İslam tarihinde "mezheb" gerçeği hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

04 Mayıs 2007

Soest/Hollanda

 

A- MEZHEB NE DEMEKTİR?

1-Sözlükte Mezhep:

Sözlükte ‘gitmek’ manasındaki zehâb kökünden hem masdar hem de ismi mekandır. Bu da izlemek, gidilen yol anlamlarına gelir. Mezheb, aynı zamanda kişisel görüş, bir inanç, varılan kanaat veya doktrin demektir.

2-Kavram (ıstılah) olarak mezheb:

 İslâm kültüründe kavram olarak ‘mezheb’; bir müctehidin dinin aslî ve fer’î’ hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan alimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem diye tanımlanabilir.

Tanımda yer alan dinin aslî hükümleri inanç esaslarını, fer’î hükümler ise ibadetler ve insanlar arası münasebetleri hedef almaktadır. (Üzüm, İ. DİA, 29/526)

Başka bir deyişle mezheb, bir müctehidin dinin ana ve ayrıntı konularında, kendine mahsus kural ve metodla meydana getirdiği görüşler toplamı veya hukuk anlayışı demektir.

İslâm tarihinde fıkhí, siyasí ve itikadí bütün görüşler ve akımlar hakkında ‘mezheb’ kavramı kullanılmıştır.

İtikadí ve siyasí görüşler hakkında bazen ‘fırka’, ‘nıhle’ ve ‘makale’ kelimelerinin de kullanıldığını görüyoruz.

Dinî ve siyasî gruplaşmalar oluşum aşamasında ‘ashabu’l-makâlât’ diye anılmıştır. Bu isimlendirme alimlerin belli konularda yazılı veya sözlü makâlât (söz, görüş) bildirmelerinden kaynaklandığı sanılıyor. Giderek belirginleşen bu görüşler zaman içinde bir gruplaşma haline dönüşmüş, ‘ashabu’l-makâlât’ artık ‘bir kurucunun liderliği etrafında bir araya gelen grupşlar’ anlamına gelmeye başlamıştı.

Daha sonra fırka (çoğulu firak) kelimesi, zümleleşmeyi ifade eden en yaygın kavram olmuştur. ‘Fırka’, farklı görüşlere sahip kimseler demektir. (Bu gün kullanılan parti kelimesi bunun karşılığıdır.) Alimler müslümanlar arasındaki zümreleri anlatan eserlerine bu ismi vermişlerdir. Mesela; Nevbahtî, Fıraku’ş-Şia. Abdulkahir Bağdadî, el-Fark beyne’l-Firak gibi.

İslâm coğ­rafyasının genişlemesi ve diğer dinlere ait inanç grupları ile karşılaşılması neticesin­de ‘milel ve nihal’ kelimeleri ortaya çık­mıştır. Milel "din" mânasındaki milletin, nihal de "iddia, görüş ve dinî zümre" mâ­nasındaki nihle’nin çoğuludur. Buna göre "el-milel ve'n-nihal" tabiri "dinler ve mez­hepler" anlamında kullanılmıştır.

Bunun yanında hevâ ("tutarsız düşünce", çoğu­lu ehvâ) kelimesiyle oluşturulan "ehl-i eh-vâ" terkibi dayanakları zayıf ve temelsiz olan grupları ifade etmiştir.

Bu kullanım­lara örnek olarak ibn Hazm'ın el-Fasl fi'1-milel ve'l-ehvâ' ve'n-nihal'i ile

Şehristânî'nin el-Milel ve'n-Nihal’i zik­redilebilir.

İnanç ve siyaset grupları kla­sik literatürde daha çok ‘ashâbü'1-makâ-lât’, ‘fırka’ ve ‘nihle’ ile, amelî-fıkhî gruplaş­malar da mezhep kelimesiyle anılmasına rağmen son zamanlarda daha kapsamlı olan mezhebin kullanımı tercih edilmiş­tir.

Kur'ân-ı Kerîm'de zehâb kökü çeşitli tü­revleriyle birçok âyette yer almakla bir­likte (M.F. Abdülbâki, el-Muccem, "zhb" md.) mezhep kelimesine rastlanmamak­tadır. Fırka sözlük anlamında bir âyette geçmekte (et-Tevbe 9/122), nihal ve makalât da Kur'an'da görülmemektedir.

