Allah tasavvurunu inşa eden kavramlardan Tekbir hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

19.04.2015

Selam-Dortmund

 

-ALLAHÜ EKBER (Tekbîr)

  • Sözlükte tekbîr

 ‘Ke-bü-ra’ fiili ve türevleri, nitelik, nicelik, durum ve makam yönünden bütün büyüklük pozisyonlarını anlatırlar.

'Ekber', ‘ke-bü-ra’ fiilinden gelen bir ismi tafdil'dir.

Allahu ekber demek tekbîr getirmektir. ‘Tekbîr’, sözlükte, yüceltmek, büyük tanımak, ululamak demektir.

‘Ke-bü-ra’ kökünden büyüklük ifade eden kelimeler geliyor.

“Ekber“ daha büyük olan, “ekâbir“ onun çoğulu. Olumlu de gelir olumsuz da. Olumlu geldiğinde ‘daha büyük’ manası verilmeli. (Ankebut 29/45) Olumsuz geldiği zaman bunun karşılığı ‘daha beter’ olmalı.(Bekara 2/217. Ali İmran 3/118) Her ikisine de dsha büyük manası vermek dil zevkine uymaz. (İslamoğlu, M. Esma-i Hüsna, 2/501)

‘Kübra’ en büyük,

“tekebbür“ kibirlenmek, “mütekebbir“ büyüklenen demektir.

 “kebâir“, büyük günahlar,

‘Kebir’ büyük demektir. Sağir küçük olanın zıddı. Bu kalıp, büyüklük taslamak, küstahça böbürlenmek analmını da gelir.

Kibr, kebüra fiilinin masdarıdır. Kibr, insana nisbet edilirse yergi, Allah’a nisbet edilirse övgüdür.

Kibriya; izzet ve iktidar demektir ki yalnızca Allah için kullanılır. (Yunus 10/78)

el-Kebir, Allah’ın güzel isimlerinden biridir.

“istikbar” büyüklük taslamak, büyük olduğunu sanmak

“müstekbir“ kendini büyük gören, büyüklük taslayan,

 

  • Kur’an’da kibr (kebir)

Kebura fiili ve bunun türevleri Kur’an’da 161 defa geçiyor.

Tekbir bir defa (İsra 17/111)

Mütekebbir olarak 5 ayette (Mü’min 40/27, 35, 76. Haşr 59/23. Nahl 16/29. Zümer 39/72)

İstikbar olarak  iki ayette, (Fatır 35/43. Nuh 71/7)

Müstekbir (tekil ve çoğul) olarak Lukman 31/7. Casiye 45/8. Nahl 16/23 (iki defa). Münafikun 63/5. Mü’minun 23/67)

Kibr olarak iki ayette (Mü’min 40/56. Nur 24/11)

Kebir olarak otuzsekiz ayette,

Kebair olarak Nisa 4/31. Şura 42/37. Necm 53/32)

Ekber olarak yirmiüç ayette,

Kübra olarak altı ayette,

Kibriya olarak iki ayette (Yûnus 10/78. Câsiye 45/37)

 

  • Allahın ismi olarak el-Kebîr

“el-Kebir, mübalağalı ism-i faildir. Allah için olan mübalağa kalıpları abartı değil, mahlukat için acziyet ifaede eder. İnsanlar Allah’ın büyüklüğünü anlatmada her zaman acizdirler. Kebir kalıbı, ism-i fail manasıyla zatında eşsiz ve benzersiz büyük olan manasına, ism-i mef’ul kalıbıyla kulları tarafından en büyük bilinen anlamına gelir.

“Bu kalıp büyüklüğünü eylemiyle de ortaya koyan vurgusunu da taşır. El-Kebir  kalıbı, sahibinin büyüklüğü üzerinden onu övme vurgusunu da barındırır.

“El-Kebir olan Allah (cc) eşsiz ve benzersiz, sonsuz ve mutlak büyüktür. El-Kebir, O’nun büyüklüğünü ifade etmekten çok insanın O’nun büyüklüğünü ifadeden aciz olduğunu hatırlatan bir isimdir. Aynı zamanda O’nun dışındaki herkesin, her şeyin ona nisbetle küçük, çok küçük olduğunu ifae eder.”  (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/501)

El-Kebir, Kur’an’da altı yerde Allah’a nisbetle,mutlaka başka bir isimle gelir.

El-Kebir, bir yerde ‘Müteâl-O aşkındır’ ile gelir.

“Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun katında her şey ölçü iledir.

O, görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür (el-Kebir), yücedir/aşkındır (el-Müteâl).” (Ra’d 13/8-9)

El-Kebir’in içinde yer aldığı beş ayetin hepsi de tevhid ve şirk bağlamında gelir. Bu da gösteriyor ki Allah’ın Kebir oluşan iman hakişkati, tevhidin ayrılmaz parçasıdır. Yine gösdterir ki içiner şirk bulaşan her imanın temel problemlerinden biri Allahj’ın büyüklüğüne imandır. Bu da şu anlama gelir: Büyük küçük, gizli açık, her türlü şiirk, Allah’ın mutlak büyüklüğünü içine sindirememiş olmanın sonucudur. Bunun ne dehşet bir nankörlük olduğunu şu ayet dile getiriyor: Burada el-Kebir ‘uluvv’ ile gelir. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/504)

 “Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur.” (İsra 17/43)

Dört yerde ‘aliyyu’l-kebir’ Mutlak yüce el-Ali ile, sonsuz büyük el-Kebir yanyana gelmiş.

“Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok uludur.” (Lukman 31/30)

“Böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'nun dışındaki taptıkları ise batılın ta kendisidir. Gerçek şu ki Allah, evet O, uludur, büyüktür.” (Hacc 22/62)

Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.” (Sebe’ 34/23)

(Onlara denir ki:) İşte bunun sebebi şudur: Tek Allah'a ibadete çağrıldığı zaman inkâr edersiniz. O'na ortak koşulunca (bunu) tasdik edersiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır. (Mü’min 40/12)

        

  • İstikbar ve müstekbir

‘İstikbar’, sözlükte büyüklenme, kendini büyük görme, böbürlenme, insanları küçük görme anlamlarına gelir,

Kavram olarak istikbar; Allah’a karşı kendini yeterli görerek isyan etme, insanlara karşı kibirlenmek ve onlar üzerinde zorla egemenlik kurma anlayışıdır. Bir başka deyişle ‘istikbar’; kendini büyük görerek inatçı bir şekilde hakk’ı kabul etmekten çekinmektir.

‘İstikbar duygusu’, büyüklük kuruntusudur. İstikbar edenlerin hiç biri aslında büyük değillerdir. Onları büyük ve yüce yapacak bir özellikleri de yoktur. Ancak onlar, kendilerinin büyük olduğu kuruntusu içerisindedirler.

Allah (cc) şeytana soruyor: “Sen büyüklük mü taslıyorsun (istikbar mı ediyorsun) yoksa gerçekten sen üstün olanlardan mısın?” (38/Sad, 75)

Demek ki şeytanın yücelikle bir ilgisi yok. O kendinde bir üstünlük gördü, büyüklendi ve Rabbinin emrini dinlemedi.

Bazı insanlar ellerindeki güçlerle, dünyalıklarla veya saltanatla (devlet gücüyle) kendilerini üstün görürler. Allah karşısında kul olduklarını unuturlar da kendilerini Allah’tan müstağni sayarlar (O’na ihtiyaç duymazlar).

Bunların bir kısmı Ahireti inkar ederler. Bir kısmı da Ahiret olsa bile yine kendilerine ait olacağını düşünürler. Çünkü onlar, ellerinde güç ve imkan var olduğunu zannederler.

Allah’ın âyetlerine karşı çıkışın temelinde yatan sebep gerçekten ‘istikbar’ duygusudur. Aynı duygu; Allah önünde ibadet etmekten de hoşlanmaz. Diğer insanları küçümsemek, onlara tepeden bakmak, onlardan tiksinmek, onlara hakaret etmek ve onları çeşitli tuzaklarla kullanmak niyetinin arkasında da istikbar anlayışı vardır.

Yeryüzünde zulme sebep olan, orasını ifsat eden ve zayıfları ezen kimseler de yine bu istikbar duygusuna sahip olanlar ve bu yüzden taşkınlık yapanlardır. (Kasas 28/39)

İstikbar sahibi müstekbirler, insanlara karşı haksız yere ‘bağy’ilik yaparlar. Onlara karşı böbürlenip haksızlıkta bulunurlar, onlara hükmetmeye kalkışırlar.

İstikbar sahiplerinin tipik özelliklerinden biri de kendi ‘heva’larına uymalarıdır. Onlar, kendilerini güçlü ve üstün gördükleri için ilâhî yasaları tanımazlar ve akıllarına estiği gibi hareket ederler.

