hatırını sorardı. Karşılaştığı zaman da: “Merhaba ey kendisi yüzünden Rabbimin beni azarladığı kimse, benden bir isteğin var mı? derdi.

Abdullah ibn Ümmü Mektûm, Medine’de Bilâl (ra) ile birlikte Peygamberin müezzinliğini de yapmıştı. Ramazanlarda hz. Bilâl sahur, o da sabah ezanını okurdu.

Tebûk seferine özrü sebebiyle gidemediği için üzülmüş, kendilerine izin verilmesine rağmen bundan sonra her sefere katılmaya söz vermişti. 15. Hicrî yılda gerçekleşen Kadisiye savaşında şehid düştüğü, ya da Medine’ye döndükten sonra muhtemelen  savaşta aldığı yaralar sebebiyle öldüğü rivâyet edilmektedir.

İslâmda, özellikle özürlülerle ilgili pek çok hüküm onun aracılığıyla mümkün olmuş, özürlü olmasına rağmen toplum içerisinde ne kadar önemli bir konumda olabileceğini göstermiştir.

Evinin Mescid’e uzaklığını ileri sürerek cemaatten affını istemesi kabul edilmemiş, kendisini camiye getirebilecek bir köpek beslemesine izin verilmiştir.
Peygamber (sav); “Sen namaz için ezân okunduğunu işitiyor musun?” diye sordu. O: “Evet!..” cevabını verdi. Rasûlüllah; “O halde dâvete icâbet et, cemâate gel” buyurdu. (Müslim, Mesâcid/255. Ebu Dâvûd, Salât/46)

Burada engelli bir kimsenin toplumdan tecrit edilmediğini, onu cemaat içinde bulunmaya teşvik olduğunu görüyoruz.

Pek çoklarına göre Abese Sûresi Hz. Muhammed’in peygamberliğinin bir başka isbatıdır. Zira burada ilahi bir ikaz var ve Kur’an’ı okuyan herkes bunu öğrenebiliyor.

Burada sosyal derecesi ne olursa olsun Abdullah ibn Ümmü Mektûm gibi yürekten arınmak isteyenler övülmüş, İslamî davetin herkes için geçerli olduğu, ama sadece gönüllülük esasına dayandığı, zorlama ve dayatmanın söz konusu olmadığı ortaya konulmuştur. (Aydınlı, Abdullah. TDV İslam Ansiklopedisi, 20/434. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 27-30)

 

2-AMR b. CEMÛH b. ZEYD el-ENSARİ es-SELEMİ

Amr b. Cemûh Medine’nin iki büyük kabilesi olan Hazrec’in Seleme boyunun başkanı idi. İslamdan önce samimi bir putperest idi ve putlara aşırı bağlı idi. Bundan dolayı Ensarın çoğu erken dönemde müslüman olduğu halde Amr onlara göre geç müslüman olanlardandı.

Cahiliye devrinde soylu kişilerin evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Bunu her sabah ve akşam puttan uğur dilemek, törenlerde kurban kesmek, saygı duruşunda bulunarak felaket anlarında sığınmak vb. şeyler için yaparlardı. Amr'ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.

Mus'ab ibnu Umeyr’ın (ra) Medine'ye davetçi olarak gelmesinden kısa bir zaman sonra insanların bir çoğu İslam'a girdiler. O sırada altmış yaşını geçmiş olan Amr ibnu Cemuh'un oğulları Muavvez, Muaz, Hallad ve eşi Hind de ondan gizli bir şekilde iman ettiler.

Akabe biatına katılan yetmiş ensârdan biri olan oğlu Muâz b. Amr, cesur ve mü’min bir gencin canlılığıyla Medine ehlini İslâm’a davet ediyordu...

Akabe biatlarından sonra bizzat kendi oğlu ve bazı akrabalarının, onun çok sevdiği Menât adlı putu birkaç defa bir çukura atarak putların hiçbir güce sahip olmadığını ispatlamalarından sonra müslüman oldu. Kaynaklar onun müslüman olma hikâyesini şöyle anlatıyorlar:

Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman orada İslâm'ı yaymaya başladılar. Kavimlerinde de şirk içinde dinleri üzere kalan ihtiyarlar vardı. Onlardan biri Amr b. el-Cemuh idi. Onun oğlu Muaz b. Amr, Akabe' de hazır bulunmuştu ve Rasûlullah’a orada bey'at etmişti.

Amr b. Cemuh evinde ağaçtan bir putu vardı. Ona Menat denilirdi. Amr ona hürmet ediyor ve onu temiz tutuyordu.
Beni Seleme'nin gençleri Muaz b. Cebel, oğlu Muaz b. Amr b. el-Cemuh ve müslümanlardan Akabe'de hazır bulunanlardan bazıları gece Amr'ın putunu alıp Beni Seleme'nin çöplüklerinden baş aşağı atıyorlardı. Amr sabah bunu görünce;

- "Yazık size! Bu gece bizim ilahlarımıza kim hakaret etti?" dedi. Sonra da Menatı alıp yıkayıp temizledi, güzel kokular sürdü. Sonra yapanı bulursa cezalandıracağını söyledi.

O akşam gençler aynısı yaptılar. Amr sabah putunu çöplükte buldu ve yine yıkayıp yerine koydu. Bu bir kaç defa tekrar etti. Sonunda Amr putunu temizleyip yerine koydu, güzel kokular sürdü ve kılıcını getirip yanına ast ve dedi ki: “Bunu sana yapanı bilmiyorum. Eğer sende bir ahyıor varsa kendini koru. Aha yanında bir kılıç var”.