Ha­dislerde de mezhep terim olarak zikre­dilmemiş, Hz. Peygamber ümmetinin dü­şeceği ihtilâfları genellikle fırka kelimesiyle ifade etmiştir. Klasik kaynaklarda müslümanların inanç ve fikir alanındaki ayrılıklarının daha çok fırka ile karşılan­masında hadisteki bu kullanımın rolü vardır. (Üzüm, İ. DİA, 29/526)

Mezheb kavramı, İslâm tarihinde ortaya çıkan bir sürü siyasí, itikadí ve fıkhí görüşün ve gruplaşmanın adı olmuştur.  Hırıstiyanlar arasındaki büyük gruplaşmalar da mezheb kavramı ile anlatılmaktadır.

Mezheb, aynı dine inanan insanların o dini farklı anlaması, belli konulardaki farklı görüþ, belli kanaat ve fikirdir.

3-Mezheb olgusu

İslâm kültüründe mezheb olayı bir gerçekliktir. Ama oldukça hassas bir konudur. Gerek mezheblerin çıkış nedeni, gerekse insanların bu konuya yaklaşımları onu bir kat daha duyarlı hale getiriyor.

Mezheb olgusu ve onun işlevi noktasında görüş birliği sağlamak kolay gözükmüyor. Bu zorluk mezheb etrafında oluşmuş kültürden ve mezhebi algılamadan kaynaklanmaktadır.

İslâm tarihinde çeşitli mezheblerin ortaya çıkış sebepleri, bugün onları algılama biçiminden farklıdır. 

Kimileri mezhebin dinde ayrılık olduğunu sanarak bu olguya temamen karşı çıkmakta, bazıları da İslâmı bir mezhebin şemsiyesi altına sokmaya, o mezhebin anlayışı doğrultusunda anlamaya çalışmaktalar. Her iki uç bakış açısı da mezheb olgusunu yeterince açıklamaktan uzaktır.  İçine düşülen anlaşmazlıklar, dinde tefrikaya varan gruplaşmalar ve hatta mezheb taassubu hiç te iç açıcı değildir.

Ancak bu durum  mezheb gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, mezheble elde edilen kolaylıkları da engellememektedir.

Böylesine hassas bir konuda, ilimsiz ve delilsiz konuşma yerine; sağlıklı değerlendirmeler yapılırsa, bu müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları, grup taasssubunu azaltabilir.

 

B-İNSANLARIN İHTİLAF SEBEBİ

1-Konunun kendiliğinden kapalı olması.

Öteden beri insanlar kendileri için kapalı olan konuları açmak, öğrenmek isterler. Çoğu zaman konuları kendine göre anlarlar, yorumlar ve  görüşlerini ortaya koyarlar. Anlayış ve metod farklılığı onları farklı kanaate götürebilir.

2-Arzu, istek ve karakterlerin farklı olması.

Farklı arzu ve istekler, insanlarý bir konuda farklı görüşe götürür. Herkes olaya çoğu zaman kendi açısından bakar.

3-Yönelişlerin farklı oluşu.

Herkes kendi yönelişine göre bir fikir edinir.

4-Eskileri taklit.

Önceden yaşayanların fikir ve adetlerinin taklid edilmesi, insanlarda sabit fikir meydana getirir. Öncekilerin görüşleriyle yönlendirilenler, yeni fikirlere kapalı olurlar; farklı görüş sahipleriyle ayrılığa düşerler.

5-Algılama farklılığı.

İnsanların algılama kapasiteleri ayrı ayrıdır. Algılama farklılığı ve aklın vardığı sonuçların ayrı oluşu, değişik görüşleri doğurur.

6-Liderlik ve hükmetme arzusu.

Bu arzu içinde olanlar, özellikle siyasî konularda elbette farklı düşünürler ve başkalarıyla ihtilaf ederler. Onların peşinden gidenler de bu ayrılığı artırırlar.

7-Kültür ve inanç farklılığı

8-Yetişme tarzlarının farklılığı

C-MÜSLÜMANLARINA İHTİLÂF SEBEPLERİ

Günümüzde olduğu gibi Hz. Peygamberden beri müslümanlar arasındada fikir ayrılığı, görüş farlılığı ve ihtilaflar/anlaşmazlıklar olmuştur. Bunun da çeşitli sebepleri vardı. Bu sebepleri sıralamadan önce öncelikle şu tesbitleri yapmak gerekir.

