İslamda bilgi/ilim anlayışı üzerine bir seminer                                                

Hüseyin K. Ece

28.10.2007

Selam/Dortmund-Almanya

Bilginin Birliği =        * Hikmet

                                    - Nebevi Hikmet

                                    - Beşeri  Hikmet

                                    * İlim ve Alim

 

A-İSLÂM KÜLTÜRÜNDE HİKMET KAVRAMI

1-Hikmet Nedir?

a-Hikmet Kelimesinin Kökü;

‘Hikmet’ kelimesinin kökü ‘hükm’dür.

‘Hakeme’ kökü ve ondan türeyen kelimeler isim ve fiil olarak Kur’an’da 700 kadar âyette geçiyor.

‘Hakeme’ ve onun türevleri çok geniş bir anlam sahasına sahiptirler. Her biri kullanıldığı yere göre farklı manalar taşırlar.

‘Hakeme’; sözlükte,

a-Men etmek, kontrol etmek, hakimiyeti altına almak

b-Hükmetmek, yargılamak, lehte veya aleyhte karar vermek,

c-İşi sağlam yapmak, sağlamlaştırmak, kesin ve apaçık hüküm

d-Islah maksadıyla bir şeye engel olmak, iyiliğin elde edilmesine çalışmak, idare etmek ve tahakküm etmektir.

Aynı kökten gelen ‘hâkeme’, suçlunun davacı tarafından mahkemeye öağrılması demektir.

El-Hakem; hükmeden, hüküm vermekte maharet kazanan kişi, hükmünü yürüten, ya da hüküm verme makamında olan demektir.

El-Hâkim; kötülüğe engel olan, hüküm sahibi, hükmünü yürüten, hükmü verip uygulayan manasına gelir.

‘Hakîm’ sözlükte; bilgin, hikmet sahibi, işlerini en güzel bir biçimde ve sağlam olan demektir.

Yine Hakîm feîl vezninde fail olarak hâkim, yargıç anlamında da kullanılır.

Hakîm, yrıca eşyayı layı olduğu yere yerleştiren ve tecrübelerin olgunlaştırdığı kimsedir.

Aynı kökten, ‘hükkâm, muhkem, tahkim, ihkâm, muhakkim, mahkeme, hakimiyet, hükümet’ gibi kavramlar da türemiştir.

Hepsi farklı anlamlara gelse bile, hepsinde de işi sağlam yapma, zarara engel olma, hikmetle, faydaya ve maksada uygun şekilde yapma, tutarlı olma, yerinde iş yapma, yetki altına alma, hükmünü yürütme anlamları ortaktır.

Masdar olarak ‘hükm’ aynı zamanda, ilim, derin kavrayış, adil yargı, karar vermek gibi manalara da gelir.

 

b-Sözlükte Hikmet:

‘Hikmet’ de ‘hükm’ kökünden gelen bir kelimedir ve aynı kökten gelen kelimeler içerisinde en zengin anlam sahasına sahiptir.

‘Hikmet’ sözlükte, kötülükleri ortadan kaldırmak, iyilikleri elde etmek, gerçeği yakalama noktasında ilim ve akılla hareket etmedir.

Hikmet;

-Allah (cc) açısından, eşyanın bilinmesi, tutarlı ve anlamlı bir şekilde icad edilmesi,

-kul açısından ise, varlıkların bilinmesi ve hayırlı iş yapılmasıdır.

Hikmet ile hükm kelimeleri Kur’an’da bazen aynı anlamda kullanılmaktadır. Mesela, Yusuf (as)a daha genç iken ‘hükm’, yani hikmet verilmiştir. (12 Yusuf/22)

Kimilerine göre ‘hükm’, hikmetten daha kapsamlıdır.

 

c-Kur’an’da Hikmet kavramı:

Kur’an’da yirmi yerde geçen ‘hikmet’ kavramını tefsirciler bir çok farklı manada tefsir etmişlerdir.

Bu tefsirlerin her biri farklı gibi görünse de ‘hikmet’in ifade ettiği ‘sözde ve amelde tam ve eksiksiz olma, faydalı ve isabetli olma’ anlamı etrafında dönerler.

1- İbn Abbas'a göre, Kur'an'da geçen hikmet, helâl ve haram'ın       öğrenilmesidir..

2- Eşyayı yerli yerine koymaktır.

3- Allah’ın emrini işini bilmek ve anlamaktır. O aynı zamanda akıldır. (Zeyd b. Eslem)

4- İlim ve anlayış sahibi olmak, onun gereğince amel etmek

5- Mutezile’ye göre anlamak ve delil getirme kuvvetidir.

6-Hikmet, eşyayı yerli yerine koymaktır.

7-Hikmet, doğru fiilere sabır ve sebatla devam etmektir.

8-Eşyanın künhüne vakıf olmak ve anlamaktır. (İbrahim Nehâî)

9- Cürcânî: İcat ve ilim demektir. "Hikmet, varlık dünyası hakkında insanın kendi gücü oranında eşyanın hakikatlerin­den sözeden ilimdir. 

İkiye ayrılır: Sözlü hikmet şeriat ve tarikat ilimlerini kapsarken, sözsüz hikmet Hakikat'ın sırlarını içerir. İlimleri kitaplarından öğrenen bilginlere ve halk yığınlarına hikmetin bu türü zarar verir, onları helaka uğratır."

Cürcânî'nin tanımında "felsefe, ebedi mutluluğun kazanılması amacıyla beşerin gücü oranında kendini ilâhî (vasıflara) benzeştirme çabasıdır" der.

10-  Aklı (düşünceyi) Allah'ın emrine tabi kılmak

11-  İnce anlayış/fehm demektir. (Şureyh, İbni Mes’ud, Ebu’l Âliye)

12-  Hikmet Sünnettir.

13-  Hikmet, siyasette insanın gücünün yettiği kadar Allah’a uymasıdır.

14- Hikmet illetsiz işaret, yani üzerinde illet düşünülmeyen Allah’tan kayıtsız şartsız, şek ve şüphe, zaaf ve fesat ihtimali bulunmayan, niçin ve neden diye araştırmaya ihtiyaç bırakmayan işarettir.

15- Hükmet, bütün durumlara hakkı şahirt tutmaktır.

16- Hikmet din ve dünaynın düzgünlüdür.

17-Söz ve fiilde isabet etmek İlim ve fıkıhtır. (Mücahid)

18- İyi olanı, kötü olana tercih etmek

19- Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak (Fahreddin Razî)

20-Allah'a itaat, dini anlama ve onunla amel etmek (İbni Kasım)

21-Basiret sahibi olma

22-Vesvese ile gerçek arasında doğruyu tercih etmek

23- Sufiyye: İlmi Ledünni. Mesela Bursalı İsmail Hakkı’ye göre, vahiy nasıl mevhibe-i enbiya ise, hikmet de mevhibe-i evliyadır.

24-Beydavi, ulemanın Hikmeti şöyle tanımladığını söyler: "Nazari ilim­leri iktisap etmek ve yapa­bildiği kadar iyi, müstahsen ameller işlemek, tam itiyadını kazanmak sayesinde, insan ruhunun kemalini ifade eder."

25-İcad kabiliyeti

26-Tahânevî (1158/1745), hikmeti, Ameli Hikmet, Münzel Hikmet, Siyasi ve Medeni Hikmet, Nazari Hikmet diye kısımlara ayırır.

Hikmetin Nebevi bir kaynaktan neş'et ettiğini ve islam dünyasında "Meşşai" ve "İşraki" iki kola ayrılıp yayıldığını söyler. Akli istidlal ve nazari bilgilere önem veren birinci kolu Meşşai­ler'le birlikte Kelamcılar da temsil eder.

İç aydınlanma, keşf ve müşahede yolunu tutan ikinci kolun tem­silcileri ise Sufiler ve İşrakilerdir. Bunlar iç aydınlanma ve riyazet ile gerçeğin bilgisine varmak isterler.

Tahânevî, felsefenin anlamının "Vacibu'l-Vucud'a benzemek" olduğunu söyler.

