HÂCER ile ilgili bir seminer: 

Hüseyin K. Ece

3 Kasım 2013

Davet Cemiyeti / Enschede

 

-          Söz başı

Kur’an’ın söz ettiği iyi insanlar var, kötü insanlar var. İyi kadınlar var, kötü kadınlar var. 

Kur’an iyi ve kötü kadınlara şu örnekleri veriyor.

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلاً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا اِمْرَأَةَ نُوحٍ وَاِمْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئاً وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ {10} وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلاً لِّلَّذِينَ آمَنُوا اِمْرَأَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ لِي عِندَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّنِي مِن فِرْعَوْنَ وَعَمَلِهِ وَنَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ {11} وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ {12} Tahrim

Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.”

Kur’an’da kendisine işaret edilen Hâceri’in de bu örnek hanımlardan olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’an İbrahim (as) ve yanında olnaları bize güzel örnek olarak takdim ediyor.

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَءاؤا مِنكُمْ وَمِمَّا

 تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {4} Mümtehane

“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”

Hacer (ra) de İbrahim’le birlikte olduğuna göre onda da bizim için güzel örnekler vardır. Tevhid tarihinde Hâcer’in rolü önemsiz olsaydı hiç Muhammed ümmetine örnek gösterilir miydi?

-          İbrahim ailesi üstündür

إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحاً وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ {33}  Ali İmran

“Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir.”

Hâcer üstün kılınan bu ailenin bir parçası idi. Bu açıdan onun değeri âlemlere nisbetle oldukça büyüktür. Onun seçkinlerden olduğu böylece Kur’an’la sabittir.

-          Kur’an İbrahim ailesini ‘Ehl-i beyt’ diye nitelendiriyor

وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ {71}‏ قَالَتْ يَا وَيْلَتَى أَأَلِدُ وَأَنَاْ عَجُوزٌ وَهَـذَا بَعْلِي شَيْخاً إِنَّ هَـذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ {72} قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ {73} Hud

“O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.

(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.

(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.”

Burada her ne kadar Sâre’nin anne oluşu söz konusu ediliyorsa da, ehl-i beyt kelimesinin sözlük anlamından hareketle, yani ev halkı, Hâcer’in de İbrahim peygamberin ehl-i beytinden olduğu açıktır.

-          Hâcer kimdir?

Allah (cc) yoluna teslim olmanın benzersiz bir örneği ve en aziz kurban İsmail’in şerefli annesi.

Kölelikten, Beytullah’ta mahşer sabahına kadar misafir olacak değere yükselen örnek bir kadın.

Bu kadın, bir bebekle birlikte bırakıldığı gayr-i meskûn mahalde, bir peygamberi yetiştiren, hac ibadetine bir anlamda ilk tuğlayı koyan, bir medeniyetin temellerinin atılmasına sebep olan Hz. Hâcer'dir.

Hz. Hâcer; birileri için değerli bir köle,

Hz. İbrahim için itaatkâr bir sahabe ve sadık bir eş,

Hz. İsmail için bulunmaz bir anne,

Allah için mûti’ (itata eden) bir kul,

inananlar için kıyamete dek muhteşem bir örnekliktir. (Cengiz Duman)

Hâcer: Siyahî bir cariye, aynı zamanda karakteri güçlü ve iffetli bir kadın. Henüz bir cariye iken, yani insanların gözünde değersiz, alınıp satılan bir köle iken bir gün İbrahim (as) peygambere eş, seçkin bir ailenin ferdi, peygamber annesi ve hicretin gelini olacağından habersizdi.

Bir gün Allah (cc), Hz. İbrahim ve Sâre ile yollarını birleştirdi.

Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. Allah (cc) hediyelerin en güzelini hangi yolla sahiplerine ulaştıracağını kim bilebilir ki

Hâcer İbrahim (as) için çok güzel bir hediyeydi diyebiliriz.

Peygamberimizin (sav) büyük büyükannesi… Hz. İbrahim’e samimiyetle iman eden sadık hanımı, sadakati (yani Safa ile Merve tepeleri arasındaki sa’y’i) mü’minler için ibadet olan bir muttaki (takva sahibi) bir hanım.

İslâm tarihine adını teslimiyetiyle ve tevekkülüyle yazdırmış, büyük hanım... 

İslâm milletinin örnek ailesi, her gün namazlarımızda andığımız ve salat okuduğumuz İbrahim Ailesi’nin hanım kahramanı.

Onun mahviyetle ve fedakârlıklarla dolu hayatı, Müslüman hanımlar için üstün bir örnektir.

Hz. Hâcer hakkında merhum Ali Şeriati, şâheser bir yorumla onu hak ettiği mevkie koyarak şöyle demektedir. "…Sayısı belirsiz yaratıkları arasından birisini seçmiştir. En saygın yaratığını, insanı ve onlardan da bir kadını. Onlar arasından kara derili bir kadını… Onlar arasından kara derili bir cariyeyi, en değersiz yaratığını (!). Onu kendi yanına oturtmuştur. Ona kendi evinde yer vermiştir… Tevhid ümmetinin adsız kahramanı, meçhul askeri böyle seçilmiştir!” (Ali Şeriati, Hac, s: 53)

-          Hâcer kelimesinin manası

İbrânîce'de Hagar olarak geçen Hâcer kelimesinin anlamı kaçma, kaçıştır.

Grekçe'de Ağar.

Arapça'da hem Âcer hem de Hâcer şeklinde yer almaktadır. Bütün Buhâri nüshalarında Âcer diye kaydedi­len kelime Hâcer olarak meşhur olmuş­tur (Aynî, 10/16. Tecrid Tercemesi, 6/520).

Arapça olmayan Âcer'in kökü bilinme­mektedir (Fîrûzâbâdî, et-Kâmûsü'l-Muhît, "ecr" md.)

Hâcer ise "terketmek, hicret etmek, şirkten uzaklaşmak, emsalinden üstün olmak" mânalarına gelen ‘he-ce-ra’ kö­küne ait olabileceği gibi Güney Arabistan'­da bir yerleşim merkezi olan Hecer'le de alâkalı olduğu düşünülmektedir. (Kâmûsu’l-Muhît, hecr  md.)

-          Tevratta Hâcer

Kur'ân’da kendisinden söz edil­meyen ama sadece işaret edilen Hâcer Tevrat'a göre Mısırlı bir câ­riyedir (Tekvîn. 16/1).

Hz. İbrahim ve eşi Sâre, Ken'ân diyarında (Filistin) kıtlık olun­ca bir süre kalmak için Mısır'a giderler. Mısır'a vardıklarında Firavun Sâre'nin gü­zelliğini duyup onu sarayına aldırır. Kar­şılığında da Hz. İbrahim'e çeşitli hayvan­larla köle ve cariyeler verir.

Firavun Sâre'ye yaklaşmak ister, fakat Rab tara­fından cezalandırılır. Sâre'nin Hz. İbra­him'in eşi olduğunu ve onların sıradan insanlar olmadıklarını anlayan Firavun Sâre'yi geri gönderdiği gibi daha önce ver­diklerini de almaz (Tekvîn, 12/10-20).