1-Müslümanlar arası ihtilafın alanı

-Bunlar dış faktörlerdir, iç faktörler her zaman gizlidir,

-Bu faktörler bazen ayrıntılı bir olay olur ve ardından genel anlaşmazlık başlar. Buna tedirginlik ve farklı algılayışlar eklenebilir.

Müslümanlar arası ihtilafların bir teorik bir de pratik alanı vardır.

1-Pratik ihtilaflar

Bunlar müslümanlar arasında görülen ilk anlaşmazlıklardır. Bunlar Hz. Ali ile emeviler, Hz. Ali ile Hariciler, Abdullah b. Zübeyr ile Emeviler, Hariciler ve Emeviler gibi.

2-Teorik ihtilaflar:

Bunlar nazarî/ilmî ihtilaflardır. Daha çok akideye ilişkin konularda ve fer’î meselelerde ortaya çıkmıştır.

*Akaid ve fıkıh konularındaki ihtilaf teori ve fikrî yönelme sınırını aşmamıştır.

*İlmî hayatın kendisi onlara kavga ortamı vermemiştir.

*Bu ihtilâflar birbirini hatalı olmakla veya bidatçı olmakla suçlamamnın ötesine geçmemiştir.

*Bu bir anlamda ‘görüş ayrılığı’ idi.  Öyle ki bir kısım alimler âdeta şöyle demişlerdir: “Bizim görüşümüz doğrudur, ancak hata ihtimali vardır. Onların görüşü hatalıdır, ancak doğru olma ihtimali vardır”.

*Bazen devlet yetkilileri bazı alimlere müdahele ediyordu. Bu da alimlerin kışkırtıcı metod kullanmalarından veya fitneye sebep olmalarından şüphelenmeleri idi.  Yoksa genellikle düşünceye yönelik değildi.

* Bazen ortaya konan görüşler zındıklığa davet ediyordu. Bunun arkasında da siyasî mezhepler vardı. Zındıklık çoğu zaman İslâmı içten yıkmayı amaçlayan hareketlerdi.

*Teorik ihtilaflar derecesi ne olursa olsun, İslâmın özüne dokunmamıştır. İslâm itikadına aykırı görüşler İslâm toplumunda yer bulamamıştır.

Yani Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, namazın, orucun, zekâtın farz oluşu gibi konularda ihtilaf yoktur. Bunların yerine getirilmesi, dinin anlaşılması, âyetlerin işaret ettiği şeyler, Allah’ın sıfatları ve benzeri konularda farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır.

Zeyneb b. Cahş’ın anlattığıne göre bir gün Peygamber (sav) yüzü kıpkırmızı olarak uyandı ve şöyle dedi: “Lâilâhe illallah, yaklaşan felâketten dolayı vay arapların haline”. (Buharî, Fiten/4, Enbiya/7. Müslim Fiten/1. Müsned 2/290, 291)

Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

“Yahudiler yetmişbir fırkaya, hırıstiyanlar yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Tirmizî, İman/18. İbnu Mace, Fiten/17. Darimî, Siyer/75)

*Ancak itikat konularındaki ayrılıklar müslümanlar hakkında iyi sonuç doğurmamıştır. (Elbette Kur’an ve hadislerde açıkça anlatılmayan konularda ilim adamlarının farklı açıklamaları (tefsir ve fetvaları) olacaktır. Ancak bunların birer mezheb haline getirilmesi hoş olmamıştır.)

2-Müslümanlar arası fikir ayrılıklarının sebepleri:

1-İnsanların anlayış farklılığı,

İdrak ve anlama kapasitelerinin farklı oluşu, elbette farklı fikirlere ve görüşlere sebep olur.

2-Metod ve ölçülerin farklı oluşu,

Kimileri hüküm verirken aklı esas almış, nakli akıl ışığında anlamaya çalışmış, kimi nakli esas almış, aklı bunu destekleyici mahiyette kullanmaış. Buradan da farklı sonuçlar orata çıkmış.

3-Irkçılık veya asabiyye,

İslâm her türlü ırkçılığı yasaklamasına rağmen, Saadet Asrından sonra ırkçılık gündeme gelmiş ve bu da müslümanlar arasında ihtilafı artırmıştır.

