Cuma Seminerleri

Zaandam Ayasofya Camii

22 Nisan 2011

İbadet olan esas duruş

 

 

       -Giris;

Esas duruşu sadece askerî kural zannedenler ‘ibadet anlamında esas duruş olur mu?’ diye sorabilirler.

Evet, ibadet anlamında esas duruş vardır ve bunun Kur’an’daki karşılığı: Kunut’tur.

Kunut yapmak, Âlemlerin Rabbi karşısında esas duruşa geçmek, saygı ile boyun eğmek, gönülden teslim olmaktır. O’nun huzurunda kulluğun şanına yakışan klas duruş sergilemektir.

       -Kunutun kelime manasi;

Kunut kelimesinin aslı olan ‘ka-ne-te’ fiilidir. Bu da susmak demektir. Namazda uzun dua okumak anlamına da gelir.

Aynı kökten gelen ‘aknete’- dua etmek, Allah’a boyun eğmek, düşmana beddua etmek demektir. (Firuzâbâdî, Kamus, s: 158)

Yine aynı kökten gelen ‘kanût’, itaat ve dua anlamındadır.

Kunut; ‘ka-ne-te’ fiiilinin masdarıdır ve huşu’ (saygı), kulluğu ikrar, tam bir teslimiyetle itaat etmek demektir. (İbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 12/196)

Kunut, huşu içinde Allah’a itaat etmektir. ( Isfehânî, Müfredat, s: 623)

-Kunut divan durmaktir:

Türkçede bunu en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir.

Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, emrine teslim olmak, hükmüne razı olmak.

İbadetin, itaatın ve mutlak teslimiyetin yalnızca O’na yapılacağı şuuru ile O’na yönelmek.

O’na ibadet için ayağa kalkmak, ayakta huşu’ ile dua etmek.

-Kunut huzurda durmaktir:

Kunut, kimin karşısında olduğunu farketmek, O Yüce Huzur’da edepli olmak, saygı ile boyun bükmektir.

Bu şüphesiz ki asla dünyevî işlerdeki “emret komutanım” deyip elleri kafadaki nesye götürmek ve hazırola geçmek tarzında bir şey değildir. Hâşâ ne Allah’ın işleri kulların işlerine benzer, ne de mü’minler Allah’a karşı gösterdikleri tavrı kullara gösterirler. İhlaslı mü’minler, Allah’ın kullarından, Allah’a gösterilen saygıya benzer bir saygı beklemezler.

Kulun Allah’ın huzurundaki ‘esas duruş’u iman, teslimiyet ve itaattir. Ancak bu esas duruş, istekle, samimiyetle ve farkında olunan bir itaattir. Zoraki, şartların gereği, yukarıdaki iktidar sahiplerinin emir ve iradesi değildir. İman eden bir kul, neye iman ettiğinin farkındadır. İman ettikten sonra ne yapması gerektiğini de bilir. Daha doğrusu imanın gereğini, ya da imanı nasıl pratik hayata aktaracağının farkındadır.

Dolaysıyla müslümanın kunutu, yani Rabbi karşısındaki divan duruşu bilinçli ve bir samimi (ihlaslı) bir tercihtir. İrade ile yapılan bir seçimdir ve sonuçtan da mü’min insan gayet memnundur.

-Kunut, Allah’a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O’na dua etmektir.

Bu anlamıyla ‘kunut’, kıyam (ayakta durmak) demektir. Burada kul son derece mütevazi olarak organları susmuş, benliği Allah’a teslim olmuştur.

İşte bu saygı ve kıyam, kunuttur.

       -Kunut, kiyami uzun tutmaktir;

Kimilerine göre kunut, namazda kıyamı uzun tutmaktır. Nitekim bir hdiste buna işaret ediliyor:

“Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır.” (Müslim, S. Müsafirin/164, 165, no:756.  Tirmizî, Salat/285, no: 387.  Ebu Davud, Tatavvu/2)

       -Kunut namazda susmaktir;

Zeyd ibnu Erkam diyor ki biz önceleri namazda konuşuyorduk, verilen selamı alıyorduk. Ne zaman ki

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ {238}

 Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde (kânit olarak) namaz kılın.” (2 Bekara/238) âyeti geldi, namazda susmakla emrolunduk. (Lisanü’l-Arab 12/197)

Bazıları; kunut, namazda susmaktır, yani kendini namaza verip dünya kelâmı konuşmamaktır demişlerdir.

Bazılarına göre kunut; itaat, dua, namazda ayakta durmak,  namazda konuşmaktan uzak kalmak, huşu’, ibadet gibi unsurları içine alır. (Lisanu’l-Arab, 12/197. Firuzâbâdî, Kamus, s: 158.

-Kunut dort kisimdir;

İbnu Anbarî der ki kunut dört kısımdır:

Namaz,

uzun kıyam,

itaat için harekete geçme ve

kendini namaza vermek üzere susmak.