Gençler o uyuduktan sonra menat’ı aldılar, kılıca el koydular. Sonra putu bir köpek ölüsüne bağlayıp birlikte bir çukura attılar. Sabahlaeyin Amr putunu bir köpek leşine bağlı çukurda bulunca durumu düşündü ve şöyle dedi:

- "Vallahi şayet sen bir ilah olsaydın, sen ve bir köpek bir kuyunun içinde birlikte olmazdınız. Zelil bir ilah olarak senin atıldığın yerden tiksiniyorum. Şimdi sefihliğin, kötülüğün yüzünden seni derin derin düşündük. Dinleri vazeden (koyan), bağışlayıcı, bol rızıklar verici lütuf sahibi olan yüce Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun ki: O, bağından kurtuluş olmayan kabir karanlığına girmeden önce hidayet olunmuş Rasul Ahmed ile beni kurtardı." (Siyeri İbn-i Hişam)

http://www.islaminida.com/forum/index.php?topic=4079.0

Hicretin ilk yılında Medine’de yapılan Ensar ile muhacirlerin kardeş ilân edilince Peygamber’in yakın akrabası Ubeyde b. Hâris ile kardeş oldu.

Çok istemesine rağmen, fazla topallaması sebebiyle rahatça savaşamayacağını söyleyen oğulları Hz. Peygamber’in de müdahalesiyle Bedir Savaşı’na katılamadı. Ancak Uhud Gazvesi sırasında oğulları; “Allah seni mazur kılmıştır. Sen gelme!” deyince Amr, Hz. Peygamber’e gelerek

“Oğullarım bu savaştan beni menetmek istiyorlar. Seninle gelmeme engel oluyorlar. Allah’a yemin ederim ki, topal ayağımla cennetin toprağına basmak istiyorum” dedi. Hz. Peygamber “Allah seni mazur saymıştır. Sana cihad farz değildir” dedi. Oğullarına hitaben de “Size bir zarar yoktur. Onu gelmekten menetmeyiniz. Umulur ki Allah ona şehâdeti nasib eder” buyurdu. (İbn Kesir, Bidâye, 4/37)

Amr b. Cemûh yaşlılığına ve topal olmasına rağmen Uhud’ta cesaretle savaşatı. Savaşın sonlarına doğru müslüman saflarında dağılma başladığı zaman bile o sebat edip düşmanla mücadeleye devam etti ve sonunda hep arkasında savaşarak onu korumaya çalışan oğluyla birlikte şehid oldu.

Ebu Katade şöyle anlatıyor: Ben orada hazır bulunuyordum. Amr b. Cemuh Rasûlullah’a geldi ve; “Ey Allah’ın Rasûlü! Haber verir misin, ben Allah yolunda ölünceye kadar savaşırsam bu ayağımla sıhhatlı ve sağlam olarak cennette yürüyebilecek miyim?” diye sordu. Ayağı topaldı. Hz. Peygamber “Evet” dedi.

Hz. Peygamber onun cenazesinin yanından geçerken “Ben şu anda Ebu Amr’ı görür gibiyim, o topal ayağıyla sıhhatlı olarak cennette yürüyor!” dedi. (Heysemi, 9/315 (İmam Ahmed’den); Beyhaki, 9/24 (İbn İshak’dan). M. Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/319-320)

https://www.facebook.com/KitapveHikmet/posts/285767901531950

Savaş bitince, Resulüllah (s.a.v.), gömmek için Uhud şehitlerinin yanına gitti. Ashabına dedi ki: “Ben onların şahidi olacağım. Allah yolunda yaralanan bir müslüman, Kıyâmet günü mutlaka kanı akarak gelir. Kanının rengi safran rengi gibidir. Kokusu da misk kokusu gibidir”.
Yeteri kadar kefen bulunamadığı için çok sevdiği arkadaşı ve kayınbiraderi Abdullah b. Amr b. Harâm ile aynı kefene sarıldı ve aynı kabre kondu. Hz. Peygamber bir hadisinde onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir. (bk. Müsned, 5/299)
Rasulüllah (sav); “Amr İbni Cemuh'u Abdullah İbni Amr'la birlikte gömünüz. Onlar, dünyada birbirlerini seven iki samimi dost idiler” dedi.
Allah, Amr İbni Cemuh ve Uhud'da şehid düşen arkadaşlarından hoşnut olsun. (el-İsabe. Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, M. Yusuf Kandehlevi Hayatu’s-Sahabe’den)

Amr b. Cemûh uzun boylu, cömert, cesur ve şair ruhlu bir zat idi. (Önkal, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 3/83. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 64)

 

3-ÜMMÜ ÜMÂRA NESİBE binti KA’B 
Nesibe Hanım, Medineli Naccar oğullarından ve 2. Akabe beyatında hazır olan iki hanımdan biridir. (Diğeri Esma binti Amr’dır). Bu demektir Ensarın ilk müslüman olanlarındandı.

Nesibe Hanım, Uhud savaşında cephe arkası hemşirelik hizmetleri yapmak istemiş. Ancak sahabelerin bozguna uğradığını görünce kocası ve oğulları ile birlikte Peygamber’i korumaya koşmuş. Müşriklerle çarpışırken birkaç yerinden yara almıştı. Medine’ye döndükten sonra aldığı ağır yaranın tedavisi bir yılda ancak kapanmış. Peygamber (sav) ise onu sık sık ziyaret etmiş, ona iltifatta ve özel dualarda bulunmuştur.
Onun hizmetlerini ve yararlıklarını öyle takdir ediyordu ki, savaş sona erip herkes çekilip gittikten sonra Abdullah İbni Ka'b Mazinî'yi gönderip Ümmü Umâre'nin vaziyetinin iyi olduğunu öğrenmedikçe kendi evine gitmemişti.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirete irtihal ettikten sonra, Hz. Ebû Bekir döneminde, Yemâme halkının başında zalim Müseylime-i Kezzab bulunuyordu. Bu mürted dinden çıkıp peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Bu fitneyi duyan Halife hz. Ebû Bekir (r.a), Hz. Halid bin Velid kumandasında bir ordu hazırlatmıştı. Hz. Ümmü Umâre'de (r.anha) Hz. Ebû Bekir'den izin alarak bu ordudaki yerini aldı ve Yemâme savaşı bu şekilde başlamış oldu. Hz. Nesibe’nin bu savşta erkekler gibi kılıç kullandığını ve müşriklerle savaştığını kaynaklar haber veriyor. Yemâme Savaşında birçok yara alan Hz. Ümmü Umâre'nin tedavisi ile ordu komutanı Halid bin Velid bizzat ilgilenmiş, Allah Resûlünden övgüler alan bu kahraman kadına özel ilgi göstermiştir. Bazı kaynaklarda bu yaralar yüzünden bir kolunun koptuğunu naklediyorlar.