“Ey iman edenler! Bizi sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve tanışmnanız için sizi kabilelere ve uluslara ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, takva bakımından ileri olanınızdır...” (Hucurat, 48/13)

“Asabiyyeye davet eden bizden değildir...” (Müslim, İmaret/57. Ebu Davud, Edeb/113. İbnu Mace, Fiten/7)

“Hepinin Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır. Bir arabın bir aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir.” (Müsned, 5/411)

4-Hilafet anlaşmazlığı.

İlk dönem müslümanlarının ilk anlaşmazlığa düştükleri konu budur. Kimileri Hz. Ali’ye hak sahibi görürken, kimileri başkalarını veya Kureyş kabilesinin halifeliğini kabul ettiler.

Halife konusunda farklı görüşler, ilk dönemde müslümanlar arsında savaşların çıkmasına sebep olmuş, bunun izleri günümüze kadar gelmiştir. Bu savaşlarda öelnelrin durumu, savaşanların durumu, büyük günahlar işleyenler, kader, cebir, ve kulun iradesi gibi meseleler, bu savaşlarda kaderin rolü gibi konular fikir ayrılıklarına sebep olmuştur.

5-Gayri müslimlerin İslâma girmesi.

İslâm, kısa zamanda Arabistanın sınırlarından dışarı çıkmıştı. İslâm’a yeni girenlerden kötü niyetliler kendi yanlış fikirlerini müslümanlar arasında yaymaya çalıştılar, ihtilaf konularını körüklediler. Onlardan alınan fikirler, İslâmı ve Kur’an’ı anlamada farklı şekillerde kullanıldı.

Yeni müslüman olanlar, -iyi niyetli veya kötü niyetli-, kendi kültürlerinden etkilenerek cebir, ihtitar, Allah’ın sıfatları ve benzeri konularda fikirleri ileri sürmüşler, müslümanları da etkilemişlerdir.  

6-Felsefenin İslâm âlemine girmesi.

Bir müddet sonra eski Yunan, Hind ve İran felesefi tercüme yoluyla İslâm âlemine girdi. Ancak bu felsefelerin pek çok fikirleri İslâm akaidi ile uyuşmuyordu.

Akla çok önem veren felsefenin İslâm âlemine girmesiyle ihtilaflar bir kat daha arttı.

7-Heva ve hevesine uyanların zararları

Bir kısmı ilimsiz, delilsiz, hevaya uygun ulu ortaya hüküm vermişler, başkalarını delilsiz taklişd etmişler, ya da delilsiz ve haksız yere suçlamışlardır.

8-Nassların karakterı

Kur’an-ı Kerim’de ‘müteşabih’ bulunması, bunların farklı manalarda tefsir edilmesi farklı görüşlerin doğmasına sebep olmuştur.

Kur’an’da, anlamı hemen anlaşılmayan müteşabih âyetleri anlama ve açıklama girişimleri ihtilafı artırdı.

9-İslâmın tanıdığı fikir hürriyeti,

1. Hicrî asır sonlarından itibaren İslâm dünyasında zarurat-i diniyye inkar hariç olmak üzere, herkes fikirleri açıklamakta serbestti. İlim adsmları ortaya atılan meseleleri rahatlıkla tartışır, fikirlerini beyan ederlerdi.

10-Hadislerin ulaşma yolları,

Hadislerin tümü sonraki kuşaklara sağlam bir yolla ulaşmamıştır. Hadislerin zabt edilmesi konusundaki farklı ölçüler, hangi hadisle, özellikle zayıf hadislerle amel edilip edilmeyeceği konusunda fikir ayrılıklarına sebep olmuştur.

11-Yeni şer’í hükümlerin çıkarılması. Kapalı meselelerin açıklanma gayretleri.

Hayat devam ederken ortaya çıkan meselelere, Kur’an ve sünnet ışığında çözümler üretme gayretleri farklı hükümlerin ve görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Kur’an ve hadislerde yer almayan konular ve olaylar hakkında, bu kaynaklar ışığında çözümler bulmak (ictihad etmek) gerekli idi. İslâmın uygulanabilmesi için buna ihtiyaç vardı. Bu konuda yetkin alimler, kendi güçleri kadar, ellerine ulaşan deliller doğrultusunda fetvalar verdiler, ictihad yaptılar. Müctehid alimlerin bilgileri, kapasiteleri ve ellerindeki delil ve yöntemler farklı olduğu için farklı ictihad yaptılar.