27-Râgıb ise "akıl ve ilimle hakka isabet edilmesi" ve eşyanın bilgisine sahip olmak" şeklinde tarif etmiştir. (Elmalılı, H. Y. Tefsir; 2/205-215)

Kur’an, peygamberlik, ilim, anlayış, öğüt, gerçeklik, duyular üstü idrak, iç tatmin, derin derin düşünme, doğruyu en iyi şekilde bulmak ve sunmak, din, dinin inceliklerini kavrama, güzeli kötü olana tercih edebilme yeteneği, kavrayış, aklı gereği gibi işletme, varlığın sýrlarını yakalamak. (nak. K. Temel Kavramlar, 184)

28-Hikmet, kendisinde bilgi olan kişinin bu bilgiyi adaleti tazhür ettiren bir tarzda tatbik etmesini sağlayan tanrı vergisi bir bilgidir. (Nakib Attas)

29- Hikmet öyle bir anlayıştır ki yazılmaz. Ancak ehli tarafından hissedilen batın bir ilimdir. Ayıca sağlam ve doğru siz olup, hakkı ortaya koyan ve şüpheyi gideren selim aklın hükmüdür. (Kur’an’da Hikmet Kavramı, say: 26-29)

c1-Hikmetin Kur’andaki Dört Anlamı:

Mukatil (150/767) ‘hikmet’in Kur’an’da dört anlamda kullanıldığı görüşündedir:

1-Kur’an’ın öğütleri anlamında.

“….Ve Allah’ın size öğüt olsun diye indirdiği Kitabı ve hikmeti anın…” (2 Bekara/231)

2-İnce anlayış ve ilim anlamında.

“Andolsun ki Biz Lukman’a hikmet verdik.” (31 Lukman/12)

3-Peygamberlik manasında.

“Gerçek şu ki Biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik.” (4 Nisa/54, ayrıca bak. 2 Bekara/251)

4-İnce sırlarıyla Kur’an anlamında.

“Rabbinin yoluna hikmetle davet et…” (16 Nahl/125, ayrıca bak. 2 Bekara/269)

 

C2-Hikmetin Kur’an’daki Seyri:

 

-Mekki Sûreler

Doruğunda olgunlaşmış Hikmet. Fakat uyarılar bir yarar sağlamıyor.” (40/Kamer

54.5)       

“O'nun mülkünü güçlendirmiştik. Ona Hikmet ve anlatım çarpıcılığı vermiştik.” (41/Sad, 38.20)    

“Bunlar, Rabb'inin sana Hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabb'in ile beraber başka ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın. (54/İsra, 17.39)     

“Andolsun, Biz Lukman'a "Allah'a şükret" diye Hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi nefsi lehine şükreder. Kim de küfre saparsa, artık  (O) şüphesiz  Gani'dir, Hamid'dir.” (62/Lukman, 31.12)     

“İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir Hikmet'le geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan ittika edin ve bana itaat edin." (68/Zuhruf, 43.63)     

“Rabb'inin yolunda Hikmet'le ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.  Şüphesiz senin Rabb'in yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (75/Nahl, 16.125)   

 

-Medeni Sûreler

"Rabbimiz, içlerinden onlara bir peygamber gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve Hikmet'i öğret­sin ve onları arındırsın. Şüphesiz Sen Aziz'sin, Ha­kim'sin.” (1/Bakara, 2.129)    

“Öyleki içinizde kendinizden size ayetlerimizi oku­yacak, sizi arındıracak, size Kitab ve Hikmet'i öğre-tecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir rasül gönder-dik.” (2.151)    

“Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamam-lamışlarsa,   onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat sınırları çiğnemeniz için zararlarına olmak üzere on­ları tutmayın.   Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyun edinmeyin ve Allah'ın size verdiği, nimeti ve size öğüt olsun diye indirdiği Kitab'ı ve Hikmet'i anın. Allah'tan ittika edin ve bilin ki Allah her şeyi Bilen'dir.” (2.231)    

“Kime dilerse Hikmet'i ona verir. Şüphesiz kendi-s­ine Hikmet verilene büyük bir hayır da veril­miştir.Temiz akıl sahiplerinden başkası tezekkür etmez.” (2.269)      

"O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrtat'ı ve İncil'i öğretecek." (3/Al-i İmran, 3.48)      

“Hani Allah nebilerden misak almıştı: "Andolsun si­ze Kitap ve Hikmet'ten verip sonra si­ze beraberi-nizdekini doğrulayan bir Rasül geldiğinde, O'na kesin olarak iman edecek ve O'na yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle bir­likte şahid olanlardanım." demişti.” (3.81)       

“Andolsun ki Allah mü'minlere, içlerinde kendile­rinden onlara bir Rasül göndermekle lutufta bulunmuştur. Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitab'ı ve Hikmet'i öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (3.164)    

“Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve Hikmet'i hatırlayın. Şüphesiz Allah Latif'tir, Haberdar'dır.” (4/Ahzab, 33.34)

“Yoksa onlar Allah'ın kendi fadlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğurusu Biz İbrahim Ailesi'ne Kitab'ı ve Hikmet'i verdik. Onlara büyük bir Mülk de verdik.” (6/Nisa,4.54)      

“Eğer Allah'ın fadlı ve rahmeti Senin üzerinde ol­masaydı onlardan bir gurup, Seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah sana Ki­tab'ı ve Hikmet'i indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerindeki fadlı çok büyüktür.” (4.113)    

“O, Ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan,onları arındıran ve onlara Kitap ve Hikmet'i öğreten bir Elçi'yi ba's edendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkca bir sapıklık içinde idiler.” (18/Cum'a, 62.2)       

“Allah şöyle diyecektir. "Ey Meryemoğlu İsa sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben Seni Ruhul-kudus ile destekledim; beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı Hikmet'i Tevrat'ı ve İn­cil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde oluşturuyordun da iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluyordu. Doğuştan körü, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan küfredenler "şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişti. İs­railoğullarını senden geri püskürt-müştüm.” (20/Maide, 5.110)

 

d-Hikmetle İlgili Kavramlar:

Hikmet kelimesinin ‘derin anlayış sahibi olma, dinin inceliklerini bilme’

anlamı yönünden ‘fıkh’ kelimesiyle,

* Her şeyi yerli yerine koyma, eşyayı ait olduğu yere koyma anlamı yönünden ‘adalet’ kavramıyla,

* Anlamak ve bilmek, idrak etme, vakıf olma manası yönüyle ‘ilm’ kavramıyla,  

* Kalbin anlama, kavrama, bilme, görme gücü, derûnî his, iç bakış, bir şeyin üç yüzüne vakıf olma, sağduyu manalarındaki ‚basiret’ kavramıyla,

* İnsanı batıl ve çirkin şeylere uymaktan sakındıran, meneden akıl manasına gelen ‚nüha’ kavramıyla (Tâha, 20/54, 128)

* İnsanı her türlü gayri ahlâki fiil ve davranışlardan alıkoyan, başkasına bir şeyi yasaklayan, engel olan akıl anlamında  ‚hıcr’ kavramıyla. (Hıcr kavramı insan için düşünceyi, tedbiri tavsiye edip, kötü ve aşırı söz ve davranışlardan sakındamyı ifaede ettiği için hikmet kavramıyla alakası bulunmaktadır.)

*  Bir şeyi bilmek, derinlemesine kavramak, maharet ve ustalık, bilinen bir bilgiden bilinmeyen bir bilgiye ulaşmak, bir eyi ve sözü illet ve hikmetiyle zevkine vararak anlamak ve hatta tatbik edecek surette anlamak manasındaki ‚fıkıh’ kavramıyla,

* Bir şeyi kalp ile bilmek, anlamak, akletmek veya muhatabın lafzında mana tasavvur etmek manasındaki ‚fehme’ kavramıyla,

* Hakkı batıldan, şerri hayırdan, iyiyi kötüden, helali haramdan ayırmak, zıt değerlere  sahip şeylerin birbirinden seçilip ayrılmasını sağlayan ölçü manasındaki ‚furkan’ kavramıyla,

* Bir şeyi eserine bakarak derin düşünerek anlamak, tefekkür etmek manasındaki arafe fiilinden türeyen ‚marifet’ kavramıyla.

* Bir işin sonucunu başınada hesap etmek, bir işin arkasını görerek hareket etmek, geleceğe yönelik olarak düşünmek manasındaki ‚tedebbür’ kavramıyla,

* Bilmek, duyularla idrak etmek, hissetmek ve anlamak manalarına gelen ‚şuur’ kavramıyla,

* İnsanın kendisini Allah’ın korumasına koyarak, ahirette zarar verebilecek şeylerden titizlikle korunmak, hayır işlere sarılmak manasındaki ‚takva’ kavramıyla,  (Takvanın kendisi bilginin (ma’rifetin) ve salih amelin ürünüdür.)