Yine Tevrat'a göre uzun süre çocuğu ol­mayan Sâre, dönemin kuralları gereğin­ce neslin devamı için Hâcer'i ikinci eş ola­rak kocasına takdim eder. Hâcer hamile kalınca Sâre'ye karşı tavrı değişir. Sâre de ona kötü davranır ve kaçmak zorunda bırakır.

Şur yolunda bir çeşme başında Hâcer'i bulan Rabb'in meleği hanımına geri dönmesini söyler ve, "Senin zürriyetini çoğalttıkça çoğaltacağım ve çoklu­ğundan sayılmayacaktır. İşte sen gebe­sin ve bir oğul doğuracaksın, onun adını İs­mail koyacaksın" diyerek müjde verir (Tek­vîn, 16/1-14)

Bunun üzerine geri dönen Hâcer'den Hz. İsmail dünyaya gelir (Tek­vîn, 16/15-16).

Hz. İbrahim 100, oğlu İsmail on dört yaşında iken Sâre İshak'ı dünyaya getirir. İshak'ın sütten kesilmesi münasebetiyle verilen ziyafet sırasında İsmail İshak'a gülünce Sâre kızar ve Hz. İbrahim'e, "Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu ca­riyenin oğlu benim oğlumla, İshak'la be­raber mirasçı olmayacaktır" diyerek on­ları kovmasını ister.

Hz. İbrahim ise bu­nu doğru bulmaz; ancak Allah da aynı şe­yi emredince ekmekle su tulumunu Hâcer'in omuzuna yükler, çocuğu da yanına verip gönderir. Hâcer oğluyla birlikte Beer-Şeba çölüne gider. Su tükenince çocu­ğu bir çalı dibine atar; onun ölümünü görmemek için de bir ok atımı mesafeye giderek ağlamaya başlar. Çocuğun sesini işiten Rabb'in meleği Hâcer'e seslenerek korkmamasını söyler. Allah Hâcer'in göz­lerini açar ve bir su kuyusu görür. Kuyu­dan su çekerek çocuğa içirir. Daha sonra Paran çölüne yerleşen Hâcer oğlu büyü­yünce ona Mısırlı bir kadın alır (Tekvîn, 21/1-21)

Tevrat'ta Hâcer'in daha sonraki hayatı ve ölümüyle ilgili bilgi yoktur. Tev­rat tefsirlerinde ise Hâcer Firavun'un kı­zı olarak gösterilir. (Diyanet İslâm Ansiklopedisi, Hâcer maddesi)

Tevrat’ta ve tefsirlerinde Hâcerle ilgili farklı ve çelişkili bilgiler veriliyor ama biz onlara girecek değiliz.

-          İslâmî kaynaklarda Hâcer

İslâmî kaynaklarda Hâcer'in Mısırlı (İbni Hişam, 1/6) ve Kıbt krallarından birinin kızı olduğu da söyleniyor. Babasının Menfis halkından ve oranın kralı bulunduğu nakledildiği gibi, Hâ­cer'in Hz. İbrahim'in Mısır'a varışında iş başında bulunan firavunun cariyelerinden olduğu da söyleniyor. (Taberî, I/245)

Hatta Peygamberin şöyle dediği rivayet edilmektedir:

“Mısır’ı fethettiğiniz zaman halkına iyi davranın; çünkü onlara karşı ahdimiz ve onların bizimle akrabalığı vardır.” (Müsned, 5/174. Müslim, Fezâli’s-Sahabe/227)

Onun Ümmülarab'dan veya Yâk denilen köyden yahut Nil yakınındaki Ensına kasabasının bir kö­yünden olduğu da iddia ediliyor (İbn Hişâm, I/6. Aynî. X/16)

Görünen o ki, İslâmî kaynaklarda Hâcer ilgili yer alan rivayetler Tevrat’tan oldukça etkilenmiş.

Ancak biz burada farklı rivâyetlerin doğru olup olmadığının değil, Hâcer kıssasının bize vereceği mesaj üzerinde duracağız. 

-          Rivâyetperestlik ve Hz. İbrahim’in üç yalanı meselesi

Hâcer’i anlatıyorken bir yönden onunla ilgili olan ve hz. İbrahim’in üç defa söylediği ileri sürülen şu haberi de değerlendirmek gerekiyor.

Merhum Mevdûdî, Enbiya/63 ayeti münasebetiyle, Hz. İbrahim'in hayatı boyunca üç defa yalan söylediğini bildiren bir hadisi reddederken kullanır:

Ne yazık ki bu hadis, iki aşırı görüşe neden olmuştur. Rivayeti kutsallaştıran "rivayetperest" birinci grup, 'sahih bir hadis' böyle söylediği ve bu hadis Buhari ile Müslim'de kayıtlı olduğu için Hz. İbrahim'in (a.s.) gerçekten bu yalanları söylediğine inanırlar. Bir peygamberi 'yalancılık'la suçlayan bu hadisi bir tarafa bırakmanın daha iyi olacağını düşünmezler. İkinci grup ise, Buhari ve Müslim tarafından sahih kabul edilen bu hadis güvenilir olamayacağı için bütün hadisleri bir tarafa atarlar. (Tefhim'ul-Kur'an, 3/314)

Mevdûdî'nin burada ve satırların devamında vurgulamaya çalıştığı husus, bir rivayetin sahih bir senetle nakledilmesinin, o rivayetin kabul edilmesi için yeterli olmadığı, rivayetin sadece senedinin değil, aynı zamanda metninin de sahih olması gerektiğidir. 'Rivayetperestlik' ise, bir rivayetin metni üzerinde düşünmeksizin, sadece sahih senedle nakledildi diye bir rivayeti kabul etmek demektir. (Hikmet Zeyveli, bir yazısında bu tutumu, 'basiretsiz nakilcilik' şeklinde tesmiye ediyordu.) Haksöz Dergisi - Sayı: 55 - Ekim 95

http://www.haksozhaber.net/okul/article_print.php?id=1095

M. İslamoğlu da buna “rivâyetin otoritesi” diyor.

Hadis kaynaklarda şöyle geçiyor:

Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“İbrahim (a.s), şu üç konu hariç asla yalan söylememiştir. Bu yalanlardan ikisi, Allah'ın zatı/rızası hakkındadır. Biri;

فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ {88} فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ {89}  “Ben gerçekten hastayım” (Saffat 37/39)

diğe­ri de; قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِن كَانُوا يَنطِقُونَ {63}

“Belki bu işi, putların şu büyüğü yapmıştır” (Enbiya 21/63) sözüdür.

Birisi de, hanımı Sare hakkında söylediği sözdür. Bu olay şöyle olmuştur:

“İbrahim (a.s), beraberinde Sare olduğu halde zalim bir hükümdarın memleketi­ne gelmişti. Sare, insanların en güzeli idi. İbrahim, Sare'ye:

“Bu zalim, senin benim eşim olduğunu bilirse, senin için bana galebe çalar seni benden alır. Eğer sana sorarsa, kendinin benim kız kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm'da benim kız kardeşimsin. Zira yeryüzünde seninle benden başka müslüman bilmiyorum” dedi.