Ancak onların bu gibi ayrılıkları hiç bir zaman şer olarak değerlendirilmedi. Bilakis bu, müslümanlar için rahmet sayıldı. Ki mezheb konusunda en olumlu gelişme de budur.

12-Kıssalar,

Bazıları aslı astarı olamayn hikâyeleri halk arasında yaymışlar. İsrailiyat denilen bu uydurmalar müslümanlar arsında faklı kanaatlere sebep olmuştur.

13-Arapçanın yeterince bilinmemesi,

Arapçanın gramer yapısını, fesahat ve belağat sanatının inceliklerini bilmeyenler, nassların maksadını anlamdılar, onları işlerine geldiği gibi yorumlamaya kalkıştılar.

14-Örf ve adetlerin değişik olması,

İnsanlar içinden geldikleri ortamın etkisinde kalırlar. Örflerin ve âdetlerin farklılığı, ihtilaflara sebep olabiliyor.

D-MEZHEPLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Mezheb olayını anlamak için, İslâm tarihinde mezheblerin ortaya çıkış sebeplerine bakmak gerekir:

İslâm tarihinde üç çeşit mezheb ortaya çıkmıştır. Bunlar:

- Pratik görüntüsü olan siyasi mezhepler

- Çoğu kere teorik ihtilafların ötesine geçmeyen itikadî mezhepler,

- Hayır ve bereket kaynağı fıkhî mezhepler.

Alimlerin bir çoğu mezhebleri iki ana grupta toplamışlar.

Sünnet üzere olanlar; yani Peygamberimizin sünnetine uyanlar.

Bid’at ehli olanlar; İslâma aykırı, zararlı ve yanlış şeyleri ona ilave edenler.

Bid’at ehlini de iki gruba ayırdılar: Birinci grupta olanlar müslüman sayılırlar, ikinci grupta olanlar ise küfre düşmüş kabul edilmişlerdir.

1-Siyasí mezhebler.

Peygamberimiz zamanında müslümanların mezhebí anlamda ihtilaf etmeleri (ayrılığa düşmeleri) mümkün değildi. Çünkü ‘vahy’ devam ediyordu ve bütün sorunlar peygamber tarafından çözüme kavuşturuluyordu.

İlk üç halife döneminde de müslümanlar arasında bu denli bir ayrılık yoktu.   Ümmetin önünde Peygamberin yetiştirdiği sahabe nesli önderdi. Onlar her konuda insanlara rehberlik ediyorlardı ve sorunlarını Rasûlüllah’tan öğrendikleri gibi hallediyorlardı. Sahabeler Raşid Halifelerin her konuda yardımcılarıydı. Onların yönettiği insanlar da genel olarak İslâma bağlı insanlardı.

Üçüncü halife Hz. Osman’ın halifeliğinin sonlarına doğru müslümanlar arasında farklı görüşler ve bunlara bağlı olarak farklı tutumlar gündeme gelmeye başladı. Dördüncü halife Hz. Ali zamanında ise bu farklı anlayış ve görüşler farklı grupları doğurdu ve müslümanlar arasında ilk fiilí çatışmalar meydana geldi.

Halifenin kimden olacağı, Hz. Osman’ın katillerinin bulunması, biat etme, biatını bozanın durumu, büyük günah işleyenin durumu, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki hakemlik meselesi ve bunlara benzer konular ilk ihtilaf konularıydı.

Zaman geçtikçe ihtilaf edilen konular ve bunları savunan farklı gruplar giderek arttı.

İslâm tarihinde ortaya ilk çıkan mezheblerin çıkış sebepleri temamen siyasí olup dinî bir kılıfa bürünmüşlerdi.

Müslümanlar arsı çıkan ilk savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer alanlara ‘Şia-yı ûla’ denildi. Daha sonradan Hz Ali taraftarlığının Şia ismiyle mezhebe dönüşmesi üzerine ilk Hz. Ali taraftarlarına ‘ehl-i sünnet ve’l-cemaat’ da denildi.

Hakem olayına itiraz edip ondan ayrılanlara ‘havaric’ veya ‘Marika’ ismi verildi.

Hz. Osman’nın katillerinin bulunup cezalandırılmasını isteyenlere Şiay-ı Osman, Muaviye tarafını tutanlara da Nasıba veya Emeviler denildi.

