Allah (cc) tasavvurumuzun anhtar kavramlarından Sübhânellah hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

22.03.2015

Selâm-Dormund

 

  • Giriş

Sübhânellah, el-hamdülillah, Allahu-ekber. Yani ‘tesbîh’, ‘tahmîd’ ve ‘tekbîr

Peygamber (sav) buyuruyor: “Kelimelerin en güzeli dört tanedir: 'Sübhânallah ve el-hamdü lillâh ve lâ ilâhe illâllah ve Allahu ekber.“ (Buhârî, Eymân/19)

Bu şiarlara, hadisteki sırasıyla; tesbîh, tahmîd, tehlîl ve tekbîr denilir.

Bilindiği gibi müslümanlar namazdan sonra tesbihat yaparlar.

Yani otuzüç defa ‘sübhâne’llah’,

otuzüç defa ‘el-hamdüli’llah’,

otuzüç defa da ‘Allahü ekber’ derler.

Bu, zenginlerin fakirlere sadaka verip yardım etmeleri gibi sevabı çok olan bir zikirdir. Bunlar ‘Sübhânellah’ ile başladıkları için hepsine de ‘tesbîh duası’ denmektedir.

Bunun Sünnette dayanağı var.

Bir gün başta Ebu Zer olmak üzere muhacirlerin fakir olanları Peygamber’e (sav) gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü, zenginler yüksek dereceleri ve devam eden nimetleri alıp gittler. Onlar da bizim gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor. Ama onlar sadaka veriyor, biz veremiyoruz. Onlar köle azad ediyor, biz edemiyoruz. Onları dinleyen Peygamber (sav) şöyle dedi: “Size bir şey öğreteyim, onunla sizi geçenlere yetişir, sizden sonrakileri geçersiniz. Hiç kimse sizden faziletli olmaz. Meğer ki sizin yaptığınız gibi yapmış olsunlar. Her namazdan sonra 33 defa sübhanelleh, 33 defa elhamdülillah, 33 defa Allahü ekber dersiniz. Tamamı 99 eder. 100ün tamamında da lâ-ilâhe illallahu vahdehu lâ-şerike leh, lehu’l-mülkü, ve lehu’l-hamdu ve huve ala külli şey’in kadîr” derseniz günahların denizin köpüğü kadar da olsa affolunur.” (Müslim, Mesacid/146 no: 146. Ebu Dâvûd, Vitir/2, Harac ve İmâret/ no: 2987. A. b. Hanbel, nak. Ş. Isl. Ans. 6/193)

Zeyd b. Sabit’ten rivâyete göre, şöyle demiştir: Ashab’a her namazın bitiminde otuz üç defa “sübhanallah” otuz üç defa “elhamdülillah” otuz dört defa da “Allahu ekber” demeleri emredilmişti. Ensardan bir adam rüyasında: “Rasûlullah (sav) size her namazdan sonra otuz üç defa “sübhânellah” otuz üç defa “elhamdülillah” otuz dört defa “Allahu ekber” demenizi emretti değil mi?” denildi. Adam: “Evet” deyince; karşısındaki: “Öyleyse onları yirmi beşe indirin de “Lâ ilâhe illallah” demeyi de ilave edin” dedi. Sabah olur olmaz bu kimse durumu Peygamber’e (asm) anlattı. Peygamber de (sav): “Öylece yapınızbuyurdu. (Nesâî, Sehv/93. Tirmizî, Dua/26. Dârimî, Salat/90) 

Bu haber başka bir rivâyette, “Ensarî’nin dediği gibi yapın” şeklinde geçiyor. (Nesâî, Sehv/93 bk. Beyhakî, Müstedrek, 1/383, no: 929; Müsned, 5/184, 190)

Ebu Hüreyre'den: "Kim her namazın peşinden 33 kere Sübhânellah, 33 kere Elhamdülillah, 33 kere Allahü Ekber, 33 kere Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." derse günahları denizlerin köpükleri kadar da olsa affedilir." (Müslim, Ezkâr/68)

Hz. Ali şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, kızı Fatıma'yı benimle evlendirdiklerinde onunla birlikte içi hurma lifleriyle doldurulmuş bir deri yastık, nakışlı bir kadife kumaş, iki değirmen taşı, iki testi ve bir de su kabı gönderdiler. Bir gün Fatıma'ya "Allah'a yemin ederim ki bugün çektiğim sulardan göğsüm ağrıdı. Allah (cc), babana birçok ganimetler vermiştir. Gidip ondan bizim için bir hizmetçi istesen!"dedim. O da "Vallahi değirmen çevire çevire benim de ellerim yara-bere içinde kaldı"dedi. Sonra kalkıp babasının yanına gitti.

Peygamber (sav) “Fatıma, niçin geldin?"diye sordu. Fatıma "Sana selâm vermek için geldim"dedi. Utandığından hiç birşey söylemeden geri döndü. Ne yaptığını sorduğumda "Utandım ve bu yüzden de birşey isteyemedim"cevabını verdi. Bunun üzerine ikimiz birlikte Peygamber'in (sav) yanına gittik. Huzuruna girdiğimizde ben "Ey Allah'ın Rasûlü! Su çekerken göğsüm ağrıdı"dedim. Fatıma da "Değirmen çevire çevire ellerim yara-bere içinde kaldı. Allah (cc) sana bol ganimet vermiştir. Bize bir hizmetçi veremez misin?"dedi.

O zaman Hz. Peygamber şunları söylediler: "Allah'a yemin ederim ki açlıktan kıvranan ve karınlarına taş bağlayan Suffa ashabına verecek bir şey bulamazken size hizmetçi veremem. Ben ele geçirilen köle ve cariyeleri satıp gelirini onlara infak edeceğim".

Bunları duyduğumuzda ikimiz birlikte geri döndük. Biraz sonra da Peygamber (sav) bize geldi. Biz o sırada yatağımıza girmiş kadife kumaş parçasını da üzerimize çekmiştik. Ancak başımıza doğru çektiğimizde ayaklarımız, ayaklarımızı örttüğümüzde de baş tarafımız açıkta kalıyordu. Onu gördüğümüzde yataktan çıkmaya davrandık.

Peygamber (sav) bize engel olarak "Hayır kalkmayın! Size benden istediğiniz şeyden daha hayırlısını haber vermemi ister misiniz?"buyurdular.

"Evet ey Allah'ın Rasûlü!"dediğimizde de şöyle dediler:

"Size, Cebrail'in bana öğretmiş olduğu bazı kelimeleri öğreteceğim: Her namazdan sonra onar kere Sübhânellah, Elhamdulillah ve Allahu ekber deyiniz. Yataklarımıza girdiğinizde de Sübhanâllah ve Elhamdülillah kelimelerini otuz üçer kere, Allahu ekber kelimesini de otuz dört kere söyleyiniz". Allah'a yemin ederim ki bu kelimeleri Hz. Peygamber'den işittiğim günden ben bir gün olsun terketmedim. 