Nihayet İbrahim, o zalim hükümdarın memleketine girdi. Hükümdarın adamla­rından biri, Sâre'yİ gördü. Derhal zalim hükümdarın yanına varıp ona: “Gerçekten senin memleketine öyle bir kadın geldi ki, bu kadının senden baş­kasına âit olması yakışık olmaz” dedi.

Zalim hükümdar, hemen Sâre'ye adam göndererek onu yanına getirtti. Bunun üzerine İbrahim (a.s), kalkıp namaza durdu. Sâre, zalim hükümdarın yanına girince, hükümdar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat eli şiddetli bir şekilde tutul­du. Bunun üzerine zalim hükümdar, ona:

“Allah'a dua et de elimi salsın! Sana bir zarar vermeyeceğim” dedi. O da dua etti. Fakat zalim hükümdar saldırışını tekrarladı. Eli ilk defakinden daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Zalim hükümdar, Sâre'ye yine ilk defadaki sözlerine benzer sözler söyledi. O da dua etti. Fakat zalim hükümdar aynı hareketi yine tekrarladı. Eli ilk iki tutuluştan daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Artık zalim hükümdar:

“Allah'a dua et, benim elimi salıversin. Allah şahidim olsun ki, sana bir zarar vermeyeceğim' dedi. O da dua etti ve zalim hükümdarın eli serbest kaldı. Bu sefer zalim hükümdar, Sâre'yi getiren adamı çağırarak:

“Sen bana ancak bir şeytan getirmişsin, bana insan getirmemişsin! Bunu he­men memleketimden çıkar. Hâceri de ona ver!” dedi.

Hadisin râvisi der ki:  “Sâre yürüyerek İbrahim'in yanına geldi. İbrahim (a.s), onun geldiğini görünce ona: “Ne haldesin?” diye sordu. Sâre: “Hayırdır. Allah, facirin elini men etti. Bana da bir hizmetçi hediye etti” dedi. Ebû

Hureyre: “Ey gökyüzü suyunun oğulları! İşte anneniz bu kadındır” dedi. (Buhari, Enbiyâ 9, Büyü' 100 (2217), Hibe 36, Nikâh 12, İkrâh 6; Müslim, Fezâil 154, (2371); Ebu Dâvud, Talâk 16, (2212); Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3165).

Bu rivâyetin güvenilir olduğuna inananlar çeşitli yorumlarda bulundular.        

 “Eğer konuşabiliyorlarsa, bu kırma işini, kırılan putlara sorun!.” (Enbiyâ 21/63) bu yalan değil, onlarin ne kadar yanlış düşündüklerini anlatmakk için kullanılmış mantıklı bir önermedir. Zaten İbrahim (as) müşriklere;

وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ {57}

Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım.” (Enbiya 21/57) demişti. Verdiği cevap da putlarına karşı yaptıklarının mantıklı açıklmasıdır.

Hz. İbrahim (a.s)'in, hanımı Sâre ile ilgili “Sen kız kardeşimsin” sözü için o dinde kardeşliği kasdetmiştir. Mu’minler dinde kardeş değil mi? (Hucurât 49/10)

İmam Razi şöyle diyor: “Peygamberlere yalan isnat etmektense râvilerin yalan rivayette bulunduklkarını düşünmek daha evladır.“ (Tefsir-i Kebir, 6/113)

Peygamber veya râviden birisine yalan isnat etmek gerekli olduğu zaman, bunun peygamber yerine râviye isnat edilmesi zorunludur. (Tefsir-i Kebir 7/145)

“Ben, burada sika râviler yalan rivayatte bulundular demiyorum. Ama bu rivâyetin nakli sırasındaki merhalelerden birinde herhangi bir râvi bir dikkatsizlikte bulunmustur diyorum. Bu sözün peygambere ait olduğunu söylemek zordur. Sadece senede dayanarak peygamberlere güveni sarsacak bir rivâyeti gözleri kapalı kabul etmemeliyiz.

Muhaddisler ve pek çok kaynak bu hadisi kabul edip savunuyorlar. Onlar hadisi metin açısından tenkit yerine İbrahime’e nisbet edilen yalanları çeşitli şekillerde tevil ediyorlar.

Mevdudi onları ikna edici bulmuyor. Ona göre de (Enbiya 21/63, Saffat 37/89) âyetindeki ifadeler aslında yalan tanımına da girmezler. Bu konuda pek çok müfessir ve muhaddis hemfikirdir.

Geriye sadece hanımına kızkardeşim demesi kalıyor. Bu acayip rivâyeti tevil de zorlanmışlar. Tevrat’ta bu olayın olduğu zaman Sâre’nin 65 yaşında olduğu yer alıyor. (Bu da Kur’an ve sünnetin ruhuna uygundur. Zira rivâyete göre Hâcer’i İbrahim’e o verdi. Lût kavmi helak edilme haberiyle birlikte İshak’ın müjdesi verildiği zaman Sâre bu haberle sarsılır. Zira kendisi artık çocuğu olmayacak kadar çok yaşlıdır. Bu iki olay arasında 10-12 yıl kadar zaman geçtiği tahmin ediliyor.)

Bu yaştaki bir kadın nasıl göz konulacak kadar güzel olabilir?

Bu yaştaki kadına herhangi bir insanın tutulması nasıl mümkün olur. Böyle bir kadının Mısır kralının dikkatini çekeceği biraz abartılı değil mi?

İbrahim’in karısı için “bu benim kızkardeşimdir” demesinin ne faydası olabilir ki?

Yorumcular şu şekilde açıklıyorlar:

O kralın dininde sadece evli kadınlara el konuluyordu. Onun için Hz. İbrahim ‘kız kardeşim’ demekle onun kocasız olduğunu ima edip gasptan korumak istedi

Hz. İbrahim o sözü kral karısını bırakmayacağını anladığı için söylemiş. Hanımı olduğu söylese idi hem canı hem karısı gidecekti. Bu durumda hiç olmazsa kendi canını kurtarmış oldu.

Kral onu  boşatmaya zorlayabilirdi. ‘Kız kardeşim’ demekle bu ihtimali engelledi. O kralın dininde bir kimse kız kardeşle ile aile kurmaya herkesten daha layık idi. Hz. İbrahim bundan faydalanarak Sare’yi kurtarmak istedi. (Fethu’l-Bari, 6/247. Ayni 15/249. Kastallani 5/280)

Bu açıklamalar konuyu açıklıyor mu yoksa daha da içinden çıkılmaz hale mi getiriyor?

Dünyanın neresinde bakire duruken dul ve yaşlı kadına göz dikildiği görülmüş?

Bir peygamberin canını kurtarmak için hanımını feda edebileceği nasıl düşünülür?

Kralın zorla boşandıracağı endişesiyle eşine kardeşim diyerek onu boşamadan başkalarının faydalanmasına imkan tanımak hangi peygambere yakışır?

Kralın kız kardeşin kocası olmaya erkek kardeşi layık görmesine rağmen, kocanın kocalık hakkını reddetmesine inanmak ne kadar mantıklı olur?

Bu faydasız sözleri üreterek hayal mahsulu bir olayı gerçekmiş gibi göstermek yerine Peygamberin kesinlikle böyle bir demediğini , bu olayın yanlış yollarla nakledilecebileceğini kabul etmek daha mantıklı değil mi?