-Kunut itaattir;

Ancak kunut’un asıl anlamı itaattir. Birisi Allah’a kunut yapıyor denilse, bunun anlamı o Allah’a itaat ediyor demektir. (Lisanu’l-Arab, 12/197)

          Buradan hareketle kunut’un üç derecesi vardır diyebiliriz:

Birincisi, kunut genel anlamda Allah’ın iradesine boyun eğmek.

İkincisi namaz kılmak,

Üçüncüsü namaz içinde kunut yapmak/dua etmektir.

 

Birincisi: Kunut’un genel anlamı Allah’a ve hükmüne teslim olmak, O’nun karşısında huşu’ (saygı) ile boyun bükmektir. O’nun makamı karşısında el pençe divan durmaktır. Rab oluşunu itiraf ederek O’nun hükmüne razı olmaktır.

Kânit (kunut yapan. Çoğulu; kanitîn veya kanitât), Allah’a itaat edendir. Bu anlamda yerde ve gökte ne varsa, bazı insanların dışında her şey Allah’a kunut yaparlar. Yani O’nun emrine itaat ederler, O’na teslim olmuşlardır.

-Varlığın hepsi ‘kanit’tir.

Kur’an şöyle buyuruyor:

وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {116}

“Bir de ‘Allah oğul edindi’ iddiasında bulundular. Hâşâ! O aşkın bir hakikattir. Aksine göklerde ve yerde bulunan her şey O’na aittir: hepsi de kanit’tir (O’nun iradesine boyun eğmiştir).” (2 Bekara/116.

وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {26} (30 Rûm/26)

          Burada zımnen şöyle söyleniyor: Bütün kâinat Allah’a itaat ediyorken ey insan! O’na başkaldıran bir varlık olmak seni rahatsız etmiyor mu? (M. İslamoğlu, Meâl-Tefsir, s: 798)

          Başka bir âyette yerde ve göklerde olanlar ister istemez O’na teslim olurlar deniyor.

          أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ {83}

“Yoksa onlar, Allah’ın dininden gayrı (bir inanç sistemi) mi arıyorlar? Oysa ki bütün göktekiler ve yerdekiler ister istemez O’ma teslim olurlar: Çünkü hepsi (sonunda) O’na varacaklar.” (3 Âli İmran/83)

-Bazi insanlar da kanittir;

İnsanlardan bazıları da ister kadın olsun, ister erkek olsun Allah’a ve O’ndan gelenlere saygı ile boyun bükerler. O’na itaat ederler. Rabbin huzurunda edeple dururlar, kulluğa yaraşır bir biçimde esas duruşa geçerler. O’nun  huzurunda divana dururlar, kıyam ederler, namaz kılar ve içten dua ederler. 

Kur’an bu şekilde kunut yapanları övmektedir.

-İbrahim (as)

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتاً لِلّهِ حَنِيفاً وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ {120} شَاكِراً لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {121} وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ {122}

“Hiç şüphe yok ki İbrahim bütün güzellikleri kendinde toplamış başlı başına bir önder, her türlü kötülükten yüz çevirip bütün varlığıyla Allah’a adanmış biriydi; fakat o, başkalarına ilahlık yakıştıran bir müşrik olmadı.” (16 Nahl 120)

İbrahim (as), evet tek başına bir ümmet olan müstesna insan…  

O’nun eşssiz teslimiyeti en mükemmel örnek olarak takdim ediliyor. O en güzel kânit’ti, Allah’a saygıyla boyun eğip teslim olan bir mü’mindi. O ateşe atılmakla, hanımını ve ihtiyar iken kavuştuğu biricik İsmail’ini henüz küçük iken ıssız bir yere (şimdiki Mekke’ye) terketmekle. Göz bebeği çocuğunu Allah’a armağan olarak sunmakla, defalarca hicret etmekle denenmiş, imtihana çekilmiş bir iman abidesiydi.

وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَاماً قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ {124} (2 Bekara/124)

O bütün bu imtihanlara razı olmuş, Hak’tan gelen her şeye boyun eğmiş, ilâhî fermana râm olmuş bir iman eri idi.

İbrahim’e düşen Rabbine kunut yapmaktı, kanit olmaktı. Yani emre boyun eğmekti. Hak karşısında esas duruşa geçmekti. “Lebbeyk ve sadeyk Ya Rabbi” demekti. O da öyle yaptı. İtiraz etmedi. Yüzünü buruşturmadı. ‘Bu da nedir’ demedi. Aldı kabul etti, teslim oldu, itaat etti.

Çocuğu ve annesini kuş uçmaz kervan geçmez ıssız bir yere bıraktıgi zaman soyle dedi:

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ {37}  (15 İbrahim/37)

Onun için Kur’an onu ‘kanit/bütün benliği ile Allah’a yönelmiş biri diye anıyor. Onu bütün insanlara bir örnek olarak gösteriyor.