Hz. Ali'nin yukarıdaki sözlerini dinlemiş olan İbnü'l-Kevvâ ona "Ey Ali! Bu kelimeleri Sıffin gecesinde de mi terketmedin?"diye sordu. Hz. Ali de "Allah Teâlâ siz Irak halkını kahretsin! Evet, Sıffin gecesinde de terketmedim"buyurdu [Terğib III/112 (İmam Ahmed'den. Munzirî ayrıca hadisi Buharî, Müslim, Ebu Dâvud ve Tirmizî'nin de rivâyet ettiğini kaydeder); İbn Sa'd VIII/25 (Bir benzerini). Nesâî ve İbn Mâce de hadisin bir bölümünü rivayet etmişlerdir). (Buhari, Farzu’l-Humus/6, F. Ashabi’n-N./9, Nefakat/6, 7, Deavat/11. Müslim, Zikr/80. Ebu Davud, Edeb/100)

Diğer bir rivayete göre “Otuz dört defa sübhânallah deyiniz...”buyurmuştur. (Buhârî, Daavât/11.) Başka bir rivayete göre ise “Otuz dört defa Allahü ekber deyiniz...” buyurmuştur.(Buhârî, Farzu’l–humüs/6, Fezâilü ashâbi’n–nebî/9. Müslim, Zikir/80)

Hadisin bir başka rivayetinde şu ilave var: “… Sonra sabah ve aksam namazlarının arkasından şu kelimeleri on defa söyle: "La ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît, biyedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr (Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir. O'nun ortağı yoktur. Mülk yalnızca O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O diriltir ve öldürür. Hayır O'nun elindedir ve O'nun herşeye gücü yeter)". Bu kelimelerin her birisi için sana on hasene yazılır ve günahlarından da on tanesi silinir. Bunların her birisi İsmail'in zürriyetinden bir köle azat etmek gibidir. Şirk müstesna o gün işleyeceğin hiç bir günah bu kelimelerin sevabına yetişip onu sildiremez. Sabah söylediğin "Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh "kelimeleri akşam onu bir kere daha söyleyinceye kadar seni her türlü kötülükten korur" (Heysemî X/108. İmam Ahmed, Ümmü Seleme'den nak.  Kandehlevî, M. Yuısuf, Hayatü’s-Sahabe)

 

  • SÜBHÂNELLAH (Tesbîh)
  • Sözlükte tesbîh

Türkçe’de yanlış bilinen kavramlardan bir tanesi de tesbîhtir.

‘Tesbih’ diye bilinen, otuzüçlü veya doksandokuzlu taneler, aslında ‘tesbîh âleti’dir. Halk maalesef ‘tesbîh’ deyince bu tesbih aletini hatırlamaktadır.

Sübhân ve tesbîh kelimesinin aslı ‘se-ba-ha’ fiilidir. Bu da ‘ha-be-se’ fiilinin tersidir. Birisi hapsetmeyi, diğeri serbest hareket etmeyi anlatır. el-habs, hareketsiz bırakma, tutma, atıl kılma manasındadır..

‘Se-be-ha’ sözlükte; havada ve suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek, işini yapmak, çaba göstermek demektir.

Kur’an’da bu anlamda kullanılmaktadır. Güneş ve Ayın, gece ile gündüzün her biri, bir yörüngede yüzüp durmaktadır, yahut geçip gitmektedir.

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ {33}

“O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Enbiyâ 21/33)

لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ {40}

 "Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn 36/40).

Atın koşuşu hakkında da kullanılır. - وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاً {1} وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاً {2} وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاً {3} فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاً {4}

“Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere (Naziat 79/3)

Bir çalışmaya, bir işe sür’atle girişme anlamında kullanılır. إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحاً طَوِيلاً {7} “Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var. (Müzemmil 73/7) (Isfehânî, el-Müfredât; s: 324)

‚Tesbih‘‚ ‚se-be-ha‘ fiilinin tef’il kalıbıdır (seb-be-ha).  Fiilin kökü lazım, tef’il kalıbı müteaddidir. Yani Türkçedeki edilgen ve ettirgen kipi gibi

Fiilin kökü uzaklaşma, hızla hareket etme; bu kalıp da uzaklaştırma, tenzih etme, hızla hareket ettirme manası taşır.

‘se-be-ha’ fiili Kur'an'da fiil, masdar ve isim olarak 101 yerde geçiyor.

‚Tesbih‘ olarak iki ayette ‘tesbiha-hum-onlarin tesbihleri (İsra 17/44),

tesbiha-hu-onun tesbihi‘ (Nur 24/41) tarzinda geciyor. 

1 ayette ‘el-musabbihune-tesbih edenler’, Saffat 37/166

1 ayette ‘el-musabbihîne-tesbih edenler’  Saffat 37/143

 

- Bütün varlıklar tesbîh yaparlar

Kur‘an, varlık aleminde mevcut olan her şeyin hareket halinde olduğunu ve bu hareketlerinin de bir ‘tesbîh’ olduğunu anlatır.

Kur’an bunu bazen geçmiş zaman kipiyle ‘Tesbih etti’ şeklinde, bazen de şimdiki zaman kipiyle ‘tesbih eder-ediyor’ şeklinde vermektedir.

Bu, varlıkların geçmişte ve şimdi sürekli tesbih ile meşgul olduklarını gösteren bir gerçektir.

Üç âyette geçmiş zaman kalıbıyla ve aynen;  

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {1}

“Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ı tesbîh etti. O Aziz’dir, Hakim’dir.” (Hadid 57/1. Haşr 59/1. Saff 61/1)

“Göklerde ve yerde olan her şey (onlara yaratılış amacını yükleyen) Allah adına hareket etti. Zira mutlak üstün ve yüce olan, her hükmünde tam isabet kaydeden O’dur.”

Bir âyette geçmiş zaman kalıbı çoğul olarak geliyor.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ {15} {س}

 “Bizim ayetlerimize  (gerçekten) inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; (onlar), Rablerini hamd ile tesbih edenler ve asla büyüklük taslamayanlardır.” (Secde 32/15)

Dört ayette şimdiki zaman kalıbıyla “Göklerin ve yerin Allah’ı, Allah için tesbîh ettikleri” söyleniyor.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ {41} وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ {42} (Nûr 24/41.

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {24}‏ Haşr 58/24.

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ {1} Cuma 62/1.

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {1} Teğabun 64/1) 

 

Kur’an, yerin ve göklerin yanında başka bazı varlıkların da ‘tesbih’ ettiklerini haber veriyor.

Allah’ın huzurunda olanlar gece gündüz, bıkıp usanmadan Allah’ı tesbih ederler.

وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ عِندَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ {19} يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ {20}

“Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.

Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.” (Enbiya 21/19-20)

 

Kuşlar ve dağlar da tesbih ederler. Tabii ki Davud peygamber de.