Kimileri bu gibi haberleri reddetmenin hadislere güveni sarsabileceğini ileri sürerler. Bu doğru değil. Peygamberin şanına yakışmıyan veya Kur’an’a yüzde yüz zıd bir haber dikkatle incelenmeli ve râvilerin de hata yapabileceği, yanlış aktarmalar olabileceği düşünülmeli.

Hiç bir şekilde te’vili yapilmayan şeylerin Peygamberimize nisbet edilmesi mi, yoksa sika (güvenilir) olsa da râvilerin rivâyetlerinde hata yapabileceğini kabul etmek tehlikelidir? (Mevdûdî, Resâil ve Mesâil - Türkçesi, 3/44-47)

-          Hâcer; bir peygamber hanımı

Bazı kaynaklarda (özellikle Tevrat’ta), Hz. İbrahim’in ilk hanımı Sâre’nin, kocasının çocuğu olması için Hâcer’le evlenmesine izin verdiği söyleniyor.

Bu evlilik nerede gerçekleşti?

O zaman İbrahim peygamber kaç yaşında idi?

Hacer kaç ysaşında idi? Bilmiyoruz.

Onun evliliği ilgili başka bilgiye sahip değiliz. 

-          Hâcer; bir peygamber annesi

Hz. İbrahim (as) iki evli olduğu halde uzun zaman çocuğu olmamıştı. Bunun üzerinde Allah’a dua edip bir çocuk istediği Kur’anda söyleniyor ama İsmail’in (as) doğumuyla ilgili bilgi verilmiyor. (Sâffat 37/100) 

O zaman İbrahim peygamber  ihtiyar idi. Bunu Kur’an’dan öğreniyoruz. (İbrahim 15/39)

Hz. İbrahim’in İshak ile müjdelendigi Kur’an’da anlatılıyor:

وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ {71}‏ قَالَتْ يَا وَيْلَتَى أَأَلِدُ وَأَنَاْ عَجُوزٌ وَهَـذَا بَعْلِي شَيْخاً إِنَّ هَـذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ {72} قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ {73}

“O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.

(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.

(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.” Hud

Tefsirciler burada bahsedilenin ilk hanımı Sâre, müjdelenen oğulun da İshak (as) olduğunu söylüyorlar.

-          Hâcer; Hicretin gelini, muhâcirlerin öğretmeni

İsmail’in doğumundan sonra ne kadar zaman geçti bilmiyoruz.

İslâmî kaynakların anlattığına göre Hz. İbrahim Allah’tan aldığı bir işaretle Hâcer’i ve İsmail’i Mekke’ye götürüp bıraktı.

Bazı kaynaklar Hz. İbrahim’in ilk eşi Sâre’nin çocuğu olmadığı için Hâcer’le evlenmesini sağladı. Bir müddet sonra da hz. İsmail doğunca onu kıskanmaya başladı. Bu yüzden Peygamber evinde huzursuzluk çıktı. Sâre’nin kıskançlığı o kadar arttı ki Hz. İbrahim’den Hâcer’i ve çocuğu yanından uzaklaştırmasını istedi. Hz. İbrahim tereddüt etse de sonunda Allah’tan aldığı vahiyle İsmail’i ve annesini alıp Mekke’ye getirdi diyorlar.

Kaynakların sırarla kıskançlık olayına vurgu yapmaları, hz. İsmail’in henüz çocuk iken ıssız bir vadi olan Mekke’ye bırakışının hikmetini, Hâcer’in buradaki imtihanını ve bu imtahanın ne denli güzel sonuçlara sebep olduğunu gölgede bırakıyor.

Halbuki burada vurgulanması gereken kumalar arasındaki kıskançlık değil, hz. Hâcer’in destansı tevekkülü ve sabrıdır.

Diyelim İbrahim Peygamber evdeki huzursuzluğu sona erdirmek için Hâcer’i Sâre’den uzaklaştırmak zorunda idi. Peki neden Filistin’de daha yakın bir yeri seçmedi de bir aylık mesafede olan ve bazı kaynaklara göre o zaman henüz yerleşim yeri olmayan Mekke’yi, dağların arasındaki bu kurak yeri seçti?

Bir hanımını razı etmek için diğerini adeta sürgüne göbderirvcesine, çok uzak yerlere, çölün derinliklerine bir bebekle tek başına terketmesi hakszılık değil mi? Bir peygamber böyle bir haksızlık yapar mı? O zaman Hacerin şu soruyu sormaya hakkı olmaz mı? İbrahim bu cezayı hak edecek ne suç işledik?

Her ikisi de peygamber hanımı ve peygamber annesi olan ve aynı zamanda İbrahim’in (sa) sâdık sahabeleri olan Sâre ile Hâcer’in geçimsiz kumalar gibi, birinin uzak diyarlara sürgünü sonucunu doğuracak denli kavga ettiklerini, hz. İbrahim’i çileden çıkardıklarını düşünmek ne derece mantıklı oldu?

Olayı kıskançlığa bağlarsak; burada hz. İbrahim’in evlattan ayrı kalma, onu Allah yoluna feda etme imtihanını, Hacer’in tevekkülünü, Kâbe’nin inşa edilip hac mekanı yapılmasını kaçırırız.

Kaldı ki kıskançlık olayı yukarıda geçtiği gibi temamen Tevrat kaynaklıdır.  Müslüman müellifler bu israili haberi hiç bir tenkide tabi tutmadan kitaplarına aldılar. Sonradan gelenler de öncekiler aşırı saygıdan dolayı yazılanları aynen aktardılar. Bu o kadar yerleşti ki, sahih bir haber olarak anlatılıyor.

Bunları isbat edecek bir belge olmadığı gibi, biz bu seyahatin bir kıskançlık sonucunda değil, Hz. İbrahim’in İsmail’i ve annesi Hâcer’i Mekke’ye getirmesinin ilâhî bir işaretle olduğunu, bunun da kıyamete kadar gelecek hayırlara kapı açtığını, Kâbe’nin yapılmasına zemin hazırladığını kabul ediyoruz.

Hz. İbrahim, oğlunu ve hanımını kendisinden uzaklaştırmak veya kovmak için değil, Cebrail’den aldığı emir doğrultusunda bu vadiye getirmiştir. Hz. Ali’den gelen bir rivâyetine göre Hz. İbrahim oğlu İsmail’i bu vadiye getirme emrini, Kâbe’nin inşası emriyle birlikte almıştır. (Taberi, Tarih, I, 252-253)

Bazı kaynaklar Hâcer”in hz. İbrahim'e; "Bizi hiçbir ekinin bitme­diği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bı­rakıp gidecek misin?" diye sormuş. İbra­him de bunu Allah'ın emriyle yaptığını söyleyince; ‘Öyleyse Allah bize yeter. O bizi korur ve gözetir’ diye cevap verdiğini anlatıyorlar.

Eğer bu haber doğru ise burada Hâcer’in Allah’a olan güveni karşısında hayran kalmamak mümkün değil. Şüphesiz, bir anne olarak, uzun yıllar özlemini çektiği ve henüz yeni kavuştuğu, belki de yeni yürümeye başlayan bir yavruyla birlikte ıssız bir vadiye tek başına kalmak... Velev ki vadide başka yaşayanlar olmuş olsa, durum değişir mi?