-Meryem (as)

          Allah (cc) Meryem’e (as) şöyle söyledi:

يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ {43}

 “Ey Meryem! Rabbine huşu’ ile bağlan kunut yap), secdeye kapan  ve (O’nun huzurunda) eğilenlerle birlikte eğil.” (3 Âli İmran/43)

          Meryem (sa) bunun gereğini yaptı, gönülden O’na bağlandı, O’nun emrine teslim oldu ki; Kur’an onun için şöyle buyuruyor: 

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ {12}‏

“İmran’ın kızı Meryem’i de  (örnek göstermiştir). O (Meryem) ki iffetini korumuş, buna karşılık Biz de onun (rahminde)kine ruhumuzdan üflemiştik; o da Rabbinin kelimelerini ve O’nun kitaplarını gönülden tasdik tasdik etmişti: Zira o, Allah’ın iradesini gerçekleştirmek için el pençe divan duranlardan (kanitler’ten) biriyidi.” (66 Tahrim/12) 

Meryem annesi Hanne’nin aziz adağıydı. O anne ki biricik kız evladını yüreğiyle ve samimiyetle; dünyevî kuşku ve korkulardan, beklenti ve heveslerden uzak olarak Allah’ın yoluna adamıştı. Meryem de bu adamanın hakkını vermiş, ve kanit’lerden olma şerefini elde etmişti.

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ {36} فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناً وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ {37} (3 Âli İmran/36-37)

Adandığı tarihten o yaşa kadar mabed’te kalan iffet sembolü Meryem, evlenmedigi halde günün birinde Hz. Isa’yi dunyaya getirdi. Bunun ne kadar ağır bir imtihan olduğunu düşünelim. 

Meryem tahammül etti, dayandı. Daha doğrusu her ne kadar bir insan olarak “keşke bugün unutulanlardan olsaydım” dese de, bütün bunların Rabbinin takdiri olduğunu biliyordu. Ona öyle bildirilmişti. Rabbi kaderi böyle takdir etmişti. Allah’a gönülden boyun eğen bir kula itiraz etmek, soru sormak değil, razı olmak düşerdi. O bilir ki Allah’ın her yaptığından bir hikmet vardır.

Ve bu hikmete teslim olanlar kazanırlar.

Meryem de onu yaptı. Rabbinden gelenlere razı oldu. Kabul etti ve boyun eğdi.

Bunun mükâfatı olarak Kur’an’da örnek gösterilen kadınlar arasında yer almış, büyük peygamberlerden birinin, Hz. İsa’nın, yani Hz. Mesih’in annesi olmuştu. (19 Meryem/16-34)

       -Dürüst ve erdemli kadınlar hem kanit olan yani Allah’a boyun eğen, hem de iffetlerini koruyan kimselerdir.

Onlar Rablerinin kendileri için çizdiği hudutlara dikkat ederler, hükümlere  rıza gösterirler.

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيّاً كَبِيراً {34} (4 Nisa/34)

       -Benliklerini Allah’a adayan, O’nun makamı karşısında el pençe divan duran kadınlar ve erkekler için sınırsız bir bağış ve muhteşem ödüller vardır.

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيراً وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْراً عَظِيماً {35} (33 Ahzâb/35)

       -Geceler kiyama duranlar

Allah’a nankörlük edenlerle, gecenin bir vaktinde secdeye varıp Allah için kıyama duran, namaz kılıp dua eden, kendini Allah’a adayan (kânit) bir olmaz. Bu iki kimse arasında büyük farklar vardır.

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِداً وَقَائِماً يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ {9} (39 Zümer/9)

Bu esas duruşu, bu teslimiyeti, bu boyun büküşü sergileyenlere Kur’an ‘kânit’ diyor.

       -Peygamber hanimlari

Allah (cc) Peygamber hanımlarına seslenerek;

يَا نِسَاء النَّبِيِّ مَن يَأْتِ مِنكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِ وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيراً {30}‏ وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحاً نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقاً كَرِيماً {31}

“... İçinizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı ikiye katlanır... Ama içinizden kim de Allah’a ve Rasûlüne gönülden boyun eğer (kunut yapar) ve ıslah edici iyilikler işlerse, onun ödülünü de iki misli veririrz, ayrıca ona üstün güzellikte bir rızık hazırlamışızdır” buyuruyor. (33 Ahzâb/30-31)

-Kanit olanlar (Allah’a boyun eğenler) O’na şöyle dua ederler:

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {16} الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

“Rabbimiz! Şüphesiz biz iman ettik: Bizi bağışla, günahlarımız da… ve bizi ateşin azabından kor.” (3 Âli İmran/17)

 

       İkincisi: Namazdır.

Namaz kılmak aynı zamanda kunut yapmak demektir. Namaz esasen bir kulun Rabbine itaat etmek ve boyun eğmek üzere O’nun huzuruna yönelmesidir. Zira Allah (cc) kendisine bu şekilde yönelinmesini emrediyor.

         -Namaz kilan kanittir

Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanit’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur. O, namazda Allah’ı zikretmekle meşgul olur, huzurda olduğunun farkındadır ve büyük bir saygı içerisindedir.