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلّاً آتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماً وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ {79}

“Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” (Enbiya 21/79)

إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ {18}

“Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sad 38/18)

 

Gök gürültüsü de Allah’ı tesbih eder:

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ {13}

 “Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücadele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.” (Ra’d 13/13)

 

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli tesbih ederler:

‏ وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {75}

Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icra edilip "âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" denilmektedir.” (Zümer 39/75)

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْماً فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ {7}

“Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” (Mü’min 40/7)

 

Bir kısmı da hem Allah’ı tesbih, hem de yeryüzündekiler için istiğfar ederler.

تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {5} (Şûra 42//5)

 

Melekler, Allah’ın yeryüzünde bir halife yaratma iradesi karşısında: “Ya Rabbi, yeryüzünde fesat çıkarak ve kan dökecek birini yaratacaksın. Halbuki Biz seni tesbih ve takdis ediyoruz” dediler.

 وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {3} (Bekara 2/30)

İnsanlardan bazısının istikbar etmesine karşın Allah’ın huzurundakiler tesbih ederler:

فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ {38} (secde ayeti)

“Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin huzurunda bulunanlar hiç usanmadan, gece gündüz O'nu tesbih ederler.” (Fussilet 41/38) Yani görünen veya görünmeyen varlıklardan Allah’a teslim olmuş herkes. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an,  2/949) 

Allah katında olanlar tesbih etmekten usanmazlar:

إِنَّ الَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ {206}

 “Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler.” (A’raf 7/206)   “Rabbinle beraber olanlar:” Allah'a karşı son derece derin bir sorumluluk bilincini dile getiren mecazî bir ifade. (Esed, Kur’an mesajı, ) Onlar O’nun adına hareket ederler.

Ancak insanlar bu sayılanların Allah’ı nasıl tesbih ettiklerini anlayamazlar. Bu gerçek bir âyette haber veriliyor.

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيماً غَفُوراً {44}

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)

Canlı veya cansız varlıkların nasıl tesbih ettiklerini anlayamayız. Belki onların sürekli hareket halinde olmalrı onların tesbihidir. (Allahu a'lem)

Bu konuda pek çok açıklama yapılmıştır ama âyetin ifadesi açık. Üstelik bunu anlama diye bir görevimiz yoktur. Bize düşen, bütün varlıkların ister istemez Allah’a teslim olup O’nu tesbih ettiklerini bilmek ve böyle bir gerçeğe şüphesiz inanmaktır. Bunu kabul ettikten sonra, onlar gibi bu yüce zikre katılmak, onlarla beraber Allah’a tesbihte bulunmaktır.

Tıpkı Davud (as) ile birlikte tesbih etsinler diye boyun eğdirilen dağlar gibi. (Enbiyâ 21/79. Sâd 38/18)

Bu ifade; وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَظِلالُهُم بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ {15} {س}

"Halbuki göklerde ve yerde kim varsa ister istemez Allah'a secde eder." (Rad 13/15. Bir benzeri Nahl 16/49) âyetine benzer.

 

  • Kur’an’da ‘sübhân‘

Allah Sübhan’dır. Bu da fü’lan kalıbında mübalağalı ism-i faildir

Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan, yaratıklara ait eksikliklerden uzak olan demektir.

Bu çok tesbih edilen demek olduğu gibi, O’na ortak koşanların, O’na noksanlık ve insani nitelikleri yakıştıranların iddiaların çok çok uzaktır, O aşkındır, onların iddalarının ötesindedir manası da taşır.

‘Sübhân’ Allah (cc) için özel yüceltme ve O’na O’nun kendisini tanıttığı gibi iman etme sözüdür. O’nun büyüklüğünü, eşsiz ve benzersiz oluşunu itiraf sözüdür.

Bütün yaratıklar, canlı ve cansız her şey, insanların bütün hücreleri, bazı insanların dilleri sürekli Allah’ı tesbih ederler. O, bu anlamda Subhan’dir, çok çok tesbih edilendir.

‘O, kendisi hakkında düşünülen bütün noksan sıfatlardan uzaktır. O, kendi dışındaki her şeyden münezzehtir (tenzih edilmiştir).

Kur’an, her şeyin Allah’ın tesbih ettiğini haber vermesini yanında, Peygamberin şahsında mü’minlerin O’nu tesbih etmelerini emrediyor. Bu da zımnen O’nun Sübhan oluşuna bir göndermedir.

O kendisini “Sübhan” olarak nitelediğine göre, mü’minlerin de O’nu tesbih etmeleri gerekir.

Kur’an O’nun ‘sübhan’ olduğunu sık sık vurgulamaktadır. Şöyleki:

Otuziki yerde ‘sübhân’ olarak geliyor. Bu:

 

Bir âyette Rabbi ismiyle ‘Sübhâne Rabbî’şeklinde geliyor.

 أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاء وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَّقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إَلاَّ بَشَراً رَّسُولاً {93} (İsrâ 17/93)

 

İki âyette Rabbinâ ismiyle ‘Sübhâne Rabbina’ şeklinde geliyor.

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً {108}  (İsrâ 17/108)

 

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ {27} قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ {28} قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ {29} Kalem 68/27-29

 

Bir âyette Rabbike ismiyle ‘Sübhâne Rabbike’ şeklinde geliyor.

 سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ {180} وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ {181} وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {182}‏ Saffat 37/180

 “Üstünlük ve güç (izzet) sahibi Allah, ‘Sübhan’dır, onların nitelendirmekte olduklarından yücedir.” (Saffât 37/180) 

 

Bir âyette de Rab ismiyle ‘Sübhâne Rabbi’s-semâvâtı ve’l-ard’ şeklinde yer aliyor.

سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ {82} (Zuhruf 43/82) yer almaktadır. 

 

Dört ayette ‘sübhanellezi’şeklinde;

سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ {36} Yasin 36/36,

 

فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ {83}‏ Yasin 36/83

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {1} İsra 17/1, 

 

لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ {13} Zuhruf 46/13,

 

Ondört yerde ‘hu’ zamiriyle ‘sübhâne-hu’ şeklinde,

وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ {116}

Bekara 2/116

 

‏ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْراً لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً {171}  Nisa 4/171

 

وَجَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُواْ لَهُ بَنِينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يَصِفُونَ {100} بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ {101} En’am 6/100-101

 

قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُ آلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذاً لاَّبْتَغَوْاْ إِلَى ذِي الْعَرْشِ سَبِيلاً {42} سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوّاً كَبِيراً {43}

Arkasından;

 تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيماً غَفُوراً {44} İsra 17/42-44 deniyor.

