Ramazan, Ramazan Bayramı, yolculuk ve ölüme hazırlanma hakkında bir konuşma.

Hüseyin K. Ece

05.07.2016 -- 1 Şevval 1437

Zaandam Ayasofya Cami

 

Zamanı, ayları ve Ramazan’ı yaratana hamdolsun.

Ramazan’da Kur’an’ı indirip orucu mü’minlere farz kılan Allah’a hamdolsun.

Ramazanın içinde Kadir Gecesini tayin edene, ve kadrini yüceltene, Kur’an’ı inzal ederek âlemi nurlandıran Allah’a hamdolsun. 

Oruç tutmaya, Kur’an okumaya, namaz kılmaya bilinç veren Allah’a hamdolsun.

Sihhat ve afiyet, güç ve kuvvet, rızık ve nimet, irade ve istek veren Allah’a hamdolsun.

Bizi bir bayrama daha ulaştıran, Ramazanı değerlendirenlere bayramı hediye eden Rabbimize hamdolsun.

Kur’an’ı tebliğ edip yaşayıp öğreten, Ramazan hayatıyla ve en üstün ahlâkıyla insanlığa örnek olan Muhammed’e salat ve selâm olsun. Onun ehl-i beytine, sahabelerine ve onun ümmeti olma şerefine kavuşanlara selâm olsun.

Peygamber (sav) buyurdu ki:

Aziz ve celîl olan Allah "İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükafatını da ben vereceğim" buyurmuştur.

Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: 'Ben oruçluyum' desin.

Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.

Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır." (Buharî, Savm/9. Müslim, Sıyam/163)

Bugün Ramazan bayramı, şeker bayramı değil. Yani I’du’l-fıtr. Ramazanda oruça başlamaya imsak, yani yemeyi içmeyi tutmak, terketmek, orucu sona erdirmeye de iftar denilir. Yani orucu açma. Oruç ayının sona ermesiyle, gündüz yeme içmenin helal hâle gelmesi de genel iftardır. Bu yüzden bu bayramın adı I’du’l-fıtr’dır. I’d bayram, fıtr yani iftar, orucu açmak.

Bu bayram oruçtan kurtulmanın değil, Ramazanı ikâme etmenin sevincidir. İslâm, Ramazanı değerlendirenlere bayramı hediye ediyor.

Bu bugün tatil yapmanın, hoplayıp zıplamanın, gayr-i meşru’ çılgınca eğlencenin değil, şükretmenin, “ne mutlu bana ki Rabbim nasip etti de Ramazana kavuştum, Ramazanı yaşadım ve bu özel zamanı değerlendirdim” diye sevinmenin vaktidir. Bunları nasip eden Rabbe teşekkür zamanıdır.

Peygamber ne buyurmuştu Ramazanı yaşayanlar hakkında: Kim iman ederek ve sevabını Allah'tan umarak ramazan orucunu tutarsa, önceki günahları affedilir." (Buhârî, İman/28)

İşte bayram bu müjdeyi ümit etmenin zamanıdır. Hiç kimsenin elinde garanti yok ama her mü’min Allah’tan ümit eder. Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.

“(Öyleyse,) ey insan -sen (madem ki) zahmetli bir çaba ile Rabbine yönelmektesin- sonunda mutlaka O'na kavuşacaksın!” (İnşikak 6)

“İnsanın yeryüzündeki hayatında -farkında olalım veya olmayalım- üzüntü, acı, sıkıntı ve endişenin, nadir anlardaki gerçek mutluluk ve tatminin çok üzerinde olduğu gerçeğine işaret. Böylece, bu insanlık durumu, “zahmetli bir çaba ile Rabbine doğru yönelmek” -yani, O'na kavuşacağı yeniden dirilişteki âna doğru yönelmek- olarak tanımlanmıştır. “ (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1250)

Bunu biz “ey insan sen Rabbine doğru giden bir yolcusun” diye anlayabiliriz.

Zaten insan hayatı da bir yolculuk değil midir?

Doğumdan ölüme, hatta kıyâmete, âhiret hayatına  doğru giden bir yolcuyuz.  “İşte geldik gidiyoruz.” Dünya hayatı her ne kadar süslü, zevkli ve uzun gibi görünse de sonunda fani, yani geçici. Yine bilinen bir gerçek ki herkes günün birinde ölüyor.

Peygamber (sav) insan hayatını böyle anlatıyor: Abdullah ibni Ömer (ra) şöyle dedi:

“Resûlullah (sav) benim iki omzumu tuttu ve: ‘Dünyada, sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol!’ buyurdu.” Bu nedenle İbni Ömer (ra) (sık sık) şöyle derdi: “Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al!” (Buhâri, Tirmizî, İbn Mâce)

“Şu dünyada ben, bir ağacın altında bir süre gölgelenip sonra orayı terk eden bir yolcudan başkası değilim.” (Tirmizî, Zühd/44 no: 2377. İbn-i Mâce. Ahmed b. Hanbel.)

