Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hakkında kısa bir konuşma.

Hüseyin K. Ece

5 Nisan 2015 Gümüşhaneliler Gecesi

Bingen-Almanya

 

HAYATI

Kaynakların verdiği bilgilere göre Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî 1228/1813,  1227/1812, veya 1255/1820 Gümüşhane’nin Emirler Mahallesi’inde doğdu. İrfan Gündüz eldeki verilere göre onun doğum tarihinin 1228/1813 daha doğru görünüyor görüşünde (Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin, s: 11)

Babasının adı Mustafa, dedesinin adı Abdurrahman idi. Ziyâüddin onun mahlası idi. Gümüşhane’ye nisbet edilerek Gümüşhânevî olarak meşhur oldu. Bir mahalleye adlarını verdirecek kadar soylu ve köklü bir aileden geldiği söylenebilir.

(Şemseddin Sami’nin verdigi bilgilere göre Gümüşhane bu tarihlerde Trabzon'a bağlı bir sancak merkezi idi ve kasaba sayılıyordu. 1820lerde Gümüşhane’nin nüfusu 30.000 idi. Gümüş madenleri işletilmekle biliniyordu. Kasaba sınırları içerisinde 80 medrese, 3 tekke, 97 mektep vardı. Kâmusu'l-A'lam, Ş. Sami, 5/3890)

Onun ailesi ve çocukluğu hakkında fazla bilgi olmamakla beraber kaynaklar beş yaşında Kur'an okumaya başladığını yazıyorlar. Aynı kaynaklar onun sekiz yaşlarında kendi yöresindeki hocalardan Delâil-i Hayrat, Hızb-i Azam ile Kaside-i Bürde okuduğunu da söylüyorlar ama hocaları hakkında bilgi vermiyorlar.  Ancak kendisi daha sonradan verdiği icazetnâmelerde “beni yetiştiren hocalarımdan teberrüken bahsetmem gerekir” deyip dan Şeyh Salim, Şeyh Ömer el-Bağdadî, Şeyh Ali e-Vefâî, Şeyh Ali’nin isimlerini veriyor. Ancak bunlardan nerelerde ders aldığını söylemiyor. (Gündüz, İ. A. Z. Gümüşhânevî, s: 13)

Onun tahsil hayatına, ders almada ve daha sonradan ders vermedeki arzu ve gayretine, pek çok eser yazmasına bakarak küçük yaşında bile ilme ve okumaya çok hevesli olduğu tahmin edilebilir.

Nitekim onun bir müddet sonra ilim öğrenmek için İstanbul’a göçtüğünü görüyoruz. 

On yaşına geldiği zaman 1238/1822 yılında ailesiyle birlikte ticaret maksadıyla Trabzon’a göçtüler. Babası tüccardı ve Trabzonda bir dükkanı vardı. O sırada büyük kardeşi askere gitti. Bunun üzerine dükkânda babasına bir müddet yardımcı oldu. 

   Babasına dükkânda yardımcı olma mecburiyetine rağmen onun ilim öğrenmekten uzaklaşmadığı görülüyor. Babasının ve ailesinin muhalefetine rağmen çevresindeki hocalardan fırsat buldukça Arapça ve fıkıh dersleri aldı, hafızlığını tamamlamaya çalıştı.

 İcazetnâmelerinde Laz Hoca lakaplı Osman Efendi, Şeyh Halid as-Sa’idi isimleri geçiyor ama haklarında bilgi verilmiyor. Bunların Trabzon’da hocaları olması muhtemel.

Kaynaklar onun bu arada eliyle muhtelif keseler ördüğü ve bunları satarak ilim tahsili için biriktirdiğini anlatıyorlar.

Onbeş-onaltı yaşlarındaki bir çocuğun bu tutumu oldukça dikkat çekicidir.

Belli ki ticaret işleriyle uğraşmak ona tad vermiyordu. Tahsilini daha ilerletmek istiyordu. Bunun gerçekleşmesi için dua ettiği kaynaklarda  geçiyor.

Onun tahsile ve ilme olan bu arzusunu gören baba sonunda ona, onu ilim yolundan alıkoymak istemediğini, ilmin değerini bildiğini, şimdilik dükkanında kendisine yardımcı olmasını ve ağbisi askerden dönerse kendisine öğrenim için İstanbul’a gitmesine izin vereceğine söz verdi.

1247/1831 yılında, yaklaşık yirmi yaşlarında iken babası onu ve amcasını mal almak üzere gemi ile İstanbul’a gönderdi.

Bu yolculuk onun hayatı için bir dönüm noktasıdır.

Amcasıyla birlikte sipariş verilen malları aldılar. Yüklerini hazıladılar. Trabzon’a dönmek zamanı gelince amcasına; “Amca ben geri dönmeyeceğim. Ben bu ilim diyarını gökte ararken yerde buldum. Tahsilimi burada sürdürmek istiyorum. Amca beni bağışla, benden incinme. Babama  selâm söyle beni affetsin. Zamanı gelince, gider tahsilini tamamlarsın demişti. Şimdi duydum ki, daha önce işaret ettiği gibi büyük oğlu askerlikten döndü. Artık dükkânında ona yardımcı olacak birisi var” dedikten sonra yanında kalan paraları amcasına verip ‘bunlar babamın emaneti, herkese benden selam soyle’ demiş ve amcasıyla vedalaşmış. 