Ordu Medine’ye döndüğünde, Ebû Bekir (r.anh) bu kahraman hanımı ziyaret etmiş ve ona beytu'l maldan maaş ödenmiştir.

Ümmü Umâre'yi Resûlullah (sav) her zaman ziyaret ederdi. Daha sonra sırasıyla Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'de kendi hilafetlerinde Ümmü Umâre'nin hâlini hatırını sorup, ilgilenirlerdi.

Hz. Ömer'in hilafeti devrinde bir gazveden kıymetli kumaşlar gelmişti. Bu kıymetli kumaşların arasında altından sırmalı bir gömlek-şalvar da vardı. Bu elbise Hz. Ömer'in hissesine düşmüştü. Hz. Ömer: "Bu elbiseyi almaya herkesten ziyade Hz. Ümmü Umâre layıktır diye düşünüyorum. Resûlullah’tan (as) duydum buyurdu ki: “Savaşta ne tarafa baktımsa hep Ümmü Umâre, hep Ümmü Umâre'yi gördüm" dedi" ve elbiseyi Hz. Ümmü Umâre'ye gönderdi. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 73)

http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=3858&ctgr_id=136

 

4-ZAHİR b. HARAM
Allah Resulü (sav) döneminde Zahir isimli bir sahabe vardı. Bu sahabe engelli olduğu için toplum içine çıkmaktan çekinir, çölde yaşardı. Efendimiz (sav) bu sahabeye çölde yetişen bazı meyve ve bitkileri toplayarak Medine pazarında birlikte satmayı teklif etmiştir. Peygamber  Zahir’e pazarda yardımcı olmanın yanında ona iltifatlarda da bulunmuştur. Bir defasında şöyle buyurmuştur: “Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz.” (Tirmizî, Şemâil, 120, Beyrut, 1406.)
Yine bir gün Zahir pazarda Peygamber’i (s.a.v) beklerken, O ona arkadan sessizce yaklaşarak Zahir’in gözlerini elleriyle kapatarak şakalaşır. Efendimiz’in (s.a.v) o güne kadar kimseye bu denli yaklaştığını görmeyen diğer sahabeler bu ilginç manzarayı seyrederler. Efendimiz (s.a.v) etrafındakilere seslenerek: “Bir kölem var. Satıyorum. Onu benden kim alır?” diyerek şakasını sürdürür.
Bunun üzerine Zahir, “Ey Allah’ın elçisi, beş para etmez bir sakat köleyi kim satır alır?” deyince Efendimiz (s.a.v) şakasını o andan itibaren sonlandırır ve bütün ciddiyetiyle etrafındaki kalabalığa seslenir: “Ya Zahir, and olsun ki Allah ve Allah’ın Rasûlü katında senin değerin paha biçilmez! Bunun için biz de seni seviyoruz.”
Engellilere iyi davranmak, şefkatle muamele etmek, onları utandırmamak, sevgiyle yaklaşmak Peygamber’in bizlere tavsiyesi olmuştur.

Unutmamak gerekir ki durumları onların tercihi değil, Yaradan’ın takdiridir. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 82)

 

5-ABDURRAHMAN b. AVF
Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Avf b. Abdiavf el-Kureşî ez-Zührî (ö. 32/652)
Hz. Peygamber’e ilk iman eden sahâbîlerden biri.