Bunca özlemden sonra yaşlı bir adamdan bir çocuk sahibi olsun, sonra yine onun tarafından çok uzaklara götürülüp terkedilsin…

İnsan sormaz mı? İbrahim, ey Allah’ın elçisi, ne oluyor, bu denir?

Gerçekten zor bir şey, çetin bir imtihan.

Belli ki Hâcer Allah’ın emrine teslim olan bir kimseydi. Bunun bir imtihan olduğunu, bu denemeyi başarıyla tamamlaması gerektiğini biliyordu. 

Nitekim hz. İbrahim’in cevabı karşısında sustu, teslim oldu ve verilmesi gereken en muhteşem cevabı erdi: “Hasbunallhü ve ni’mel-vekil.”

İşte bu Kur’an’ın yakîn dediği imandı.

Bu olayın hz. İbrahim'e de çok zor geldiğini söyleyebiliriz.

Kur’an şöyle anlatıyor:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـذَا الْبَلَدَ آمِناً وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ {35} رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {36} رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ {37} رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللّهِ مِن شَيْءٍ فَي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء {38} الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء {39} رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء {40} رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ {41} İbrahim

“Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!»

«Çünkü, onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.»

«Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.»

«Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.»

«İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.»

«Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!»

«Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve müminleri bağışla!»

Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez. Hâcer’in yanındaki su bitmiş, erzak azalmıştı. Çocuğa su bulmak için telaşla Sefa ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmişti. Yedincide döndüğü zaman İsmail’in bulunduğu yerde su olduğunu gördü.  Uzun bir susuzluktan sonra birdenbire suya kavuşan Hâcer’in telaşla su boşa akmasın diye önüne göletler yapmaya çalıştığı anlaşılıyor.

Onun bu telaşını Peygamber (sav) şöyle ifade ediyor: « Allah İsmail’in annesine rahmet eylesin. Eğer o Zemzem’i kendi haline bıraksaydı Zemzem akar bir kaynak olurdu. (Buharî, Enbiya/9. Şiir/10. Müsned, 1/347)

(Zemzemin kuyu değil de akarsu olmadığını bu sebebe bağlamak çok mantıklı gçrünmüyor. Bu gibi haberlere ihtiyatla yaklaşmak daha iyidir diye düşünüyoryz.)

Çok geçmeden Yemenli Cürhüm kabilesinden bir yolcu kafilesi Kâbe’nin bulunduğu yöne geldi. Zemzem’i gören yolcular, Hâcer’den oraya yerleşmek için izin istediler. O da Zemzem üzerinde hak iddia etmemek şartıyla onlara izin verdi. Böylece bir görüşe göre Mekke şehri bir anlamda Hâcer ve onlar tarafından kuruldu. Bununla Hâcer’in ve İsmail’in yalnızlıkları da sona ermiştir. (Buhârî, 3184; Beyhâkî, 9153)

Kimilerine göre ise Hz. İbrahim Mekke’ye geldigi zaman orada yaşayanlar vardı. Dolaysıyla onlar hiç kimsenin olmadığı ıpıssı bir yere değil, meskun bir yere geldiler. (Allahu a’lem)

Hâcer’in bundan sonraki hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmuyor.

Hz. İbrahim’in daha sonradan onları sık sık ziyarete geldiği, çocuk biraz büyüyünce kurban edilmekle imtihan olundukları biliniyor.

Daha sonraları Allah (cc) Kâbe’nin temellerini yeniden yükseltmek için Allah’tan emir aldı. O zaman İsmail’in (as) peygember olup olmadığını, Hâcer’in Kâbe’nin yapımına şahit olup olmadığını bilmiyoruz.

Bazı kaynaklara göre muhtemelen Hz. Hacer de beyti ziyarete gelen kadın hacılara ibadetin usûllerini öğretti ve hacılara hizmet etti. Bu mübarek hizmetle geçen uzun bir ömrün sonunda vefat ettiği zaman Kâbe’nin Hicr mevkiine defnedildi.

Böylece bir hizmetçi iken, Allah'ın Peygamberine sadakati sayesinde Kâbe’nin yanı başına defnedilmek gibi bir şerefe de nail oldu.

-          Hicret niçin Mekke’ye?

Onları Mekke’ye niye götürdü?

Sâre ile Hâcer’in anlaşmazlıkları sebebiyle mi?

Bunun cevabını yukarıda verdik.

Bunun hikmeti Hâcer’in hz. İbrahim’e sorusunde gizli: “Bizi buraya kendi kararınla mı bırakıyorsun, yoksa Rabbin mi emretti.” İbrahim, “Allah emretti” deyince, “o zaman git, Allah bize yeter” demişti.

Burada inanmış bir kadının taslimiyetini ve Allah’a olan güvenini hayranlıkla görüyoruz.

Bu hicretin bereketi büyüdü, yayıldı, kıtaları aştı ve günümüze ulaştı.

-Mekke yerleşime açılacaktı

- Allah orada Hz. İbrahim (as) ve oğlu İsmail’in eliyle Kâbeyi inşa ettirmeyi istemesi, hac ibadetinin onunla tekrar başlaması ve bu hikmete binaen onları oraya yerleştirmiştir.

-Zemzem suyunun çıkması için, İsmail’in öyle bir macera geçirmesini hikmetli bir sebep kılmıştır. 

- Kâbe, Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)’in torunu olan ahir zaman Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) namazda kıblesi, hacda menasiki olacaktı. O yerlerde onların hatırasını bakileştirmek için, ilahî hikmet, böyle bir maceranın olmasını istemiştir.

وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئاً وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ {26} وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ {27} لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَّعْلُومَاتٍ عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ {28} ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ {29} Hac

“Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.

İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.

Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.”

Bir benzeri:

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ {125} وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـَذَا بَلَداً آمِناً وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ {126}‏ وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ {127} رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ {128 Bekara

“Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.

İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!

Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.”

-          Oğlunu kurban veren bir anne

Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme olayı anlatılırken hz. Hâcer’den pek söz edilmez. Halbuki bu olayda onun rolü, tavrı ve sabrı en az diğerleri kadar önemlidir.

Bir anne düşünün , yaşlı bir babadan, seneler sonra bir çocuk sahibi oluyor, sonra onu baba kendi elleriyle boğazlamaya götürüyor. Annesinden kopararak, annesinin  bağrından bir parça sükerek.

Evet emir Allah’tan ama nihayet insan yüreği, anne kalbi nasıl dayanacaktı?

Demek ki dayandı. Kur’an’da  ve hadis kaynaklarında  Hâcer’in bu imtihana itiraz ettiği, karşı çıktığı, perişan olduğu anlatılmıyor.

Buradan onun da bu büyük imtihanı tevekkülle karşıladığını, sabrettiğini, sonucunu Allah’tan beklediğini anlayabiliriz. Mekke’ye bırakıldığı zaman ki sözünü hatırlayalım. “Git Allah bize yeter (Hasbunallahi ve ni’mel’l-vekil).”