Bu hadisler, ötesi için hazırlanmada ufkumuzu açmaktadır. Mü’min dünyayı vatan ve mesken tutup orada hoşnut ve razı olarak uzun süreli yaşamayacağını hesaba katmalıdır.   

Vatanından, aile ocağından ayrı düşmüş bir kimsenin aklı hep öz yurdunda ve sevdiklerinde olur. Âhirete iman eden bir müslüman da bu dünyada kendini bir garip sayar ve asıl yurdun olan âhireti düşünür.

Hatta kişinin kendini garip sayması da yeterli değildir. Zira yurdundan, aile ocağından ayrı düşen kişi, belki bir süre kalacağı gurbet diyarına gönül bağlayabilir.  

Uzun bir yolculuğa çıkan, aklı fikri, varacağı menzilde hedefte olan bir yolcu gibi davranmak gerekir. Zira böyle bir yolcu, uğradığı yerlerdeki güzelliklere gönül bağlayıp kalmaz. Mola vereceği yerlere takılıp kalmaz. Ya da yolculuk hazırlığını yaparken mola vereceği yere göre değil, varacağı menzile göre davranır.

Mademki dünya hayatı bizim için geçici, biz de bir yolcuyuz; o zaman her an yolculuğa hazır olmalıyız.

Müslüman her gün, her zaman yol için hazır olmalı. Yolculuk için azık ve eşyalarını tedarik edip uzun bir sefere çıkacak kimse gibi hazırlanmalı. Zira bu yolculuk öteye doğru, dönüşü olmayan, tekrarı olmayan bir yolculuktur.

Bu yolculukta en iyi azık, bütün bir hayatı kuşatıcı sorumluluk bilincidir, yani takvadır. Sorumluluk bilinciyle davranmaktır. Bu şuurla yaşamak, bu bilinçle amel işlemektir. Zaten en kalıcı, en faydalı, en doyurucu, en vefalı azık takva azığıdır.

“... Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bekara 2/197)

“Her ne iyilik yaparsanız Allah onun farkındadır. Ve kendiniz için hazırlıkta bulunun -a-ma şüphesiz, tüm hazırlıkların en güzeli, Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olmaktır. Öyleyse Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, siz ey derin kavrayış sahipleri!” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/57)

Takva aynı zamanda en mükemmel, en süslü, en sağlam, en koruyucu, en kalıcı, en sarıp sarmalayan elbisedir.

“Ey İnsanoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.” (A’raf 7/26)

Bu azıkla ve bu korucu elbise ile dünya hayatındaki yolculuk yapan bunu güvenle yapar ve selâmetle menzile varır, hedefine ulaşır. Yoldan sapmaz, yoldaki aldatıcılara aldanıp hedefinden şaşmaz. Yola yatmaz, yolda olanlara engel olmaz ve onlara zarar vermez. Üzerine aldığı emânete sahip çıkar, kendisiyle birlikte hedefe götürür ve sahibine teslim eder. Zira o sorumluluğunun farkındadır, görevinin farkındadır. Emâneti yerine getirmekle neler kazanacağının, emânete hıyânetle neler kaybedeceğinin farkındadır.

Takva azığı ve takva elbisesi kişiye böyle bir sorumluluk kazandırır.  

Orada, yani âhiret hayatında insanın işine yarayacak şey, iman ve sâlih amelden başka bir şey değildir.

Kur’an bunu şöyle haber veriyor:

“O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (arınmış bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (Şuarâ 26/88-89)

İnsan, hayatın akışına kendini kaptırır da insanlık görevlerinde, âhirete hazırlanma konusunda gaflete düşerse, zarar edenlerden olur. İnsanın bu halini Kur’an Tekâsür Sûresinde çarpıcı bir şekilde açıklıyor:

“Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu. Ta ki kabirlere varıncaya kadar.”

Herkes eninde sonunda kabre girecek, toprağa dönecek.

Bitecek mi orada her şey?

Âhirete inanmayanlara göre hayat bu dünya hayatından ibarettir. Burada yaşar ölür insan. Ölünce de her şey biter.

Ama Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir müslüman böyle düşünmez. Kabirden öte de bir hayat olduğuna inanır. Sonsuz ve asıl hayatın orada olduğuna, o hayata burada hazırlanmak gerektiğine inanır. İnanmakla kalmaz hazırlık yapar. Bilir ki burası amel yeri, orası yapılanların karşılığını alma yeri. Orasının mutluluğu burada kazanılır.

Müslüman bilir ki bu mutluluğu kazanmanın nasıl olacağını da Kur’an ve Allah’ın elçisi bize yaşayarak öğretmiştir.

Şair demiş ki: “Ya men bi-dünyahu işteğal,

Qad ğarra tule’l amel,

Eve lem yezel fi ğafletihi,

Hatta denâ minhu’l-ecel,

El-mevtu ye’ti bağteten,

ve’l-kabru sandûku’l-amel;

Isbır alâ ehvâlihâ,

Lâ mevte illa bi’l-ecel” 

Yani “Ey dünya ile meşgul olan kişi, uzun emel seni aldattı, bu gaflet sence çok uzun olmadı mı, ta ki ecel vakti yaklaştı. (Unutma) ölüm aniden gelebilir, Kabir amel sandığıdır. Hadi şimdi kabrin ahvaline dayan (bakalım), (bilesin ki) ecelden başka ölüm yoktur.” Yani insan bir defa ölür.