Namaz; ibadetlerin toplamı, şükretmenin belli bir ibadet şekline girmiş hali, Allah için gösterilebilecek en yüce ta’zim, madem ki bu duruş bir kabulün göstergesi olduguna gore; kim namaz için ayağa kalkarsa; o Rabbinin huzurunda saygı ile yöneliyor demektir.

Namazda ister el gögüs üzerinden, ister göbek üzerinde bağlansın, isterse hiç bağlanmasın; bu duruş, bu kıyam Allah’ın huzurunda gerçek huşu’ ve boyun eğiştir.

Bu kıyam (ayağa kalkmak) Allah’ın Rabliğini itiraf etmek üzere bir ibadî esas duruştur.

-Kulluğa yakışan klas bir duruştur.

          Bu duruş aynı zamanda bir kunuttur, yani edeple divana yönelme, samimiyete bir teslimiyettir.

          Teslim olanlar dik kafalı olmazlar, itiraz etmezler, şüphe içinde olmazlar, sonuçtan endişe etmezler. Büyük bir kalp doygunluğu ile (mutmain bir şekilde) Rabbilerini huzuruna varırlar. O’na bağlı olduklarını, kendilerini O’nun yoluna adadıklarını, O’nun hükmüne boyun eğdiklerini, kendileri ile ilgili çizilen kadere razı olduklarını somut bir şekilde ortaya koyalar.

          Namaz işte bütün bu ifadelerin fiilen ortaya konulmasıdır. Yani mü’minler “Namazı ikame edin...”, “Haydin namaza” diye bir seda duydukları zaman gereğini yaparlar. Onlar bunu günde beş defa tekrar ederler. Bu çağrıyı günde beş vakit duyarlar.

Namaz için harekete geçmek aslında imanın isbatı, Rabbin bütün hükümlerine teslim olunmuşluğun somut göstergesidir.

Günden beş defa namazla kunut yapan mü’min, hayatının diğer anlarında da Allah’ın huzurunda bu esas duruşu bozmayacağına, her yerde O’nun koyduğu ölçülere ve sınırlara uyacağına söz verir. Mü’min, hayatını yukarıda anlatılan kunut anlayışına hazırlamak için, yani kanitîn’den olmak için namazı bir vesile sayar.

Zaten kunut; Allah’ın iradesini gerçekleştirmek üzere O’na boyun eğmektir.

       - Namazla kunut:

Namazla yapılan kunut aynı zamanda bir mü’minin ‘lâ’ ve ‘illâ’ duruşudur.

Mü’min bu kıyamı ile kime karşı saygı ile kalktığının, hangi makamın önünde durduğunun, o makam karşısındaki konumunun farkındadır.

Mü’min bu duruş ile bütün tanrı zannedilen şeylere, o tanrıdan geldiği sanılan bütün hükümlere, Allah’ın hükmüne mükabil hüküm uyduran bütün tağutlara, onlardan sadır olan değer yargılarına “hayır, kabul etmiyorum, inanmıyorum” der. Bütün şirk inançlarına, şirk düşüncelerine, Âlemlerin Rabbi Allah’ı hayata müdaheleden dışlayan bütün anlayışlara ‘hayır’ der. Allah’ın dışında hiç bir tanrıya, güce, makama ibadet etmeyeceğine dair söz verir.

Sonra da büyük bir tevazu ile, yürekten gelen bir saygı ile, benliği kuşatan bir bağlılıkla Allah’ın önünde boyun eğer. O’ndan gelenlere teslim olur. Kabul ettiği ölçüleri/hükümleri hayatının diğer alanlarında yerine getirmeye hazır olduğunu beyan eder.

Bu şuurla, bu farkında oluşla, bu hazırlıkla Rabbine ibadet eder, namazını kılar, duasını yapar.

-Bu esas duruş, imandır, teslimiyettir, ınkıyad’tır.

Bu öyle bir duruştur ki, ne kibir, ne başkaldırı ve de dik kafalılıktır. Sadece saygı, emre âmade, boyun büküş ve aynı zamanda huzurda olmanın huzurudur.

Bu öyle bir duruştur ki, değeri olan, ücreti olan, karşılığı olan bir duruştur. Bir anlamı olan, bir hedefi olan, bir ifadesi olan duruştur.

En yüce kapının önünde, en yüce Makamın önünde, en yüce İsmin önünde “buyur Ya Rabbi” diyen bir duruş...

O’nu tanıyan, O’na itibar eden, O’na ait olanlara değer veren bir duruş...

          Bu duruş “İşte bak, geldim ve ayağa kalktım, buyur/Lebbeyk” demenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Dilin sustuğu, bedenin ve yüreğin konuştuğu bir durumdur.

Bu duruş Allah’ın dışındaki bütün tanrı düşüncelerine, bütün tağutlara, bütün yalancı kutsallara ‘lâ/hayır’ demenin göstergesi ve isbatıdır.

Kim ki kunut için ayağa kalkar, ellerini göğe kaldırır, boynunu büker, bütün benliği ile teslim olursa; o neye ‘lâ/hayır’ neye ‘illa/evet’ dediğinin farkındadır.