Anlatılır ki bir anne oğlunu Çanakkale’ye gönderirken başını kırmızıyı boyamış veya kına koymuş. Sebebi sorulduğunda beldesinde kurbanlık koçların kırmızı ile işaretlendiklerini anlatmış.

Hâcer şüphesiz ki bu anneden daha şuurlu ve daha mütevekkildi

وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ {99} رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ {100} فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ {101} فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ {102}‏ فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ {103} وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ {104} قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ {105} إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ {106} وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ {107} وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ {108} سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ {109} كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ {110} إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ {111} وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيّاً مِّنَ الصَّالِحِينَ {112} وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَاقَ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ {113} Saffat

“(Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.

İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.

Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.

Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik.

Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.

Sâlihlerden bir peygamber olarak O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik. Kendisini ve İshak'ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.”

Hacer hz. İbrahim gibi bir kocanın hanımı, İsmail gibi bir lâkabı da “zebihullah-Allah için kurban olarak adanan” olan bir oğlun annesi, hz. Muhammed gibi bir peygamberin buyükannesi idi.

Safa ile Merve tepeleri arasındaki telaşlı koşuşturması hac için rükün (sa’y) yapılan bir hanım.

Hac var oldukca adı anılacak olan, hicretin gelini ölümsüz bir anne.

Zemzem içildikçe hatırlanacak, güzel bir ad bırakan ak yüzlü bir kadın.

Artık onun makamını, faziletini ve örnekliğini düşününüz.

-          Hacer’i günümüze taşımak

Kesilen kurbanların etleri ve kanları değil, mü’minlerin takvasının Allah’a ulaşacağı vurgusu kurban ibadetindeki asıl amacı haber veriyor. 

لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِن يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ {37} Hac

“Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” (Hac 22/37) 

-Biricik yavrusunu Allah’a kurban veren anne Hâcer”de bu şuurun olduğunu görüyoruz. Belki de o tahmin etti ki İsmail’in eti ve kanı Allah’a gitmeyecek. Ama kendi teslimiyetleri, Allah karşısında duruşları gidecek.

Öyleyse kurban kesenler Hâcer’i, İsmail’i ve baba İbrahim’i, onlardaki samimiyeti gözden ırak tutmasınlar.

-‘İslâm, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak feda eden veya etmeye hazır olan, ahlâk ve takva bakımından İsmail ve İbrahim (as), ve Hacer gibi olanların eliyle yücelir.’

-Hâcer Allah’tan arzı olmanın sembolüdür. Allah neye hükmetmişse ona razı oldu ve içinden en ufak bir terddüt geçirmedi. Niitekim Kur’an buna bir ayette işaret ediyoır:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُّبِيناً {36} Ahzab

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

-Kavuşabilmek için terketmeyi öğretiyor. Mekke’ye bırakıldı. Ama zemzeme kavuştu. Ayrılığa razı oldu, İbrahime kavuştu. İsmailini babası gibi feda etti İsmailine kavuştu.

-Hâcer bize eser bırakmayı öğretiyor. Öyle bir hayat yaşa, öyle eserler bırak ki adın hayırla yad edilsin. Arkandan dua edilsin, ama davul zurna çalınmasın. “Oh be öldü de kurtulduk” denilmesin. Ölümün İslâm cemaatinde bir boşluk meydana getirsin.

-Hâcer mü’mine kızlara salihlerle, mü’min erkeklere saliha kadınlarla evlenmelerini, anne-babalara da salih evlat yatiştirrmelerini öğretiyor ki salih eşler bulsunlar.

Bekârları salihlerle evlendirin ayeti:

‏ وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ {32} Nur

-Hacer örnek bir eş, örnek bir anne. Anneler Hâcer gibi, eşler Hâcer gibi olmalılar ki evlatları İbrahimin İsmail’in yolundan gitsinler, Hz. Muhammed’e ümmet olabilsinler.

-Hâcer, sabrın, metanetin, tevekkülüğn, sevginin, fedakârlığın, bağlılığını, tevazu ve  mahviyyetin simgesidir.

-Beytu’l-Haram insana ‘lâ’ demeyi, İbrahim gibi putları tanımayı ve gönlünde onları kırmayı, İsmail gibi kurban olmayı, Hâcer gibi Allah’tan razı olmayı öğretir.

-Meryem icin için Zekeriyya’nın rolü ne ise, İsmail için de Hâcer’in rolü odur. Yani bahçıvan olmak. Fidan dikmek, onu sulamak ve meyvelerini gelecek kuşaklara sunmak. Zekeriyya bahçıvanlığının meyvasını hz. İsa’da gördü.

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناً وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ {37} Âli İmran

Hâcer, suladığı fidanın meyvesini göremedi. O meyva cok uzak bir meyva idi. Fakat uzaklığın nisbetinde muhteşem ve muhterem bir meyve. O meyve Muhammed (sav) idi.

(Tevrat onu yüzyıllar öncesinden müjdelemişti: Tekvin 15.5, 16.10)

Biz suladığımız fidanın meyvesini yiyebiliriz veya Hâcer gibi yiyemiyebiliriz. Olsun, biz sulamaya devam etmeliyiz. Unutmamak gereki ki ne kadar emek sarfedilirse agaç o kadar gümrah ve ömrü uzun olur. (M. İslâmoğlu, Hac Risalesi s: 108)

-Hayatımıza; Allah’ın Halil’ini, Halil’in güzel eşi Sâre’yi, eşinin seçtiği cariye olan ve İbrahim’i hasretle bekleyen Hâcer’i davet edebiliriz.

Çünkü onlar bizlere en güzel şekilde örnek oldular. Onların hayatlarında; imanı, tevhidi, teslimi ve tevekkülü en güzel şekilde görebilir ve bizlerde Rabbe kul olmak için onları hayatlarımızın en güzel köşesine yerleştirebiliriz.

Hâcer annemize bakarken kendimizi görebiliriz. Kovulduğumuz anları, zorlukları, haksızlığa uğradığımız zamanları, ötelere gittiğimizdeki hasreti, hasretin içindeki niyazlarımızı görebiliriz. Bu aslında herkesin hayatında var. Fakat bizler bu duyguları görmeden yaşıyor veya bu duygularla karşılaştığımızda teselliyi yanlış yerlerde de arayabiliyoruz.

Oysaki tek teselli yeri; Allah’ın şefkat kucağıdır.

-          Hâcer ve sa’y’ın manası

Sa’y hac menasikinden biridir. Farz mı vacip mi? Üzerinde durmuyoruz. Ama biliyoruz ki Hac sa’y ile tamamlanır.

Allah (cc) Safa ve Merve tepelerini Allah’ın sembollerinden sayıyor.

إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَن تَطَوَّعَ خَيْراً فَإِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ {158} Bekara

“(O halde) unutmayın, Safâ ve Merve, Allah tarafından konulmuş sembollerdendir;  böylece, hac veya umre için Mâbede gelen birinin bu ikisi arasında gidip gelmesinde bir mahzur yoktur: Zira, eğer kişi, yapması gerekenden daha çok iyilik yaparsa bilsin ki Allah, şükre bol karşılık verendir, her şeyi bilendir.” (Bekara 2/158)

Âyette “min şeâri’llah” şeklinde geçiyor. Bu söz Türkçe’ye, “Sefa ile Merve Allah’ın nişanlarından, alâmetlerinden, işaretlerinden, kutsal yerlerinden, nişânelerindendir” şeklinde çeviriliyor.