İstikbar duygusu ve ahlâkı inkârcıların özelliğidir. (7/A’raf, 36,75-76. 28/Kasas, 76-77)

Dünyada iken Allah’a ve O’nun âyetlerine karşı istikbar edenler için alçaltıcı bir azap vardır. (46/Ahkaf, 20. 40/Ğafir, 60) Allah’ın âyetlerine karşı istikbar edenlere göğün kapıları açılmayacak, onlar deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyecekler. Onlar için Cehennem’de ateşten yataklar hazırlanmıştır. (7/A’raf, 40-41) Allah’a karşı ibadet etmeye istikbar duygusu yüzünden yanaşmayanların sonları da farksız olacaktır. (40/Ğafir, 60)

Güçsüz, zayıf, yaşamak için başkasına muhtaç ve nihayet ölümlü olan insanın kibirlenmeye, iblis gibi Allah’a kafa tutmaya hakkı yoktur. İstikbar edenler büyük bir haksızlık içerisindedirler. Bu nedenle Allah (cc) kesinlikle istikbar edenleri sevmez. (16/Nahl, 23)

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz Allah (cc) şöyle diyor: ‘Büyüklük (kibriya) elbisem, azamet (ululuk) da gömleğim (gibidir). Kim bu iki şeyde benimle yarışırsa onu Cehennem’e atarım’.” (Ebu Davud, Libas/29, Hadis no: 4090. Bir benzeri için bak. Müslim, Birr ve Sıla/136, Hadis no: 2620. İbni Mace, Zühd/16, Hadis no: 4174. A. b. Hanbel, 2/248, 376, 414, 444, nak. M. F. Seyyid, el-Kibru ve’l Mütekebbirûn, s: 19.)

 

  • Kavram olarak tekbîr

Tekbir, Allahu ekber-Allah en büyüktür demktir. Allah’ın mutlak ve sonsuz, eşsiz ve benzersiz ulu olduğunu kalben ve lisanen dile getirmektir. Yani inanmak ve ikrar etmektir.

“Allahu ekber” de tıpkı Kelime-i tevhid, Sübhânellah, el-hamdülillah gibi bir iman ifadesidir.

Bir din seçiminin sözle dile getirilmesi, bir kulluk bildirimidir. İnanan insan, bu cümleyi söyleyerek kimi büyük tanıdığını, kime ibadet edeceğini ilan eder. (Müdessir 74/1-4)

Bu mesaj insanlara kimin ‘en büyük’ tanınması gerektiğini haber veriyor.

Allahu ekber iman edenlere büyklüğü nasıl bilinmesi, ve kime büyük dneilmesi gerektiği, insanın bu büyüklük karşısındaki acizliğini ve küçüklüğünü (hiçliğini) öğretiyor.

Uydurma  ilâhları ‘ekber’ tanıyan insanlara bundan güzel bir mesaj olamaz.

Allah’ın dışında herhangi bir varlığa ‘en büyük’ diye hitap etmek şüphesiz İslâmın ölçüleriyle bağdaşmaz. Bu niteleme ister sevgiden isterse korkudan kaynaklansın, farketmez.

En büyük olma sıfatı, nitelik, nicelik, makam, güç ve kudret kaynağı olarak Allah’a aittir.

‘Allahü ekber’ sözü, kulun Allah’ı tasdik etmesinin, O’na teslim olmasının, O’na karşı kul olduğunun bilincine varmasının açıkça gösterilmesidir. Başkalarının inandığı bütün büyüklük (istikbar-â anlayışlarının reddedilmesidir.

Mü’min, iman ederek bu büyüklüğü tasdik eder. Allah’ın kendilerine hidayet vermesinden dolayı Allah’ı ‘tekbir’ eder, ‘Sen en büyüksün’ der. Büyüklük (kibriyâ) kelimesi neyi ifade ediyorsa, büyüklükten ne kasdediliyorsa hepsinin Allah’a ait olduğunu ilan eder.

Namazlarda söylenen diğer büyüklük ifâde edici tekrarlar (Allhu ekber’ler) da bu niyetle   söylenmiş olmaktadır.

“Allahü ekber-Allah en büyüktür“ demektir ve sıradan bir cümle değildir. 

Uydurma ilâhlara inanan kimseler, tapındıkları tanrıları büyük bilirler.

Zorbaların, diktatörlerin, tağutların önünde secde edenler, ya da onlara itaat edenler; onları çok büyük, en büyük tanırlar.

Kimileri kendilerine hükmeden güç odaklarını, iktidar seçkinlerini, devlet erkini en güçlü ve büyük zannederler.