Mü’min burada hem imanı ikrar eder, neye karşı ve neye taraftar olduğunu bir defa daha hatırlar; hem de istenilmeye layık olandan istemeye başlar.

 

Kunutun üçüncüsü derecesi;

Kunutun üçüncüsü derecesi namaz içinde yapılan özel duadır.

Kunut, fıkıhta terim olarak bu anlamda anlaşılır. Bu kunut daha çok, vitir ve sabah namazının son rek’atında yapılır.

Bizim insanımızın arasında kunut deyince yalnızca vitir namazının 3. rek’atında, kıraatten sonra alınan tekbir ve okunan dualar akla gelmektedir.

Namazın kendisi bir kunut olduğu halde, son rek’atı uzun yaparak dua etmek, kunut içerisinde kunuttur.

         Peygamberin (sav) çeşitli vesilelerle kunut yaptığı sabittir. (Müslim, S. Misafirin/294-304, no: 677. Buharí, Vitir/7)

          Kunutun meşru oluşu konusunda mezhep alimleri arasında fikir birliği olmasına rağmen; kunutun hükmü, hangi namazlarda ve namazın neresinde yapılacağı gibi konularda görüş birliği yoktur.

          Hanefîlerin çoğuna göre kunut yapmanın hükmü vacip iken, Ebu Hanife’nin öğrencileri Ebu Yusuf, Muhammed ve müctehid imanların çoğunluğuna göre sünnettir.

          Hanefîlere ve Hanbelîlere göre kunut vitir namazının son rek’atında yerine getirilir. Malikîlere ve Şafiîlere göre sadece sabah namazının farzının son rek’atında kunut yapılır.

Hanefîlere göre kunut rukû’dan önce yapılırken, Şafiîlere ve Hanbelîlere göre rukû’dan sonra yapılır.

Peygamberin ne zaman ve nerelerde kunut yaptığı konusunda çeşitli rivâyetler vardır. Ancak Peygamberin sürekli yaptığı kunut vitir namazındaki kunuttur.

Felaket, belâ ve musibet, düşman tehlikesi karşısında beş vakit namazla birlikte kunut yapmak mümkündür. Anlaşıldığı kadarıyla bunun sabah namazının farzının son rek’atında olması tercihe şayandır. Zira aşağıdaki anlatacağımız olay sonrasında Peygamber’in (sav) bir ay boyunca sabah namazında kunut yaptığını görüyoruz.

-Musibete karşı kunut;

Peygamberin (sav) özel anlamda kunut yaptığı zamanlara bakarsak, uzun kunut yapmanın yine özel bir amacı olmalıdır. Daha çok felâket, sıkıntı, darlık ve düşman saldırısı zamanlarında yapılması mümkündür.

Nitekim Peygamber (sav), Bi’ri Maûne olayından sonra pek âdeti olmadığı halde  Rı’l, Zekvân ve Usayyah kabileleri aleyhine kunut yaparak beddua etti, onların aleyhine zorluk istedi, Yusuf (as) zamanındaki gibi kıtlık diledi. (Buhârî, Meğâzî 29; no: 4090. Müslim, Mesâcid, 294-308, no: 675-679. Ebu Davud, Vitir 10, no: 1443)

Çünkü olay çok korkunçtu. Henüz Uhud’un yaraları sarılmamışken ve Reci’de suikastla şehid edilen 6 yiğit sahabenin acısı dinmemişken, yetmiş veya kirk kadar seçkin sahabenin (Buharî, Meğazi 28. Müslim, İmâre 174, no: 1903) tuzağa düşülerek öldürülmesi çok sarsıcı bir olaydı. 

-Bi’ri Maune olayi

Olay kısaca şöyle idi.

Âmir kabilesinin başkanı Ebu Berâ İslâma ilgi duyan, müslümanlara sempati ile bakan bir kimseydi. Uhud savaşından bir müddet sonra Medine’ye gelerek Peygamber’den kendilerine İslâmı öğretecek öğretmenler (mürşidler) göndermesini istedi. Peygamber (sav) genel durumun pek güvenli olmadığı gerekçesinden hareketle bu teklife sıcak bakmıyordu. Ancak Ebu Berâ gönderilecek kişilerin kendi himayesinde olacaklarını söyledi ve can güvenliğine dair garanti verdi.

Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü çoğu Ensar’dan ve Suffe Ashabından olan yetmiş eğitimli kişiyi onlara gönderdi. (İbni Hişam bu sayının kırk olduğunu kaydediyor. Bak. Siyer 3/194)

Ebu Berâ her kadar gelecek heyetin kendi himayesinde olduğunu, kimsenin onlara zarar vermemesini istese de, bu irşad grubu Maûne kuyusunun başına gelince aynı kabileden Amir b. Tufeyl, Zekvan, Rı’l ve Usayyah kabilelerden topladığı silahlı adamlarla onları pusuya düşürdü ve onlara İslâmdan dönmelerini teklif etti. Onlar ise ölünceye kadar çarpıştılar. Sonuçta iki kişi hariç hepsi şehit oldular.