 

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهاً وَاحِداً لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ {31} Tevbe 9/31

 

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَـؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {18} Yunus 10/18,

 

قَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ هُوَ الْغَنِيُّ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ إِنْ عِندَكُم مِّن سُلْطَانٍ بِهَـذَا أَتقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {68} Yunus 10/68,

 

 مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ {35} Nahl 16/1

 

وَيَجْعَلُونَ لِلّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ وَلَهُم مَّا يَشْتَهُونَ {57} Nahl 16/57

 

مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ {35} Meryem 19/35

 

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَداً سُبْحَانَهُ بَلْ عِبَادٌ مُّكْرَمُونَ {26}  Enbiya 21/26

 

 

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَلِكُم مِّن شَيْءٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {40} Rum 30/40

 

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {67} Zumer 39/67

 

لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً لَّاصْطَفَى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ سُبْحَانَهُ هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ {4}  Zümer 39/4,

 

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {67}  Zümer 39/67

 

  • Kur’an’da ‘sübhâne-ke‘

‘Sübhâne-ke’ (Ey Allahım) Sen Sübhansın, Sen, Seni hakkıyla takdir edemeyen müşriklerin iddia ettiği veya inandığı noksanlıklardan münezzehsin demektir.

 

Kur’an’da ‘Sübhâneke’ dokuz âyette geçiyor: 

Meleklerin tesbihi; قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ {32} Bekara 2/32

Mü’minlerin tesbihi; الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {191} Ali İmran 3/191

İsa‘ (as) tesbihi; وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَـهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ {116}  Maide 5/116

Musa’nın  (as) tesbihi; وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكّاً وَخَرَّ موسَى صَعِقاً فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ {143}‏ A’raf 7/143

Cennetliklerin tesbihi; إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {9} دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {10}  Yunus 10/9-10

Yunus‘un (as) tesbihi; وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ {87} فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ {88} Enbiya 21/87-88

İlah edinilenler bile sübhâneke derler:

; قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاء وَلَكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءهُمْ حَتَّى نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً {18}  Furkan 25/18

Melekler Sübhâneke derler; وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعاً ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَؤُلَاء إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ {40} قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ {41} فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعاً وَلَا ضَرّاً وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ {42} Sebe’34/40-42

İfk olayını duyan sahabelerin demesi gerekirdi;

 وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم مَّا يَكُونُ لَنَا أَن نَّتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ {16} Nur 24/16

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ {180} وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ {181} وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {182} Saffat 37/159

 

  • Kur’an’da Sübhânellah

Sübhan’ın on yerde Allah lafzı ile birlikte ‘Sübhânellah’ olarak geliyor.

Fe-sübhânellah’ cümlesi, Allah’ın bütün eksikliklerden uzak, ama yüce sıfatların sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın zatının temizliğini ve kutsallığını da anlatır.

Bunlardan üç tanesinde Allah’ın, inkarcıların yanlış nitelemelerinden uzak olduğu vurgulanıyor.

أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِّنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنشِرُونَ {21} لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ {22} Enbiya 21/22

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, Sübhan’dır- onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (Enbiyâ 21/21-22)

 

مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذاً لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ {91} Mü‘minun 23/91

 

سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ {159} إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ {160} Saffat 37/159

 

Beş tanesinde de Allah’ın, müşriklerin ortak koştuklarından münezzeh olduğu hatırlatılıyor. Zımnen, “haşa, onlar ne biçim sözler, Allah onlardan uzaktır” denmiş olur.

أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ {43} Tur 52/43

 

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {68}

Kasas 28/68

 

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ {23} Haşr 59/23

 

            Allah (cc) Subhân’dır.

قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ {108} Yusuf 12/108 ve Rum 30/17

 

            „Sübhân; sübhâneke, sübhânehu, sübhâne rabbinâ, sübhâne rabbike, sübhâne rabbi“ nasıl gelirse gelsin hepsi de „sübhânellah-Allah Sübhân’dır“ manasındadır.

 

  • Kur’an’da “Rabbini tesbih et“ emri (21 defa)

Kur’an bir yerde, Allah’ı zikretmeyi ve O‘nu tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu da her iki ibadetin de ortak yanları olduğunu gösterir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42}

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzab 33/41-42)

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى {130}

“Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” (Tâhâ 20/130)

Sabah ve akşam vakitleri zikir ve Allah’ı tesbih için en uygun zamanlardır. Ancak sabah-akşam ifadesi bütün günü kapsaması sebebiyle, âyet; Allah’ı her an zikredin, tesbîh edin, bunu devamlı yapın anlamına da gelir. (Allahu a’lem)

 

Bir çok âyette ise Hz. Peygamberin şahsında bütün mü’minlerin Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri emrediliyor. Şöyleki:

“Sebbih-tesbih et” emriyle (beş ayette)

 

قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزاً وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيراً وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ {41} Âli İmran 3/41

 

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى {1} الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى {2} Ala 98/1-2

 

„(Ey muhatab), yücelikte eşsiz olan Rabbini tesbih et.“ Bir başka mana ile; Rabbine adına, Rabbin adına hareket et. Zımnen: Kimin kulu olduğunu, kimin adına hareket ettiğinden yola çıkarak bul. (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

 

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} Vâkıa 56/74

 

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} Vâkıa 56/96

 

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} Hakka 69/52

 

Allah adına başlarım anlamındaki bismillah, bu emri getirmenin başlangıç noktasını temsil eder. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

 

„Rabbini hamd ile tesbih et“ tarzında: (Yedi defa)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ {98} وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ {99}  Hıcr 15/98

“Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (Hicr 15/98)

 

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى {130} Tâhâ 20/130 (iki defa)

 

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيراً {58} الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيراً {59} Furkan 25/58

 

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ {55} Mü’min 40/55

 

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ {39}

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ {40}  Kaf 50/39-40

 

وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ {48}

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ {49}‏ Tûr 52/48-49

 

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ {1} وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجاً {2} فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً {3}  Nasr 110/3

 

Bir ayette Zekeriyya‘nin (as) kavmine Sebbihu-tesbih edin“isaret ettigi anlatiliyor:  

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَن سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيّاً {11} Bunun üzerine Zekeriyya, mabetten kavminin karşısına çıkarak onlara: "Sabah

akşam tesbihte bulunun" diye işaret verdi.” (Meryem 19/11)

 

Üç ayette „sebbih-hu-onu tesbih et“ Şeklinde geliyor: 

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ {40}  Kaf 50/40

 

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ {49}‏ Tûr 52/449

 

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِماً أَوْ كَفُوراً {24} وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {25}‏ وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلاً طَوِيلاً {26}  İnsan 76/26

 

Bir âyette „Sebbihu-hu-O’nun tesbih edin“ çoğul emir tarzında geliyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42} Ahzab 33/41-42

 

Allah‘ın âyetlerini inkâr edenlere karşılık iman edenler Allah’ı tesbih ederler. Yani O’na gereği gibi iman ederler, O’nun şanını gereği gibi yükseltirler.

فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ {17} وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيّاً وَحِينَ تُظْهِرُونَ {18}  Rum 30/17

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.” (Rum 30/17)

 

Mü’minler zaten Allah’ı tesbih ederler.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ {15} {س}

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.”  (Secde 32/15)

“Bu âyet secde âyetidir. Bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.)in rivayet ettiği bir hadis-i şerifin meâli şöyledir: İnsanoğlu secde (âyetini) okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak çekilir ve «Eyvahlar olsun! Âdemoğlu secde ile emrolundu, secde etti ve cenneti kazandı; ben ise secde ile emredilince direndim ve sonum ateş oldu» der.” (TDV Meali) 

Mescitler de tesbih edilmesi gereken yerlerdir:

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ {36}‏ رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ {37}

 “(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr 24/36-37)

Muhammed’in (sav) beşîr ve nezîr olarak gönderilmesinin bir gerekçesi veya sonucu, mü’minler Allah’ın tesbih etsinler diye.

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً {8} لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {9}

“(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Ta ki (ey müminler!) Allah'a ve Resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz.” (Fetih 48/8-9)

Musa (as) Harun’u kendisine yardımcı olarak vermesi için dua etti. Gerekçesini de şöyle açıkladı: Böylece seni bol bol tesbih edelim.” (Tâhâ 20/33)

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي {25} وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي {26} وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي {27} يَفْقَهُوا قَوْلِي {28} وَاجْعَل لِّي وَزِيراً مِّنْ أَهْلِي {29} هَارُونَ أَخِي {30} اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي {31} وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي {32} كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيراً {33} وَنَذْكُرَكَ كَثِيراً {34}

 

Kur’an’da bu kadar söz konusu edilen, mü’minlere emredilen tesbîh nedir?

 

  • Kavram olarak tesbîh

‘Tesbîh’; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

‘Tesbîh’; Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmaktır.

Bazılarına göre tesbih, söz, fiil veya niyet şeklinde olan bütün ibadetleri kapsar.

فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ {26} بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ {27} قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ {28} قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ {29}

“İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size "Rabbinizi tesbih etsenize" dememiş miydim? ” (Kalem 68/28)

Yani “neden o’na ibadet etmezsiniz, O’na şükretmezsiniz?”

Allah Teâla (cc) yücedir, uludur, azimdir. Hiç bir şey O’nun benzeri ve dengi değildir. O en yüce sıfatlara sahiptir. İnsanların aklına gelebilecek bütün eksik ve noksan sıfatlardan, kusurlardan uzaktır. Allah (cc) hakkında, insanlara ait şeyler düşünülemez. O, bütün bunların dışındadır.

İşte Allah’ı mükemmel (en yüce) sıfatlarla düşünmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek (uzak tutmak) bir tesbîh’tir.

Talha b. Ubeydullah diyor ki: Peygamberimize ‘sübhanellah’ın tefsirinden sordum. Buyurdu ki: “O, Allah’ı, O’nun dışındaki her şeyden tenzih etmedir (uzak tutmadır).” (Kurtubî, nak. Saffetü’l Tefasir, 1/47)

 ‘Tesbih’ Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demektir.

 ‘Tesbîh’ ibadetinde Allah’ın büyüklüğüne yönelik bir hayret ifadesi de bulunmaktadır.

‘Tesbih’de Allah’a ait yüceliğin itirafı ve O’nu noksan sıfatların uzağında görme inancı vardır.

“Tesbih tenzihe ve nefye, hamd teşbihe ve isbata delalet eder. İlki celal, ikincisi cemal tecellisidir. Allah Rasulünün dilinde bu emir bir virde dönüşmüştür. Ondan gelen “Sübhanellahi ve bi-hamdihi estağfirullahi ve etubu ileyhi” virdi budur”  (İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 2/1318)

“Sübhâneke, Sübhânelleh, Sübhâne Rabbike” gibi her türüyle ‘tesbih’ sözleri söylemek, Kelim-i Tevhid veya Kelime-i Şehadetteki iman sözü gibidir.

Mü’min; ben öyle bir Allah’a iman ediyorum ki O’ndan başka ilah yoktur, o noksan sıfatlardan münezzehtir, çok yücedir, aşkındır, insanların O’nunla ilgili düşündüklerinden beridir demiş olur.

‘Sübhanellah’ tesbihinin manası tıpkı ‘Lâilâhe illah’ ve ‘Allahü ekber’ gibidir. Allah’tan başka tanrı yoktur, O Allah en yücedir, O Allah insanların uydurduğu tanrıların sıfatını taşımaktan uzaktır demek aynı şeydir.

Tesbih de bir iman itirafı, bir iman belgesidir. Tesbih etmekle iman güçlenir, ibadetin ve saygının ilâh olarak sadece O’na yapılacağı beyan edilmiş olur.

Hatta Sübhânellah’ta, mükemmelik ve aşkınlık vurgusu Kelime-i Tevhid’ten daha fazladır.

Müşriklerin, kafirlerin, tağutların, putperestlerin, Allah adına yalan uyduranların bütün yersiz ve asılsız iddalarına karşılık mü’minler: fe-Sübhanellah derler. Burada iki vurgu var:

a-Hayret, nasıl oluyor da sizi bir kul olarak Allah hakkında böyle düşünebiliyorsunuz, buna nasıl cür’et ediyorsunuz?

b-Allah (cc) sizin O’nunla ilgili ileri sürdüklerinizden çok çok uzaktır ve çok çok yücedir. Nitekim bir çok ayette “Sübhanellehi amma yesıfûn-Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” (Enbiyâ 21/22. Mü’minun 23/91. Saffat 37/159)

Ya da “Sübhânellahi amma yüşrikûn-Allah onların şirk koştuklarından münezzehtir.” (Kasas 28/68. Tûr 52/42. Haşr 58/24) şeklinde gelir.

 „Tesbîh, Allah’ı yüceltme anlamını da içerir. Zira bilinçli varlık olan insaın Rabb adına hareket etmesi, O’nu yücelten varlık korosuna dahil olmasıdır.

Tesbîh‘in, ‚işitilen‘ bir şey olmaktan daha çok ‚anlaşılan‘ bir şey olduğunu İsra 17/44den anlıyoruz. „Her şey Allah’ı tesbih eder, fakat siz onların tesbihini anlamıyorsunuz“ Bu ayetteki tesbih emri tefsir otoriteleri tarafından „Namaz kıl“, „hayran ol“, „an“, „yönel“, O’nun tüm noksanlıklardan uzak bil“, „O’nu tenzih et“, O’nu mukaddse bil“ şeklinde de tefsir ederler. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

‘Se-be-ha’ fiili, “uzağa gitti, tek başına kaldı, ayrılıp uzaklaştı” karşılığıyla, ‘zihni soyutlamayı’ da kapsar. Soyutlama, zihnin yüceltmesi ve bu sayede yücelmesidir. Akıl soyut düşünce ile yükselir. İlk muhataplar soyut düşünemiyorlar, bu onları ‘uzak ilah’ inancına sürüklüyor, ve ‘uzak’ olana yaklaşmak için aracılar koyuyorlardı. Onları şirke götüren sebep de buydu.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1102)

 

  • Zikir olarak tesbîh: Sübhâne-ke, Sübhânellah

Bazı alimlere göre ‘tesbih’, hem iman, hem bir zikir, hem Allah’tan yardım istemedir.