İstanbul’da uzun yıllar ilim tahsil etti. Sonra da öğrendiklerini ölene kadar öğrencilerine aktarmaya, onları yetiştirmeye çalıştı.

Bu onun ikinci hicreti idi. Ama bu sefer baba ocağına dönmedi ve İstanbul’da eğitimini sürdürmeyi ve burada kalmayı tercih etti.  

Amcasının Trabzon’a gemiyle hareketinden sonra İstanbul’da parasız ve tek başına kaldı.

Hayatını anlatan kaynaklar ismini vermedikleri bir alimin ayrdımıyla   Beyazid medresesinde  yatacak yer bulduğunu yazıyorlar. Burada hikmet, tarih, tasavvuf ve fen alanlarında dersler aldı. Ancak kendisine yardımcı olan alimin kısa süre sonar vefat etmesi üzerine Mahmud Paşa medresesine geçip orada öğrenimine devam etti. (Ceride-i Sofiyye Sayı: 8-24 s: 6)

Burada zamanın meşhur hocalarından ders almaya devam etti. Ki bunlar arasında o zamanın alimlerinden Şehri Hafız Muhammed Emin el-İstanbulî (1281/1864), Abdurrahman el-Harputî (Kürd Hoca) (1267/1851) da vardı. (Gündüz, İ. A. Z. Gümüşhânevî, s: 22-29)

Onun tahsil hayatı 1260/1844 yılına kadar sürdü.   

Derslerdeki başarıları üzerine zaman zaman hocalarına vekâleten dersler vermeye başladığını görüyoruz. İcazet almadan önce genellikle akaid dersleri verirdi.

Hocalarından ders verme icazeti aldıktan sonra Beyazid Medresesinde müderris olarak ders vermeye başladı. Derslerinde oldukça başarılı olduğu ve ders halkasının giderek genişlediği kaynaklarda anlatılıyor.

Burada kendisini kıskananların ona eziyet ettikleri söyleniyor ama, ne gibi eziyetlere maruz kaldığı anlatılmıyor.

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’nin tasavvufa meyilli hocalardan ders aldığı, bu çevrelerde yetiştiği anlaşılıyor. Daha sonradan Halidiyye tarikatından şeyhliğe kadar yükselmesinin başlangıcı böylece başladı denilebilir.

Ders vermekle meşgul olan Gümüşhânevî bu sıralarda (1261/1845) İstanbul’a gelip Üsküdar Alaca Minare Tekkesinde tarikat faaliyetlerine başlayan Abdülfattah el-Ukarî (1281/1864) ile tanıştı. Aralarında bir samimiyet doğdu. Bu samimiyetten sonra Gümüşhânevî’nin ona bağlanma (intisab) isteği onun “ileride gelecek zatın buna izinli olduğu, beklemesi gerektiği” sözleriyle nazikte reddedilmiş.

Yine bir gün el-Ukarî’yi ziyarete gittiğinde kendisine adıyla hitap eden yabancı birisi ile karşılaşır. O yabancı ona Şam’dan İstanbul’a onu irşad için geldiğini söylemiş. O kişi Halidiyye tarikatının Şam halifesi, Şam müftüsü de denilen Ahmed b. Süleyman el-Arvadî idi. 

Orada yapılan bir merasimle ona biat (intisab) etti ve Halidiyye tarikatına girdi. Bu 1261/1845 yılında gerçekleşti. Yani İstanbul’a gelişinden ondört yıl sonra. (Ceride-i Sofiyye Sayı:8-24 s: 7)

İki Ahmed arasında sıcak bir ilişki kuruldu. Ahmed Ziyâuddin onu Mahmutpaşa Medresesinde misafir etti. Ondan hem şer’i ilimlerde, hem de tarikat dersleri aldı.

Ancak hocası bir müddet sonra ortadan kaybolur ve bir yıl kendisinden haber alınamaz. Onun bir yıl kadar habersiz gidişinin Ahmed Ziyâuddin’i üzdüğü, ona hasret duyduğu ve gelişini ümitle beklediği söyleniyor,

el-Arvadî bir yıl kadar geri döndüğü ve Ayasofya Camiisinde iki yıl kadar hadis dersi verdiği anlatılıyor.

Onun bazen A. Z. Gümüşhânevî’nin Mahmutpaşa medresesindeki derslerine katıldığı da rivâyet ediliyor.

Ahmed el-Ervadî, 1264/1848 yılında Gümüşhânevî’ye başta Nakşibendiyye olmak üzere pek çok tarikatten ‘hilafet-i tâmme” ile icazet verdi.

O aynı zamanda hem Ayasofya Camiinde okuttuğu 'hadis' dersinden ve diğer kitaplarını okutmak üzere de Gümüşhânevî’ye icazet verdi. Kaynaklar onun yüzotuz kadar kitabı ve aynı zamanda şair olduğundan bahsediyorlar.

Sonra da memleketine geri dönüp gitti. (Vefat tarihi: 1275/1858)

O zamanlar kendilerine göre uygun bir şeyh bulmak isteyenler bazen şehir şehir kasaba kasaba dolaşırken, Gümüşhânevî’de bunun tersi olmuş. Onun şeyhi Şam’dan İstanbul’a onun için gelmiş. Halid-i Bağdadî, tarikatını yaymak ve tanıtmak üzere Anadolu’ya halifelerini özel olarak gönderirmiş. Bunlardan biri de Ahmed el-Ervadî idi.