* Keşfetme, sezmer, ileri görüşlülük, bir şey hakkıında iyice düşünmek, delille bir şeyi isbat etmek, akıl ve duyu oraganları ile bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle ulaşılan bilgi anlamındaki ‚firaset’ kavramıyla ilgisi vardır.

 

e-Hikmet kelimesinin Zıtları:

* Beyinsizlik, akılsızlık, hafiflik, ahmaklık, cahillik, bilmemek gibi manalara gelen ‚sefeh’ kavramıyla,

Burada şöyle bir bağlantı kurulabilir:

İlim-Hikmet-Hâkim-Adalet- Âdil

Cehl-Sefeh-Sefih-Zulüm-Zâlim

* Karanlık, eşyayı ait olduğu yerin dışına koymak, noksanlaştırmak, cevretmek gibi manalara gelen ‚zulüm’ kavramıyla,

* Bilgisizlik, hafifmeşreblik,  doğru ve gerçek olanın tersine inanma, yapılması gerekenin tersini yapma gibi manalara gelen ‚cehâlet’ kavramıyla,

* Sanma, şüphe, tedebbür ve düşünme sonucu oluşan bilgi, vehm ve kurunutu, kesin olmayan bilgi, henüz emareleri ortaya çıkmamış bir sahada  ve mahiyeti bilinmeyen bir konuda tahminde bulunmak anlamlarında ‚zann’ kavramıyla,

* Kendisine itibar edilmeyen, boş, lüzumsuz, faydasız, beyhûde, anlamsız şeyler manasındaki ‚lağv’ kavramıyla,

* Haddi aşmak, hakka tecavüz etmek, yoldan sapmak, aşırıya gitme gibi manalara gelen ‚ifrat’ kavramıyla,

* Zulmetmek, kibirlenmek, haktan dönmek, tecavüz etmek, beğenilme hususunda hadde tecavüz manasında ‚bağy’ kavramıyla,

* Ölçüsüz yapmak, her fiilde haddi tecavüz etmek, ölçüsüzlük manasında ‚israf’ ve ‚tebzir’ kavramlarıyla,

* Aşırı derece çirkin ve kötü söz ve fiil, ölçünün ötesinde tiksinti veren şeyler anlamında ‚fahşa’ kavramıyla zıt anlamlıdır.

 

f-Hikmetin Anlam Sahası:

‘Hikmet’ sözde ve işde en iyiyi yakalamak veya olması gerekeni idrak etmektir.

Doğru bir karar, isabetli bir sonuç, tutarlı ve sağlam bir hareket tarzı, bir şeyin faydalı hale getirilmesi hikmettir.

Bir şeyi körü körüne değil de, önünü sonunu düşünerek, faydası varsa yapmak demektir.

Hikmet, hem ilimdir, hem de isabetli, tutarli iş yapmaktır.

Buradan hareketle bazıları ona ahlâkí bir anlam yükleyerek, hikmetin bilgi ve eylem olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Ahlâkın meşru temeli doğru ve kesin bilgidir. Bu bilgiye sahip olan kişi de ‘hikmete’ sahip kimsedir. Yeterli ve doğru bir araştırma ve tefekkür kişiyi doğru bir hükme varmaya, dolaysıyla hikmete göre iş yapmaya götürür.

Buradan hareketle muhkem/sağlam bilgi, muhkem-/sağlam amele götürür denmiştir.

Hikmet, yalnız başına ne ilim’dir, ne de felsefe. Hikmet, bunların da ötesinde, kişinin her şeyi yerli yerinde yapması, sözde ve amelde isabetli olması, ya da bilgi ve anlayış sahibi olmasıdır.

Hikmet, bir açıdan da faydalı olanı işaret etmektedir. Sağlam bir bilgiyle, maksada uygun olarak yerine getirilen bir amel elbette faydalı olacaktır.

 

f1-Hikmetin Özeti:

Hikmetin bu kadar anlamını üç maddelik bir tefsirde toplamak mümkündür.

-Hikmet; Faydalı amele götüren bilgi,

-Bilgiye dayalı olarak ortaya konulan faydalı amel,

-İlim ve amelde sağlamlık, yerinde ve gereği gibi iş yapmak demektir.

Ya da kelime analizlerinden hareketle şöyle denilebilir: Hakikate karşı insanoğlunun değişen konjüktöre uygun isabetli duruşunu öğreten bir ilimdir. (Kur’an’da Hikmet Kavramı, s: 22)

 

2-Hikmet Kavramı Etrafında:

a-Hikmet: Yitik Mal;

Hikmet, yerli yerinde yapılan iş, söylenilen söz, hakk’a uyan bilgi ve davranış, faydalı ve tutarlı bir şey ise; bu, nerede üretilirse üretilsin, nereden gelirse gelsin, kabul edilir, alınır.

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

„Hikmet, mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa almaya en çok hak sahibidir.“ (Tirmizî, İlm. 19. İbni Mace, Zühd, 15)

Asıl hikmeti Kur’a’da bulan ilk nesil müslümanlar, fetihler sonrası kültürel coğrafya genişleyince, yeni medeniyetlerle tanışınca, Allah’ın evreni bir hikmet üzere yarattığı ve bunun insanlara verilen kesintiszi bir lütuf ve ihhsan olduğunu anladılar.

Bu hadisin verdiği güvenle müslümanlar başka toplumlara ait hikmet olan şeyleri almakta beis görmediler.

“Yalnız iki kişiye gıpta edilebilir: Bir adam ki Allah (cc) kendisine hikmet vermiştir, o adam bu hikmet gereğince hareket ediyor ve onu başkalarına öğretiyor ve bir adam ki Allah (cc) kendisine mal vermiştir, o da malı Hakk yolunda harcamaya koyulmuştur.” (Müslim, S. Musafirîn/267, H. 815. Buharí,  İlim/15, 1/28. Nesâî, nak. İbni Kesir, 1/242)

Kimileri de ‘Hikmetin başı Allah korkusudur’ (İbni Merduyeh, nak. İbni Kesir, 1/242) hadisinden hareketle hikmet’i, Allah korkusu olarak almışlardır.

„Hikmetin konuşulup yayıldığı meclis ne güzel meclistir.“ (Darimî, Mukaddime, 28)

„Allahım İbni Abbas’a hikmet ve te’vili öğret.“ (İbni Hanbel, 1/214, 269)

„Ben hikmetin şehriyim, Ali ise kapısıdır.“ (Tirmizî, Menakıb, 20)

„Yemenliler ince gönüllüdür, iman Yemenlidir, fıkıh Yemenlidir, hikmet de Yemen’e mensuptur.“ (Buharî, Menâkıb, 1. Müslim, İman 82. Mukaddime, 14. Tirmizî, Menâkıb, 71. İbni Hanbel, 1/252, 258, 270, 277)

„Hikmeti işitip de işittiğinin en kötüsünü nakledenin misali bir adam gibidir ki o, bir sürü sahibine gelir ve; bana kesilebilecek bir koyun ver der. Sürü sahibi; Git ve dilediğinin kulağından tut al der. Adam da gidip sürünün köpeğinin kulağından yakalar.“ (İbni Mace, Zühd 15. İbni Hanbel 2/252. (Hadisin snedinde bulunan ravi, Ali b. Zeyd b. Ced’an’ın zayıf olduğu kaydı vardır)

 

b-Hüküm ve Hikmet Sahibi Allah (cc):

Hükm kökünden gelen ‘Hâkim’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Hüküm sahibi, hükmünü yürüten, isabetli ve yerinde iş yapan demektir.

Allah’ın yaratmasında, yarattığı şeylerde bir eksiklik yoktur, her şey yerli yerindedir. Allah (cc) yarattıklarına hâkimdir, hepsi de O’nun hükmü altındadır.

Kendi nefsinin aşırı isteklerine ‘hâkim’ olanlar ise dengeyi korurlar, Rablerinden gelen ‘hâkim’ kitabı (Kur’an’ı) dinleyip sürekli hikmetli iş yapmaya çalışırlar.

Allah’ın güzel isimlerinden biri de yine ‘hükm’ kökünden gelen Faîl vezninden ‘Hakîm’dir.

‘Hakîm’, hikmet sahibi demektir. Her yaptığı hikmet olan, hikmetle yapan, yerli yerinde, en güzel, en faydalı, tutarlı bir şekilde yapan demektir.