Fil Vak‘ası’ndan (571) on yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Câhiliye döneminde Abdü Amr veya Abdü’l-Kâ‘be olan adı, müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraştı. Câhiliye devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebû Bekir ile olan eski dostluğu, onun vasıtasıyla müslüman olmasını sağladı. İlk sekiz müslümandan biri olan Abdurrahman, Mekke müşriklerinin baskı ve işkenceleri yüzünden önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber onunla ensardan Sa‘d b. Rebî‘ arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu.
Hz. Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud’da yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı. Hicretin altıncı yılında (628) Dûmetülcendel üzerine yapılan bir seferde, Hz. Peygamber onu seriyye kumandanlığına getirdi. Savaşı kazanınca Peygamber’in tâlimatı üzerine kabile reisinin kızı ile evlendi. Tebük seferi sırasında imamlık ettiği bir namaza Hz. Peygamber de iştirak etti. Böylece Ebû Bekir gibi o da Resûlullah’a imamlık yapmış oldu. Vefatında Hz. Peygamber’i kabre indiren dört sahâbîden biri Abdurrahman idi.
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında ona müsteşarlık yaptı. Nitekim Ebû Bekir, ölümünden önceki hastalığı sırasında, Ömer b. Hattâb’ı yerine halife seçme düşüncesini ilk defa ona açmıştır. Abdurrahman b. Avf Hz. Ömer’in hilâfetinde de bu görevine devam etti. Ashâb-ı kiram halifeye arzetmekten çekindikleri meseleleri onun vasıtasıyla intikal ettirirlerdi. Ömer’e bu derece yakınlığı sebebiyle zaman zaman geceleri Medine sokaklarında onunla birlikte dolaşarak asayişi kontrol ederlerdi. Bu dönemde Abdurrahman, hac emirliği ve beytülmâl muhafızlığı da yaptı. Halife Ömer, Mecûsî bir köle tarafından hançerlenince Abdurrahman’ı imamlığa geçirdi ve kendisinden sonra iş başına gelecek halifeyi belirlemek üzere tayin ettiği altı kişilik şûraya Abdurrahman’ı da dahil etti. Hz. Osman ve Ali’den başka kendisi de aday olduğu halde, adaylıktan çekilerek halifeyi bizzat tayin etme yetkisini üzerine aldı. Daha sonra şûra üyeleriyle ayrı ayrı görüştüğü gibi, İbn Kesîr’in belirttiğine göre, üç gün süreyle, geceli gündüzlü, ekseriya uykusunu terkederek ordu kumandanlarıyla, eşrafla, kadın erkek Medine halkıyla ve dışarıdan gelenlerle teker teker veya toplu halde, açık veya gizlice görüşerek bir çeşit “kamuoyu yoklaması” yaptıktan sonra Osman b. Affân’ı halife ilân etti. Hz. Osman’ın halifeliğinde de müsteşarlık ve hac emirliği görevlerine devam eden Abdurrahman, halifeye zaman zaman çeşitli ikazlarda bulunmuştur.
Abdurrahman b. Avf yetmiş beş yaşlarında Medine’de vefat etti; vasiyeti üzerine cenaze namazını Hz. Osman kıldırdı. Vefat yeriyle ilgili klasik kaynaklardaki bu bilgiler yanında, Siirt Pervari yöresindeki halk, öteden beri onun mezarının Pervari’ye bağlı Yukarı Balcılar köyünde olduğuna inanmaktadır. Yakın zamanlarda mermerle çevrilen mezar, bölgenin önemli ziyaret yerlerinden biridir. Bu inanış, aşere-i mübeşşere’den olan Abdurrahman b. Avf’a karşı yöre halkının beslediği sevginin bir nişânesi kabul edilmelidir.
Abdurrahman b. Avf, hem Câhiliye döneminde, hem de İslâm devrinde ticaretle meşgul olarak büyük bir servet kazanmış, servetini Allah yolunda harcamaktan çekinmemiştir. Beş yüz deve yükü tutan büyük bir kervanı bir defada bağışlayacak, ayrıca bir günde otuz köleyi âzat edecek derecede cömertti.
Hz. Peygamber’den hadis rivayet etmekte son derece titiz davranmış, bu sebeple de pek fazla hadis nakletmemiştir. Kaynaklarda ondan rivayet edilen altmış beş hadise rastlanmaktadır.

Hz. Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Osman dönemlerinde fetvaya ehil görülen ve sayı bakımından, “orta derecede fetva veren sahâbîler”den (mutavassıtûn) sayılan Abdurrahman b. Avf’ın fetvaları, küçük bir risâle oluşturacak hacimdedir. (Önkal, A. TDV İslâm Ansiklkopedisi, 1/158. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 62-63)

 

6-MUAZ b. CEBEL

Ebû Abdirrahmân Muâz b. Cebel b. Amr el-Ensârî (ö. 17/638) Ayağından sakattı.
Hicretten on sekiz yıl önce (m.601 veya 603) Medine’de dünyaya geldi.

Muâz on sekiz yaşında iken müslüman oldu ve İkinci Akabe Biatı’na katıldı. Kendi kabilesinden İslâmiyet’i kabul eden arkadaşlarıyla birlikte geceleri Benî Selime oğullarından henüz müslüman olmayan bazı kimselerin putlarını kırdı veya putların âcizliğini ortaya koyacak eylemler yaptı. (İbn Hişâm, 2/95-96)

Peygamber (sav) hicretten sonra onunla Abdullah b. Mes‘ûd arasında kardeşlik bağı kurdu. Bedir Gazvesi başta olmak üzere Huneyn ve Tâif dışındaki bütün gazvelere katıldı ve bunlarda kabilesinin bayraktarı veya temsilcisi oldu. Mekke fethinin ardından Rasûlullah Huneyn Gazvesi’ne giderken onu Mekke’ye önce emîr, ardından Kur’an ve dinî bilgiler muallimi tayin ettiği için Huneyn ve Tâif gazvelerine iştirak edemedi.
Hz. Peygamber, hicretin 9. yılı Rebîülâhirinde (Ağustos 630) Muâz’ı Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile birlikte Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla gönderdi. Muâz’ı Yemen’e giden heyete başkan tayin ederek onun Yukarı Yemen’de, Ebû Mûsâ’nın da Aşağı Yemen’de görev yapmasını istedi. İslâmiyet’i kabul eden ilk Himyer meliklerinden Hâris b. Abdükülâl’e Muâz ile bir mektup gönderdi. Muâz’ın Yemen’de kadılık yaparken nasıl hüküm vereceğiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem ile aralarında geçen konuşma meşhurdur. Rasûlullah’ın sorularına cevap veren Muâz önce Allah’ın kitabına göre hükmedeceğini, aradığı delili Kur’an’da bulamazsa Peygamber’in sünnetini dikkate alacağını, aradığını orada da bulamazsa kendi kanaatine göre hüküm vereceğini söyleyince Hz. Peygamber memnun oldu ve Rasûlullah’ın elçisine Resûlullah’ı hoşnut edecek şekilde cevaplar verdiren Allah’a hamdetti. (Ebû Dâvûd, Aķżıye/11. Tirmizî, Aĥkâm/3).