Ahmed Ziyâüddin bundan sonra hem derslerine, hem de Halidiyye tarikatına bağlı olarak müridlerini işrşad etmeye devam etti.

Ders halkalarına çok sayıda talebe katıldığı,  pek çok talebe yetiştirdiği  söyleniyor.

O talebelerine sadece ilim öğretmekle kalmaz, bir kısmını özel irşad etmeye özen gösterirdi. Bunlardan bazılarını kendi tarikatında halifelik görevi verip Anadolu’nun farklı şehirlerine gönderiyordu.

Ahmed Z. Gümüşhânevî sadece ders vermekle kalmıyor, kitap yazmaya devam ediyordu. Onun ne kadar büyük ve önemli bir alim olduğunu 1265/1848’de yazdığı ilk kitabı Necâtü’l-Ğafilîn’den, 1292/1875de yayınlanan son yazdığı  beş ciltlik Levâmiu’l-Ukûl’dan anlaşılıyor. Bu süre zarfında onun az uyuyup, fazla dinlenmeden çalıştığı, araştırmalar yapıp kitaplar yazdığı anlaşıyor.

Talebelerine verdiği icazetnâmelerde hangi derslerden ve kitaplardan icazet verdiğine bakılırsa hayran kalmamak mümkün değidir. Zira o kadar kitabı okuduğu, talebelerine aylarca veya yıllarca onlardan ders verdiği anlaşılır.

O bir taraftan kitap yazarken diğer taraftan yazdığı kitapların basılmasını, onların talebelerin eline meccanen geçmesini sağlamaya çalışıyordu.

Gümüşhânevî’ anlatılırken atlatılmaması gereken bir nokta da onun kitap yazmaya, onları basmaya ve dağıtmaya önem vermesinin yanında kütüphâne kurulması konusudanki çabasıdır.

Nitekim kaynaklar onun Of, Rize ve Bayburt’ta üç tane kütüphâne kurdurttuğunu ve kendi imkanlarıyla bunlara beşyüz altın tahsis edilmesine önayak olduğunu haber veriyorlar.

Ama ne yazık ki bugün bu kütüphenelere ne oldu, neredeler, bunlarla ilgili elimizde bir bilgi yok. 

(Zekeriya Emiroğlu bize ait mezuniyet tezi Yenidevir'de tefrika edildikten  sonra gazeteye şöyle bir mektup yazdı: “T.C.Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv ve Yayın Dairesi Başkanlığı 585 nolu defterin 131, 135 sahife ve 123 sırasında kayıtlı İstanbul'da 'el-Hac Ahmed Ziyaüddin Efendi ibni Mustafa ibni Abdurrahman vakfına ait Gurrei Muharrem 1285 tarihli vakfiyesinde eserlerinden 200 cilt basma ve yazma kitap ve risalesi Muharrem 1285 tarihinde Trabzon'un Of kazasının Çıfaruksa köyü Cami-i Kebir bitişiğindeki ahalinin yaptırdığı kütüphaneye 57 yaşında iken vakfettiği Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünün 23.10.1974 gün ve 696 sayılı yazısı üzerine 1/11/1974 tarihinde anlaşılmıştır." (Yenidevir Gazetesi 25 Nisan 1979)

Ahmed Ziyâüddin 1280/1863 tarihinde kendisine tahsis edilen bir gemi ile ilk defa hacca gitti.  Mısır’da İskenderiye’ye uğrayıp orada onüç kaldı.  

Oradan da Kahira’ya geçti Burada da yirmidokuz gün kaldı. Kahira’da Halid-i Bağdadî’nin halifelerinden Şeyh Muhammed Aşık (Küçük Aşık Efendi) ile görüştüğü söyleniyor.

Mısır’dan Medine’ye geçen Gümüşhânevî burada onbir gün kaldı. Yanında Lüleburgazlı Mehmed Eşref Efendi ile birlikte hac vazifesini yerine getirdi. Mekke şerifi Abdullah Paşa’nın kendisine iltifat ettiği verilen bilgiler arasında.

Hac vazifesini yapıp İstanbul’a döndükten sonra Mahmut Paşa Medresesindeki derslerine devam etti. Tarikat çalışmalarını ise daha çok Fatma Sultan Tekkesinde devam ediyordu.

Daha sonra (1294/1876) yılında Mehmed Emin Paşa’nın dul kızı Havva Seher hanım ile evlendi.  (Bu hanım İbnu’l-Emin Mahmud Kemal’in büyük annesi imiş.) Havva Seher hanım bundan önce sarayda itibar sahibi Yaver Bey ile evli idi.

Kendisi o zaman 65 yaşındadır ve bu yaşa kadar evlenmemişti.

Havva Seher hanımın iffetli, cömert, ağırbaşlı, muttaki birisi olduğu anlatılıyor. Oldukça varlıklı birisi imiş. Servetini Ahmed Ziyâüddin’in hizmetine verdiği, kitaplarının basılıp parasız dağıtılmasına yardımcı olduğu haber veriliyor.

Bu hanım 2 Zi’l-Ka’de 1329 vefat etmiş. Yani A. Ziyâüddin’den onsekiz sene sonra.