Hakîm, hem Kur’an, hem de Allah için kullanılır. El-Hakîm olarak Allah; hükmeden, varlıkları en mükemmel şekilde bilen ve yaratan, birbiriyle uyumlu düzene koyandır. Bu isim Kur’an’da 97 yerde kullanılmıştır.

 

c-Hikmet Olan Bir Kitap: Kur’an:

Kur’an ‘hakîm’ bir kitaptır. (36 Yasin/2. 31 Lukman/2)

Her işi ‘hikmet’li olan ‘Hakím’ bir Allah’ın hikmet sergileyen, her şeyi hikmet olan kitabı.

Hakîm olan Kur’an, lehimize ve aleyhimize hükmeden, hiç bir çelişkisi  ve tutarsızlığı bulunmayan kitaptır. (Yunus, 10/1)

Kur’an’ın bütün âyetleri sağlamlaştırılmış bir şekilde hikmet’i öğretirler. Kur’an, Allah’ın ‘Hakîm’ sıfatını, Alîm (her şeyi bilen), Habîr (her şeyden haberdar olan), Azîz (güçlü ve yüce) gibi az çok bilmekle ilgili sıfatlarla beraber kullanıyor.

 Bu da ‘hikmet’in bilgi, marifet ve bunlara bağlı olarak hayr üretmek, hayırlı olanı yapmak olan anlamlarına işarettir. (2 Bekara/129, 220. 3 Âli İmran/18. 4 Nisa/26. 6 En’am/18, v.d.)

 

d-Hikmeti Öğreten Elçiler:

Peygamberler, kendilerine bildirilen vahy’i öğrettikleri gibi, insanlara, vahyin sunduğu mantık ve imkanlarla, yeni ve hayırlı değerler üreten hikmeti de öğretirler.

“Öyleki içinizde kendinizden size âyetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve “hikmeti“ öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek rasûl gönderdik.” (2 Bekara/151, ayrıca bak.129,231, 3 Âli İmran/164, 62 Cumu’a/2)

Rasûller, hikmetle konuşan, hikmetle iş yapan, hikmetle öğüt veren, inananları hikmetle tezkiye eden (arındıran) kimselerdir.

Onlar, hikmetin canlı örneği, yürüyen kitaplardır.

Hikmetin en yücesi, doruğa ulaşmış şekli, Allah’tan gelen âyetlerdir. Kendilerine ilimden nasip verilmemiş olanlar bu hikmeti anlamadıkları gibi hikmetle iş de yapamazlar. (54 Kamer/5)

Kur’an, bünyesindeki vahy’e “hikmet“ derken, ona yapılacak, yani İslâma doğru olacak bir davetin de hikmetle olmasını istiyor. (16 Nahl/125)

Peygamberin tebliğ ettiği hikmet kaynağı vahy’e inanmış ve onu kendisine rehber edinmiş kimseler ‘hikmet’ten pay alırlar, ‘hikmet’le iş yapmanın, hikmetli düşünmenin yollarını bulurlar.

“Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz hikmet verilene sonsuz ve bereketli bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt-alıp düşünmez.” (2 Bekara/269)

 

e-Hikmetin Tarihi

İslâm inancına göre hikmet insanlıkla yaşıttır. Hz. Âdem’e peygamberlikle birlikte hikmet de verilmişti.

Hikmet, peygamberlik kurumuyla başladığına göre onun kaynağı Allah’tır. İlk temsilcileri peygambaerler olduğuna göre nebevî özellikler taşırlar. Hikmet, ilahî dinlerin tahrif edildiği dönemlerde ve tolumlarda felesefe adını alsa da, şekil değiştirdiyse de özünü korumuştur. Nitekim müslümanlar adı Kur’an’da geçen, ancak nebi olup olmadığı belli olmayan Lukman’a, verdiği öğütler, dile getirdiği yerli yerinde tesbitler ve sahip olduğu ilim sebebiyle ‚Hekîm’ demişlerdir.

Tarih boyunca böyle anonim özellik taşıyan hikmet, bir tekniğin adı değil, bir bilimin adı olmaksızın aklın mutlak bilgisi anlmında kullanılmıştır. (Kur’an’da Hikmet Kavramı, s: 77)

Birinci yüzyılın sonunda yabancı felese,felerle karşılaşan alimler felseyi ‚hikmet’ kavramıyla karşılaşmışlar, filozofa da ‚hakîm’ demişlerdir. Bu döneme kadar olumlu bir anlama sahip olan hikmet, yabanacı kültürlerin tesiriyle birlikte çeşitli tartışmalar, gruplaşmalar başlamış, felsefe anlamındaki hikmet tepkiyle karşılanmaya başlamıştır. Bazı ilimler de bu yüzden bazı alimler tarafından uzun müddet dışlanmış.

Gazali’nin bazı pozitif bilimleri olumlamasından sonra hikmet iki ana bölüme ayrılarak nazarî hikmet, amelî hikmet adı verildi.

Müslüman alimler, vahye dayalı hikmet ile, akıl kaynaklı felsefe arasındaki farkı bilmelerine rağmen, bu ikisinini arasını bulmaya çalıştılar. Onların bir kısmı kendi zamanlarına uzanan felsefenin esasen nübüvvet kaynaklı olduğunu, İdris peygamberden sonra Mısır ve İran koluyla İslama ulaştığını düşünmüşler.

Ancan daha sonraları özellikle batı dünyasında ilâhî kaynaktan temamen uzaklaşmış, nbeşer aklına dayalı felsefî anlayış ortaya çıkmıştır. Tabi bunun da islam kültüründeki hikmetin bir ilgisi kalmamıştır.

Felsefe'nin Hikmet'in yerini alışı Guénon'da şöyle anlatılır: "Pythagorascı gelenek eski Orfik geleneğin yeni bir biçimde onarılmasıydı. Öte yandan, daha önce hiç duyulmamış ve zararlı etkileri bütün Batı dünyası üzerinde görülecek bir şey ortaya çıkmıştır: O zamandan beri "felsefe" diye adlandırılan özel düşünüş biçimi.

Felsefe kelimesi kendi içinde zararsız bir ke­lime sayılabilir. Etimolojik olarak kelimenin anlamı "Hikmet sevgisi" dir.

Bu yüzden hem Hikmet'e ulaştıracak hal, hem de bu "halden doğan ve bil­giye götüren arayış" anlamına gelir.

Daha sonra görülen "anlam sapması" bu geçiş aşamasını kendi için­de bir amaç haline getirmiş ve felsefeyi hikmetin yerine koymaya kalkarak Hikmetin gerçek niteliğini unutturan ve tanınmaz hale getiren süreci başlatmıştır. Böylece tamamen beşeri nitelikte, bu yüzden de sadece akla bağlı "din dışı" felsefe diye tanımlanabilecek şey ortaya çıkmış, akıl üstü, beşeri olmayan gerçek geleneksel Hikmet'in yerine oturtulmuştur."

Hikmet bir zamanlar bütün ilimleri içine alan bir kavram olarak algılanıyordu. Onlara göre ‘hikmetin öncesi gerçeklik bilgisi, sonucunda ise hayırlı amel vardır.’ Bu yüzden hikmet ‘ilmu’l-ulum’, diğer ilimler ise onun alt birimleri sayılmıştır.

Onlar bu bağlamda Hikmet ilmini ikiye ayırmışlar: Nazrî hikmet ve Ameli hikmet. Nazari hikmet  de üç ilme ayrılır: İlmi Ala/ilâhiyat, İlmî riyâzî (Heyet/astronomi, Hendese/Geometri, Hesap/aritmetik, musikî) ve İlmi Tabiî.

Ameli Hikmet de üçe ayrılır: Ferdi Ahlâk ilmi, Aile ahlâk ilmi, Siyaset ahlâk ilmi.

Bir de bunların arasında Lisan, Sarf, Nahiv, Belağat, Kitabet, Kıraat, Aruz, mantık, İbare, Kıyas, Burhan, Cedel, Hitabet, Şiir gibi alet ilimleri vardır.

Bunlar hangi coğrafya veya kültüre ait olursa olsun insanlığın ortak mirasıdır.

Günümüzde hiç kimse felsefeye hikmet demediği gibi, hikmet deyince de yukarıdaki ilimleri anlamıyor.

 

3-Nebevi Hikmet:

Hikmet'in mutlak biçimi, Allah tarafından Peygamber'in kalbine ilka edilen vahydir.. Vahyi getiren melek de, vahyi okuyan elçi de ancak bir vasıtadır. Vahy, duyumlanabilir dünya hakkında olduğu kadar, tarih, insanın enfüsi gerçekleri, varlık, kozmik düzen ve fizik ötesi alem hakkında da bilgi ve haber verir. O Hakikat'in kendisidir.

