Aşık Veysel hakkında bir seminer:
Hüseyin K. Ece
19.1.2005
ROTTERDAM İSLAM ÜNİVERSİTESİ
“Edebiyat tarihinde sanatkârını daima zaman belirleyegelmiştir. Nice şairler, yazarlar vardır ki yaşadıkları çağda baş üzre yer verilmişken sonradan adları anılmaz olmuş ve yine niceleri de vardır ki hayatlarında kimse dönüp bakmazken öldükten sonra yere göğe sığdıralamamıştır. Bunun kıstası elbette onların sanatkârlık yetenekleridir ve zaman, er veya geç, herkes için yanılmaz hükmünü verir.” (İ. Pala, Kırklar Meclisi, sayfa: 166)
Bu akşam anmaya çalışacağımız kişi bu yaygın teâmülün biraz dışıda gözüküyor ve bir sanatkârı zamanın eline bırakmadan değerlendirmesine önemli bir örneğidir. Hayatında da ölümünden sonra da hatırlanan, değeri takdir edilen ve daha çok son dönem saz şairlerinden sayılan Aşık Veysel Şatıroğlu.
A-Hayatı
Aşık Veysel, hayatını anlattığı bir şiirinde "Üçyüz-onda gelmiş idim cihana" diyor. Bu da milâdi olarak 1894 yılına denk düşüyor.
Doğum yeri Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyüdür. Anasının adı Gülizar, babsının adı Ahmed’tir.
Veysel'in Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kızkardeşi vardı.
Anlatıldığına göre Aşık Veysel annesi bir yaz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar Merasına koyun sağmaya giderken bir yol üstünde doğmuş. Veysel'i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş.
Veysel yedi yaşına geldiği sıralarda, o yıl Sivas ve çevresinde bir çiçek hastalığı salgını olmuş. Veysel de bu hastalığa yakalanmış. Kendi deyimiyle sağ gözünde, çiçeğin beyi çıkınca gözü akıp gitmiş, yani kör olmuş. Daha sonraları sol gözüne de perde inmiş. Buna rağmen sadece ışığı seçebiliyormuş. Babasına;
-"Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var"demişler. Babası Ahmet bu habere sevinmiş ama daha doktora gitmeden talihsizlik Veysel’in yakasını bırakmamış. Bir gün babası inek sağarken Veysel yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; yakında bulunan övendirenin ucu ışığı zar zor seçebilen sol gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.
Aşık Veysel’in babası meraklı birisiymiş. Bir müddet halk ozanlarından şiirler okuyup, bir kısmını da ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. O zamanlar Sivas'ın köylerinde bol miktarda saz şairleri bulunmakta idi. Onlardan bazıları ara sıra gelip babası Ahmet’in evine uğrarlarmış. Aşık Veysel de onların çalıp söylediklerini ilgiyle dinlermiş. Babası, oğlunun bu ilgisini görünce; bir saz satın alıp ona vermiş. O zaman onyedi yaşlarında idi.
Aşık Veysel ilk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh'lı Ali Ağa'dan aldı. Zaman ilerledikçe Aşık Veysel kendini iyice saza vermiş. Bir müddet ünlü Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş.
Yirmibeş yaşına gelince (ki bu sene olarak 1919dur) ebeveyni onu Esma adında bir kızla evermiş. Kısa süre sonra da her ikisi de peşpeşe 1921 yılında bu dünyadan göçüp gitmişler.
Veysel bir manada acı üstüne acı görmüş biriydi. Âmâ olmasının yanında anne-babasını yitirmesi onu oldukça etkilemişti. Bunun ardından ikinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş. Daha bunun acısını üzerinden atamamışken karısı yanaşmalarıyla birlikte evden kaçmış, onu terkedip gitmişti. Bu olay Veysel’i oldukça derinden etkilemiş, adeta dert üstüne dert eklemişti. Daha da dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karısı koyup gittikten sonra kalan diğer kızını iki yıl kucağında gezdirmiş, ilgilenmeye çalışmış ama çok geçmeden o da vefat etmiş.
Veysel daha sonra yeniden evlendi. Bu ikinci karısından iki erkek, dört kız altı çocuk, bunlardan da 18 torun sahibi olmuş.