Mezar taşındaki kitâbe şöyle:

“Hak-perstim, arz-ı ihlas ettğim dergâh bir

Bir nefes ayrılmadım tevhidden Allah bir”

1293-94/1877-1878 yılında Rus-Osmanlı savaşı patlak verdi. Rumi 1293 yılında olduğu için buna “Doksanüç Harbi” denildi. 

Ahmed Ziyâüddin’in öğrencileri ile birlikteTrabzon üzerinden Kars cephesine geçti ve fiilen savaşa katıldı. Savaşta askerlere moral verdiği söyleniyor.

O senenin Ramazan ayına kadar cephede kalmış, savaş biraz haifleyince Of’a geri gelmiş ve burada 280 kadar talebeye Ramuzu’l-Ehâdis okuttuğu ve tarikat dersi vermiş.

Bayram sonunda tekrar Batum cephesine gittiğini ve cesaretle savaşa katıldığını, kumandan ve askerler tarafından saygı gördüğü anlatılıyor.

Altmışbeş yaşında bir alimin evliliğinin hemen ertesinde İstanbul’dan ta Kars’a kadar, sonra Batum’a kadar gidip savaşa katılması üzerinde düşünülmeye değer bir tavırdır. Bu  hizmetin sadece ilimle değil, yeri gelince saldırgan düşmana karşı fiilen karşı koymanın gereğini gösterir. O talebelerine ve sevenlerine sadece ilim, ahlak irşadta değil, haklı bir savaşata da örnek olduğunu gösterir.

Gümüşhânevî İstanbul’a döndüktan sonra aynı yıl (1294-1877de) yerine Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’yi bırakarak hanımı ile birlikte ikinci defa hac yolculuğuna çıktı. Bazı talebeleri de onunla birlikte idi.

Hac görevi boyunca da bazen ders okuttuğu, tarikatını anlattığı rivayet ediliyor.

Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Mısır'a geldi ve üç yılı aşkın süre Kahira’da yaşadı. Başta Ezher Üniversitesi olmak üzere, çeşitli camilerde ve medreslerde dersler verdi, yedi defa Ramuzu’l-Ehâdis’i okuttu.  Ondan ve diğer kitaplarından pek çok talebeye icazet verdi.

İstanbul’a döndükten tekkesini Kastamonulu Hasan Hilmi Efendiye bırakarak, kendisi Cuma sohbetleri ve Nakşibendiyyenin hatm-i hâce zikirlerini yaptırmakla yetindi. Bu durumun yaşlılıktan kaynaklandığı söyleniyor.

Buna göre  aşağı-yukarı 1297-98/1879-1880 yılına kadar yirmisekiz yıl boyunca ders vermiş, onaltı sene de Halidiyye tarikatını neşretmeye, ona halifeler yetiştirmeya çaba göstermiş oluyor.

Buna rağmen daha sonraları da Ramuzu’l-Ehâdis’i okutmaya devam ettiği verilen bilgiler arasında.

1264/1847 yılında şeyhi el-Ervadî’den halifelik aldı. Şazelî meşrebi gereği önceleri tekkeye itibar etmeyip Muahmutpaşa medresindeki hücresi ile yetindi. Burası zamanla sayıları artan müridlerin ihtiyacını karşılamayınca ibadete kapalı ve terkedilmiş Fatma Sultan Camii elden geçirilmiş ve burası sohbet ve zikir için kullanılmaya başlandı.

1292/1875 bizzat kendisi tarafından ilavelerle bu cami tam teşekkülü bir tekke şeklini almış. Gümüşhânevî kendi yaptırdığı kısımları vakfedip, kendisi de bilahere buraya yerleşmiş. Bundan sonar burası “Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerifi’ diye bilinir oldu.

Burası Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 2 Eylûl 1925’e kadar tekke olarak hizmet görmüş. 1942 yılına kadar da cami olarak kaldı. Bundan sonra cami depo olarak kullaılmaya başladı. Tekke ve diğer müşitemilatı da kiraya verilmiş.

Bunlar 1956 yılında mahkeme kararıyla boşaltılsa da, Anıtlar Yüksek Kurulunun eski eser kararına rağmen 1957 yılında yol yapımı bahanesiyle yıktırıldı. Bugün burada minareden bir kaç kalıntı ile Gümüşhâneli sokağı kaldı. Arsanın üzerine ise İstanbul Deftardarlığı binası yapıldı.

Gümüşhânevî uzun zaman yazları Beykoz’un Yûşa tepesinde çadır kurarak geçirirdi. Cuma günleri mutlaka tekkeye uğrar, haftalık hatm-ı hâce’yi kendisi yaptırırdı.  

1311h/1893 yılında, Zilkâde ayının başlarında hasta olup yatağa düştü. Ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Kısa sürede çok zayıfladığı, bu yüzden mescide gidemez olduğu, yemekten içmekten kesildiği görenler tarafından anlatılıyor.  

O bir kaç gün bu halde iken ansızın gözünü açıp “Hepsini isterim Ya Kibriyâ” diyerek kapattığı ve sabah saat on sularında ruhunu teslim ettiği anlatılıyor.