2-İtikadí mezhebler,

Hz. Ali’nin şehadetinden sonra henüz bazı sahabeler hayatta iken ilk itikadî mezhep sayılan Kaderiye ortaya çıktı. Ma’bed b. Cühenî (80/699), sonra onun görüşlerini yayayn Geylan eş-Dimeşkî (126/743), kulun mutlaka irade sahibi olduğunu kaderin olmadığını yaydılar. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer onlara şiddetle karşı çıktılar.

Daha sonra Ca’d b. Dirhem (118/736) cebr fikrini ortaya atmış, talebesi Cehm b Safvan (128/745) onun fikirlerini yaymış, Allah’ın sıfatları hakkında ileri geri konuştur. Onların görüşlerine Cebriyye denmiştir.

Hz. Ali’den sonra ortaya çıkan ve selefin görüşlerinin uzağında olan  beş ana bid’at mezhebi çıkmıştır. Bunlar: Havaric, Kaderiyye, Cebriyye (Cehmiyye), Şia (Keysaniye, Zeydiyye, İmamiyye) ve Mürci’e.

Bazı siyasí mezhebler hem itikadí, hem de fıkhí mezheb sayıldı. Farklı siyasí taraf olarak ortaya çıkan grupların elbette fıkıh ve itikat görüşleri de vardı. Başlangıçta bir konudaki farklı görüşler, taraftarları çoğaldıkça giderek bir mezheb halini aldılar.

3-Fıkhí mezhebler,

Bunların çıkış sebebi, ne siyasî çekişmeler, ne de itikat tartışmaslarıdır.

Üstelik fıkhî ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi müslümanı bid’at ve dalâlete götürmez.

Usul-i din ile furu’u din farklıdır.

Usul-u din’de delilsiz ihtilaf haram, bid’ta sayılırken, furu’u dindeki ihtilaf rahmet sayılmıştır. Bunun anlamı ameli hükümlerle ilgili nassların farklı ictihada konu olması İslâmın her şartta uygulanmasını sağlamıştır.

Hz. Peygamber Muaz b. Cebel’i Yemene’ vali olarak gönderirken ona sordu:

-Ne ile hükmedeceksin? Muaz b. Cebel:

-Allah’ın kitabıyla.

-Onda aradığın hükmü bulamazsan?

-Allah’ın Rasûlünün sünnetiyle.

-Bunların ikisinde de bulamazsan?

-O zaman kendi görüşümle ictihad ederim dedyice Allah’ın rasülü:

-Rasûlünün elçisini, Rasülün razı olacağı bir şeye başarılı kılan Allah’a hamdolsun’ dedi. (Ebu Davud, el-Akdiyye/11. Müsned, 5/230, 236)

Demek ki Kitap ve Sğnnet’te hükmü olmayan bir mesele hakkında yetkin alimlerin ictihad etmesi Rasûlüllahı’ın emrettiği bir şeydir. Hem de hayatın akışında bir ihtiyaştır.

Sahabe döneminden sonra yetkili alimler Kur’an’ın ve Sünnet’in ruhuna uygun olarak ictihad yaptılar, ümmetin sorunlarını çözmeye başladılar.

Müctehid alimlerin ictihatları birbirine aykırı olsa bile bu faydalı olmuştur. Onların ellerindeki deliller, o delilleri kullanma ve yeni hüküm çıkarma metodları  farklı görüş belirtmeye uygundur.

Müctehid alimler, ya sorulan bir soru üzerine veya nassları anlama çabası olarak yoğun fikri çaba göstererek ictihad ettiler, hükümler verdiler. Onları dinleyenler de onların ictihadlarıyla amel ettiler. Öğrencileri de onları daha sonraki kuşaklara aktardılar. Böylece fıkhî mezhepler şekillendi, ümmet arasında benimsendi. Yani onların görüşleri halk arasında bir mezhep olarak yerleşti. Ancak o alimlerin hiç biri biz mezhep kuruyoruz bize gelin dememişlerdir. Kimse hükümdarların emriyle mezhep kurmaya kalkışmamıştır.

Fıkhî mezhepler dini farklı anlamdan ziyade, İslamı yaşamda bir disiplin, muamelat meselelerini daha iyi anlayıp daha iyi uygulamada bir kolaylıktır.

