Berat Gecesi münasebetiyle tezkiye, zekât ve infak bilinci hakkında bir konuşma.

Hüseyin K. Ece

10 Mayıs 2017

14 Şa’ban 1438

Zaandam Ayasofya Cami

 

-Tezkiye ve zekât

  Vahyin sürecinin ikinci senesinde indiği düşünülen Leyl Sûresi arınmanın verilerek yapılacağın söylüyor. Ama bunu sınırlandırmıyor. 

“Temizlenmek (yetezakkâ) için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten  sakınan) kimse, o ateşten uzak tutulacaktır.” Leyl 92/17-18)

Burada maldan verme ve takva, ‘en güzeli’ doğrulama, cimrilik yapıp ‘en güzelin’ yalanlanması, ölüm anında mala ihtiyaç olmama, Allah'ın insana hidâyet vermesi ve günahkârı cehennem ateşiyle tehdit etmesi konularından sonra arınmanın (tezkiyenin) metodu ve maksadı ilan ediliyor.

Allah’ın birliğine (vahdaniyetine) inanmak ve insanlara karşılıksız vermek, İslâmın iki temel emridir. Bundan dolayı bu iki emre kasıtlı olarak karşı çıkmak, insanın Yaratıcıya karşı mesuliyetini ve hayatın öteki dünyada da devam edeceğini inkar anlamına gelir. (Esed, M. Kur’an Mesajı,  3/972)

 ‘ze-kâ’ fiilinden gelen ‘zekât’, Allah’ın bereketlendirmesinden gelen nema, çoğalma,  artma potansiyeli veya temizliktir, arınmadır.

Bu kelime dünyevî ve uhrevî işler hakkında kullanılır. Ancak asıl vurgusu ekonomik değil, ahlâkîdir.

 ‘Zekat’ her zaman; İslâmın üzerine bina edildiği esaslardan biri, yani zenginlerin vermekle yükümlü oldukları yükümlülük değildir.

Bu kendini arıtma anlamındaki tezekki/tezkiyedir aynı zamanda. Bunu Mekke döneminin ortalarında inen Tâhâ 20/76 ile, peygamberin gönderiliş amaçlarından birinin tezkiye olduğunu belirten âyetlerden de (Bekara 2/151. Âli İmran 3/164. Cumua 62/2-3)  anlayabiliriz.

Mekke döneminde farz olan zekât yoktu. O dönemde inen âyetlerde geçen zekât, zenginlerin vermekle yükümlü oldukları dini vergi değil; arınmayı sağlayan vermeler olsa gerektir.

Mesela; “...Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, (Allah’tan) korkup-sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156)

Zekât, yalnızca karşılıksız harcamak değil, ondan daha öte arınmak için fedakârlık etmek, arınmak için bedel ödemek anlamlarına da gelir. Bu da zekâtın sadaka ile buluştuğu yerdir (Tevbe 9/103). Burada verilen şey sadaka olarak isimlendirilmekte, sadakanın veriliş amacının da zekât (arınma, tezkiye) olduğu vurgulanmaktadır. (İslâmoğlu, M. Nüzûl Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, s: 13)

Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir. ﴾Tevbe 9/103)

Burada bilinen farz zekâtın ‘sadaka’ kelimesiyle, arınmanın ise zekâtın da kök fiili olan tezkiye ile anlatıldığını görüyoruz.

Kur’an özellike Medine döneminde Allah yolunda mal vermeyi vacip sayıp, ölçüsünü tayin ediyor ve onun ismini zekât koyuyor. Yani vacip (farz) olan arınma vesilesi. 

Vermenin en önemli göstergesi zekâttır. Zekât tezkiye ile aynı kökten gelir ve o da arınmak için vermek, malı vererek arıtmak, temizlemek demektir.

Bu adlandırmanın sebebi ya zekâttaki bereket beklentisi, ya da bu yolla nefsin tezkiyesidir. Yani hayır ve bereketlerle nefsin geliştirilmesidir, büyütülmesidir ya da bunların her ikisidir. Çünkü her iki hayır da zekâtta vardır. (el-İsfahânî, R. el-Müfredat, s: 313) 

İster nafile anlamıyla, ister Kur’an’daki zekât anlamıyla sadaka, kişinin nefsini  ve malını tezkiye ettiği gibi, malını bereketlendirir, değerli yapar.

Şu hadislerde sadakanın hem malı bereketlendirme hem de nefsi arıtma rolüne işaret edildiğini görüyoruz:

“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allâh(cc) affeden kulunun değerini artırır. Allâh rızâsı için alçak gönüllü olanı Allâh yüceltir.” (Müslim, Birr19/69 no: 6592)

“Oruç kalkan (gibid)dır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günah(ın azâbını) söndürür.” (Tirmizî, Îmân/8 no: 2616. İbn-i Mâce, Fiten/12 no: 3973)

“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî, Edeb/34 no: 6023)

 “Sadaka, Rabb’in öfkesini söndürür ve kişiyi kötü ölümden uzaklaştırır.” (Tirmizî, Zekât/28 no: 664. Tirmizî bu hadisi hasen-garip kaydıyla rivâyet ediyor.)