Tarih: 7 Zi’l-ka’de 1311 Rûmî, 13 Mayıs 1893 Milâdî, Pazar

Aynı gün ikindi vakti kalabalık bir cenaze namazından sonra 2. Abdulhamid’in özel izniyle Kanunî Sultan Süleyman türbesinin sol tarafında defnedildi.

Mezar taşının baş ucundakinde şöyle yazılıdır:

“Nazar kıl çeşm-i ibretle makam-i ilticâdır bu

Erenler dergâhı bab-ı fuzuyât-ı hudâdır bu,

Zîyaüddin Ahmed mevlid-i anın Gümüşhâne

Şehir-ı şark u garbın mürşidi rah-ı hüdâdır bu,

Muhakkak ehl-i hak ölmez, ebed hayy'dir bil ey zâir,

Saray-ı kalbini pâk eyle bab-ı evliyâdır bu,

Şu’â-ı dürr-i vahdet, menba-ı ilm-i ledünnîdir,

Mükemmel varis-i şer’i Muhammed Mustafâ’dır bu,

Hilâlet müddetindan ‘irci’i’ vaktine dek Hakk'a,

Tarık-i Hâlidî’yi neşr eden hakk-rehnümâdır bu,

Oku İhlas ile bir Fatiha kalbinde daim tut,

Cilây-ı ruhtur zikr-i müridâne gıdadır bu (Hediyyetü'l Halidin, c: 64)

Devam eden kitâbenin sonunda 7 Zilkade 1311 (M 13 Mayıs 1893) tarihi görünüyor.

Ayak ucundaki başlıkta ise, “Muhaddisin-i Kiramdan fahru'l meşâyih Gümüşhâneli el-Hac Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretlerinin ruh-u mukaddeslerine el-Fatiha” yazılıdır.   

 

-KİŞİLİĞİ

Ahmed Ziyaüddin, Rabbani bir alim, faziletli,vakarlı, tevazu ve takva sahibi biriydi. Bu ahlâkı ile pek çok insanın sevgi, saygı ve hayranlığını kazanmıştı.

Çok konuşan birisi değildi. Ziyaretine gelenlerin gönlünü hoş etmek için bir kaç kelime ile hal hatır sorardı. Sohbetlerinde de boş bir şey konuşmaktan çok, güzel ahlâktan, edepten, tarikat prensiplerinden bahsederdi. 

Lüzumsuz adamlarla arkadaşlık etmezdi.

Dünyalıklara fazla değer vermez, yanında hiç bir zaman para taşımazdı. Ancak onu tanıyanlar cömert biri olduğunu anlatıyorlar.

Az yemek yer, az uyurdu. Zamanının çoğunu ders vermek ve kitap yazmakla geçirirdi. Dünya işlerine fazla zaman ayırmazdı.

Defalarca halvete girdiği rivâyet ediliyor. Farz olan ibadetlere dikkat ettiği gibi, çokca nafile ibadet ederdi.

Fıkıhta Hanefi mezhebiyle amel ettiğini kendisi söylüyor.

Hem Naksibendî tarikatinin Halidiyye kolunda, hem de ilimde derecesi yüksek biri olduğu Kabul ediliyor. Bunu yazdığı eserlere, otuz yıldan fazla suren hocaliığına ve yazarlığına bakarak anlamak mümkün. Yüzlerce talebe yetiştirmiş, pek çok önemli esere imza atmıştır. Eserlerini Arapça yazması da onun ilmi dercesini gösterir. Evet, eserlerinin hemen hemen hepsi Arapça idi.

Ölene kadar kendi derlemesi olan Râmuzu’l-Ehâdis’i okutmayı sürdürdü. (Bugün de bu gelenek devam ettiriliyor.) Anlatıldığına göre Râmuz’u talebelerine yetmiş defa baştan sona okutmuştu.

Talebelerinin de onun şartlarına uyarak Râmuz’u, sair vilayetlerde, gittikleri yerlerde okuttukları söyleniyor.

Öğrencilerini Arapça tahsiline tesvik için şöyle bir uygulama yapıyordu. İsteyen talebesine Râmuzu-l Ehadis’i rehin karşılığı verirmiş. Eğer talebe kitabı hocasının şartlarına uyarak okuyup bititirirse rehini geri verir, kitabı da ona bağışlarmış.

O ders verdiği tekkesinde her sene beş gün Recep ve Muharrem ayında her Cuma ve Sali günleri icazet verirdi.

Levâmiul Ukul’den de aynı şartlarla icazet verirdi. Yani onu yukarıdaki şartla, ya da icazet için toplananlar arasında en azından yarısına kadar takrir edenlere icazet verirdi.

Arz zamanlarında orada olanlar Levâmiu’l’u okurlar, Hoca da gerekli gördüğü yerde açıklama yapar, ya da yanlışlari düzeltirdi. (Mu'cemtill Müellifin, 2/178)

Kendisi şöyle dermis: “Ben kitabımı hediye ediyorum. O'nu hediyye olarak verdiğim kimsenin tasarrufuna terkediyorum. Kitabın hatminde hazır olana vakfetsem veya eline versem olur ki vakıfta tasarrufta bulunabilir. Böyle bir tasarruf ise gayri meşrudur ve yapan günah kazanır. Başkaları için böyle bir günaha sebep olmayı hiç istemem.”