Bu katliamdan sağ kurtulan Amr b. Umeyye Medine’ye varıp olup biteni Peygamber’e haber verdi. (İbni Hişam, Siyer 3/193-199)

Bu cinayet zaten gönülleri yaralı olan sahabeleri bir kat daha üzdü, acılarını artırdı. 

Olay çok vahim idi. Bu katliamı yapanlar, ne kendi geleneklerini, ne öteden beri arap toplumunda geçerli teâmülleri ve ne de anlaşmaları dinlediler. Amaçları sadece davet üzerine onlara İslâmı anlatmak olan misafirleri hunharca katlettiler.

-Rasulullah’in kunutu

Enes b. Malik (ra) diyor ki:

“Rasûlullâh’ın (sav) Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” (Müslim, Mesâcid, 302, no: 677)

          Peygamber (sav) olayı duyduğu günün sabahından başlamak üzere bir ay boyunca sabah namazında, daha önce hiç yapmadığı şekilde beddua etti.

“Allahım! Lihyan, Rı’lan, Zekvân ve Usayyah kabilelerine lanet et. Onlar Allah’a ve Rasûlüne âsi oldular. Ğifar kabilesine mağfiret et, Seleme kabilesine selamet ver.” (Müslim, Mesâcid 307, no: 679)

Hufaf ibnu İma diyor ki: Peygamber (sav) rukû’ yaptı sonra başını kaldırdı ve “Allahım Ğıfar kabilesini mağfiret et. Seleme oğullarına selamet ver. Usayyah Allah’a ve Rasulüne isyan etti. Allahım! Lihyan oğullarına lânet et. Rı’lan ve Zekvân kabilelerine lanet et” dedi ve sonra secdeye vardı. (Müslim, Mesâcid 308, no: 679)

Ebu Davud’daki bir rivâyette Ebu Hureyre’nin Peygamber’in (sav) bir ay boyunca öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında kunut yaptığını ve adı geçen kabilelere beddua ettiğini söylüyor. (Ebu Davud, Vitir 10, no: 1443)

-Kim kazandi

Kaynakların haber verdiğine göre bu duadan sonra adı geçen kabilelerin bölgelerinde ağır kuraklıklar yaşandı, kıtlık baş gösterdi. Hatta Medine’den yardım istemek zorunda kaldılar. Veba salgını ortaya çıktı ve pek çokları bu yüzden telef oldular.

Kendilerine göre kazandılar. Düşman bildikleri müslümanlardan bir kısmını, haince de olsa ortadan kaldırdılar. İntikamlarını aldılar. Düşmanlarının kalbine müthiş bir acı sapladılar.

Ama gerçekte kim kazandı, kim kaybetti? Kim Peygamberin duasını kazandı, kim bedduasını?

Peygamberlerin duası reddolunmaz. Nitekim reddolunmadı da. Allah (cc) onun duasını kabul etti ve bu cinayeti işleyenlerin dünyalık cezaları verildi.

Asıl kimin kazandığını bu katliamda yaşanan ilginç bir olay anlatıyor.

Bu fâcia günü baskın yapanlar arasında bulunan Cebbâr bin Sülmâ kendisini İslâm’a davet eden Âmir bin Fuheyre’ye mızrağını sapladı. Mızrak göğsünü delip geçmiş ve o bu haldeyken “Vallahi kazandım!” demişti. 

Âmir b. Füheyre’nin ölmek üzere, üstelik sevinçle söylediği bu söz Cabir’i şaşkınlığa uğratır. Bu adamı böyle sevindiren ve “kazandım” dedirten şey ne idi acaba?

Bunun üzerine günlerce düşünür, sonunda bunun İslâmdan kaynaklandığını anlar ve müslüman olur. (İbn-i Hişâm, Siyer 3/186)

      

Kunut duaları:

Kunut dualarını okumada Hanefîlerin uygulaması şöyledir: Vitir namazının üçüncü rek’atında sûre okunduktan sonra tekrar tekbir alınır, kunut duaları okunur, sonra rukû’ya gidilir.

Hanbelîler bunu rukû’dan sonra yaparlar.

Malikîler ve Şafiiler göre kunut şöyle yapılır: Sabah namazının farzının son rek’atı bittikten sonra rukû’ya varılır, rukû’dan kalktıktan sonra ayakta kunut yapılır ve sonra secdeye gidilir. Dua esnasında eller kaldırılır.

Kunut yapmanın hikmetini şu rivâyet haber veriyor.

Taberânî’nin anlattığına göre Hz. Aişe (r.anha) Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu söylemiş:

“Ben ancak sizin Rabbinize dua etmeniz ve ihtiyaçlarınızı O’ndan istemeniz için kunut yapıyorum.” (nak: İbadetler Ansiklopedisi 3/18)

Namazdaki kunut biraz da kulun Rabbine dua etmesidir. Bununla birlikte O’ndan özel yardım istemeye de uygun bir andır. Kunut yapmayı tavsiye eden Peygamber (sav) zımnen, “Bu bir imkandır, değerlendirin” demiş olur.