“Yıl 5 Ocak 1931. Sivas’ta bir ‘Âşıklar Bayramı’ yapılmaktadır ve şenliğe onbeş âşık davet edilmiştir. O gün sazlarının teline dokunan âşıklar arasında, kırkına merdiven dayamış, hayatının bir anda hayal edemeyeceği şekilde değişeceğinden habersiz, görme özürlü fakir bir köylü de vardı.
Köyünden ilk defa çıkan bu adam o gün sazını eline aldığında dinleyiciler arasındaki bir edebiyat öğretmeni, şair Ahmed Kudsi Tecer, dikkat kesilip mısralarını sonuna kadar dinler. Bağlama eşliğinde koşmasını okuyan âşıkı ilk tebrik eden Tecer, onun yanına yaklaşır ve elineden tutarak kendisini yakından tanımak istediğini söyler. Konuşmaya başladıkları andan itibaren genç Cumhuriyetin semalarında yeni bir yıldız parlamaya başlamıştır bile. Bu yıldızın adı Veyseldir ve o, saz şairi geleneğinin Cumhuriyet versiyonu olmaya adaydır.
Olan olur ve Kurtalan Ekspresi Ankara’ya kıymetli bir misafir getirir.”
Artık Veysel’in önünde bambaşka bir hayat vardır ve toplumsal gelişmeler, Ankara’nın aydın muhitinde yepyeni bir Veysel’i teşekkül ettirecektir. Çok geçmeden o dönemde sesi ve sazı ile henüz kurulan Ankara radyosundan Veysel’in sesi bütün yurda sık sık yayılır olur. Kimilerine göre bu dönemde sesi ve sazı ile köylü Veysel gitmiş, şehirlilerin emrinde bir Veysel gelmiştir. Kimilerine göre de propagandacı bir saz şairi sahnededir. (İ. Pala, Kırklar Meclisi, sayfa: 166-167)
Aşık Veysel, 1930lu yıllara kadar kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. Ahmet Kutsi Tecer tanımasıyla Veysel açılmış ve şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer'in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman.
1933 yılından sonra eski âşıklar geleneğine uyarak sazı elinde hemen hemen bütün yurdu dolaştı.
Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri Mustafa Kemal için söylediği "Türkiye'nin ihyası Hazreti Gazi" mısrasıyla başlayan destanıdır. Bundan sonra bütün yazdıklarını çalip söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır.
Âşık Veysel A. K. Tecer’in aracılığıyla Köy Enstitülerinde bir süre saz öğretmenliği de yapmıştı. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli, Akpınar Köy Enstitülerinde bulunmuştu.
1952 yılında İstanbul'da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı.
Sağlığında, şiirlerini çalıp söylediği plakların yanında ‘Karanlık Dünya’ adı ile kendisinin ve köyünün görüntülendiği bir filim yapıldı.
Yetmiş yıl kadar yaşadıktan sonra 21 Mart 1973de vefat etti ve aynı yerde toprağa verildi.
Ölümünden sonra evi, bütün eşyaları ile korunarak müze haline getirildi. Ölüm yıl dönemlerinde köyünde yapılan törenlerle anılmaya başlandı. İbrahim Aslanoğlu, Âşık Veysel adıyla hayatını kitaplaştırdi Sivas 1967. Nejat Sefercioğlu ve Aydın Kuran 1983 yılında bir Âşık Veysel Bibliyoğrayası yayınladılar.
Milliyet Sanat 26. sayısını (İstanbul 1973), Sivas Folklorü 4. sayısını (Sivas 1973), Türk Folklor Araştırmaları dergisi de 296. sayısını (1974) “Âşık Veysel Özel Sayısı” olarak yayınladılar.
B-SANATI ve ŞİİRLERİ;
Sanatına geçmeden önce Âşık Veysel’in ilginç bir özelliğini ve bir hatırasını söz konusu edelim.
Veysel, köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan'da ilk meyve bahçesi yapan kimseydi.
Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlu türlü meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri "Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, su kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?" demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş,meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz diyerek Aşık Veysel'i kutlamışlar. (ü. Yaşar Oğuzcan, Dostlar Beni Hatırlasın, Önsöz.)