Ayrıca halka kolaylık gösterip zorluk çıkarmamalarını, müjde verip nefret ettirmemelerini tembih etti. (Buhârî, Meġāzî/60. Müslim, Cihâd/7)

Yemen heyetini uğurlarken bir süre Muâz’ın yanında yürüyen Peygamber’in ona belki bir daha görüşemeyeceklerini, Medine’ye döndüğünde sadece mescidini ve kabrini bulacağını söyleyince Muâz ağladı; Hz. Peygamber de onu teselli etti (Müsned, 5/235).
Yemen’deki Benî Bekre kabilesinin Sekûn kolundan bir hanımla evlenen Muâz b. Cebel, orada peygamberlik iddiasında bulunan ve kısa sürede Yemen’in birçok bölgesine hâkim olan Esved el-Ansî’nin üç ay içinde ortadan kaldırılmasında önemli rol oynadı. 11 (632) yılında görevini tamamladı ve Resûl-i Ekrem’in vefatından bir süre sonra Medine’ye döndü.
Muâz, Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye fetihlerine katılmak için halifeden izin istedi. Hz. Ömer, onun bilgisine ihtiyaç duyulacağı gerekçesiyle izin verilmemesini telkin ettiyse de halife şehid olmak isteyen kimseyi engellemeye hakkı olmadığını söyleyerek ona izin verdi. Muâz, önemli görevler üstlendiği Yermük ve Ecnâdeyn savaşlarıyla Dımaşk’ın fethinde bulundu. Ecnâdeyn Savaşı’nda ordunun sağ kanadına kumanda etti.

Hz. Ömer halifelik görevini üstlendiğinde Suriye ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh ile ona bir mektup yazdı. Ebû Ubeyde veba salgınında ölünce ordunun başına Muâz b. Cebel geçti.

Daha sonraları bazı sahâbîlerle birlikte Suriye’ye muallim olarak gönderildi. Muâz b. Cebel, 17 (638) yılında Ürdün’de Kusayru Hâlid’de Amvâs tâunu diye bilinen veba salgınında iki oğlu ve iki hanımıyla birlikte öldü. Bu tarih 18 (639) olarak da zikredilmiştir. Bugün İrbid vilâyetine (muhâfaza) bağlı Ağvârüşşimâliye livâsında kendi adıyla anılan köyde bulunan kabri üzerine küçük bir mescid ve türbe yaptırılmıştır.
Uzun boylu ve heybetli bir kimse olan Muâz’ın bir ayağı sakattı. Kaynaklarda ailesi Amvâs tâununda ölünce soyunun tükendiği kaydedilir.  

Muâz b. Cebel her zaman Resûl-i Ekrem’in yanında bulunmaya gayret eder, merak ettiği konuları sorup öğrenirdi. Hz. Peygamber de onu sever, bazan Ufeyr adlı eşeğinin terkisine bindirirdi (Buhârî, Cihâd/46. Ebû Dâvûd, Vitir/26. İbn Sa‘d, 2/347, 3/586, 7/389).

Muâz bir gün mahallesinde yatsı namazını kıldırırken Bakara sûresini okumuş, ziraatla uğraştıkları için yorgun düşen cemaatten bazıları onu Hz. Peygamber’e şikâyet edince Resûlullah ona, “Sen fitne mi çıkarmak istiyorsun?” demiş ve namazı daha kısa sûrelerle kıldırmasını istemiştir. (Buhârî, Eźân/60, Edeb/74. Müslim, Śalât/178-179. Ebû Dâvûd, Śalât/123, 124)
Asr-ı saâdet’te Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezbere bilen birkaç kişiden biri olan Muâz, Resûlullah’ın kendilerinden Kur’an öğrenilmesini tavsiye ettiği dört sahâbî arasında yer alıyordu. Yine o devirde fetva veren altı sahâbîden biri olan Muâz’ı Resûl-i Ekrem helâl ve haramı en iyi bilen kişi olarak gösterir, kendisine “Muâz ne iyi adam!” diye iltifat eder, kıyamet gününde onun âlimlerin önünde yürüyeceğini söylerdi (Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 8, “Menâķıbü’l-enśâr”, 16; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 119; Tirmizî, “Menâķıb”, 32; İbn Sa‘d, II, 347, 350).

Muâz’ın Hz. Peygamber’in kâtiplerinden olduğu (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 102-103) ve hazinedarları arasında yer aldığı (DİA, XVII, 141) zikredilmiştir. İnsanlara iyiyi ve hayırlı olanı öğretmesi ve güçlü bir imana sahip olması sebebiyle sahâbîler onu Hz. İbrâhim’e benzetirdi. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında fıkhî meseleler için Muâz b. Cebel’e başvurulmasını tavsiye ederdi.  
Muâz b. Cebel Resûl-i Ekrem’den 157 hadis rivayet etmiştir. Rivayetleri toplu halde Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer almıştır. (5/227-248) (Kandemir, M. Yaşar. TDV İslam Ansiklopedisi, 30/339. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 60-61)

 

7-HÂRİSE b. NU‘MÂN
Ebû Abdillâh Hârise b. en-Nu‘mân b. Nef‘ el-Hazrecî el-Ensârî
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları koluna mensuptur.

Annesi Hz. Peygamber’e biat eden, zaman zaman ona evinde yemek ikram eden hanımlardan Ca‘de bint Ubeyd b. Sa‘lebe’dir. Hârise’nin bütün gazvelere iştirak ettiği rivayet ediliyor. (Vâkıdî, 1/139, 162)
Hayır sever bir insan olan Hârise, isyancılar evini kuşattığı zaman Hz. Osman’a kendisi için savaşabileceklerini söyleyerek onu desteklediğini ifade etmiştir (Buhârî, 3/93).

Kaynaklarda Hârise’nin vefat tarihi zikredilmemekle birlikte Muâviye döneminde (661-680) öldüğü bilinmektedir.