Zira ‘eslemtü’ diyerek İslâmı kabul eden, ‘semi’tü ve ata’tü’ diyerek, Allah’tan gelecek olan her şeye itaat edeceğine söz veren bir mü’min, kanît makamına, yani kul için ibadet olan esas duruşuna geçmiş, bundan sonra da Rabbinden bir şey istemeye –tabir caizse- yüzü var demektir. 

          Peygamber (sav) farklı dualarla kunut yaptığı bilinmektedir. Bunların en bilineni ve en çok okunanı; ‘Allahümme innâ nestâinüke ile Allahümme iyyâkke na’büdü’ diye başlayan dualardır.

         Bu duaların Türkçesi şöyle:

         “Ey Allahım! Biz, senden yardım ve bağışlanma dileriz. Senden hidayet dileriz. Sana iman ederiz. Sana tevbe ederiz. Sana tevekkül ederiz. Bütün övgü sıfatlarıyla Seni överiz, Sana şükrederiz, Sana nankörlük etmeyiz. Sana ve rızana uymayan her şeyden uzak oluruz ve onu terkederiz.

         Ey Allahım! Yalnız Sana ibadet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, Senin için secdeye varırız. Koşmalarımız ve çabalarımız yalnız Sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini ümit ederiz, Senin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azabın kafirlere layıktır.” (nak: İbadetler Ans. 3/26)

Beyhakî, Abdurrahman bin Ebzâ’nın şöyle dediğini aktarıyor: “Ömer bin Hattab’ın (ra) arkasında sabah namazını kıldım. İkinci rek’atte sûreyi bitirince rukû’dan önce şu duayı okudu:

“Ey Allahım! Senden yardım diliyoruz. Senden bağışlanma diliyoruz. Seni bütün hayırlarla övüyoruz. Seni inkâr etmiyoruz. Sana karşı geleni içimizden atıyoruz ve terkediyoruz.” (Beyhakí, 2/211. nak. İbadetler Ans. 3/24)       

Hasan b. Ali b. Ebi Talip (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisine vitirde okuması için şu duayı öğrettiğini haber veriyor:

“Allahım! Beni hidayete erdirdiklerinle beraber hidayete erdir. Kendilerine afiyet verdiklerinle birlikte bana da afiyet ver. Dost edindiklerinle beraber beni de dost edin (kendilerini velâyetine aldıklarınla beraber beni de velâyetine al). Bana verdiğini benim için bereketli kıl. Verdiğin hükmün şerrinden beri koru. Sen dilediğin hükmü verirsin ancak senin üzerine hüküm verilemez. Şüphesiz senin işini üzerine aldığın (dost-veli edindiğin) aşalığa düşmez (zelil olmaz). Ey Rabbimiz! Sen çok üstünsün ve yücesin.” (Ebu Davud, Salat/340, no: 1425. İbni Mace, İ. Salat/117, no: 1178. Tirmizí, Salat/341, no: 464. Nesâí, K. Leyl/51)     

Birinci kunut duası daha çok içinde olunan güne yönelik, ikinci kunut duası ise daha çok geleceğe yöneliktir. Birincide tevbe istiğfar, yardım dileği ve şükür; ikincide daha çok ümit ve ilerisi için söz veriş vardır.  

Mü’min, yalnızca Allah’a ibadet edeceğine, Allah’tan istenebilecek yardımları asla yaratıklardan istemeyeceğine, yalnız O’nun huzurunda secde yapacağına, nimetlere asla nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir.

Birinci duanın sonundaki cümleler daha da ilginçtir:

Mü’min, her kunut duasında; Allah’a layık olmayan her şeyden, Allah’a karşı gelen, O’nun ilkeleri ve emirleri karşısında duyarsız kalan, Allah’ın dinine savaş açan,  günahları açıktan işleyen, insanlar arasında günahların yayılmasına çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelere itaat etmeyeceğine, onlardan yüz çevireceğine, onları hal’ etmek için (onlara engel olmak için çalışacağına), onlara kendi özgür iradesiyle –elinden gelen imknlarla- otorite veya yetki tanımayacağına  söz verir.

Bu söz veriş de şüphesiz Kelime-i Tevhid/Şehâdetteki ‘lâ’ ve ‘illa’ ikrarıyla/taahhüdüyle bağlantılıdır.

 

Sonuç:

İnsana düşen, tıpkı kâinattaki diğer varlıklar gibi Âlemlerin Rabbine teslim olması, boyun eğmesi ve O’nun azameti karşısında gönülden esas duruşa geçmesidir.

Bu şekilde Rabbine saygı ile bağlı olanlar bunu somut hale getirmek için namaz için kıyam ederler. Namaz aynı zamanda bir kunuttur. Yani Allah’a içten bağlılığın, O’nun huzurunda edeple ve boynu bükük duruşun somutlaşmış halidir.