(İlginç bir not:
Bir yerde okumuştum, ama nerde okuduğumu şimdi hatırlamıyorum. Aşık Veysel bir gün yetkililer tarafından Ankara’ya davet edilir. O da bu davete icabet eder ve kalkar Ankara’ya gelir. Gelir ama Veysel köylüdür. Üzerinde eski ve yöresel kıyafetler vardır. Üstüne üstlük fakirliği üzerindekilerden bile belli olmaktadır. O zaman Ankara’da halkı tepeden tırnağa değiştirmek isteyen bir zihniyet iş başındadır. Kendi toplumunun diline, dinine, örfüne, kültürüne, kılık-kıyafetine karışan, bunlardan memnun olmayan bir anlayış vardır. Gariban Veysel Ankara’ya en yetkili kişiler tarafından davet edilmiştir ama, o hâlâ hor görülen bir kültüre mensuptur. Ve Veysel’i Ankara’ya bu kıyafetlerle, görüntüyü bozuyor, gerici kıyafet taşıyor, inkılaplara uymuyor diye sokmak istemezler.
Veysel kendini tanıtır, durumu anlatır ama sonuç değişmez. Veysel’in hali, görüntüsü, kimliği Ankara’dakilerin kafa yapısına ters gelmektedir. Yalvar yakar; yapılan inceleme sonrasında mesele anlaşılır ve Veysel’in yukarıdan bir buyrukla davet edildiği öğrenilince, bu beylerin lütfen müsaadeleri sayesinde halkın başkentine nihayet girebilir.)
İlk şiir kitabı olan Deyişler 1944 yılında Anakara’da Halkevleri Genel Merkezi’nce yayınlandı. Şiirlerini daha sonra Sazımdan Sesler adlı kitapta topladı (1949). Bütün şiirlerini Ümit Yaşar Oğuzcan biraraya getirdi ve 1970 yılında Dostlar Beni Hatırlasın adıyla İş Bankası yayınları arasında yayınladı.
Diğer âşıkların Âşık Veysel için söyledikleri deyişler bir kitapta toplanmıştır: Ölümünün Onuncu Yılında Âşık Veysel’e Deyişler (hazırlayan: Hayrettin İvgin-İrfan Ünver Nasreddinoğlu, Ankara 1983)
Dostlar Beni Hatırlasın 12 bölümdür. Âşık Veysel’in şiirlerinde hangi konulara daha fazla ağırlık verdiğini anlamak için bu bölümleri anmakta fayda var.
1.Senin Yolunda Yolunda (Tanrıya deyişler)
2.Aslıma Karışıp Toprak Olunca (Varlık-yokluk üstüne deyişler)
3.Neler Yaptı Bana Kader (Kader, tâlih, gönül üstüne deyişler)
4.Senlik Benlik Nedir Bırak (Birlik, doğruluk, iyilik üstüne deyişler)
5.Dünya Geniş İdi, Şimdi Daraldı (Dünya,devran üstüne deyişler)
6.Güzelliğin On Para Etmez (Sevda ve güzellik üstüne deyişler)
7.Mektup Yâre Selâmımı Ulaştır (Ayrılık, gurbet üstüne deyişler)
8.Benim Sadık Yarim Kara Topraktır (Tabiat üstüne deyişler)
9.Vatan Bizim, Ülke Bizim, El Bizim (Vatan, millet üstüne deyişler)
10.Dünyanın En Zengin Aklını Gördüm (Değişik konulardaki deyişler)
11-Dostlar Beni Hatırlasın (Kendisi için deyişler)
12.Sazıma
“Tarikat sözü ve tarikat sazıyla yola çıkan Veysel, Cumhuriyetin inşaında önemli bir görev üsleniyordu. Bu yüzden ona kimileri (Yaşar Kemal) ‘baldaki tuz’ dediler, kimileri (Cahit Öztelli) ‘şişirilmiş balon’ olduğunu söylediler. Söylediği kendisi miydi, halkı mı; dedikleri ruhundan mı geliyordu, âmirlerinden mi, hep tartışıldı. Özel bir kanunla maaş bağlanmasının sanatkâr kişiliğini daima gölgelediği söylenip tenkit edildi.” (İ. Pala, a.g.e. sayfa: 167)
Bunlar önemli değil. Zira her şair zamanla kendi okuyucuyla eninde sonunda buluşur. Aşık Veysel, iyiliğe, güzelliğe, tefekküre davet ediyorsa, kardeşlik, birlik ve hak sevgisi mesajı veriyorsa ona bakmak gerekir.