Ümmü Hâlid bint Hâlid ile evlenen Hârise’nin ikisi erkek beş çocuğu olmuş, kızlarının hepsi biat eden kadın sahâbîler arasında yer almıştır.
Hârise bin Numan’ın çok cömert olduğu naklediliyor. Onun bu cömertliği hayatının sonlarına doğru iki gözünü kaybettikten sonra da devam etmiştir. Hârise bu sıralar namazgâhı ile evinin kapısı arasına bir ip çekmiş, fakirler bir şey istedikçe ipe tutunarak onlara bizzat sadaka vermiş, bu işi kendilerinin yapabileceğini söyleyen ailesine, fakirlere kendi eliyle sadaka vermenin insanı kötü ölümden koruduğuna dair Resûl-i Ekrem’den bir hadis duyduğunu söylemiştir (İbn Sa‘d, 3/488; Taberânî, 3/229, 231).
Medine’de Hz. Peygamber’in odalarının yanında odaları bulunan Hârise, Resûl-i Ekrem yeni bir hanımla evlendikçe bunlardan onun evine en yakın olanı ona bırakarak bir sonrakine geçerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in, “Bizim yüzümüzden evinden taşınıp durduğu için Hârise b. Nu‘mân’dan utanır oldum” dediği rivayet edilmiştir. (İbn Sa‘d, 3/488) (Topaloğlu, Nuri. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/202)

Ebû Bekir’in oğlu Abdullah’ın, ailesiyle beraber Medine’ye hicret ettiği zaman, yine Hârise’nin evinde kaldıkları belirtilmektedir. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 42-43)

8-İTBÂN b. MÂLİK
İtbân b. Mâlik b. Amr el-Hazrecî es-Sâlimî (ö. 50/670)
Hazrec kabilesinin Benî Sâlim b. Avf koluna mensuptur. Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onu Hz. Ömer’le kardeş yaptı. İbn İshak’ın es-Sîre’si dışındaki kaynaklar İtbân’ın Bedir Gazvesi’ne katıldığını kabul etmekte, İbn Sa‘d onun Uhud ve Hendek gazvelerine de iştirak ettiğini söylemektedir. Hemen bütün kaynaklar İtbân’ın âmâ olduğunu belirtmekteyse de bazı rivayetlerden (İbnü’l-Esîr, III, 558) gözlerinin zamanla zayıfladığı ve sonraları görme kabiliyetini tamamıyla yitirdiği anlaşılmaktadır. İbn Habîb onun topal olduğunu da zikretmiştir.
Hayatı boyunca Benî Sâlim b. Avf kabilesinde imamlık yapan İtbân, gözlerinin rahatsız olması ve evinin Medine dışında bulunması sebebiyle her zaman Resûlullah’la beraber bulunamazdı. Ancak Resûl-i Ekrem kendisine değer verir, Kuba’ya giderken Benî Sâlim b. Avf yurduna uğrar ve ona misafir olurdu. Bir defasında Hz. Peygamber’e rahatsızlığından söz ederek geceleyin ve fırtınalı havalarda mescide gidip cemaate namaz kıldıramadığını söylemiş, evine gelerek orada namaz kıldırmasını rica etmiş, Resûl-i Ekrem de ertesi gün Hz. Ebû Bekir’le birlikte İtbân’ın evine gidip ev halkına ve oraya gelen diğer sahâbîlere iki rek‘at namaz kıldırmış, Resûlullah’ın namaz kıldırdığı yeri mescid kabul eden İtbân o günden sonra kavmine burada imamlık yapmıştır. İtbân b. Mâlik’in Abdurrahman adlı bir oğlu olduğu ve iyice yaşlanmış olmasına rağmen imamlık görevini sürdürdüğü zikredilmiştir.
Buħârî’de on dört, Müslim’de altı rivayeti bulunan İtbân’dan bu hadisleri genç sahâbîlerden Enes b. Mâlik ve Mahmûd b. Rebî‘, tâbiîlerden Husayn b. Muhammed es-Sâlimî ve Ebû Bekir b. Enes b. Mâlik rivayet etmiştir. (İbn Sa'd, et-Tabakât, 3/550, 8/377. İbn Abdulber. el-İstiâb, 3/159-160) (Çakın, Kâmil. TDV İslam Aksiklopedisi, 23/454. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 30-31)

 

9-KA’B b. MALİK  

Ebû Abdillâh Kâ'b b. Mâlik b. Ebî Kâ'b Amr el-Hazrecî (ö. 50/670) Peygamber'in meşhur üç şairinden biri.
Milâdî 898 yılı civarında Yesrib'de (Medine) doğdu. Câhiliye devrinde künyesi Ebû Bişr iken Rasûlullah ona büyük oğlu Abdullah sebebiyle Ebû Abdullah künyesini vermişti.

Babası Mâlik, İslâm'dan önce Yesrib'in önde gelen şahsiyetlerinden olup Evs ile Hazrec arasında yıllarca süren savaşlarda yiğitliğiyle önemli işler başarmış bir şairdi. Babasının tek çocuğu olduğu için eğitimine özen gösterilen Kâ'b okuma yazma ve hesap öğrendi. Evs ve Hazrec arasında yapılan bazı savaşlarda söylediği şiirlerle tanındı. Hicretten önce Medine'de İslâmiyet'i kabul etti. 622 yılı hac mevsiminde Rasûlullah'ı Medine'ye davet etmek üzere Mekke'ye giden ensar heyetinde bulundu.
Kâ'b b. Mâlik, Osman'ın hilâfetinin son yıllarında çıkan karışıklıklarda halifenin yanında yer aldı; şehid edilmesinin ardından onu defneden birkaç kişiden biri olarak hakkında üç uzun mersiye söyledi. Hz. Ali halife olunca bazı ensar gibi Kâ'b da ona biat etmedi.

Tebük seferinden geri kalan, önce toplumsal boykotla cezalandırılıp, ardından haklarında inen âyetlerle affedilen üç sahabiden en meşhuru.