 

-İnfak bilinci

İnfak, dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmasıdır.

Helâl yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş gördüğü yerlere harcama, sarfetmektir.

Mü’minin elinde rızık olarak bulunan görünür-görünmez (zahir-batın) nimetleri yaymaktır.

Ya da fayda veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla paylaşmaktır.  

İnfak, her türlü meşru ve faydalı harcamaları ifade eder. Bu bakımdan infak, farz olan zekâtı ve hayır yoluna gönüllü olarak yapılan harcamaları da içine alır.

İman eden her neye sahipse, ondan kendisi istifade ettiği gibi - çünkü öncelikle kendisi ihtiyaç sahibidir- başka ihtiyaç sahiplerini de düşünür. Kendisine tevdi edilen emânetini onlarla da paylaşma sorumluluğunu hisseder. 

Bu açıdan infak, kişiye tahsis edilenin Allah’ın istediği biçimde başkalarına ulaştırılması demektir.

İnfakın geçtiği birçok âyet ve hadisin birlikte değerlendirilmesinden çıkan sonuca göre Allah’a itaat ve ibadet niyeti taşıyan, İslâm’a ve müslümanlara yardım ve fayda sağlayan her harcama Allah yolunda infak sayılmaktadır.

Özet olarak infak; Allah’ın insana verdiği imkânları yine Allah’ın kullarına reva görmektir, bölüşebilmektir.

Bu da Allah’ın müslümanlara emrettiği önemli bir ibadettir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/254. Ayrıca bkz: Bekara 2/105, 267. Münâfikûn 63/10. Teğâbun 64/16)

«Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde güzel yapın. Çünkü Allah işini güzel yapanları (muhsinleri)  sever.”  (Bekara 2/195. Ayrıca bkz : Bekara 2/261, 262)

Bu demektir ki infak her ne kadar ferdi bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi açısından ailevî ve sosyal bir yönü vardır. 

İmkânı olan bir müslüman, ümmet bilinci gereği ve kulluk görevi olarak Allah’ın kendisine nasip ettiği imkânları başkalarıyla bölüşmeye çalışır.

Böylelikle bir ibadeti yerine getirirken insanlara da faydalı olur. 

Toplumlarda herkes bir şekilde ihtiyaç sahibidir. Bazı kimseler diğerlerine nisbetle daha az şeye muhtaçtır veya bazı imkânlara sahiptir. Bu imkânlar maddi olabilir, manevi olabilir. İnfak bilinci olan bir müslüman işte elindeki hangi imkânı varsa onu diğerleriyle paylaşır.

 İnfak kelimesi umumiyetle karşılıksız yardımlar için kullanılır.

Nitekim Kur’an’da yaptıkları iyiliklerden dolayı bir karşılık beklemeyenler övülmektedir. (İnsân 76/8-9)

Serveti âtıl bırakıp (kenz) Allah yolunda harcamayanları ağır bir dille yeren âyetler (Tevbe 9/34-35) bu hususu da kapsamaktadır.

Kur’an’da pek çok ayette Allah (cc) iman edenlere infakı emrediyor, infak etmeyi mü’minlerin en önemli özelliği olarak sayıyor, infak edenlerin kavuşacakları mükafatlarda szö açıyor, infak etmeyen cimrileri kınıyor, nelerden infalk edilebilecğini haber veriyor.

Cömert mü’minler Kur’an’ın infak emrini hakkıyla anlarlar ve gerektiği yerde, gerektiği kadar harcama yaparlar, paylaşırlar, eldeki imkanları olmayanlarla bölüşürler.

Cömert; Farsça cevan-merd kelimelerinin Türkçeleşmiş halidir.  Cömertlik İslâm ahlâkında sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleriyler anlatılır.

Bir kavram olarak cömertlik, eldeki imkânları meşru ölçüler içinde, hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak başkalarının yararına sunma eğilimi demektir. Kur'ân'da sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmez.

Ancak pek çok âyette infak, itâ, îsâr, ikram, ihsan, it'âm, bezl gibi masdarlardan gelen fiillerle cömertlik teşvik edilmiştir.

Hadislerde ise sayılan bu kelimelerle birlikte sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmektedir. İslâm, cömertliği bir erdem olarak yüceltmekle kalmamış, onu bencil duyguların aracı olmaktan çıkararak Allah rızası ve insan sevgisinden oluşan bir muhtevaya kavuşturmuştur.

Kur'ân, malını gösteriş için harcayan kimselerin bu davranışlarının ahlâkî bir değer taşımadığını, yardımlaşmanın ancak insanlara iyilik etme (birr) gayesiyle ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci içinde (takvâ) olması gerektiğini ısrarla vurgular (Bakara, 2/264; el-Mâide, 5/2; Leyl, 92/17-20).

Hz. Peygamber de insanların en cömertidir (Buhârî, Bedü'l-vahy, 5, Savm, 7, Menâkıb, 23; Müslim, Fezâil, 56-57; Müsned, VI/130).