Kimilerine göre buradaki “şeâirullah”, hac menasikidir (haccın şartlarıdır). Zeccâc diyor ki: “bu söz, Allah’ı hatırlatan bütün ibadet yerlerini kapsar. Çünkü bu gibi yerler bizim için alâmet taşırlar. Onlar da her vakfe yapılan, say’ yapılan ve kurban kesilen yerlerdir. Yine denildi ki âyette geçen ‘şeâir’, kendisiyle ibadet edilen bütün alâmetleri ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)

Sa’y bir taraftan Hâcer’in arayışını ederken, bir taraftan da bir şeye kavuşmak isteyen insanın göstermesi gereken say u gayreti sembolize eder. Çaba göstermezsen kazanamazsın, başaramazsın demektir.

Kişi ezeli sözleşmesini say u gayret göstermezse yerine getirmez. Hacer’in iki tepe arasındaki telaşlı koşusu, iman edene “ kalk ve çabala” mesajını verir.

Hac zamanı Hâcer olduğunuzu düşünelim.

Adımız hicret,

Soyadımız teslimiyet,

Kimliğimiz insan,

Sıfatımız şefkat, merhamet ve muhabbet

Görevimiz sa’y u gayret…

Sa’y: Belirli bir hedefe ulaşmak için kişinin var gücü harcamasına denir. Yani çalışıp çabalamak. Kur’an’da bu manada kullanılıyor:

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى {39} وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى {40} Necm

“İnsan için yalnızca çabasının karşılığı vardır. ve zamanı geldiğinde kendisine çabası gösterilecek

Müslüman için değil, insan için. Belirleyici ölçü dini kimlik değil ‘çalışmak’.

Kural basit: Çalışan kazanacak, yatan kaybedecek.

Bu basit kurala göre, akıllı kişinin bakacağı yer sonuç değil, amaca ulaşmada ödedigi bedeldir. Sen bedeli öde ve gerisini Allah’a bırak, Allah’tan “alacağın olsun”, günü geldiğinde mutalaka sana geri eksizksiz ödenecektir.

Hâcer’in verdiği mesaj budur.

Hicretin gelini Hâcer, Efendisi İbrahim tarafindan ıssız ve çorak bir vadide yalnızlığın sembolü bir ağacın altına bırakıldığı zaman o canan değil, canan derdindedir, her ana gibi. O bu haliyle bir topluma ana olmanın (imam) ve insanlığın analığına soyunan toplum olmanın (ümmet) gereğini öğretmektedir manevi soyundan gelecek kuşaklara.

Hâcer’in ve bebeğin suya ihtiyacı vardı. O da onu arıyordu.

Çöl ve su. Çöl hayatı temsil eder, su imanı

İmanı yani, yani direnci, umudu ve azmi.

Hayat çöl kadar acımasız, çöl kadar kati kuralları olan bir içkin gerçeklik.

İman ise su kadar hayatî, su kadar umut, su kadar olmazsa olmaz bir aşkın gerçeklik. Çöle dönmüş bir yüreği yeşertecek ve yaşatacak olan yegane iksir imandan başka bir şey olamaz.

Çöl ve su, yürek ve iman. Hayat bunların buluşmasına bağlı. Birinciler fiziki ve geçici hayatı, ikinciler manevi ve kalıcı hayatı temsiil ediyor. Bu buluşma için bir şart var.

O şartın adını şehidlerin efendisi hz. Hüseyin şöyle teleffuz etmişti:

“Hayat iman ve cihad’tır.”

Evet, cihad suyu bulmak için gerekli olanın adı. Amacı, usulü ve niyeti meşru olan sa’y da  bir ‘cihad’ değil midir?

İşte Hâcer’in yaptığı da bu.

Sa’y, zenci bir cariyenin, insanlığa verdiği soylu derstir. Onun cihadını kabul eden Allah, kıyamete kadar gelecek olan mü’min kuşaklara Hâcer’i örnek göstermiş ve taklit ettirmiştir.

Hacer kim?

Bir kadın. Bir zenci. Bir köle.

Ey erkekliğiyle övünenler

Ey özgür olduğunu sananlar

Ey başarı ve üstünlüğü çalışmada değil kendi dahlinin olmadığı, kendisinin seçmediği cinsiyet, ırk, renk, soy, fizik, coğrafya, ulus, ya da sonradan seçtiği cemaat, grup, öezhep, tarikat, vatandaşlık gibi şeylerde arayanlar

Hâcer’e bakan gerçek üstünlüğü ve gerçek başarıyı görür.

Böyle düşünenler, yani başarı ve üstünlüğü beşeri ölçülerde arayanlar  kendi cahiliyyelerinin kurbanı olurlar.

İşin doğrusunu bize Allah’ı razı edip ölümsüzler lsitesine giren şu köleden, şu zenciden, şu kadından öğrenebiliriz.

Hâcer’e bakan onda zamana direnen sahici değerleri öğrenir. Sahte değerlerin peşinden gidenler, kendilerine yazık ederler ve  zamanın değirmeninde toz olurlar.

Allah kimsenin maskesine, aksesuarına, doğuştan getirdiği için övünmenin abes olduğu özelliklere bakmıyor. Hâcer’e bakan, onun Allah’ın bak dediği yerden baktığını, Allah’ın neye değer verdiğini görür.

Hâcer, iman edenlere bir açıdan da hayatın hedefini ve burada ne için çok çalışmaya değer olduğunu öğretir. Hani Kur’an Peygamber hanımlarına;

Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. 

Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/28-29) diyordu.

 Kim dünya metaını isterse Allah ona onu nasip eder. Kim de ahiret ekinin isterse Allah onu isteyene istediğini verir.

Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”  (Şûra 42/20)

Bu biraz da kim ne için çalışırsa ona kavuşur gerçeğinin başka bir ifadesi.

Hâcer insanlığa gerçek özgürlüğü ve umudu da öğretiyor. Umitvar olmak, çölde su olmayacağını bile bile tabiatin katı engellerini iman, aşk ve cihadla aşmaktır.

Bu açıdan bakılınca gerçek hürriyete ulaşmak isteyenin sözlüğünde ‘imkansız’ diye bir kelime yoktur.

Hâcer, gerçek hürriyete ulaşan eşyaya zebun (kul-köle) olmayacağını da öğretiyor. Böyle birisi İbrahim gibi, Hacer gibi, eşyayı kendine zebun eder. Çünkü gerçek özgürlük ‘teshîr’ sırrını yakalamaktır. Yani eşyanın insanın emrine verildigi gerceğini. Biz iyi amir olalım, memurumuz görevini bilecektir.

Gerçek özgürlük olaylara ve isteklere teslim olmak değil, isteklere hakim olma, olaylara müdahele iradesidir. Gerçek özgürlük Hakkın hükmüne ve Hak’tan gelenlere razı olmak, hak dışındakilerden yüreğini azade etmektir.

Hâcer’in bunu başardığını söyleyebiliriz.