Falancanın mezhebi denildiği zaman, o konuda falamaca alimin görüşü, gittiği yol, takip ettiği disiplin anlaşılmalıdır.

‘Mevrid-i Nass’da ictihada mesağ yoktur” hükümne göre müctehidler, Kitap ve Sünnette hakkında bir hüküm bulunan konularda fikir beyan etmemişler, onların dışındaki konularda ictihad etmişlerdi.

 Müctehidlerin farklı hüküm vermelerinin sebepleri vardır. Tabii ve Tebe-i Tabiin döneminde bir kısmı hadislere çok önem verirken, bir kısmı tek kanalden genel veya zayıf saydıkları hadisler yerine kıyas yapmayı tercih ettiler. Mesela, bu anlamda Irak’taki alimlere ehl-i rey, Hicaz’daki alimlere ehl-i hadis demek meşhur olmuştur.

Bu metod farklılığı da görüş ayrılıklarına sebep olmuştur.

E-MEZHEPLERİN SINIFLANDIRILMASI

Kur’an’dan bir şeyi veya Sünnette sabit olan bir şeyi inkâr etmenin küfür olduğu açıkken, itikat sahasında farklı yorumları, ortaya atılan bütün görüşleri hem tesbirt etmek, hem de küfür diye nitelemek, dolaysıyla her ortaya çıkan grubu islâm dışı görmek hem çok zordur, hem de gereksizdir.

Bazı alimlerin müslümanların arasında çıkan bütün grupları Fırka hadisinde geçtiği gibi 73 fırkaya taksim etmesi de isabetli değildir.

Hem geçmişte ortaya çıkan mezhepler 73den fazladır, hem de kitabın yazılış tarihinden sonra ortaya çıkanları kapsamamaktadır.

Bid’at mezheplerin özelliklerini şöylece sıralamak mümkün:

*Selef-i salihinin ve ümmetin çoğunluğunun gittiği yoldan uzağa düşmek. Ümmetin büyük çoğunluğunu teşkil edenlere sünniler de denir.

*Kendi heva ve heveslerine uymak, nassları işlerine geldiği gibi yorumlamak.

*Kur’an’dan ve Mütevatir hadislerden başkasını kabul etmemek. Bu insanı küfre götürmese de sapıklığa götürebilir.

*Nasslarda bulunmayan bir şeyi, dinî bir hüküm olarak ortaya atmak ve halka kabul etmesi için baskı yapmak.

*Muhkemleri bırakıp müteşabihlere uymak, muhkem ayetleri de keyfi olarak yorumlamak.

*Hüküm çıkarırken Kur’an’ın bütünlüğüne riayet etmemek. Halbuki Kur’an’da çelişen bir şey yoktur. (Nisa, 4/82)

*Zarurat-ı diniyyeden birini veya bir kaçınını inkâr etmek.

Mezhepler tarihi konusunda eser veren alimler Müslüman alimler mezhepleri genelde üç gruba ayırmışlar.

A-Siyasî mezhepler:

Yukarıda geçti.

B-İtikadî Mezhepler

Bunlar da ikiye ayrılır:

1-Ehl-i Sünnet mezhepleri. a-Ehl-i sünneti hassa denilen selefiyye. Bunların da mütekaddimîn ve müteaahirin’i vardır.

b-Ehl-i sünneti âmme. Maturidiyye ve Eş’ariyye. Bunlara da Halefiyye denir.

2-Ehl-i bid’at mezhepleri:

a-Küfre düşmeyenler: Hariciler, Kaderiyye, Mutezile, Cebriyye (sorumluluk yoktur diyenler hariç), Zeydiyye, İmamiyye (İsna aşere), Kerramiyye, Neccariyye, Haseviyye gibi.

-Küfre düşenler: Haricilerden Meymuniyye kolu, Yezidiyye, Batınıyye- Nizariyye (hasan Sabbah’ın kurduğu), Nusayriyye, Dürziyye, Babîlik, Bahailik gibi.

3-Fıhkî mezhepler:

a-Bugün tabiisi kalanlar: Hanefiyye, Şafiiyye,, Malikiyye, Hanbeliyye, Caferiyye, Zeydiyye ve İsmailiyye.

b-Tabiisi kalmayanlar: Davud ez-Zahirî, Abdullah b. Şübrüme (144), Süfyan es-Sevrî (161), Abdurrahman b. Ebi Leylâ (148), İshak b. Rahûyeh (238), Muhammed b. Cerir et-Taberî (310), Abdurrahman el-Evzaî (157), Müzenî (264), Ebu Sevr Muhammed b. İshak b. Huzeyme (311), Leys b. Sa’d (175) gibi.