Şüphesiz her şeyin istismarcıları bulunur. Onu anlamadan ölümünden hemen sonra havaî fişek patlatırcasına onu şöhret göğüne fırlatmaları, tirajlarını artırmak için onun heykelini dikmeyi kalkışanları, adına özel sayılar düzenleyen yağcı dergileri, kitaplarını harıl harıl basıp para peşinde olanları bir tarafa koymak gerek. Tabii bütün bunlar acaba Veysel’e hak etmediği bir şöhret mi kazandırdı? Acaba onun bu kadar bilinmesi de adının pompalanması mıdır?
Ölümünden sonra yine Yahya Kemal’e bile gösterilmeyen ilgiyi görmüş olması, kendi sınıfından nice usta saz şairleri içinde parlak bir talih ile öne geçmesi de fazla önemli değil gibi görünüyor. Yeter ki biz onun dediklerinden gerçek manalar süzebilelim. Yoksa şu muhteşem mısralar boşa mı gitsin:
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın. (İ. Pala, age. S: 168)
Halk ozanlarından en çok Karacaoğlan'ı, Yunus'u, Emrah'ı, Dertli'yi severdi.
“Aşıklık geleneği içerisinde yeri daima tartışılsa da Veysel, 20. yüzyılın bize ses bırakan şairlerinden birisidir. Sivrialan köyünde henüz 10 yaşına basmadan gözlerindeki ışığı kaybeden ve karanlık perdelerin arkasından ‘sadık yârim’ dediği kara toprağa karıldığı ana kadar çalıp söyleyen bir adam.
“İtimat edersen benim sözüme
Gel birlik kavline girelim kardeş”
Veysel’deki mana bu mısralardadır, diyesi geliyor insanın. Onun adına yapılacak proğramlar, toplantılar, söylenecek sözler bu mısralardaki mananın yanında önemsiz gibi görünüyor.” (İ. Pala, ag.e. s: 168)
“Halkla aydınlar arasında bir köprü kurmuş bulunan Aşık Veysel’in şiirleri konu bakımından epeyce zengin bir çeşitlilik göstermektedir. Yunus’un etkisi altında kalarak söylediği şiirlerinde halk kültürünün mayasına karışan yönleriyle tasavvuftan izler bulunur. Aşk şiirleindeki deyişleriyle bir yönden Karacaoğlan’ın devamı gibidir. Şiirlerinde yer yer yöresinin ağız özellikleri de görülür.
Sazı ve sesi zayıf olan Âşık Veysel, âşıklık geleneğinin hikâye anlatma, muamma asma ve çözme, atışmalarda bulunma gibi yönlerine uymamış olsa bile çağının fabrika, uçak, tren gibi yeniliklerine kucak açan şiirleriyle kendinden önceki saz şairlerinden ileridedir.
Âşık Veysel, bir yanı ile sürdürdüğü âşık şiiri geleneğini ve yaşadığı çağı ustaca biraraya getirmiştir.” (Aydın Oy, İslâm Ansiklopedisi 4/6)
Halk şiir geleneğinin koşma tarzını daha fazla ve 6+5=11li ve 8li veznini ullanan Aşık Veysel oldukça başarılı şiirlere imza atmıştır.
Şiirlerinde başlık pek yoktur. Onun şiirlerinin adı şiirin ilk mısraıdır. Bu da Veysel’in şiiri için bir orijinelliktir.
Onun şiirlerinin okudukça köyde doğup büyüyen, okuyamayan, ilmi ortamlarda bulunmayan üstelik görme özürlü bu insan bu kadar güzel ve usta işi şiirler söylemesi takdir edilecek bir şeydir. Üstelik şiirleri tabii, tabii olduğu kadar sade, içten ve samimi. Kendini anlatmış, içinden geçenleri anlatmış, düşündüğü gibi söylemiş. Daha doğrusu derdini anlatmış. Dert adamı söyletir derler ya, gerçekten Veysel’in şiirlerinde o çekilen sıkıntıların iniltilerini duyar gibi olursunuz.
“İçimden gitmez kederim
Mihnet ile doldu derim
Dünya kalsın ben giderim
Bilet veren kara bahtım”
“Dağlar çiçek açar Veysel dert açar
Derdine düştüğüm yar benden kaçar
Gerçek âşık olan kendinden geçer
Derdini âleme yayar iniler.”
“Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle... Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarım yüzyılı aşkın bir sure yazdıklarıyla, çalıp söyledikleriyle çevresinde tatlı izler bırakıp gitti.
Yalnız çağımızda yaşayanlar değil, belki bizden bizden çok sonra yaşayacaklar da "Dostlar Beni Hatırlasın" şiirini unutmayacaklar ve onu her zaman rahmetle anacaklardır.” (Ü. Yaşar Oğuzcan, a.g.e. Önsöz)
Veysel’e göre hayat uzun ve ince ve üzerinde iki kapılı bir han olan bir yoldur. İnsan oğlu asıl menzile ulaşabilmek için gece gündüz yol almaktadır.
“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece
Şaşar Veysel işbu hâle
Gâh ağlayı gâhi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece”
Ona göre Yaratıcı kudret kâinatın her zerresinde bulunmaktadır. İnsan neye bakarsa baksın, o kudret elini duyar. Yeter ki insan o gözle baksın, görmesini bilsin.
“Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda”
Aşkımın temeli sen bir âlemsin
Sevgi muahbbetisn dilde kelâmsın
Merhabasın dosttan gelen selâmsın
Duyarak alırım sen varsın orda
....
“Sağda solda arşta kürste hem yerde
Hazırdı, münkirin gözünde perde
Diyen bilmez, bilen demez bir ferde
Akıl ermez sırrı, bir sübhan oldu”
..............
“Her nesnede mevcut her cesette can
Anın için dedik biz ona Canân
Evvel âhir odur, onundur ferman
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffâr”
Veysel, bu dünyanın faniliğini idrak etmiş olmalı ki, şiirlerinde sık sık ölümü anmış, onun yaklaştığını duyurmuş, adeta feryat edercesine sayılı günleri kaldığını anlatmıştır.
“Elveda gençlikte geçen günüme
Ezirail el atıyor canıma
Yanarım gençlikte geçen günüme
Acı tatlı günler hep hayal oldu
“Veysel der çıkayım bir yüce dağa
Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa
Zaman gelir tenin düşer toprağa
Karışır toprağa toz olur gider.”
....................
................
“Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Dökülsün yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ile doldu
Harekete kimse mani olamaz”
Anlaşılan o ki Veysel bunca derdi ve meşekkati çekmesine rağmen “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip” diyen Fuzulî gibi dertlerinden memnundur. Üstelik o çektiği dert sıradan bir dert değil, kişiyi pişiren olgunlaştıran bir derttir.
“Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiç bir zaman gül dikensiz olamaz
Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemalı
Sabretmeyen maksudunu bulamaz
Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşların silemez”
.............
Bir Derd Ehli Bulsam Derdim Söylesem
"Bir derd ehli bulsam derdim söylesem
İyi olmaz derdlerim halim n'olacak
Hekimler derdime derman bulamaz
Bir degil bes degil derd kucak kucak
El vurma yarama yaklasma kardas
Derdimi soylesem tukenmez bas bas
Icimde yaniyor tutunsuz ates
Ceset soba gibi kalbim bir ocak
Aşıklar alemde gülmez dediler
Akar göz, yaslarim silmez dediler
El elin derdini bilmez dediler
Kimler gelip hatırımı soracak.
Katlan bu cefaya sabreyle gönül
Bu dünyanın isi hep böyle gönül
Başından geçeni sen söyle gönül
Neler geldi geç oldu olacak
Veysel'in derdine bulunmaz çare
Etseler vücudun hem pare pare
Bir arzuhal sundum hakiki yare
O yar gelip yaralarım saracak"
Derdimi Dökersem Derin Dereye
"Derdimi dökersem derin dereye
Doldurur dereyi düz olur gider
Irakipler geldi girdi araya
Korkarım yâr benden yoz olur gider
Ilgıt ılgıt yeller eser seherde
Yar beni düşürdü onulmaz derde
Yâr ile buluşsak bir tenha yerde
Duyar düşmanlarım söz olur gider
Pervâne ateşten sakınmaz canı
Uğruna koymuşum başı bedeni
Doldur tüfengini hedef al beni
Yaram doksan dokuz yüz olur gider
Veysel der çıkayım bir yüce dağa
Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa
Bir gün olur tenim düşer toprağa
Karışır toprağa toz olur gider"
Yaratıklar içinde en vefâlı dost olarak toprağı gören Veysel, farklı ifadelerle toprağı adeta destanlaştırdı. Öldükten sonra gireceği kara toprakla söyleşmiş, onun hayat kaynağı oluşuna dikkat çekmiştir.