Peygamber (sav) daha bir çok hadisinde, tesbîh’te bulunmanın, Tevhid kelimesini söylemenin ve istiğfarda bulunmanın önemine ve sevaplarının çok olacağına işaret buyuruyor.

 “Bir adam Peygamber’e (sav) gelerek, ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben Kur’an’dan bir şey seçip alamıyorum. Bana yetecek bir şey öğretir misin?’ dedi. Peygamberimiz buyurdu ki, şöyle de: “Sübhâne’llahi ve’l hamdüli’llahi ve lâ ilâhe ilallahu va’llahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah-Allah’ım seni tesbih ederim, hamdler sana aittir. Senden başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, bütün güç ve kuvvet Allah’ındır.” (Ebu Dâvûd, Salat/139, no: 832. Nesâî, İftitah/32)

Peygamber (sav) yine buyuruyor ki:

“İki kelime vardır; bunlar dilde hafif, terazide (mizanda) ağır, Rahman’ın yanında da sevimlidirler: (Bunlar), Sübhânellahi ve bi’hamdihi-Allah’ım seni hamdinle tesbih ederim, Sübhane’llahi’l azîm-Yüce Allah’ım Seni tesbih ederim, sözleridir.” (Müslim, Zikir ve Dua/10 no: 2694. Buharî, Daavât/65, İman/19. Tirmizî, Daavât/61 no: 3467)

Ebu Hureyra’dan; Peygamber (sav) buyurdu ki: “Sübhânelleh, velhamdu lillah, ve la ilahe illallah vallahu ekber demem, bana gunesin uzerine dogdugu gunden daha sevimlidir.” (Muslim, 4/2072)

Allah’a dört söz çok sevimlidir: Sübhânellah, el-hamdu lillah, lâ ilâhe illallah ve allhu ekber.” (Müslim, 3/1685)

Said diyor ki: Rasulullah’ın yanında idik. Dedi ki:  “Sizden kim, her gün bin hasenat kazanmaktan acizdir?’ Orada oturanlardan biri “Bu bin haseneyi nasıl kazanabiliriz?’ diye sordu. Buyurdu ki: “(Günde) yüz defa Allah’ı tesbih edersin bin hasene kazanırsın, ya da bin hatan silinir.” (Müslim, 4/2073)

Cabir’den Peygamber (sav) buyudur ki: Kim “subhanellehi’l-azim ve bi-hamdihi” derse, cennette kendisi icin bir hurma dikilir.” (Tirmizi, 5/511, Hakim 1/501.)

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:“Kim, malâyânî konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde oturmaktan hâsıl olan günahından arınmış olur: “Sübhâneke allâhümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbu ileyke-Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyorum.” (Tirmizî, Daavât 39 nr: 2329)

Enes (ra) anlatıyor: Bir kadın Peygamber’e gelerek ona bazı şikayetlerde bulundu. Rasulüllah (sav) ona “Sana şikayetlerini giderecek hayırlı şeyler söyleyeyim mi? Yatağına girince 33 defa lâ-ilâhe illallah, 33 defa sübhânellah, 34 defa da elhamdülillah de. İşte bu yüz şey sana dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (İbnu Ebi Şeybe, İbnu Haceri’l-Askalani, Metâlibu Aliyye, 3/155)

İbnu Hacer, bu üç kelime ile ilgili muhtelif rivâyetler geldiğini belirttikten sonra meselâ, sübhânallah kelimesinin bazılarında 33, bazılarında 25, bazılarında 11, bazılarında 10, bazılarında 3, bazılarında 1, 70 ve 100 kere tekrarı tavsiye edildiğini; keza el-hamdülillah kelimesinin de tekrar edileceği miktarla ilgili olarak 33, 25, 11, 10, 100 rakamlarının geldiğini; Lâilahe illallah kelimesiyle ilgili olarak da 10, 25, 100 rakamlarının geldiğini belirtir. (Canan, İ. Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 7/42-43)

Hz. Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki:

“Kim de bir günde yüz kere "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile." (Buhârî, Daavât 54, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur'ân 20, (1, 209); Tirmizî, Daavât 61, (3464))

Ebu Hureyra’dan Rasulullah dedi ki: “Kim sabaha veya akşama eriştiği zaman on defa “Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehu’l-mülkü ve lahu’l-hamdu, ve hüve ala külli şey’in kadir” derse sanki İsmail evladından dört kişiyi azad etmiş gibi olur.” (Buhari, Muslim)

Sa’d ibnu Ebi Vakkas’tan Bir arabi Peygambere gelerek. Ya Rasûlullah söyleyebileceğim bir kelime öğret. Buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallahu vahdehu la şerike lehu, Allahu ekber kebira, ve’lhamdu lillahi kesira, sübhânellahi rabbil âlemin. Lâ havle ve-lâ kuvvata illa bi’llahil-azizil-hakîm”dersin. Adam? Bu Allah içindir. Kendim için ne diyeyim?” Buyurdu: Allahım bana magfiret et, bana merhamet et, bana hidayat ver, bana afiyet ver ve beni rızıklandır” dersin.” (Muslim, 4/2073.)

Cabir’den Paygamber (sav) buyurdu ki: En efdal dua el-hamdulillah, en afdal zikir de lâ ilâhe illah’tir.” (Tirmizi, 5/462. Ibni Mace 2/1249. Hakim 1/503.

“Bakiyatu’s-salihat; Sübhânellah, elhamdulillah, ve-lâ ilâhe illallah, vallahu ekber, ve-lâ havle ve-lâ kuvvete illallah’tır.” (Müsned 513. M. Zevâid 1/297. 

Müminlerin annesi Cüveyriyye'den (r.anha) rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) bir sabah vaktinde sabah na­mazı için Cüveyriyye'nin yanından çıktı. Cüveyriyye de namaz kıldığı yerde oturuyordu. Sonra Cüveyriyye aynı na­mazgah üzerinde otururken (zikrederken) Peygamber  kuşluk vakti (eve) dönene kadar orada kaldı. Peygamber onun hala namazlık üzerinde görünce "Bugün senden ayrılalı beri hep böyle mi kaldın?" Cüveyriyye: “Evet, dedi. Buna karşılık Peygamber (sav):

"Ben senden sonra üç kere, dört kelime söyledim ki, eğer senin gün boyu söylediklerinle onlar tartılsaydı, söylediklerine ağır basardı. (Bunlar): Sübhânellâhi ve bi-hamdihî adede halkıhî ve rızâ nefsihî ve zînete arşihî ve midâde kelimâtihî).