Rasuller bu ilahi hikmetin insanlara tebliğcisi olmanın yanında beşeri vasıflarıyla da bir hikmet arayıcılarıdır. Sünnet ile Hikmet arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişki kurarsak, ilk kuşak müslümanlar Peygamber'in sünnetine olan saf bağlılıklarıyla hikmeti doruğunda yaşayan örnek insanlardır.

Ancak su, asıl kaynağından nasıl ki uzaklaştıkca bulanıyorsa, zaman itibariyle nübüvvet çağından uzaklaştıkça, müslümanların sözlü geleneğine giren şeytani yabancı, ilahi hikmeti bulandırmaya başladı. Parıldayıp akan su bulanıklaştı.

Kur'an kendi Elçisini "Büyük bir ahlak üzere yaratılmış" insanlar için bir örnek" olarak takdim eder.

Kur'an'ın olunmasını istediği insan tipinin en seçkin şahsiyeti Muhammed’dir. (sav)

O’nun vefatı ile bir­likte "Risalet Kurumu" noktalanmıştır.

Böylece Allah'ın tarihe vahy'le müdahale dönemi kapanmıştır. O yaşadığı müddetce Kur'an'ın tebliğcisi oldu. Kur'an'daki emr ve yasakların ilk muhatabı olarak kendini bildi: "De ki, Ben müslümanların ilki olmakla emro­lundum." Kitap nedir, iman nedir bilmez Mekke'nin ümmi  ama erdemli bir fer­dine Kur'an bir dünya görüşü armağan etti. Bu dünya görüşünün Kur'anda ki kavramsal ismi "Hikmet" tir. Kur'an "Kime Hikmet verilmişse ona çok şeyin verilmiş olduğunu" söyler.

Hz. Muhammed (sav) tebliğinde üç esas noktaya temas ediyordu: Biri, görece seküler bir forma dönüşmüş insanı asıl yaratılıiş kimliğinden uzaklaştıran ‘din dışı’ düşünce ve öğretileri reddetmek.

İkincisi; saf hikmete dayanmakla beraber, çevresel, tarihsel, geleneksel ve beşeri etkiler sonucu değişikliğe uğramış din, düşünce ve öğretilerdeki yerleşik bozuk unsurları ayıklamak, kısaca bütün kültürlerde var olan tevhidi yeniden diriltmek.

Üçüncüsü ise, şimdiye kadar insanlığın kısmen haberdar olduğu, kıyamete kadar insan rehberlik edecek hikmetin temel prensiplerini oluşturan ed-Din’i öğretmek ve göstermekti.

Bize kitabı ve hikmeti öğretmek üzere gelen son Peygamber tamamlanmış ve kemale erdirilmiş bir din burakarak gitti. (Ali Bulaç, Bilgi ve Hikmet, 1/14-15)

Peygamberleri "rasul" kimlikleri yanında ondan ayrılmaz bir sıfat olarak "kul" sıfatı ile de vasıflandırmak, müslüman imanının temel bir rüknüdür. Bu bağlamda İsa Rasül de dahil olmak üzere hiçbir Elçi diğerinden tefrik edilmez. Kur'an, bir çok elçinin ağzından onların toplumlarına "Bende ancak sizler gibi bir beşerim" dediklerini hikaye eder. Onların "Beşerden, kendileri gibi yiyip içen birinden" Rasül olamayacağı iddialarına rağmen, elçiler bu cümlenin altını çizerler.

Gaybın anahtarlarının yanlarında ol­madığını, ancak kendilerine vahyedilene tabi olduklarını söylerler.

Onlar haytta iken, kendi kimlikleri ile ilahi kimlik arasındaki kesin ayrılığı inanırlarının zihnine özenle nakşetmişlerdir. Diğer değimle kendi söz ve davranışları ile İlahi  Hitap olan vahyin ayrımını...

İstişare toplantılarında Rasül'ün görüş beyanı ardından arkadaş-larının/öğrencilerinin "Bu sizin re'yiniz mi yoksa vahy midir" sorusunu yö­nelttikleri rivayetleri bilinmektedir. Toplumsal sorumlulukların, sorumlu bireyler arasında danışıp görüşme ile çözülmesini emreden Kur'an ayetini işler kılabilmek için bu gerekli idi. Daha güzel bir çözüm içinde beliren kişi, eğer Rasül'den gelen öneri ilahi vahye dayanmıyorsa bunu ortaya koyabilmeliydi. Rasül a. da bunun için en güzel ortamı onlara hazırlamıştır.

Kur'an'ın "Allah'a ve Rasülüne itaat'ı" emreden ayetlerinin en tutarlı anlamı: "De ki Allah'ı seviyor­sanız bana itaat edin" ayeti kapsamında anlaşılabilir. "Muhammedi Vahy" ile tanışmış bir insan için, O'ndan müstağni kalarak Allah'a gidilebilecek bir yol yoktur.

Rasul'ün getirmiş olduğu Kur'an hevasından değil, ancak bir vahy sözleri idi. Bu nedenle Rasul'e itaat, O'nun ağzıyla sunulan İlahi vahye itaat çağrısından başka bir şey değildir. Kur'an'ı tanımaksızın Al­lah'a itaat edi­lebileceği iddiasıdır burada yıkılmış olan. Mamafih O bir işte azmetti mi, yani vahye dayandı mı, artık onun görüşleri önüne görüş konulamaz, O'nun (Vahyin) sesi önünde sesler yükseltilemez, O ne verdi ise alınır, neyden sakındırdı ise sakınılır.

Kur'an, Rasul'e "İbrahim'in Milletine" tabi olmasını tavsiye etmiş, O'nda güzel bir örnek bulun­duğunu belirtmiştir. Hz. Rasül vahyin sukut ettiği alanlarda ya da vahyin irşad edip ayrıntısına girmediği konularda ya da vahyin gerçekleştirmeyi amaçladığı hedeflere muvafakat noktasında toplumunun ör­füne, insanların güzel gördükleri şeylere bağlı kalmıştır.

Sünnet, kendi dışındaki hikmet kaynaklarına dikkat çeker Bu tür arayışları övmüş, taltif et­mişlerdir.

 

4-Beşerî Hikmet:

Beşeri bir düşüncenin  doğrudan vahy ile bağlantılı, ona dayalı olması durumunda ‘müslüman hikmeti’ ile karşı karşıyayız demektir.. 

Hikmet, beşeri ve ilahi bilgi kategorilerinde ortak adlandırmaya müsait bir kavramdır. Vahy ile öğretilen bazı bilgiler Hikmet olabileceği gibi, insanın bu bilgilere dayalı gelişti­rebileceği bilgilerin toplamı da  müslüman hikmetidir .

Hikmet, kaynaklanma farkıyla  Kitap, Peygamberler, müslüman bilge­ler, sair öğreti sahipleri ve hatta sıradan  deneysel bilgilere kadar kullanım alanı bulabilen geniş bir kavramdır. Bu kavramın sınır tanımaz dünyasında  İlahi Hikmet, bütün hikmetleri belirler, onlara kıstas olur, aynı zamanda ilham kay­nağı ve hareket noktası teşkil eder.

İlahi Hikmeti hemen salih amel, üstün takva, kesintisiz cehd, ilimde rusuh alanında gösterdikleri başarılarla Müslüman Hikmeti izler. İlahi Hikmet'ten en çok istifade edenler bunlardır.

Selim Akıl, kalb basireti onları Hakikat'in Bilgisi'ne öylesine yakınlaştırır ki, onlara gelen takva ilhamı peygambere ilka edilen tilavet olunur vahyle kesişir, bilginin kaynak birliğini belgeler. Bu Hikmet bir akli cehde ihtiyaç duymaksızın temiz fıtrat sahiplerinde bir meleke olarak vardır. Marazi olmayan kalblerin fuadları açıktır.

Bu anlamda Kalbin hikmeti önemlidir. İlahi Hikmetin okurunu yönelttiği kevnî ayetler üzerinde hikmetin evrene açılan eylemsel boyutunu, deneysel hikmeti müşahede ederiz. Hikmetten yoksun kainat okumaları evrende fesadı artırmaktan başka bir so­nuç doğurmaz.