Kimileri de süper güç olarak adlandırdıkları zâlim ve emperyalist devletleri, her şeyi gören, her şeye gücü yeten kaadir-i mutlak kabul eder.

“İnsanlardan bazısı, Allah'tan başkasını Allah'a endâd (eşler ve benzerler) edinir de onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler (onların Allah'ı sevmesi her şeyden, her sevgiden daha fazladır).“ (Bakara 2/165)

Rabbimiz mü’minlere ‘Allahü ekber’i öğreterek, bütün bu büyüklük yanlışlığından onları kurtarmıştır. En yüce olan; eşi ve benzeri olmayan, her şeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi, her an diri ve canlı olan, ezelî ve ebedî olan Allah’tır.

Allah’ın “ekber“ oluşu, “a’lâ“ ve “a’zam“ oluşunu da içine almaktadır. Son ikisi, âdeta ilkinin açıklaması gibidir.

İslâm’ın insanlık tarihi boyunca söylediği kadîm şiarı, ne kadar özlü, ne kadar mânâlıdır.

Tekbirin açılımı: “Büyük olanın büyüklüğünü takdir etmek, teslim etmek, kabul etmek”tir.

Tekbir üç kısımdır:

Kalbin tekbiri: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü kalbin kabul etmesi ve bunu sindirmesidir. Kur’an’daki kebbir-tekbir et emri, söyle değil yap emridir. Ancak bu bir kalp fiilidir ve kalptekişey kendini söz üzerinden ifşa eder. BUnun başlama noktası, Kebir ismine kalbin iman etmesidir.

Aklın tekbiri: Allahu ekberi tasdik eden kalbe aklın verdiği ilmi destektir. Akıl bu işe yatrrsa kalp mutmain olur. Akıl bilgi ile tatmin olur. Allah’ın büklüğünün delillerini de el-Kebir isminden öğrenir

Dilin tekbiri: Allahu ekber dillerle söylenen muhteşem bir iman parolasıdır. Ekber üstünlük zamiri olarak ‘en büyük’, sıfat olarak ‘en büyük’ manasına gelir. Doğrusu zihne, ‘kimden daha büyüktür’ sorunu davet etmemesi için Allahu ekberdeki ekberin anlamını sıfat olmasıdır.  (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/506)

İslâm, bu müstekbir mantığını ve ahlâkını tanımayı ve ona düşmemeyi tavsiye ediyor. Ayrıca, yeryüzünde haksız yere istikbar edip insanları sömüren, onlara baskı uygulayan ve haklarını ellerinden alan müstekbirlere karşı durmayı da öğütlüyor. Bu karşı koyuş’un ‘Allah adının büyüklüğü- Allahü ekber’ ve Tevhid kelimesinde saklı olan şuur ile olabileceğini belirtiyor.

 

  • Allah’ı büyük tanı (tekbir et) emri

Rabbimiz Kur’an’da iki Peygamberimizin şahsında bütün mü’minlere tekbir etmelerini, Allahu ekber diyerek sadece âlemlerin Rabbi Allah’ı en büyük bilmelerini, tabii ki ona göre tavır almalarını emrediyor.

Mekke’de ilk inen âyetlerde şöyle bir ifadeyi görüyoruz:

“Ey bürünüp örtünen; Kalk (ve) bundan böyle uyarıp korkut; Rabbini ‘tekbir’ et (yücelt); Elbiseni de temizle…” (Müddessir 74/1-4)

                   وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيراً {111}‏

“Ve de ki: ‘Hamd (övgü), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’a aittir.’ Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et (büyük tanı)” (İsra 17/111)

Kur’an’ın insanları kibir, istikbar duysunundan sakındırması, kibriyanın Allah’a ait olduğunu söylemesi, el-Kebir ismini hatırlatması, istikbar edenlerin yanlış davranışlarının söylenmesi iman edenlere zımnen; “siz Allah’ı büyük tanıyın, zira o büyüktür, ekber özelliğini başkasına vermeyin, kendinizde sakın ha kibirlenmeyin” demektir.

 

  • Müslümanın hayatında tekbir

‘Allahu ekber’ bir iman ifadesidir. Bir din seçiminin sözle dile getirilmesi, bir kulluk bildirimidir.

İman eden insan, bu cümleyi söyleyerek kimi büyük tanıdığını, kime ibâdet edeceğini ilân eder.