Zaten gönülden Allah’a itaat edenler, bunun neticesi olarak namaz kılarlar. Bu teslimiyetlerini namaz ile dile getirirler.

Namazı ikame edenler, namaz içerisinde ayrıca kunut yaparlar. Bu kunuttaki duanın, yakarışın, zikrin, niyazın makbul olması için namazı derin bir şuurla, uyanık bir irade ile kılmak gerekir.

Bu şuurla icra edilen her esas duruş, her divan durmak, her boyun büküş kunuttur; yani ibadettir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İBADET OLAN ESAS DURUŞ Semineri ile ilgili Sorular

22 Nisan 2011 Zaandam Ayasofya Camii

 

1-Hangisi yanlış

a-Kunut kelimesinin sözlük manasından biri susmak demektir

b-Kunut kelimesinin sözlük manasında namazda uzun dua okumak da vardır.

c-Kunut kelimesinin sözlük manasın namazda Kur’an’dan uzun bir bölüm okumak demektir.

 

2-Kunut hakkında hangisi  yanlıştır?

a-Kunut yapmak, Âlemlerin Rabbi karşısında saygı ile boyun eğmek, gönülden teslim olmaktır.

b-Kunut yapmak, O’nun huzurunda tpkı bir askerin komutanı karşısındaki gibi saygılı ve emre hazır bir şekilde durmasıdır.

c-Kunut yapmak, O’nun huzurunda kulluğun şanına yakışan klas duruş sergilemektir.

 

3-Kunut hakkında hangisi yanlış?

a-Diz üstü oturarak saygı ile, içten gelerek, boyun bükrek uzun dua etmek kunuttur.

b-Türkçe’de kunut kelimesini en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir.

c-Kunut yapmak, Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, emrine teslim olmak, hükmüne razı olmak.

 

4-Hangisi kunut hakkında doğrudur?

a-Kunut, kimin karşısında olduğunu farketmek, O Yüce Huzur’da edepli olmak, saygı ile boyun bükmektir.

b-Bu da bir amirin karşsında hazırola geçip ‘emret amirim deme, emre amade olma tarzına benzer.

 c-Kunut, yalnızca vitr-i vacipte üçüncü, rek’atta zamm-ı sureden sonra yapılan uzun duanın özel adıdır.

 

5- İbnu Anbarî’ye göre kunut dört kısımdır:  Bir tanesini siz yazın:

a-……………………………,

b-uzun kıyam,

c-itaat için harekete geçme ve

d-kendini namaza vermek üzere susmak.

 

6-“Namazın en faziletlisi ………………….. uzun olandır.”

Hadisteki boşluğa en uygun kelime hangisidir?

a- secdesi,   b-kıraati,     c-kunutu

 

7-Hangisi yanlış?

a-Müslümanın kunutu, yani Rabbi karşısındaki divan duruşu bilinçli ve bir samimi (ihlaslı) bir tercihtir.

b-Müslüamnlarda tıpkı diğer varlıklar gibi yaratılış kanununa uyarak isteyerek veya istemeyerek Allah’a ibadet için saygı ile kalkarlar.

c-Bazı alimlere gore kunut;  namazda kıyamı uzun tutmaktır, ya da namazda susmaktır.

 

8-Hangisi yanlış?

a-Yerde ve gökte ne varsa her şey Allah’a kunut yaparlar. Yani O’nun emrine isteyerek, kendi serbest seçimleri ile itaat ederler, O’na teslim olurlar.

b-Kur’an  Hz. İbrahim’in ve Hz. Meryem’in kunut yapmalarını, yani içten Allah’a saygılı oluşlarını övüyor.

c- Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanit’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur.

 

 9- “Yoksa o, gece sa'atlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir?...”

a-Bu bir hadistir,   b-Bu bir kelam-ı kibardır,         c-Bu bir ayettir

 

10- Âmir kabilesinin başkanı Ebu Berâ İslâma ilgi duyan bir kimseydi. Uhud savaşından bir müddet sonra Medine’ye gelerek Peygamber’den kendilerine İslâmı öğretecek öğretmenler (mürşidler) göndermesini istedi. Peygamber (sav) genel durumun pek güvenli olmadığı gerekçesinden hareketle bu teklife sıcak bakmıyordu. Ancak Ebu Berâ gönderilecek kişilerin kendi himayesinde olacaklarını söyledi ve can güvenliğine dair garanti verdi.  Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü çoğu Ensar’dan ve Suffe Ashabından olan yetmiş veya kırk  eğitimli kişiyi onlara gönderdi.  Aynı kabileden Amir b. Tufeyl, Zekvan, Rı’l ve Usayyah kabilelerden topladığı silahlı adamlarla onları pusuya düşürdüler ve onları ikisi hariç şehid ettiler.

       Burada hangi olaydan bahsediliyor?

a-Bi’ri maune olayı,                    b-Bi’ri  Ric’ olayı,    c-Bi’ri Bedir olayı