  • Namaz ve tesbîh ibadeti

Mü’minler ‘tekbir’le namaza girdikten sonra, önce ‘Sübhâneke’ duasını okurlar. Namazın hemen başında Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunu, müşriklerin nitelemelerinden yüce olduğunu dile getirirler.

Bu imanla namaza başlarlar, namazı yalnızca bu tesbîh ettikleri Allah (cc) için kıldıklarını ortaya koyarlar. Ya da “ben ancak ve ancak böyle bir Allah’a ibadet ederim“ demiş olurlar.

“Sübhâneke allahümme ve bi-hamdike ve tebârake ismüke ve teâlâ

ceddüke ve celle senâüke velâ ilâhe ğayruke-Allahım! Sen bütün kusurlardan pak ve uzaksın ve hamd da Sana aittir. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka tanrı yoktur.” (Müslim, Salat/25. Tirmizi, Mevakıt/65. Nesai, İftitah/18)

Sübhânekedeki vurgular

1-Allah’ın Sübhân oluşu

2-Dua

3-Hamd

4-Allah’ın isminin mübarek oluşu

5-Varlığının üstün oluşu

6-Övgüsünün yüksek oluşu

6-O’ndan başka tanrı olmadığı

Allah (cc) mü’minlere de kendisini tesbih etmelerini ve O’na tazim etmelerini emrediyor.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} (Vakıa, 56/74 ve 96, Hakka, 69/52)

Zaten Allah (cc) kendisinin el-Azîm olduğunu söylüyor.

“Hâ mîm. Ayn. Sin. Kaf. Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. Göklerde ne var, yerde ne varsa ‘O’nundur. Ve O, Aliyy (çok yüce)dir, Azîm (çok büyük)tür.”  (Şura, 42/1-4. Ayrıca Bak.  Bekara, 2/49, 255. A’raf, 7/141. İbrahim, 15/6)

İşte bunu ilan ifade etmek üzere müslümanlar rukû’da;

“Sübhâne rabbiye’l-azîm: Azîm olan Allah Sübhândır” derler.

A’zam, muazzam ve azîm. Hepsi de büyüklüğü bir başka şekilde ifade eder.

Azîm; Allah’ın hakimiyetinin bütün varlığı kuşatması açısından büyüklüğünü anlatır.

Ekber, büyüklüğün nitelik, nicelik, kudret ve saygı açısından bütün türlerini,

A’lâ, ednâya/deniye, süfliye karşın O’nun makamının yüceliğini ve yüksekliğini

ifade eder.

Rukûda şu tesbihler de yapılabilir:

“Subbûhun kuddûsun Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh”

 “Sübhâneke Allahümme Rebbenâ ve bi-hamdike, Allahümmeğfirlî.”

“Sübhâne zi’l-ceberrut ve’l-melekût ve’l-kibriyâi ve’l-azameti.”

 “Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike, estağfiruke ve etûbu ileyke, fağfirlî, fe-inneke ente’t-Tevvâb.”

Secde hali insanın en fazla ednaya düştüğü ve Allah’a yaklaştığı andır. Bu nedenle secdede edna‘nın tersi olan a’la‘yı zikrederek ve emrine uymak üzere secdede ‘Sübhâne Rabbiye’l a’lâ-Ulu/yüce olan Rabbimi tesbîh ederim’derler.  Buna Kur’an’da şöyle işaret ediliyor.

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى {1}  (Ala 98/1)

Allah zaten a’la’dır.

A’la; gerçek ve tek yüce, en büyük. Yüceliğin kendisine has olduğu kadar yüce. Kendisinden başka yüce olmayan,

A’la surenin bu ayetini okuduğu zaman Peygamber (sav) “Sübhânelleh” derdi. (Ebu Davud, Salat/147)

Bu âyet indirildiği zaman ‘Bunu scdelelerinizde yapın»;

  • فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74} Vâkıa 56/74, 96 Hakka 69/52) gelince de «bunu da

rukû’larınızla yapın buyurdu. (Müslim, Salat/207. Ebu Davud, Salat/147. Nesai, Tatbik/8, 9. İbni Mace İkame/20. Darimi, Salat/69)

Allah (cc) tesbih etmeyi emretti, Peygamber de namazda nasıl yapılacağını öğretti.

Namaz bir dua ve tesbih eylemidir. Nasıl yerine getirileceğini hem rekatıyla, kıyamıyla, ruku’suyla; hem de tekbiri, tesbihi ve duasıyla Peygamber (ssv) gösterdi

Mü’minler onun gibi yaparlar

Secde şu tesbihler de yapılabilir:

“Subbûhun kuddûsun Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike lâ ilâhe illâ ente.”

“Sübhâneke Allahümme Rebbenâ ve bi-hamdike, Allhümmeğfirlî.”

‘Subhane zi’l-ceberut ve’l-melekut ve’l-kibriyai ve’l-azameti.”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike, estağfiruke ve etubu ileyke, fağfirlî, fe-inneke ente’t-Tevvâb.”

 

  • Tesbih namazı

Her bir rükünde ve rek’atında bol bol tesbih yapılarak kılınan namaza ‘Tesbih namazı’ denilir.

İslâm alimlerine göre nafile namazlardan bir tanesidir. İçerisinde çok tesbih okunarak kılındığı için bu adı almıştır. Hüküm olarak menduptur, yani kılındığı zaman sevabı umulan bir namazdır.

Tesbih namazı dört rekatlık bir namazdır. İçerisinde üçyüz defa "Sühhânallahi velhamdü lillâhi ve la ilâhe illallahu vellalâhu ekber" dendiği için bu adı almıştır.

Tesbih namazının belli bir vakti yoktur. Kerâhet vakitlerinin dışında her zaman kılınabilir. Bu namazı dört rek’at olarak kılmak mümkün olduğu gibi, iki rek’atın sonunda selâm vermek suretiyle, ayrı ayrı ikişer rek’at halinde kılmak da mümkündür (Vehbe ez-Zuhaylî,  İslâm Fıkıh Ansiklopedisi, 2/180).

Tesbih namazı hakkında Kur'an'da geçen herhangi bir âyet yoktur. Ancak bu namaz hakkında bir kaç hadis rivâyet edilmiştir.

 

            -Tesbih Namazı hakkındaki Hadisler

Ebu Davud’un Sünen’inde Said ibnu Said’den, o da Ebu Rafi' (r.a)'den şu şekilde rivâyet etmiştir:

"Resûlüllah (sav) Abbas bin Abdulmuttalib (r.a)'e şöyle buyurdu:

"Ey Abbas! Ey amcam! Sana vermeyeyim mi? Sana bahşetmiyeyim mi? Sana hediye etmiyeyim mi? Senin için (bir şeyler) yapmayayım mı? On şey vardır ki, eğer sen onları yaparsan Allah senin günâhlarının öncekini de, sonrakini de, eskisini de yenisini de, bilmeden yaptıklarını da kasden yaptık­larını da, küçüğünü de büyüğünü de, gizli olanı da açık olanı da bağışlar.