Bu üç sahabi (ra) Tebük seferinden geri kalmışlardı. Hiçbir mazeretleri bulunmadığı gibi görevli veya izinli de değillerdi. Ka’b bin Malik’ten (ra) gelen ve güvenilir hadis kitaplarında yer almış uzun rivâyet, her üçünün de ruh hallerini, bu umumi seferberlikten nasıl geri kaldıklarını ayrıntılarıyla anlatır.

Bu üç sahabi (ra) hiçbir mazeretleri bulunmadığı halde ve Allah’ın ve Elçisi’nin (sav) emrine karşı çıkma gibi bir düşünceden de tamamen uzak oldukları halde, bir şekilde seferden geri kalmışlardı. Ka’b b. Malik (ra), zamanında hazırlık yapmayı ihmal ettiğini, sonra da devesini hızlı sürerek orduya yetişebileceğini tahmin ettiğini ve daha sonra ise yola çıkmak için artık çok geç olduğunu anlatır. Allah’ın elçisi (sav) ve ashabı seferden dönmektedir.

Esasen Tebük seferine çıkıldığı vakit hem çok sıcak, hem de tam hurmaların olgunlaştığı, hasadın yapılacağı bir dönemdir. Üstelik Medineli Müslümanlar Mekke’nin fethinden ve İslam’ın kesin zaferinden sonra artık çiftlerine çubuklarına dönme vaktinin gelmiş olduğunu düşünmektedirler.

Kâ’b b. Mâlik, Medine’de münafıkların ve maddi imkanı olmayanların kaldığını görünce çok üzüldü. Tebük’e varınca Hz. Peygamber (sav) onu sordu. Bazıları kibri yüzünden sefere katılmadı diye dedikodu yapınca Muaz b. Cebel onu savundu.

Medine döndüklerinde Tebük seferine katılmayanlar mazeret ileri sürerek af diledikleri halde Kâ’b gerçeği söyledi ve hiç bir mazeret ileri sürmedi. Peygamber (sav) Kâ’b’a ve onunla birlikte mazeret belirtmeyen arkadaşları Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebi’ hakkında Allah hükmünü verinceye kadar beklemelerini söyledi. Hanımları ile birlikte kalabilecekler, ama kimse onlarla konuşmayacaktı. Gassan kralı onun haksızlığa uğradığını düşünerek onu ülkesine davet etese de bunu kabul etmedi. Elli günlük zor ve oldukça sıkıcı boykotun ardından onun ve iki arkadaşının affedildiğini bildiren âyetler geldi.

“Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 9/118-119)

Ellinci gün evin damında sabah namazını kılarken birisi; “Ey Kâ’b’ Müjde” deyince secdeye kapandı. Elbisesini müjdeyi getirene verdi. Sonra da Peygamber mescidine geldi. Herkes tevbesi kabul edildiği için onu tebrik ettiler. Kendisi şöyle anlatıyor:

Kendisine selâm verdiğim zaman Peygamberin yüzü sevinçten parlıyordu.

-Annenin seni doğrurduğundan beri üzerine geçen günlerin en hayırlısı ile sevin dedi. -Bu lütuf senden mi, Allah katından mı? -Allah katından buyurdu.”

 Kâ’b b. Mâlik, tevbesi kabul edildiği için bütün malını Allah yolunda infak etmek istediyse de Peygamber, bir kısmını infak etmesinin yeterli olacağını söyledi. O da bundan böyle asla doğruluktan ayrılmayacağına söz verdi. Kendi ifadesine göre hayatında hiç bir zaman yalan söylemedi. (Buharî, Vesâya/16 (2757), Cihad/103 (2948), Meğâzi/3 (3951).  Müslim, Tevbe/53-54 (2769). Tirmizî, Tefsir/9 (3101). Ebu Dâvud, Talak/11 (2002), Cihad 173 (2773). Nesâî, Talak 18)

Kâ’b b. Mâlik, Ensar’dandı. Milâdî 598 yılında doğduğu tahmin ediliyor. Babası şairdi ve Medine’nin önde gelenlerindendi. Babasının tek erkek evladı olduğu için eğitimine özel özen gösterilmiş, okuma yazma öğrenmiş , şiir söylemekle meşhur olmuştu.

  1. Akabe biatında müslüman olarak ve Ensar’ın temsilcisi olarak yer aldı. Bedir ve Tebük seferi dışında Peygamberimizin bütün seferlerine katıldı. Uhud’da onyedi yerinden yaralandı.

Müslüman olduktan sonra da şiir söylemeye devam etti. Abdullah b. Revâha ve Hasan b. Sâbit gibi Peygamberin şairleri arasında sayıldı. Şiirlerinde müslüman askerlerin kahramanlıklarını anlatarak, düşmanların moralini bozduğu rivâyet ediliyor.

Şairleri kötüleyen âyet (Şuarâ 26/224-227) nâzil olunca kendi durumunu Peygamber’e sordu. Peygamber (sav) ona; Muhakkak mü’min canıyla, kılıcıyla ve diliyle cihad eder. Nefsim elinde olan yemin ederim ki sizlerin onlara (müşriklere) söyledikleriniz tıpkı oklar gibidir” buyurdu. (Müsned, 6/387)

Bir başka rivâyette Peygamber (sav) Hasan b. Sabit ve Kâ’b b. Mâlik’e (ra) şöyle buyurduğu söyleniyor: “Kureyş’i hicvediniz, çünkü sizin hicviniz onları ok yağmuruna tutmaktan daha etkilidir.”  (Müslim, F. Sahabe/157 (2490))

Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybeden Kâ'b'a oğlu Abdurrahman rehberlik etmiştir. Kâ'b tarihçilerin çoğuna göre 50 (670) yılında Medine'de vefat etti.