A.Z.Gümüshânevî’in anılmaya değer özelliklerinden biri de şudur:  Of, Rize ve Bayburt'ta üç tane halk kütüphânesi kurulmasına önayak oldu. Bu kütüphanelere her yıl beşyüz altın tahsis veya vakfedilmesini edilmesini sağladı.

Yine onun dikkat çekici faaliyetlerinden biri de kurduğu yardımlaşma sandığı idi. Dostlarını/bağlılarını, öğrencilerini yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan bankaların şerrinden korumak ve onları ticari hayata teşvik için tekkesinde bir yardımlaşma sandığı kurulmasını sağladı. Bir çeşit fon gibi çalışan bu sandiktan ihtiyaci olanlar faizsiz borç alabiliyorlardı. Bu onun ileri görüşlü ve akıllı oluşunun bir delilidir.

Kaynakların bildirdiğine göre A.Z.Gümüşhânevî’nin kendi adına işleyen bir matbaası vardı. Orada İslâmî kitapların basılmasını sağlar, bir kısmını fakir talebelerine meccanen dağıtırdı. (O.T.Deyim, l/730. el-A’lam 1/20. Tahriru'l Veciz, s:27)

Gümüşhânevî, ilme ve ilim talebelerine değer verirdi. Talebe yetiştirmeyi, onları kitaplarla arkadaş yapmayı severdi. Kitapların halka da ulaşmasına önem verirdi.

Gümüşhânevî, kendi zamanının en meşhur hadis alimlerinden biri sayilmistir. (Levamiu'l Ukul, 1/30) Her ne kadar kendi zamnaina kadar hadis üzerinde kütüphâneler dolusu eser yazılsa da, hadis/sünnet üzerine söylenecek sözler bitmez, hem de ilmin sonu yok. Belki bundan sonra hadis eserleri, hadislerde faydalanmayi artırır, kapalı kalan noktaları aydınlığa kavuşturur, geçmişin tecrübesini uygun dil ve metodla günümüze taşıyabilir, sünnetin uygulanabilirliliğine katkı sağlayabilir.

Gümüşhânevî, hem eskilerden faydalanarak, hem zamanındaki ilim anlayiışına uyarak Râmuzu’l-Ehâdis’i derlemiş ve onu da beş ciltlik geniş bir kitapla (Levamiu’l-Ukul) şerh ederek, hadis ilminin hizmetine sunmuştur.

Gümüşhânevî, tasavvuf, hadis, fıkıh, akaid, dua ve Arap dili alanında muhtelif eserlere imza atan bir müelliftir.

 

ESERLERİ

 

HADİSLE İLGİLİ ESERLERİ:

 

1-RÂMUZU’L-EHÂDİS

Ahmed Ziyâüddin’in en büyük en büyük eseri olan bu kitap Suyûtî’nin el-Câmius's-Sağir tertibi üzerine düzenlenmiştir.

Son asırlarda yazılan en meşhur hadis kitaplarından biridir. Elimizdeki nüsha 1312 senesinde el-Alem matbaasında basılmış olup 566+8 sahifedir.519. sahifeye kadar birinci kısım, buradan 562. sahifeye kadar da ikinci kısım devam ediyor.

Kitabın ana özelliği hadislerin alfabetik sıralanmış olması.

Kendisi manası açık bir çok dini kuralı barındıran, faydaları geniş, ezberlemesi kolay hadisleri seçmiş.

Hadis alimleri tarafından ilk tabaka sayılan kaynaklardan hadis aldığı gibi, ikinci, üçüncü tabaka sayılan kitaplardan da hadis aldı. Aldığı kaynakların adını açık yazma yerine her biri için rumuz kullandı.  Bazı hadis türlerine sahih, hasen, zayıf diye işaret ettiğini söylese de her hadis için bunu yapmadı.

Ramuz’da 125 kaynaktan alınan 7101 hadis veya rivayet yer alıyor.

1275/1958 tamamlanan bu aynı yıl Kışla-ı Hümayun Matbaasında basılmıştır. Bu kitabın  1312/1895,1316/1899, 1326/1908 tarihli baskıları tesbit edilmiştir.

Türkçeye önce Abdülaziz Bekkeine tarafında çevrilmiş, Lütfü Doğan ve Cevad Akşit tarafından yayına hazırlandı. Gonca Yay A. Bekkine tercümesini de basmış.  İkinci bir tercüme Naim Erdoğan tarafından yapıldı. Bu tercüme günümüzde Naim Erdğan ve Arif Pamuk adıyla iki cilt halinde piyasada. Eser ayrıca prof. Seyit Avcı tarafından da tercüme edildi.

 

2-LEVÂMİU'L-UKUL

Ramuzu'l Ehadis'in Arapça şerhi olan bu eser beş cilttir.

İlk cilt fihrist hariç 740 sayfadır. 1292/1875 tarihini taşıyor. Matbaa ismi yok

2.cilt 720 sayfa olup 29-Şaban 1292/1875 tarihini taşıyor. Matbaa ismi yok.

3.cilt 720 sayfa olup 19 Re-biulevvel-1292 tarihli. Matbaa ismi yok.

4.cilt 800 sayfa olup matbaa ismi ve tarih taşımyor.

  1. cilt 646 sayfa olup 1294 tarihli. Mektebetüls Sanayide basılmış.

Bütün ciltlerin baskı tekniği aynı olması hasebiyle adı geçen matbaada basıldıkları düşünülebilir.