Yeryüzündeki fesâdın zulüm ve haksızlıkların kökünde büyüklenme vardır. Tüm istenmeyen durumların kaynağında “benlik-egoizm“ vardır. Benlik, büyüklenmeyle oluşur.

Kâfir benliğini ortaya kor, büyüklenir, küfrüne sebep olur.

Müslüman da din kardeşine karşı benlik yapar, büyüklenir, ayrılığa neden olur.

Her ikisinin kaynağı da istikbar duygusudur.

Şuurlu mü’minleri bu hastalıkları “Allahu ekber“ ile tedavi eder. En büyüğün Allah olduğunu ilân eder. Alnını her gün 80 defa yerlere eğip secde ederek bunu gösterir.

Bu nedenledir ki, her namazda Allah’ın “en büyük“ olduğunu tekrarlarız. Demek ki gün boyunca büyüklenme eğilimleri ve tavırları ile yüz yüzeyiz.

Namaz kılan bir müslüman da yüzlerce defa Allah’ın en büyüklüğünü ikrar ettiği halde, bu sözleri söylerken bel büküp (rükû), yere burnunu sürttüğü (secde) halde, hâlâ büyüklenme eğilimleri varsa, ne söylediğini ve ne yaptığını bilmiyor demektir.

Tekbir, namaz kılan bir mü’minin günlük hayatında en fazla tekrar ettiği “mesânî“ (şiar/slogan)dir. Bütünüyle dinin özü, bu kısa ifâdede toplanmıştır.

Namaza “Allahü ekber” diyerek giren mü’min, insanın gönlüne girebilecek bütün sevgileri, bütün yücelikleri, bütün değerli sanılan şeyleri bir tarafa atar, hepsini elinin tersiyle arkaya fırlatır ve öylece büyük olan, en büyük olan Rabbinin huzuruna kul olmanın bilinciyle ve teslimiyetiyle el-pençe divan durur (kunut yapar).

Namazın rükünlerinin her birinin arasında da ‘Allahü ekber’ denilir. Böylece bu muazzam gerçek sık sık vurgulanır. Bu vurgu mü’min tarafından öncelikli olarak kendi nefsine karşı yapılır, ki, nefis elindeki imkanlarla büyüklük duygusuna kapılmasın. Sonra da başkalarına duyurulur.

Müslümanların şiarı (özel sembolü) sayılan Ezanın ilk sözleri ‘Allahü ekber’dir. Mü’minler her ezan okuyuşta bu gerçeği işiten kulaklara, hisseden yüreklere, bütün canlılara ve ufka kadar bütün yeryüzüne ulaştırırlar, haber verirler. 

Bayramlarda ve hacc zamanı söylenilen ‘teşrik tekbirleri’ de biraz daha uzun cümlelerle aynı şeyi ifade etmektedir.

Her namazın sonunda yapılması tavsiye edilen ‘tesbih’ dualarında da otuzüç defa ‘Allahü ekber’ denilir. Bu ve diğerleri, Allah’ı en yüce ve büyük bilmenin farklı şekillerde beyan edilmesidir. Mü’min böylece imanını kuvvetlendirir, insanları bu yüceliğe davet eder.

Müslümanlar, sevindikleri, üzüldükleri, şaşırdıkları, hayran oldukları zaman hep Allahü ekber derler.

Çünkü “Allah en büyüktür“ mânâsına gelen tekbirin işlevi de, anlamı kadar büyüktür.

Seviniyorsak sevincimizi Allah’ın büyüklüğüne bağlarız.

Üzülüyorsak, kendimizi Allah’ın en büyük oluşuyla teselli ederiz. O’ndan bağımsız bir saâdet ve felâket tasavvur etmediğimiz için safâ halinde de, cefâ halinde de “Allahu ekber“ deriz.

Şaşırdığımızda, Allah’ın en büyük oluşunu hatırlar ve bizi şaşırtan şeyin Allah için çok basit, sıradan bir şey olduğunu bir kez daha hatırlarız.

Şok olduğumuzda, bizi şok eden olayın Allah katında daha büyüklerinin olduğunu dile getirmek için tekbir getiririz.

Hayran olduğumuzda, hayretimizi esere değil; o eserin sahici müessirine, sanata değil; asıl sanatkâra yönelttiğimizi tekbirle ifâde ederiz.