Aşığa imkansızlık yoktur. İman ve aşk en büyük imkandır. Hiç bir imkan imanı ve aşkı yaratamaz. Ancak iman ve aşk sınırsız imkan sağlar. (M. İslamoğlu, Hac Risalesi, s: 107-110’den istifade ederek)

Bugün kadınlara olan bakış açılarını düşündüğümüzde hacca giden herkes, ister erkek, ister kadın olsun, Safa ile Merve arasında yedi kere gidip gelerek bir kadın, köle ve siyahî olan Hz. Hâcer’in yolunu izlemektedirler. Ve bu kıyamete kadar da sürecektir. Yüce Allah’ın kadınlara nasıl değer verdiğini, O’na olan kullukta nasıl eşit olduğunu bir kez daha hatırlatılmış oldu.

Hâcer'in bu şiddetli imtihanının ve Allah'a güveninin anısıyla Safâ ve Merve, İslâm öncesi zamanlarda bile imanın ve sıkıntılara göğüs germenin sembolleri olarak görülmeye başlandı. Bu özellik, Safâ ile Merve'nin neden sabır ve Allah'a güven erdemlerini konu alan âyetler içinde zikredildiğini de açıklamaktadır. (M. Esed, Meal s: 43)

Allah (cc), sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan, bu hususta elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere, samimiyetle kendisine tevekkül edenlere, mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder. Su bulmanın imkansız gibi göründüğü çöl ortamında bile, Hâcer gibi oturup ölümü beklemeye razı olmamak, Allah’tan ümidi kesmemek, su ya da yeni imkânlar aramaya devam etmek iman edenlerin tavrıdır.

İşte buna işaret olmak üzere Allah (cc) Safâ ile Merve'yi kıyamete kadar dinin alâmetlerinden olarak göstermiştir.

Mü’minler, biraz korku, biraz açlık ve diğer sıkıntı ve müsibetlerle imtihan edilseler bile ümitsizliğe düşmemeli, kurtuluşu imkânsız görmemeli, sabretmeli ve Allah’tan yardım beklemeliler.

Hac ve umre için Beytullah’ı ziyaret edenler, aynı zamanda Safa ile Merve arasında sa’y etmek zorundadırlar. Zira bu iki tepe arasınd sa’y, haccın menâsikindendir (şartlarındandır). (Sa’y kelimesi hem hızlı-telaşlı yürümeyi, hem de çabayı, çalışmayı, cehdetmeyi anlatır. Nitekim Türkçe’de “sa’y-ü gayret” diye bir tabir vardır.)

Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Hâcer’in sahsında iman edip, sabreden, azim ve tevekkül gösteren kimselere bir ümit kapısıdır. Allah (cc) Hacer’in çabasından, kararlılığından, sabır ve tevekkülünden razı olduğu için, onun iki tepe arasındaki su arayışını (sa’y’ini, çabasını ve gayretini) bütün insanlık için bir ibadet kıldı. Onun bu ihlasını ebedî bir hatıra, kendi sembollerinden, haccın menâsikinden biri yaptı.

Hz. Hacer’in hayatı bir öykü düzeyinde düşünülmemelidir. Hz. Hacer, Hz. İbrahim ile tanıştıktan sonra bir dönüm noktası yaşamıştır. Hayatının her alanında ağır imtihanlara girmiş ve imtihanlarından başarı ile çıkmıştır. Hayatının her safhasında imanı zirvede olan, aktif olarak imanını ispatlayan bir mümindir. Hem erkeklerin hem de kadınların O’ndan alacağı çok dersler vardır. Allah’ımızın Say’ı hac farizası olarak emretmesinin altında yatan hikmeti de bu olsa gerektir. O’nu örnek alarak hayatımıza getirmek…

Her nimet şükür isterdi. Şükrün ardından gelecek musibetlere de sabır gerekirdi. Hayat  bunun için vardir.

İman eden teslimiyet gerekir. Bu da öyle güle oynaya, güllük gülistanlık içinde olmuyor. Zorluk, darlik, ayrılık, baskı ve zulüm, bazen sürgün ve mahrumiyet anlarında pişman olmadan, ah vah etmeden, kendisine uygun görulene razı olarak.. (M. İslamoğlu, Hac Risalesi, s: 112)

Bunların hepsini Hâcer’de görüyoruz.

Hacer’le ilgili şu kaynaklardan daha fazla bilgi alınabilir:

İbni Kesir, Kasasu’l-Enbiya.

Mevdûdî, E. Resâil ve Mesâil (Ter.)

Kuzgun, Ş. DİA Hâcer mad.

Behcet, A. Peygamberler Tarihi.

Solmaz, M-Çakan, İ.L. Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi.

Câdu’l-Mevlâ, Kasasu’l Kur’an.

en-Neccar, A. Kasasu'l Enbiya

Fîrûzâbâdi, el-Kâmûsü'l-Muhit, "ecr", "hecr" maddeleri

Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 347; V, 174

İmam Buhârî, Sahih, Bü­yü/100, Hibe/28, 36, Enbiyâ/3, 9

Müs­lim, Fazâ'ilü's-Sahâbe s: 227. Ibn îshak, es-Sire. s. 77

İbn Hişâm, es-Sire s: 6-8, 296.

Ezraki. Ahbaru Mekke s: 56-67

El-Ya'kubi, Tarih, 1/24-25

İbn Kuteybe. el-Ma'ârif s: 32

Taberî. Târihu’l-Umem ve’l-Muluk I/245-250

Mes'ûdî, Mürucü'z-Zeheb 1/57

Ibnü'l-Esîr. el-Kâmil fi’t-Tarih, I/102-106

Sa'lebî. 'Arâ'isü'l-Mecâlis, s: 61-63

İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye I/151-157

İbn Haldun. el-'İber s: 653

Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI/520

Aynî. Umdetü'l-Kârî, Kahire 1392/1972, X/16

Zekî Şenûde. Târîhu'l-Akbar, Kahire 1973, II/6-7

M. Ahmed Câde’l-mevlâ, Kasasü'l-Kur'ân, Kahire 1984, s: 56-60

Şaban Kuzgun. İslâm Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Ankara 1985, s: 68-70

Şaban Kuzgun, Diyanet I. A. Hacer maddesi          

http://www.haksozhaber.net/tevekkul-ve-sabir-abidesi-bir-muhacir-hz-hacer-22272h.htm

http://www.islamihayatdergisi.com/konular/detay/teslimiyet-ve-tevekkl-abidesi-hz-hacer

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/10581/hz-ibrahim-neden-hz-hacer-ve-hz-ismail-i-mekke-de-birakip-gitmistir.html

http://www.risalehaber.com/hz.-hacer-hicret-kadini-1-12932yy.htm

http://www.burhandergisi.com/butun-yazarlar/66-nihat-morguel/617-hacer-allahn-evinin-ebedi-hizmetkar-.html

http://www.tefekkur-dergisi.com/hacer%E2%80%99e_selam_olsun_.html

http://www.adanakent.com/biyografi/hz-hacer-kim-h41839.html

http://www.herkul.org/sizden-gelenler/Analar-Hacer-Olmadikca-Ogullar-Ismail-Olmayacak/

http://www.yenibahardergisi.com/yenibahar/newsDetail_getNewsById.action?newsId=27105