Müslüman tarihinde Kur'an'ın hikmetini izleyerek Hakikat'ı arayan farklı eğilimlerin varlığını bi­liyoruz. Selefiler, irfaniler, Meşşai filozof ve Kelamcılar, tabiat bilginleri ve deneysel hikmetinin temsilcileri gibi. Müslüman hikmeti vahyin yol göstericiliğinde insanoğlunun en meşru kalb ve zihin faa­liyetidir. En bariz vasfı, insanı ilahi vahyin öğrettikleri ve haber verdikleriyle düşünmeye sevketmesi, varlığın nihayi sorunlarını vahyi bir bağlamda ele almayı kaçınıl­maz kılmasıdır.

Temiz fıtratına uygun olarak geliştirilen her türlü ilke, fikir, eylem ve nizam hikmet çerçevesinde değerlendirilirse; müslüman için hikmet arayışı durmayacaktır. Hikmetin adresi ve çıkış yeri sıkıntı olmayacaktır. Hikmet olabilecek bütün beşeri kazanımların dostu, destekçisi, takipçisi ve alıcısı olacaktır.

Çünkü; „Hikmet, mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa almaya en çok hak sahibidir.“ (Tirmizî, İlm. 19. İbni Mace, Zühd, 15)

 

5-Hikmeti Elde Etme Yolları:

a-Okuma; Kıraat, tilavet, tertil

b-Dinleme

c-Gezi-gözlem,

 

6-Hikmetin Kaynakları:

a-Vahiy,

b-İlham ve Ledünnî ilim,

c-Sezgi (hads),

d-Hissiyât,

 

7-Kur’an Açısından Hikmetin Kaynağı:

a-Allah,

b-Kur’an (vahy),

c-Peygamberler,

d-İnsan

          -Elü’l-Elbab,

          - Rasihûn fi’l-İlm,

          - Ulu’l-İlm,

          - Ulü’n-Nüha

          - Ulü’l-ebsar,

          - Mütesevvimûn,

 

B-İSLÂM KÜLTÜRÜNDE İLİM KAVRAMI

 

Allah (st)  “Kulları içerisinde, hakkıyla, ancak alimler Allah’tan korkarlar.” (Fâtır, 35/28) buyuruyor.

Acaba burada kasdedilen âlimler kimlerdir? Kur’an hangi ilimden ve hangi âlimden bahsediyor? Âlim ile bilgin, ilim ile bilgi aynı şeyler midir?

Bu sorulara cevap bulabilmek için ilim kelimesinin manalarına bakalım:

 

1-İlim ne demektir?

a-Sözlükte ilim:

Bu masdarı ‘a-li-me’ fiilidir.

İlm, kesin olarak, bütünüyle veya kısmen, kolay ve sade olarak iki veya daha fazla şeyi kavramak, ma’rifet,  yakîn, şüphesiz tasdik, tasavvur (zihinde canlandırma),

yakîn ve tasavvuryn aulaştığı, elde ettiği şey,

Cehâletin zıdıı,

Okuma suretiyle elde edilen bilgi, gözlem ve delile dayanarak sonuç çıkarma yani tefekkür, müşahede, deney ve tecrübeye dayanan bilgi,

Bilme, bir şeyin doğrusunu bilme,

Bilim, bigi, bir ieyin ilmini almak,

Haber, vukuf,

Fıkıh ve şuur,

İhsas (hissetme), akletme, tevehhüm, hayal etme gibi anlamlara gelmektedir.

Dikat edilirse sözlük ititbariyle ilim kelimesi kesin bilgiyi ifade ettiği gibi, vehim ve tahayyül gibi kavramlarla ifade olunan, kesinliği belli olmayan bil anlamını da içermektedir. (Kur’an’da Bilgi, s: 14)

a1-Sözlükte bilim:

Bilgi, İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malumat. Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, vukuf.

Bilim; Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim. (TDK Sözlüğü, 1/186)

Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri ile gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.

Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli çalışma süreci. (TDK Sözlüğü, 1/187)

 

b-Istılahda İlim:

Klasik sözlüklerde ‘bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi oludğu gibi bilmek, nesnedeki gizliğin ortadan kalkması’ gibi çeşitli şekillerde tarif edilmiştir.

İlm, masdfarından; âlim, alîm, allâm ve allâme, ma’lum, ma’lumat, muallim, müteallim, muallem gibi kelimeler bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılır.

Âlim ve alîm sıfatı hem Allah için, hem de insanlar için kullanılır. Allâm daha çok Allah için, allâme ise ise insanlar için kullanılmış.

*Ragıp Isfehânî: İlim bir şeyi hakikatiyle, yani mahiyetinin ne olduğunu idrak etmektir. Bir şeyi hakikatiyle bilmek iki şekilde olur: Birincisi: bir şeyin zatını idrak etmektir. İkincisi: kendisinde mevcut bulunan özelliklrle bir şey hakkında hüküm vermek veya kendisinde bulunmayan husuların onda bulunmadığına hükmetmektir.” (Müfredat, s: 343)

*Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 12/656, nak. K. Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 114) Cehlin zıddı.

*Muhasibî (h. 3. asır): “İlim, Kitaptan ve Sünnettten ve ümmetin bilginlerinden sözlerinden anlaşılan ve ezberlenen şeydir.

*Hucvirî: “İlim bir sıfattır ki, canlı bir varlık onunla âlim olur.”

*Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.

*İnsanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah'ın (cc) vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakîni bilgi.

Seyyid Şerif Cürcânî'ye göre ilim: "Gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaattır" (Cürcani, et-Ta'rifat, s. 160).

Cürcânî ilim için şu tarifleri de yapar: *"İlim; bir şeyi olduğu gibi idrak etmektir. Bilgisizlik bilginin zıddıdır.

*”İlim, bilinenden gizlilik ve kapalılığın kalkmasıdır.”

“İlim, kendisi sebebiyle bir şeyin tamamının veya bir kısmının idrak olunduğu sağlam, kesin ve köklü vasıftır.”

“İlim, nefsin bir şeyin manasına kavuşmasıdır.”

“İlim, akıl ile akledilebilen arasında hususi bir ilişkiden ibarettir.” (Cürcânî, et- Ta'rifat, s. 160, 167).

İlim, kesin olsun veya olmasın kavram (tasavvur) veya hüküm olarak mutlak manasıyla idrak etmektir. ilim; düşünme, fehmetme ve hayal etme manalarına da gelir" (Tahanevi, Keşşafü lstılahati'l-fünun, II, 1055).

*”İlim, deneme yöntemi ile bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar öğrenmektir.” (Kur’an’da Bilgi, s: 15)

İlim kavramının yanında çoğu zaman kullanılan marifet kavramı, daha hususi bir anlam taşır ve daha ziyade vasıtasız bilgiyi, sezgiyi, kalbî bilgiyi ifade etmek için kullanılır.

İslâmi ilimler ahiret yolunu dosdoğru gösteren (kılavuz) bilgiler topluluğudur.

Marifet, şuur, idrak, ihsas, akıl, va’y gibi kelimeler ilmin özel şekillerine delâlet eder. İlim bunlardan daha kapsamlı kavramdır.

Cenab-ı Hak, bilmesini ‘ilm’ kelimesi ile ifade ettiği halde diğer kalimeleri mahlukat için kullanıyor. (K. Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 114)

 

c-Kur’an’da İlim:

Kur’an’da ilim türevleri ile birlikte 859 kadar yerde kullanılıyor. Bu da bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini orataya koyar.

Kur’an’da ilim kavramı daha ziyade ‘ilahî bilgi’ yahut ‘vahiy’ anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an’da isim ve fiil olarak geçen ilim kelimesi kimi yerde ‘bilgi’, kimi yerde kavramsallaşmış ‘ilim’ olarak geçer. İnsana bakan yönüyle ilimden amaç, insanın kendisi, varlık ve hayatın anlamıyla ilgili doğru, güvenilir ve sahih perspektife sahip olmasını sağlamaktadır. (A. Bulaç, Bilgi Neyi Bilmektir, sayfa: 61)

Bununla birlikte insanın dünya ve ahiret hayatıyla ilgili işe yarar ve güvenilir bilgiler de verir.

Allah (cc) âlimdir. Yaratıklar ise âlem’dir. Âlem aynı zamanda âlametler toplamıdır. İlim işte âlemetler toplamı olan âlemi bilmeyi konu yapar. Bu âlemi ve âlemle ilgili gerçek bilgileri ve bunların hikmetini bilenlere, anlayanlara da âlim denir.