 Hz. Peygamber’den ve Üseyd b. Hudayr’dan seksen hadis nakleden Kâ‘b b. Mâlik’in rivayetleri Kütüb-i Sitte’de ve toplu halde Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde (3/454-462. 4/386-390), bunlardan üçü hem Buhârî, hem Müslim’de yer almıştır. Kendisinden oğulları Abdullah, Ubeydullah, Abdurrahman, Muhammed, Ma‘bed, kızı Ümmü Abdullah b. Üneys ve torunu Abdurrahman b. Abdullah ile Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Abbas ve Ebû Ümâme gibi sahâbîler rivâyette bulunmuşlardır. (Kandemir, Yaşar. TDV İslâm Ansiklopedisi, 24/5. Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 44-45)

Sahabe arasında bunlardan başka daha bir çok görme ve bedensel engelli, hatta zihinsel engelliler olduğunu görüyoruz. Bunların bir kısmı doğuştan bir kısmı ise daha sonradan aldıkları yaralar sebebiyle, ya da yaşlılıktan dolayı engelli olmuşlardır.

 

Diğer görme engelli sahabiler:

-Ebu Süfyan Sarh b Harb görme engelli. Taif seferinde okla bir gözünü kaybetmiş.

-Cuayl b. Süreka, Kurayza seferinde gözünü kaybetmiş.

-Abd b. Cahş, Zeyneb b. Cahş’ın kardeşi. Ama idi.

-Abdullah b. Umeyr, görme engelli idi.

-Ebu Inebe Abdullah b. Inebe el-Havlani, görme engelli idi.

-Damra b. Ebi’l-İs, görme engelli idi.

-Abdurrahman Ebu Abs b. Ceber, gözlerini kaybedince Peygamber ona bir asa vermiş.

-Evs b. Samit, karısına zihar yapan görme engelli sahabi

-Abdullah b. Abbas, ömrünün sonuna doğru görme yetisini kaybetmiş.

-Sa’d b. Ebi Vakksa, ömrünün sonuna doğru görme yetisini kaybetmiş.

-Esma b. Ebi Bekr, yüz yaşlarında, öldüğü zaman ama imiş.

-Said b Yerbu, Peygamberin vefatından sonra gözlerini kaybetmiş.

-Cabir b. Abdullah, hayatın son dönemlerini ama olarak geçirmiş.

-Abdullah b. Amr’ı ömrünün sonuna doğru ama olduğu kaydediliyor.

Malik b. Rabia hz. Osman döneminde gözlerini kaybetmiş.

-Muğira b. Şu’be Yermuk savaşında bir gözünü kaybetmiş.

-Amr b Ma’dikerb, Yermuk savaşında bir gözünü kaybetmiş.

-ve daha bir çokları (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 31-55)

 

Diğer ortopedik engelli sahabiler:

-Umeyr b. Amr, Huneyn Savaşında bir ayağını kaybetmiş.

-Umeyr b Cud’an, arkadaşının vurması ile topal kaldı

-Nu’man b. Sa’lebe, bir ayağı topal sahabilerdendi. Uhudta şehit oldu.

-Zeyd b. el-Ensârî (Kavkal), Uhud’ta bir ayağını kaybetti. Hz. Ömer döneminde vefat etti.

-Semura b. Muaviye, bir savaşta bacağı sakat kalmış.

-Abdullah (Ubeydullah) b. Avvam, topal idi.

-Mücâlid b. Mes’ud es-Sülemî, ayağı hafif aksaktı.

-Akra’ b. Hâbis, hem kel hem de topaldı.

-Abdullah b. Haris, topaldı.

-Abdullah b. İshak topal sahabilerdendi. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 63-69)

 

El ve kollarında engeli bulunan sahabiler:

-Talha b. Ubeydullah’ın parmakları Uhud savaşında kopmuştu.

-Muaz b. Amr b. Cemuh’ub eli İkrime tarafından kesilmiş ve eli çolak kalmıştır.

-Zeyd b. Sûhan Kadisiye savaşında bir elini kaybetmiş.

-Amr b. Tufeyl Yemâme Savaşında bir elini kaybetti.

-Berâ b. Mâlik, Yemâme savaşında eli sakat kalmış. (Enes’in kardeşi)

-Amr el-Bikâlî, Yermuk savaşında parmaklarını kaybetmiş.

-İkraş b. Züeyb, Cemal savaşında iki elini de kaybetmiş. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 70-76)

Yüzünde engeli olan sahabiler:

-Arfece b. Es’ad, İslamdan önce Külab savaşında burnunu kaybetmiş.

-Abdurrahman b. Avf’ın Uhud’te ön dişleri de kırılmış.

-Ebu Ubeyda b. Cerrah’ın ön dişleri Peygamberin yüzüne batan müğferi çıkarırken kırıldı.

-Ukkaşe el-Ganem, Uhudta burnunu, kulaklarını, dudaklarını kaybetmiş.

-Abdullah b. Cahş’a Uhud’ta müsle yapılmıştı.

-Münzir b. Aiz, bir eşeğin darbesi kafasında yarık meydana getirmişti. (Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, s: 76-80)

 

Ve iki kitap:

Seyyar, A. Yıldızlar Engel Tanımaz-Bedensel Özürlü Sahabelerin Hayatı, Rağbet Yayınları,İstanbul 2011

Eser, Mithat. Engelli Sahabiler, Nesil Yayınları İstanbul 2013

https://www.islam-tr.net/konu/engelli-ozurlu-sahabeler.31914/

http://dergipark.ulakbim.gov.tr/daad/article/viewFile/5000076984/5000071

http://www.insanveislam.org/?pnum=798&pt=Engellilik+ve+Engelliler

 

[1] el-Isfaehani, R. el-Müfredat, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 405

[2] Uğur, M. Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yay. Ankara 1992 s: 334. Erul, B. Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yay. s: 1. Efendioğlu, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/491-492

[3] Uğur, M. Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yay. Ankara 1992 s: 28-29 ve 334-338

[4] İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi-i Temyizi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübi’l-Arabi, Beyrut Thr. 1/7