İstanbul’da pek çok kütüphânede nüshaları bulunmaktadır.

 

 3-GARÂİBÜ'L-EHÂDİS

Ramuzu'l-Ehadis kitabının küçük bir numunesidir. Asıl adı: Acâibü'n-Nübüvve ve Dekâiku'l-Vilâye’dir.

Gümüşhânevî bu eserine ezberlemesi kolay, manaları açık hadisleri senetlerini atarak  aldığını ve hadislerin sağlamlık derecesine işaret ettiğini söylüyor. Bunda hadisleri de alfabetik sıralamış ve kaynaklarını Râmuz’daki rumuzlarla veriyor. İçerisinde toplam 1229 rivâyet yer alıyor. Elimizdeki nüshada matbaa ismi ve tarih yok. Yalnız iç kapakta Matbaa-i Amira’nın mührü var.  

 

4-LETÂİFU'L-HİKEM

Garâibü'l Ehâdis' kitabının şerhi olan bu eser 1285/1869 yılında Muhyiddin Efendinin Litoğrafya destgahında basılmıştır. 304 sahifedir.

Kenarında yer yer kısa açıklamalar var.

Müellif, bu eserindeki hadisleri de  tıpkı Levamiu’l-Ukul’da takip ettiği metod üzerine  şerhettiğini söylüyor.

Müellif bundan sonra her hadis imamına verdiği rumuzları sıralayıp her imam hakkında kısa da olsa malumat veriyor.

Bazı kütüphanelerde nüshaları var.

 

5-HADİS-İ ERBAȊN

Müellif bu eserini Peygamberin kırk hadisle ilgili söylediği sözden cesaret alarak meydana getirdiğini, meşhur hadis kitaplarından seçtiğini ve mana yönünden zengin olanları tercih ettiğini söylüyor.

İçerisinde 42 hadis var.

Nitekim adı Türk Edebiyatında Kırk Hadis kitabında geçiyor.

Bu eser, Devâe'l Müslimin ve Netâyicü'l İhlas risaleleriyle bir arada basılmıştır. Mecmuanın 24. ve 33.sahifeleri arasındadır.  Baskı tarihi ve matbaa ismi

gözükmemektedir.Taş baskı olarak basılmıştır.

 

TASAVVUFA AİT ESERLERI:

 

1-CÂMİU’L-USUL

Tasavvuf hakkında Ahmed Ziyâüddin’in yazdığı en önemli eseri budur.

Müellif, başta Nakşibendiyye olmak üzere diğer bazı tarikatların seyru-sülük usul ve adabını, belli başlı tasavvuf terimlerini, tarikatların prensiplerini, tasavvuf yoluna girmenin faydalarını anlatmaya çalışmış.

Arapça olan ve gördüğümüz nüsha nüsha 272 sahifedir.

'kad sâge' ve 'errih Ziyâüddin nûren ellefen' ibareleriyle 1276/1860 olarak' kitabın telifine tarih düşürmüştür.

Sayfa kenarlarında bir zeyl yer almaktadır.

Birçok nüshasında matbaa ismi ve baskı tarihi yok.

Süleymaniye Hacı Mahmud Efendi 2290 numaradaki nüshanın Mısır Matbaa-i Vehebiye'de 1298de basıldığı kayıtlıdır.

Yine Süleymaniye Tırnovalı 870 numarada kayıtlı; 220X145, 120X7Omm 15 st. Nesih 272 sahife el yazma bir nüshası vardır.

Aynı kütüphanede İzmirli İsmail Hakkı 1223/11 numaradaki nüshanın 65 sahife olup, büyük boy ve Mısır Meymeniye Matbaasında 1519/1902 tarihinde basıldığı kaydı var.

Eser Rahmi Serin tarafından (zeylin büyük bir kısmı terkedilerek) Türkçeye tercüme edilmiştir.

 

2-RUHU'L-ÂRİFȊN ve REŞÂDETÜ’T-TALİBİN 

Eser 84 sahife olup 1275/1858 yılında Naim Efendi Litoğrafya Destgahında basılmıştır. Gümüşhânevî, bu eserinde tasavvufi makamları sevgi ve muhabbet  ekseninde açıklıyor. Allah sevgisinin asıl maksat olduğunu söylüyor.

Türkçeye Rahmi Serin tarafından tercüme edilen bu risaleyi bazı kütüphanelerde bulmak mümkün.  

 

3-MECMUÂTU’L-AHZAB (Dualar, Hizibler ve Evrad Dergisi)

Üç cilt olan bu eser tarikatlerin büyükleri tarafından müridlere vird olarak telkin edilen duaların toplamıdır.

Her üç cilt de 624er sayfadır.

1298/1884de ilk defa basılan bu eserin bir de 1311/1893 baskısı da vardır.

Ayrıca üç ciltten yapılan 205 sayfalık derleme de 1305/1881 tarihinde basılmış.

İçerisinde bütün tarikatlara ait virdler olmakla birlikte 1. Cildinde Şazelî tariklatını, 2. Cildinde Nakşibendî tarikatının, 3. Cildinde M. İbni A’rabî’nin zikir ve virdlerine yer veriliyor.