Namaza “Allahu ekber“le başlar ve her rekâtta beş kez bunu tekrarlarız. Namaz ki; o, Allah karşısında kulun esas duruşunu temsil eden ibâdetler mecmuasıdır. Allah’ın en büyük olduğunu itiraf ederek başlamayan bir ibâdet, insanı kula kulluktan nasıl kurtarabilir? “Allahu ekber!“ demekle, kula ve eşyaya kulluğu reddettiğimizi ifâde etmiş olur ve O’na kulluğumuzu secdeyle zirvesine taşırız. İşte tekbirin insanı getirdiği son nokta bir aşk hareketi olan secdedir. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/508)

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) ile birlikte namaz kılmakta iken cemaatten bir adam: “Büyükler büyüğü Allah’tır. Sayısız hamdler Allah’a mahsustur. Sabah akşam Allah’ı tesbih ve tenzih ederim” [Allahu Ekber kebîra ve'l-hamdulillahi kesira ve subhanallahi bukreten ve esîla] dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Şöyle şöyle diyen kimdi?” buyurdu. Cemaatten biri; “Benim, Ey Allah’ın Rasûlü” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ona hayran oldum, göğün kapıları onun için açıldı.” İbn Ömer diyor ki: Resulullah (s.a.v.)’den işittiğim günden beri bu kelimeleri bırakmadım. (Müslim, Mesacid/17) 

İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir: “Biz Rasûlullah (sav) ile beraber namaz kılarken o anda cemaatten biri, “Allahu Ekber kebîra ve’l-hamdulillahi kesira ve subhanallahi bukreten ve esîla (Allah’ı son derece tekbir ederim. Allah’a çokça hamd ederim ve sabah akşam Allahu Teala’yı tesbih ederim.)” dedi. Bunu duyan Rasûlullah (sav), “Şu sözleri söyleyen kimdi?” diye sordu. O kişi, “Bendim ya Rasûlallah.” diye cevap verince Efendimiz (sav), “Bu kelimelere şaşırdım. Çünkü gök kapıları bu kelimelere karşı açıldı.” buyurdu. İbn-u Ömer (ra) buyurdular ki: “Rasûlullah’tan (sav) bunu duyduğumdan beri bu kelimeleri terk etmedim.” (Tirmizî, no: 3592)

İftitah dualarından biri de şöyle: “Allahu ekber kebira,

Allahü ekber kebira,

Allahu ekber kebira

vel-hamdü lillahi kesira

ve’l-hamdülillahi kesira, v

e’l-hamdülillahi kesira

ve sübhanellahi bükraten ve esıla” (Ebu Davud, 1/203. İbni Mace 1/265)

“Tekbir getiren Allah’ın üyüklüğünü itiraf eder. Bunu itiraf eden tevazuunu takınır. Mütevazi olanı ise Allah (cc) yüceltir. Yani tekbir insanı yüceltir.

Tekbir zaten en büyük, tek büyük, hep büyük olan Allah’ı büyütmez. Asıl tekbir, tekbir getiren aciz, zavallı insanı büyütür. Onun imanını, aklını, aşkını, adanmışlığını, amelini, aidiyetini, ahde vafasını, basiretini, direncini, dayanıklılığınoı, sebatını büyütür.” (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/510)

 

  • Son söz

“Lâ ilahe illallah” diyerek bir ve tek ilaha inandığımızı, “Sübhânellah” ile o ilahın eşsiz ve benzersiz, kusursuz ve eksiksiz olduğunu,

“el-hamdülillah” ile de o ilâhın övülmeye değer  yegâne varlık olduğunu, O’ndan başka mutlak çvgüye kimsenin layık olmadığını,

 “allahü ekber” ile O’nun en büyük, sonsuz büyük, mutlak olduğunu bir imani görev olarak  vurgulamış oluyoruz.

Allah tasavvurumuzu Kur’an’ın öğrettiği gibi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. İmanımızı tazeliyor ve kuvvetlendiriyoruz.

Her şey için ‘fe-sübhanellah, el-hamdülillah, allahü ekber.’

Mekke’nin fethinde söylenen tesbihi tekrar ediyoruz.

“Allâhu ekber, Allâhu ekber, Lâ ilâhe illallâh.
Allâhu ekber, Allâhu ekber ve lillâhil-hamd

Allahu ekberu tekbîra, ve’l-hamdülillahi kesîra, ve sübhanellehi bukraten ve esîla.

Lâ ilahe illallahu vahdeh, sadaka va’deh, ve nasara abdeh, ve eazze cündeh ve hezeme’l ahzabe vahdeh, lâ ilâhe illah, lâ na’budu illa iyyâhu muhlisîne lehü’d-din, velev kerihe’l-kafirûn.”