Hz. Ali’nin şöyle dediği rivâyet ediliyor: “Dünya nimetlerinden İslâm nimeti sana yeter. Meşguliyetlerinden itaat iş olarak sana yeter. Nefsi terbiye ve ahlâkını düzeltmekte ibret olarak ölüm yeter sana.”

Allah Teâlâ peygamberlere şöyle vahyetmiş: “Beni sevdiği halde bana kavuşan kimseyi Cennetime koyarım. Benden korktuğu halde bana kavuşan kimseyi ateşimden uzaklaştırırm. Benden sakınıp utandığı bir halde bana kavuşan kimsenin günahlarını hafaza meleklerine unuttururum.”

Ebu Zerr’in rivâyetine göre Peygamber (sav) ona şöyle dedi: “Ya Eba Zerr! Vapuru yenile; çünkü deniz derindir. Tekmil azığını al; çünkü sefer uzaktır. Yükünü hafiflet; çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşekkatlidir. Amelini halis kıl; çünkü iyiyi kötüden ayırt eden (Allah) Basîr’dir.”

İş burada kalmıyor. Gün gelecek bu dünya hayatı sona erecek. Es-Saat (dünya hayatının sonu) gerçekleşecek. Sonra da Kıyâmet yani ölümden sonra diriliş olacak ve âhiret hayatı başlayacak. Âhiret hayatının hemen başında da Hesap var. Yani bu dünyada yaptıklarımızın ilâhi mizanda, Allahın terazisinde tartılması var. Yani hayatımızın hesabını vermek söz konusu. Kur’an bu bunu defalarca anlatıyor.

Tekâsür Sûresi ise bir kaç cümle ile oradaki sorguyu özetliyor.

Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra âhirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür 4-8)

İşte orada, o hesap gününde, mahşerde herkes sorguya çekilecek. Kur’an şöyle diyor:

“Kendilerine (peygamber) gönderilenleri de, gönderilen (peygamberleri) de sorguya çekeceğiz.

Andolsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız. Zira biz onlardan uzak değiliz.

O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları (sevap bakımından) hafif gelirse; işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini zarara uğratanlardır.” (A’raf 7/6-9)

Bu gerçeği Kur’an bir defa da Karia’da anlatıyor:

“İşte (o gün) kimin tartı(da iyilik)leri ağır gelirse, işte o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacak. Fakat kimin de tartı(da iyilik)leri hafif gelirse, onun yeri “Haviye”dir.” (Karia 6-9)

Müslüman inanır ki dünyada yaptığı her şey, -ki İslâm buna amel diyor- bir yere kaydediliyor, görevli melekler tarafından.

“Hayır! Bütün bunlara rağmen siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir.” (İnfitar 9-12)

Hesap günü o amel defteri insanın önüne konulacak ve denecek ki:

«Oku kitabını, bu gün sana karşı, iyi hesâb görücü olarak kendi nefsin yeter». (İsrâ 17/14)

Tekrar yukarıdaki âyete dönelim.

“(Öyleyse,) ey insan -sen [madem ki] zahmetli bir çaba ile Rabbine yönelmektesin- sonunda mutlaka O'na kavuşacaksın!”

O zaman kimin kitabı (amel defteri) sağından verilirse, O kolay bir hesaba çekilecek ve (cennetteki) yakınlarına sevinç içinde dönecektir.

Fakat kime kitabı (amel defteri) arkasından verilirse, (o da) derhal yok olmayı isteyecek ve çılgın alevli cehenneme atılacaktır.” (İnşikak 7-12)

Madem ki eninde sonunda öleceğiz, eninde sonunda Rabbimize kavuşacağız; öyleyse dünya hayatının güzelliğine, zevkine, malına, servetine, çalışmasına, hoşa giden işlerine aldanıp, takılıp kalıp, koşturup âhiret için hazırlanmayı unutmamak gerekir.

Kur’an bir çok âyette iman edenleri uyarıyor:

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lukman 31/33. Bir benzeri: Fatır 5. Hadid 14)

Madem ki ölüm ve âhiret hayatı var, öyleyse  şimdiden sonra hep hazırlıklı olalım.

Zaten Ramazan, bayram, günler ve geceler, bize emredilen farzlar, buna bağlı yaptığımız ibadetler  bunun için birer fırsattır.

Gereğini yapanlara müjdeler olsun. Bu dünyada Ramazan’ı ayakta tutanların, Ramazan bayramına (I’du’l-fıtr’a) katılanların asıl âhiretleri bayram olsun.

Bu mübarek bayram, tıpkı Ramazan gibi sizleri de mübarek kılsın; takvanızı, şuurunuzu, islâmî çaba ve gayretinizi artırmaya, İslâm âleminin iyiliğine, huzuruna, dirilişine vesile olsun.

Vesselam.