“Aslıma karışıp toprak olunca
Çiçek olur mezarımı süslerim
Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar
Gök yüzünde dalgalanır seslerim
Ne zaman toprakla birleşir cismim
Cümle mahluk ile bir olur ismim
Ne hasudum kalır ne de bir hasmım
Eski düşmanlarım olur dostlarım”
...............
Kara Toprak
Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Beyhude Dolandım Boşa Yoruldum
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Nice Güzellere Bağlandım Kaldım
Ne Bir Vefa Gördüm Ne Faydalandım
Her Türlü İsteğim Topraktan Aldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Koyun Verdi Kuzu Verdi Süt Verdi
Yemek Verdi Ekmek Verdi Et Verdi
Kazma İle Dövmeyince Kıt Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Âdemden Bu Deme Neslim Getirdi
Bana Türlü Türlü Meyva Yetirdi
Her gün Beni Tepesinde Götürdü
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Karnın Yardım Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
İşkence Yaptıkça Bana Gülerdi
Bunda Yalan Yoktur Herkesler Gördü
Bir Çekirdek Verdim Dört Bostan Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Havaya Bakarsam Hava Alırım
Toprağa Bakarsam Dua Alırım
Topraktan Ayrılsam Nerde Kalırım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Dileğin Varsa İste Allah'tan
Almak İçin Uzak Gitme Topraktan
Cömertlik Toprağa Verilmiş Haktan
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Hakikat Ararsan Açık Bir Nokta
Allah Kula Yakın Kul Da Allah'a
Hakkın Gizli Hazinesi Kara Toprakta
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Çalıp Yaralarımı Tuzluyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Her Kim Ki Olursa Bu Sırr-ı Mazhar
Dünyaya Bırakır Ölmez Bir Eser
Gün Gelir Veysel'in Bağrına Basar
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Kişinin aslı ile, meşrebi veya ırkı ile, bulunduğu meslek veya rütbe ile övünmesi ona göre doğru değildir. Başkasını bu türlü unsurlardan dolayı aşağı görme ona göre yüz karasıdır.
Senlik Benlik Nedir Bırak
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürtü Türkü ne Çerkezi
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kurana bak İncile bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir var varası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Beni Hor Görme Gardaşım
Beni Hor Görme Kardeşim
Sen Altındın Ben Tunç Muyum
Aynı Vardan Var Olmuşuz
Sen Gümüşsün Ben Saç Mıyım
Ne Var İse Sende Bende
Aynı Varlık Her Bedende
Yarin Mezara Girende
Sen Toksun Da Be Aç Mıyım
Kimi Molla Kimi Derviş
Allah Bize Neler Vermiş
Kimi Arı Çiçek Dermiş
Sen Balsın Da Ben Ceç Mıyım
Topraktandır Cümle Beden
Nefsini Öldür Ölmeden
Böyle Emretmiş Yaradan
Sen Kalemsin Ben Uç Muyum
Tabiata Veysel Aşık
Topraktan Olduk Kardaşık
Aynı Yolcuyuz Yoldaşık
Sen Yolcusun Ben Bac mıyım
Veysel, kendi değerlerinin kendine yettiğini, dünya varlığının gözünde pek kıymeti olmadığını, imanın kendisi için en önemli hazine olduğunu anlatır.
Bir Küçük Dünyam Var İçimde Benim
Bir küçük dünyam var içimde benim
Mihnetim ziynetim bana kâfidir
Görenler dar görür geniştir bana
Sohbetim, ülfetim bana kâfidir
İstemem dunyanın saltanatını
Süslü giyimini Arap atını
Bilirsem Türklüğüm var kıymetini
Vatanım milletim bana kâfidir
İsterdim hayatta düşmanla savaş
Milletime kurban olaydı bu baş
Nasip değil imiş şehitlik kardaş
İmanım niyetim bana kâfidir
Dünya geniş olsun ister dar olsun
Yeter ki kalbimde iman var olsun
Her zaman milletim bahtiyar olsun
Rütbemle mesnedim bana kâfidir
İçimde beslerim bir büyük ordu
Çiğnesin düşmanı yükseltsin yurdu
Azmi zihniyeti Veysel'in derdi
İşte bu niyetim bana kâfidir.