 

4-KİTÂBU’L-ÂRİFİN fi-ESRÂR-I ESMÂİ’L-ERBAȊN 

“Lailahe illah diyen kimsenin sözünden arşı-ala titrer” rivâyetinden hareketle Esmâu’l-Hüsnâ ile dua etmenin kendine ait özellikleri olduğunu söylüyor. Abbas

Ahmed el-Bunî’nin şerhinden kısaltılarak alınan kırk dua cümleleri ihtiva ediyor. Bunların kaç defa söylenmesi gerektiğinden ve faydalarından bahsediyor.

Mecmuâtu’l-Ahzab’ın 2. Cildinin 550. Ve 569. sayfalar arasındadır.

 

AHLÂKLA İLGİLİ ESERLERİ:

 

1-NECÂTU'L ĞAFİLȊN

Eser tenbihat ve fihrist hariç 80 sayfa tutmaktadır. İstanbul Matba-i Âmira’da 1268/1852, ilaveli baskısı 1275/1858de yapılmış.

Büyük ve küçük günahlardan, zemmedilmiş kötü ahlaktan, organların âfetlerinden ve mezheblere göre haramlardan bahseden özlü bir kitaptır.

Bütün bu konular sayfa kenarlarında yer alan âyet, hadis ve mezheb imamlarının görüşleriyle desteklenerek açıklanmıştır. Her satıra bir hüküm konularak baskı estetiği sağlanmıştır.

Müellif büyük günahlar konusunda kesin rakam verilmediğini ama kendisinin 125 rakamını tercih ettiğini söylüyor.

Bu eser Gafillerin Kurtuluşu adıyla Ali Kemal Saran (1995) ve M. Said Bursalı tarafından türkçeye tercüme edildi.

 

2-DEVÂU’L-MÜSLİMȊN

Günahların zararları ve onlardan kurtulmanın çareleri hakkında yazılmış bir risaledir. Necatü’l-Gafilinin bir özeti gibidir.

Yukarıda adı geçen mecmuanın birinci risalesidir. Baştan 23.sahifeye kadar devam ediyor.

 

3-NETÂİCÜ’L-İHLAS

Dua hakkında bir risaledir. Adı geçen mecmuanın üçüncü risalesidir. Bu mecmuanın 34.-47. sahifeleri arasındadır. Duanın marifetinden, rükünlerinden, şartlarından adabından ve faydalarından bahseden özlü bir risaledir.

Süleymaniye Hacı Mahmud Ef.1845te 6 yaprak 19 st.250x170 175x100 mm Nesih el yazma bir nüshası vardır.

 

FIKHA AİT ESERLERİ:

 

1-CÂMİU’L-MENÂSİK âla AHSENİ’L-MESÂLİK

Hac ibadetini ve menâsikini konu edinen bu eser 1289/1872 yılında Mahmudiye matbaasında basılmıştır.

Sonundaki Rahmetullah es-Sindî'nin  Cem’u’l-Menâsik ve Nef’ı’n-Nasîk” adlı eseriyle birlikte 432 sahifedir. 331. sahifeye kadar asıl metin devam ediyor. Hac ibadetinin belli başlı rükünlerini ve bu rükünlerin işaret ettiği faydaları tasavvufi açıdan anlatıyor.

 

2-KİTÂBU’L-ABİR fi'l-ENSAR ve'l-MUHACİR

52 Sahife olan bu eserin daha uzun bir adı var. 1276/1859 yılında basılmış.

İlk bölümde 20 âyet, on hadis, icma ve kıyasın ışında hicreti inceliyor.

Kenarlarında Arapça-Türkçe açıklamalar yer alıyor.

 

3-KİTÂBU’L-MATLABU’L-MÜCAHİDȊN

Sekiz sayfalık bir risale olup dua, düşman karşısında sebat, mücahitlerin feaziletleri, savaştan kaçmanın haramlığı, ribat yapmanın faziletleri gibi konuları işlemiş.

Yukarıda adı geçen risalenin 42. sahifesinden itibaren 50.Sahifeye kadar devam ediyor.

 

4-RİSÂLETÜN MAKBULETÜN fi-HAKKI’L-MÜCEDDİD

Kitâbu’l-Abir içinde tek sayfalık bir risaledir. “Allah her asırın başıbnda bu ümmete dinini yenileyen müceddid gönderir” hadisi ışığında yazılmıştır.

 

AKÂİDE AİT ESERİ:  

 

1-CÂMİU'L MÜTUN

140 Sahife olan bu eserin uzun bir adı vardır.

Ehl-i Sünnet akaidi üzerine yazılmış bir kitaptır.

Eser, 1273/1857de Matbaa-i Âmira'da basılmıştır.  Kitap üç bölüm halinde tertip edilmiştir:

Birinci bölümde Allah’ın sıfatlarından ve bazı itikadi konulardan,

ikinci bölümde küfür ve irtidat sözlerinden,

üçüncü bölümde, günlük hayatta yapılması gereken mükellifiyetlerden, bunları en güzel şekilde yapabilmeden bahsediliyor.

Bu eser Fuad Günel tarafından Türkçeye tercüme edildi.

 

(Bu konuşma 1978 yılında İslâmi İlimler Fakültesinde Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, Hayatı ve Hadis İlmindeki Yeri adlı tarafımızdan hazırlanan mezuniyet tezinden ve İrfan Gündüz’ün Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin, adlı kitabından (doktora tezinden) faydalanarak hazırlandı.)