Cömertlik, israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın ortasıdır. Kur'ân'da mü'minlere her iki aşırılıktan da sakınarak harcamalarında ölçülü olmaları emredilmiştir (A'râf, 7/31; İsrâ, 17/29; Furkân, 25/67).

Cömert olabilmek için yapılan yardımın isteyerek ve seve seve yapılması gerekir (Haşr, 59/9).

Cömertliğin diğer bir şartı da yardıma mukabil mükâfat, övgü, teşekkür ve hizmet gibi maddî ve manevî bir karşılık beklenmemesi (İnsan, 76/8-10),

yardım olarak verilen malın gözden çıkarılan bir şey olmayıp sahibi nezdinde değer taşıması (Bakara, 2/267; Âl-i İmrân, 3/92),

gösterişten uzak ve yardım edilen kimseyi rencide edecek tutumlardan kaçınılmasıdır (Bakara, 2/261-265). (M.C.)

https://www.mumsema.org/islami-kavramlar/112687-cud-ne-demektir.html

Kur’an cömert davrananları ve cimrilikten sakınanları övüyor:

“O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğâbun 64/16. Haşr 59/9)

İslamda cömertliği anlatan üç tane önemli kavram vardır. Sehâvet, cûd ve îsar.

Tersi; buhl, şuhh ve hased.

Sehâvet; bir kimsenin elindeki mal ve saireden muhtaçlara bolca dağıtması manasını ifade eder. Sehavet sahibine sahi denir.

Cûd; çok cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine meydan vermeksizin ihsan ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi uygun olan şeyleri, uygun yerlere kolayca vermek huyudur.

 Cûd sahiplerine cevvad denir.

Allah (cc) için Cevvad ismi kullanılr ama sahi ismi kullanılmaz.

Cevvad, muhtaçların hallerini bilen ve onların kendisine müracaat etmelerini beklemeksizin ihtiyaçlarını gören, yardımlarına koşan demektir.

Sehavette sınırlı bir maldan cömertçe dağıtma söz konusudur. Cûd’da ise sınır söz konusu değildir.  http://www.sorularlarisale.com/makale/10564/dorduncu_hakikat

İsar, başkasını kendine tercih etme anlayışı diğergamlıktır dır.  

Kur’an isar ahlâkına sahip olan Medineli Ensar’ı şöyle övüyor:

“Kendilerinden önce o yeri yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler ise, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler…” (Haşr 59/9)

Şu âyette haber verilenler de îsar ahlâkına sahip mü’minlerdir: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Şöyle derler:) Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan 76/8-9)  

Kur’an, dünyalıkları sevmesine rağmen onu başkasına infak etmeyi, başkasını kendisine tercih etmeyi birr (iyiliğin en genişi) olarak sayıyor. (Bekara 2/177)

Bu anlayışa sahip olan kişilerin fazla olduğu toplumlarda aç ve açık kimse kalmaz. Kimse haksızlığa ve yoksulluğa mahkum olmaz. Kimse mazlum ve mağdur olmaz. Ya da bunlara en aza iner.  Bu anlayış sosyal ahlâkın bir başka yönüdür. Bu demektir ki toplumda herkes başkasını da hesaba katarak yaşamalı. Hatta gerekirse başkalarını kendi nefsine tercih etmeli.

Bu da gösteriyor ki, toplumdaki diğer insanları düşünmek, hesaba katmak, onların iyiliğini istemek, bencil ve çıkarcı olmamak, başkalarını kendine tercih etmek, iyilikte onları öne çıkarmak Kur’an’ın tavsiye ettiği bir sosyal ahlâktır.

Cömertliği anlatan ve onların tersi olan üç kavramın hayatta karşılığı şöyle:

Sehâ: Benim var onun da olsun

Cûd: Benim yok onun olsun

Îsar: Benimki de onun olsun

Cimrilik (buhl): Benim var onun olmasın

Şuhh: Benim yok onun da olmasın

Hased: Onunki de benim olsun

İşte başkasını hesaba katmak, onu kendi nefsine tercih etmeye müthiş bir örnek: Huzeyfe oğlu Cehm (ra) anlatıyor: Yermük savaşında amcamın oğlunu aramaya başladım.Yanıma birazda su aldım.Tesadüfen onu buldum. Ölmek üzere idi. Su vereyim mi diye sordum. İşaretle ver dedi. Tam o sırada yanı başında ölmek üzere olan biri ahhh etti. Amcam oğlu sesi işitince içmekten vazgeçti. İşaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına gittim, baktım Ebu’l-As oğlu Hişamdı. Yanına henüz varmıştım ki, yakınında başka bir sahabi acıyla inledi. Hişam işaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına gittiğimde ölmüştü. Hişamın yanına gittim o da ruhunu teslim etmişti. Hemen amca oğlumun yanına gittim o da ruhunu teslim etmiş, cansız yatıyordu.” http://imanilmihali.com/dini-hikayeler/

Müslümanlar, diğer kardeşlerini düşünürler, bazen kendileri ihtiyaç içerisinde olsalar bile kardeşlerine yardım ederler, onların ihtiyaçlarını giderirler, onları sıkıntıdan kurtarmaya çalışırlar.