Veysel şiirlerinde kendi kendini anlattığı gibi, aşkı, sevdayı, sevgiyi de anlatır. Bazen kendi gönlüne nasihat eder, bazen tabiatla söyleşir, bazen de hiciv dlini kullanır.
Ne gezersin Şam’ı Şarkı
Yok mu sen de hiç bir korku
Terkedersin evi barkı
Beni boşa yorma gönül
…………..
Ben kocaldın sen genceldin
Başa belâ nerden geldin
Kâhi indin kâh yükseldin
Şimdi oldun turna gönül
…………….
-Çok Uzatma Ayağını
Çok uzatma ayağını
Açıkta kalır üşürsün
Temiz kullan boyağını
Sahte boyalar taşırsın
Olmayasın karaktersiz
Çok konuşun yerli yersiz
Adın doğru kendin hırsız
Karanlıkta dolaşırsın
…………………
Ey hocam karışma hikmetullaha
O derya derindir giren boğulur
Allah birdir inanmışız Allah’a
İki diyen o dergâhtan kovulur
……………….
Cahil ile sohbet etmek zor olur
Kulağı sağırdır gözü kör olur
Her sözünde kavga niza var olur
Cahiller dikenli çalı sayılır.
……………………
Gurbeti bütün ıssızlığıyla, bütün hüznüyle anlatır. Hatta daha çok gönlündeki gurbete vurgu yapar.
"Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözletme yolları gel deyi yazmış
Sivrilan köyünden bizim diyardan
Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış
…………………
Veysel bu gurnbetlik kâr etti cana
Karıştır göçünü ulu kervana
Gün geçirip fırsat verme zaman
Sakın uzamasın yol deyi yazmış.”
Fıkıhta bir deyim vardır: ‘Marifet iltifata tabiidir, müşterisiz meta’ zayi’dir” diye. Bir şeyin değerli oluşu ona gösterilen ilgiyle orantılıdır. Leyla’yı değerli ve ölümsüz kılan Mecnun’un varlığıdır ve ona olan tutkusudur. Yoksa Leyla’nın güzel veya çirkin oluşunun hiç bir önemi yoktur. Veysel bunu meşhur türküsünde şöyle dile getirir:
“Güzelliğin on para’tmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yâreme
İsmin yayılmaz âleme
Aşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk’olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmez
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa”
Tabiatı çeşitli yönleriyle anlatan Veysel, sularla çoşmuş, baharla sevinmiş, dağların heybetini dillendirmiş, çiçeklerle yüzü gülmüş, kuşlarla derdini paylaşmış, ormanı metheylemiş, sele destan söylemiş, Kızılırmak’a küskünlüğünü dile getirmiştir.
Bazı şiirlerinde milliyetçilik havası görülse bile bunu Veysel’in memleket sevgisine bağlamak mümkün. Yine o bir kaç şiirinde mevcut resmi ideolojiyi övmektedir. Ancak bu tür şiirlerinde Veysel ustalığını bulmak mümkün değil. Bu gibi şiirler sanki yazmış olmak için yazılmış gibiler. Zaten şiire bu gibi ideolojik methiyeler girdiği zaman şiirin kalitesinin düşme tehlikesi vardır.
“Devri Cumhuriyet asırı yirmi
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Dünya ayaklanmış aya gidiyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş”
Günün birinde gideceğini bilir. Veysel o günün farkındadır ve o güne hazırdır. Arkasından hayat devam edecektir, bütün karmaşasıyla. Ancak insanın dostları, sevenleri, ahbapları vardır. O ahbaplar arada bir önden giden dostlarını hatırlarlarsa, bu onu memnun edecektir. Bu gök kubbede onun da hoş bir sedası kalmışsa, ne âlâ…
Dostlar beni hatırlasın
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selâm olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın...
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
İşte hayat geldi, geçti. “Her ömrün sonunda bir feryat gören” Aşık Veysel kendi feryadını da dile getirmiş: Ondan kor gibi yüreğe düşen hüzünlü bir veda...
Nerde gençlikteki geçen çağlarım
Sustu bülbül, gazel döker bağlarım
Her gün hatırlarım her gün ağlarım
Veysel ağlamanın zamanı geldi”