F-MEZHEP GERÇEĞİ

Bugün müslümanların tarihteki mezheb tartışmalarının uzağında durmaları gerekir. O günün tartışma konusu olan anlaşmazlıkları günümüze taşımanın, ya da o günkü gruplara bugün taraf olmanın bir faydası yoktur.

İtikadí ve siyasí tartışmaların, gruplaşmaların, hizip ya da farklı mezheblere bölünmenin zararları oratadadır. Kaldı ki geçmişte müslümanların bölünmesine sebep olan –özellikle – siyasí fikir ayrılıkları bugün bir işe yaramamakta, günümüzün sorunlarına cevap olmamaktadır.

Müslümanlara düşen tarihimizde ortaya çıkmış mezheb olayına gerçekçi olarak bakmak, onu hak ettiği yere koymaktır. Onlar, İslâmı Kur’an ve Sünnetin getirdiği ölçüler doğrultusunda  anlamak ve yaşamak zorundadırlar.

Müslümanların, İslâmın temel konularında, o ilkeleri kabul etme noktasında ayrılık içinde olmamaları gerekir. (Âli- İmran, 3/103)

Ancak onları algılama, açıklama ve pratiğe aktarmada farklı düşünebilirler, Bu da son derece doğal bir şeydir. Ancak herkes kendi anladığını, ya da içinde bulunduğu hizbin anladığını dinin kendisi zannederse;  böyle bir durumda müslümanlar arasında ayrılık çıkması kaçınılmaz olur. Bu aynı zamanda bir mezhebi, bir grubu, bir hizbi dinin yerine koyma tehlikesini beraberinde getirir.

İnsanlar her devirde belli fikri savunmuş, aynı fikri savunanlarla bir araya gelip bir topluluk (cemaat) olmuşlardır.

Mezheb kavramını sözlük anlamıyla alırsak, bugün insanların peşine gittikleri bütün gruplar, bütün partiler, bütün akımlar tıpkı birer mezheb gibidirler.

Herkes mensup olduğu grubu ve o gruba ait fikirleri doğru kabul etmiyor mu?

Pek çok insan belli bir partiyi desteklemiyor mu, onun fikirlerini savunmuyor mu? 

Herkes bir dünya görüşünün, bir anlayışın peşinde değil mi?

Falancalar, şu gruptan olanlar, şucular, bucular ne anlama gelmektedir?

Kendilerini bir gruba veya belli bir fikre nisbet edenler isimlerinin sonuna ‘cı, ci, cu, cü’ eklemiyor mu?

Mezheb olayı bundan pek farklı değildir. İnsanlardan bazıları bir fikri, bir anlayışı, bir hayat tarzını benimser, o düşünce etrafında şekillenen hükümleri kabul ederse, onun mezhebi, yani görüşü ve gittiği yol odur.

Fıkhí mezhebler ile diğerlerini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir diye düşünüyoruz. Onlar İslâmın uygulanması, kişi ve toplum hayatında daha iyi yaşanabilmesi ihtiyacından doğmuşlardır.

Bugün yaşayan ve ortaya koydukları fıkha tabi olan kalmadığı için yaşayamayan az sayıdaki fıkhí mezhebler, tefrika sebebi değil, birer hukuk okulları, ya da fıkıh disiplinleridir. Onlar, dini kapsayan değil, dinin şemsiyesi altında birer imkandır.

Onlar da dinin kendisi sayılır, bir mezhebinin tanımladığı, algıladığı şeyler,

İslâm zannedilirse, ya da İslâm bir grubun şemsiyesi altına sokulursa; bu da mezhebçilik ve dinde tefrikaya sebep olur.

İslâmın bütün yönlerini bilmeyen müslümanların bir Mezheb imamına uymaları dinde bir kolaylıktır. Mezhebli olmak bir ihtiyaçtır ama mezhebçi olmak hatadır, müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak, dinde tefrikaya düşüp parça parça olmaktır.

Aynı şeyi bugünkü cemaatler için de söyeleyebiliriz.