İslâma göre kâinat da bir kitaptır. Nasıl asıl kitap olan Kur’an âyetlerden meydana geliyorsa; âlem de âyetlerden meydana gelir. Âlemi okumak Kur’an’ı okumayı kolaylaştırı. Kur’an’ı hakkıyla okuyanlar kâinatı daha anlamlı okurlar. Kâinat âlem olduğuna göre, yani bilinebilir bir şey olduğuna göre, insan derin ve kapsamlı bir tefekkür ile çerçevesinde yorumlar yaparak âlem hakkında bilgiye ulaşabilir.

Kur’an’da ‘ilim’ kelimesi bir kaç manada kulanılıyor.  

c1-Vahy/Hidayet/Hakikat Bilgisi manasıyla ilim,

“Din hususunda onlara apaçık deliller verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik ve düşmanlık yüzünden ayrılığa düşmüşlerdi. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyâmet günü aralarında hükmedecektir.” 45/17,

“Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kitap ehli de Kur'ân hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler.” (42/14)

“Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.” (2/145)

“Gerçekten İsrailoğulları'nı çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara hoş nimetlerden rızıklar verdik. Anlaşmazlığa düşmeleri de kendilerine ilim geldikten sonra oldu. Şüphe yok ki, Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” 10/93,

Davud’a ilim verildi:

“Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. Onlar: "Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun" dediler.” (27/15)

“Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) herbirine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan bizdik.” (21 Enbiya/79)

 

c2-Kitap manasıyla ilim/Kur’an’ın bir adı olarak el-İlm;

İlim sıfatı bir çok âyette masdar şekliyle Allaha izafe edilmiştir. Allah sözü olan Kur’an’ı da ‘ilim’ diye adlandırılmıştır.

“Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar ‘İlim’den sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.” (2/120)

“Çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol gösterici, içinde bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık.” (7 A’raf/52)

Kur’an’ı bildiren Allah’tır (cc). “Rahmân (çok merhametli olan Allah) Kurân'ı öğretti.” (55 Rahman/1-2) Onda hemen hemen her konu ile alakalı bilgi vardır. (18/54) 6/34) 16/89)

Kur’an Allah’ın ilmiyle indi

“Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Allah'ın şahitliği de kafidir.” (4 Nisa/166)

“Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur. Artık müslüman oluyorsunuz, değil mi?” (11/14)

 

c4-Doğru bilgi manasıyla ilim,

“Ey Muhammed! De ki: "Allah'tan başka yalvardıklarınızı gördünüz mü? Onlar yerden ne yaratmışlar bana gösterin. Yoksa onların göklerin yaradılışında bir ortaklıkları mı var? Eğer siz doğru söyleyen kimseler iseniz bana bu Kur'an'dan önce indirilmiş bir ilâhi kelamı veya bir bilgi kalıntısını getirin." (46/4) (Zımnen, Allah’tan başka ilâhî güçlerin var olduğunu iddianızı destekleyen ilâhi bir belge getirin.)

“Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim". (3/61)

“Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin". (2/32)

“Allah, Resûlleri topladığı gün:" Size ne cevap verildi? "der. "Bizim bilgimiz yok" derler, "gizlileri bilen yalnız sensin, sen!". (5/109)

“Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki, ziyana uğradılar. Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır; hidayete erecek de değillerdir.” (6/140)

“Onlar, Allah'a cinlerden de ortak koştular. Halbuki onları yaratan O'dur. Bilgileri olmadan O'na oğullar, kızlar uydurdular. O'nun şânı onların uydurdukları sıfatlardan münezzeh ve yücedir.”  (6/100)

“Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de bir bilgi bulunmayan şeylere taparlar. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (22/71)

“Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.” 24//15,

“İnsanlardan bazıları Allah hakkında bir bilgisi olmadığı halde tartışır da her azılı şeytanın ardına düşer.” (22/3)

“İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.” (22/8)

 

c5-Zihinsel sezgi manasında İlim;

“Kur'ân'da İbrahim'i(n kıssasını da) an. Şüphesiz ki o, sıddık (özü, sözü doğru) bir peygamberdi.

“O, bir zaman babasına şöyle demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?"

"Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O halde bana uy da, seni doğru bir yola eriştireyim." (19/43)

 

c6-Kendilerine ilim verilenler

“Kendilerine ilim (bilgi ve kavrayış yeteneği) verilmiş olanlar görüyorlar ki, Rabbinden sana indirilen Kur'ân, hakkın kendisidir. O, gücüne nihayet olmayan, her hamde lâyık bulunan Allah'ın yolunu gösteriyor.” (34 Sebe’/6)

“Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.” (3 Âli İmran/7)

“Sonra kıyamet günü Allah, O kâfirleri rezil rüsvay edecek ve diyecek ki: "Hani uğrunda müminlere karşı düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?" “Kendilerine ilim verilmiş olanlar: "Şüphesiz bugünün rezilliği ve kötülüğü kâfirleredir." diyeceklerdir.” (16 Nahl/27)

“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir." (28 Kasas/80)

“Kitaptan ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." (27 Neml/40)

“Kendilerine ilim ve iman verilenler de şöyle diyecekler: "Andolsun ki, Allah'ın kitabında takdir edilmiş olan tekrar dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.” (30 Rûm/56)

“Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarlarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun.” (4 Nisâ sûresi/30)

“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir." (28 Kasas/82)

c7-İlim elde etmek Kur’an’ı anlamayı kolaylaştırır;

Âyetler üzerinde düşünmek, insanı bir yerlere kadar götürebilir. Ancak Kur’an’ın daha geniş ve daha tutarlı anlayabilmek için ilim sahibi olmak, altyapıyı kurmak gerekir.

“Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.” (17 (İsra/107)

“Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar (doğru bilgiden nasibi olanlar), Kur'ân'ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler ve ona iman etsinler de kalpleri ona saygı duysun. Çünkü Allah, iman edenleri doğru yola eriştirir.” (22 Hacc/54)

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekatı veren, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.” (4/162)

 

d-Âyetlerde ilim Vurgusu;

Kur’an daha ilk nazil olan âyetlerle insanları ilme davet eder. Sonra ilim elde etmede önemli bir vasıta olan kaleme yemin ederek (68/1) onun önemine dikkat çeker. İlim ve alimlerin üstünlüğüne vurgu yapar. (29/49. 36/18) Hitabını üstün akıl sahiplerine yöneltir. (3/190)

"Sakın ha cahillerden olma" (el-En'âm, 5/35)

Kur'an-ı Kerîm'in açıkça ifade ettiğine göre "Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar" (el-Fâtır, 35/28. bakınız:  4/162, 17/107, 22/54, 26/197, 29/43,39/9, 58/11)

"Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir" (Mücadele 58/15)
“Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.” (İsra 17/36)

 “Çünkü onlara peygamberleri, delillerle geldikleri zaman, kendilerinde bulunan ilme güvendiler de o alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.” (40/83)

“Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir." (İsra 17/85)

“Bunu söylemelerinin sebebi şu: Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür!” (Nahl 16/25)

“Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu eğlence yerine tutmak için laf eğlencesi (veya boş söz) satın alırlar. İşte onlar için aşağılayıcı bir azab vardır.” (Lukman 31/6)

 

-İlimde derinleşenlerin mükâfatı:

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekatı veren, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.” (4 Nisa/162)

Kur’an’ın övdügü bilgi, şüphesiz ki kişiyi Rabbine götüren, ona doğruyu gösteren ve isabetli hareket etmesini sağlayan bilgidir. Ruhsuz, köksüz, kuru maddecilikle oyalanan, insanı Rabbinden uzaklaştıran bilgi neye yarar. Öyle bilgide ne hikmet vardır, ne de kalbi tatmin eden bir özellik vardır.

İşte bilgi ve hikmeti değerli kılan, onlara sahip olan insanın Rabbinin makamından kula yaraşacak şekilde korkmasıdır.

-Allah’ın ilmi her şeyi kuşatır

“Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?" (6 En’am/80)

“Her dişinin neye gebe olduğunu Allah bilir. Ve rahimler ne eksiltir, ne arttırır, onu da bilir. O'nun katında her şeyin bir ölçüsü vardır.

Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden yücedir.

Sizden sözü gizleyenle açığa vuran, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan, O'nun açısından eşittir (hepsini görür ve bilir).” (13 Ra’d/8-10)

"Ey Rabbimiz! Sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da şüphesiz bilirsin. Çünkü yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.” (14 İbrahim/38)

“Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (20 Tâhâ/98)

“O geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.” (22 Hacc/76)

“Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz.” (65/12)

“Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın.” (6 En’am/59)

 

e-Hadislerde ilim Vurgusu,

Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur:

"İlim tahsil etmek maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâlâ Cennet yollarından açar. Melekler, ilim ve tahsil edene karşı memnuniyetleri ve tevâzûleri sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde ve yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için Allah'tan rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibadet eden kimseye üstünlüğü, on dördündeki ayın, görünen diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir." (Ebû Davud, İlm, 1)

"Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya yurdundan) çıkarsa geri dönünceye kadar Allah yolundadır." (Tirmizî, İlm, 2).

Peygamber efendimiz (s.a.s), dualarında; "Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır"  derdi. (Tirmizî, Daavât, 128)

"Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." (Tirmizî, Daavât, 68)

”İlim, Çin'de de olsa onu alınız. Zîrâ ilim tahsil etmek her müslüman erkek ve kadına farzdır." (İbn Mace, Mukaddime, 17)

f-İslâm Tarihinde İlim;

Peygamber döneminde ilim kelimesinin sözlük anlamıyla bilgi manasında kullanıldığı gibi, vahyi ilgilendiren, ya da onun çevresindeki bütün bilgiler de ilim olarak nitelendirildiriliyordu.

İlimler tasnif oluncaya kadar hadis, siyer, tefsir, akaid veya fıkıh konularının hepsine ‘ilim’ denildiğini görmekteyiz.

Ömer ibni Abdilaziz medine valisi İbni Hazma yazdığı mektupta, hadisleri toplamak üzere alimlerin harekete geçmesi gerektiğini söyledikten sonra; “aksi halde ben ilmin yok olmasından korkuyorum” diye eklemişti.

İlim elde elmek, ilim öğrenmek ve öğretmek, ilmi gizlememek, ilim için yolculuklara çıkmak, ilmi yazı ile kayıt altına almak, hayırlı ilim bırakmak gibi tabirler genel ifadeler olup; bilgiyi, bilmeyi ve özellikle İslâm hakkındaki bilgileri anlatıyorlardı.

İslamî terminolojide ilim terimi; "bilgi" kelimesini karşılamak için kullanıldığı gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır. Meselâ; kelâm ilmi, tefsir ilmi gibi. Hatta aynı ilim dalının alt bölümleri bile ilim kelimesi ile anlatılırdı. Mesela, Ulumu’l-Kur’an, Tahammülü’l-ilm gibi.

Keza, ilim ve bilgi terimlerinin bazen marifet kelimesiyle karşılanıldığı da bilinir.

“İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, ilim ise seni korur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.” (Hazret-i Ali)

“Hiçbir şey ilimden üstün değildir. Çünkü sultanlar, insanlara hükmederler. Âlimler ise, sultanlara hükmeder.” (Ebü'l-Esved)

İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır. Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır. İlim, uçsuz bucaksız bir ummanı andırır. İlimden başka her şey insanı usandırır.  (M. Sıddîk bin Saîd)

 

g-Kaynağı açısından bilgi:

g1) Vasıtasız ilim: Her insan kendi hususiyetleri ile kendi cinsleri arasında farklı ve ayrı yanlarıyla yaratılır. Tabii olarak var olan hususiyetleri bilmek, fertlere doğrudan, vasıtasız verilen bilgidir (ilimdir). İnsan, açlık, susuzluk, keder, neşe, korku vb. duyguları, çocuk, süt emmeyi; kuş, uçmayı; balık, yüzmeyi doğrudan öğrenir. Siyah ve beyazın, ya da diğer renklerin aynı şey olmadığı ve bir çok şevin mevcudiyeti vasıtasız olarak bilinir. Bu yolla genelde maddi şeyler görerek, tecrüba ederek elde edilir. Bu çeşit ilim genel olarak akıl ve his aracılığı ile öğrenilir.

İnsanda ilmin ilk doğuşu; düşünmeden (basitçe), bir yol göstericiye başvurmadan elde edilir. İnsan, yaşı ilerledikçe sebeplerine başvurularak, düşünülerek, bir delille ilim elde etme yollarının var olduğunu anlar.


g2) Vasıtalı ilim; Vasıtalı ilimler ise, maddi olmayan, veya mevcut olup dışta maddi şekli bulunmayan, fizik ötesi dediğimiz gayb aleminden fikir, zihin yoluyla öğrenilir.

İnsanda bulunan beş duyu (görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma) ile maddi şeyler hakkında (duyular vasıtasıyla) bilgi edinilir. Bir şey görünce şekil; bir ses işitince ses; bir şey koklayınca koku; ağzımıza yiyecek alınca o şeyin tadı; bir şeye dokununca onun yumuşak ve sert oluşu vs. hakkında vasıtalı bilgiler ediniriz. Ancak hastalık halinde tatlı, acı gibi gelir. Tren ve başka araçla giderken yol geriye gidiyor sanırız. Bu gibi bazı istisnalar dışında, duyular aracılığıyla, düşünerek, zihni bilgiler ediniriz. Ayrıca inceleme ve araştırma yoluyla da şüpheleri gideren doğru bilgilere ulaşırız.

h-İlimlerin Tasnifi;

İlimler farklı bakış açılarına göre çeşitli tasniflere ayrılabilir:
Mesela; Şer'î ilimler: Peygamber efendimizin getirdiği ilim.

Şer'î olmayan ilimler: Maddi, dünyevi ilimler. Ayrıca dinî, aklî ve dünyevî

ilimler olarak, veya zâhir, (dünya hayatını tanzim eden) bâtın (ebedî hayatı tanzim edici) ilimler olarak da kısımlara ayrılırlar.

-Başka bir tasnif;

a-Allah’tan kaynaklanan ilimler, Tefsir, hadis, akaid, fıkıh, siyer vb.

b-İnsandan kaynaklanan ilimler, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih vb.

c-Tabiattan kaynaklanan ilimler, matematik, biyoloji, fizik, kimya, tabiat bilimleri, uzay bilimleri, fen bilimleri vb.

 

i-İslâmda bilgi kaynakları

            -Akıl,

            -Haber-i sadık,

            -Havâss-ı selime

İslâm akâidine göre insanın ilim elde etmesinin yolları üçtür:

i1- Akıl:

İslâm dini akla büyük önem vermiş, onu ilim elde etme yollarından biri olarak kabul etmiştir. Bir şey akılla düşünmeden hemen bilinirse buna "bedîhî" denir. Düşünerek bilinirse "istidlâlî" denir

 

i2-Havass-ı selime (sağlam duyu organları).

Bunlar göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beştir. Bu duyu organları hastalıklardan uzak olduğu takdirde kendileriyle elde edilen bilgiye güvenilir.

i3- Haber-i sadık (doğru haber).

Bu ikiye ayrılır:
a) Mütevâtir haber:

Yalan söylemek üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda bir topluluğun vermiş olduğu haberdir. Bunda şüphe edilmez. Meselâ bugün Avustralya kıtasının varlığını gözlerimizle görmesek bile bir çok kişi tarafından haber verildiği için tereddütsüz kabul ederiz.

b) Haber-i Resul:

Allah tarafından gönderilen hak peygamberin vermiş olduğu haber ve söylemiş olduğu şeylerdir.

3-İlim ve Bilim

İlim ve bilim aynı şey midir?

Modernleşme sürecinde dilimizde Türkçeleşmiş arapça kökenli, özellikle dinî mana taşıyan kelimelere karşı amansız bir mücadele başlatılmış, Türkçeyi islam kültüründen arındırma çabalarına girişildi. Bu bağlamda binlerce kelime masa başında batıdan aktarılna veya uydurulan kelimelrle değiştirildi.

Bunların pek çoğu zaman içerisinde ısrarlı kullanım sonucunda benimsendi, eskiden kullanılan kavramlar ve ifadeler terkedildi, ya da unutuldu.

Bilim kavramı da ilim kelimesinin yerine ısrar sürülen bir kavramdır.

Ancak vurgulamak gerekir ki, bilim kavramı ilim kavramını, bilgin kavramı da âlim kavramını karşılamaya yetmez.

Türkçe’de bilgi kelimesinin olması aslında bir kazançtır. Zira her ilim aynı zamanda bilgi değildir. İlim, daha ziyade kesin bilgiyi ifade ederken, bilgi, her türlü öğrenilen ve bilinen şey hakkında kullanılabilir. Bu yüzden kesinleşmiş bilgiler için ister istemez ‘bilimsel bilgi’ kavramı gelişmiştir.