Bu on şey: Dört rek'at namaz kılman ki, bu namazın her rek'atında Fatiha Sûre­sini ve bir (zammı) sûre okursun. İlk rek'atında kıraatı (Kur'an-ı Kerim o­kumayı) bitirdiğinde daha ayakta iken şöyle dersin:

"Sübhânellahi ve'l-ham­dü lillahi ve la ilâhe illa'llahu vallahu ekber (Allah kendine yakışmayan her şeyden münezzehtir, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür)."

Bunu onbeş kere söylersin. Sonra rükû’ya varırsın ve bu sözü rükûda iken on kere söylersin.

Sonra rükû’dan başını kaldırırsın ve bu sözü on kere söylersin. Sonra secdeye kapanırsın ve secdede iken bu sözü on kere söylersin. Sonra secdeden başını kaldırırsın ve bu sözü on kere söylersin. Sonra secde edersin ve bu sözü on kere söylersin. Sonra başını secdeden kaldırırsın ve bu sözü on kere söylersin.

Böylece bir rek'atta bu sözü yetmiş beş kere söylemiş olursun. Bunu dört rek'atta da yaparsın.

Bunu eğer her gün bir kere kılmaya güç yeti­rebilirsen yap. Eğer yapamazsan her cuma kıl. Bunu da yapamazsan her ayda bir kere kıl. Bunu da yapamazsan her sene bir kere kıl. Bunu da yapamazsan bütün ömrün boyunca bir kere kıl." (Ebu Davud, K. Salat S.Tesbih 1297-1299. (2/29) Hakim, Kitabu Salati't-Tatavvu 1/318. İbni Huzeyme, Tesbih namazı (2/223) 

İbni Mace az farkla aynı hadisi kitabına almış. Onun rivâyetinde “ Bunu dört rek’atta da yaparsın”dan sonrası şöyle:  “Dört rek'atta da üç yüz kere söylemiş olursun. Günahların Alic'in kumları kadar da olsa Allah bağışlar.

Abbas (ra) dedi ki: Bunu her gün söylemeye kimin gücü yeter? O da buyurdu ki: “Her Cuma söylemeye çalış. Buna da gücün yetmezse ayda bir defa söylemeye çalış. Hatta “yılda bir defa” dedi.(İbni Mace, İka­meti's-Salat ve's-Sünneti fiha/190 (1386).

Ebu Davud'un naklettiği bir başka rivâyete göre de Ebu’l-Evzâ şöyle söy­lemiştir:

"Resûlüllah (sav)'ın sohbetinde bulunmuş olan bir adam -bu kişinin Ab­dullah bin Amr (r.a) olduğunu söylemişlerdir- şöyle söyledi:

"Yarın bana gel, sana bir bağışta bulunayım, bir iyilik yapayım ve sana bir şey vereyim."

Ben bana bir hediye vereceğini sandım. (Gittiğimde) şöyle söyledi: "Gündüz öğle vaktini aştıktan sonra kalk ve dört rek'at namaz kıl..." Bundan sonra yukarıdakinin benzerini zikretmiştir. Orada şöyle söylemiştir:

"Sonra -secdeden- başını kaldırınca, -bir nüshada da: "İkinci secdeden" ibaresi geçmektedir- oturduğun yerde doğrul ve on kere tesbih çekinceye (ya­ni yukarıda geçen tesbih ibaresini on kere söyleyinceye), on kere tehlil geti­rinceye (kelime-i tevhidi söyleyinceye) ve on 'kere hamd edinceye kadar kalkma. Sonra dört rek'atta (yani dört rek'atın her bir rek'atında) bunu yap." (Sonra) dedi ki:

"Eğer sen yeryüzünde olanların en çok günah sahibi olsan bile bundan dolayı günâhlarm bağışlanır."

Ben: "Peki bu namazı o vakitte kılma imkanı bulamazsam?" diye sor­dum. 0 da şöyle söyledi:

"O zaman gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kıl." (Ebu Davud, K. Salat/S.Tesbih, 1298 2/30)

Tabaranî Evsat’ında benzer bir rivâyeti Abdullah ibni Abbas çıkışlı veriyor.

Bu rivâyette Peygamberimizin (sav) ona teşehhüdden sonra öğrettiği bir dua da yer alıyor. Arkasından da “...eğer bu şekilde namaz kılar ve dua edersen, Allah (cc) senin büyük küçük, eski ve yeni, açık ve gizli, kasten ve unutarak yaptığın bütün günahlarını affeder” buyurdu şeklinde geçiyor.

Ebu Davud şöyle söylemiştir: "Bunu Ebu'l-Evza, Abdullah bin Amr (ra)'dan mevkuf (sahabe sözü) olarak rivâyet etmiştir." (Ebu Davud, 2/30)

Ebu’l-Evza diyor ki İbni Abbas bana şöyle dedi:

“Sana bir bağışta bulunayım, bir iyilik yapayım ve sana bir şey vereyim mi?” Dedim ki: Evet. O da Peygamberden şöyle işittiğini söyledi: “Kim dört rek’at kılarsa... “ sonra yukarıdaki geçen Peygamber tavsiyesini özetleyerek aktardı.

Ancak bu rivâyetin senedinde kopukluk vardır. (Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2/351)

el-Ensâri'nin rivâyetinde de şöyle denmektedir:

"Resulullah (sav), Ca'fer (ra)'e böyle söyledi..." ve daha sonra yukarıdaki ha­dis-i şerifin benzerini nakletti. Bu rivâyette: "Birinci rek'atın ikinci secde­sinde" ibaresi geçmektedir. (Ebu Davud, 1299, 2/30)

Benzer bir rivâyeti Tirmizî’de de bulmaktayız. Bu rivâyete göre Ebu Rafi' (ra) şöyle söylemiştir:

"Resûlüllah (sav), Abbas (ra)'a şöyle söyledi:

"Ey amcam! Sana bir iyilikte bulunmayayım mı? Sana bir bağışta bulun­mayayım mı? Sana bir yararda bulunmayayım mı?"

O da, "Bulun tabii, ya Resûlellah!" dedi.

(Resûlüllah sav) şöyle buyurdu:

"Ey amcam! Dört rek'at namaz kıl. Her rek'atında Fatiha ve (zammı) sûre oku. Kıraat (Kur'an-ı Kerim okuma işi) bitince daha rükû’ya varmadan onbeş kere şöyle söyle: "Allahu ekber, velhamdülillah ve la ilâhe illa'llah ve sübhanallah (Allah en büyüktür, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yok­tur, Allah kendine layık olmayan her şeyden münezzehtir.)"

Daha sonra yukarıdakinin benzerini zikretmiştir. Bu rivâyette şu ilave vardır:

"Böylece her bir rek'atta yetmiş beş kere söylemiş olursun. Dört rek'atta da üç yüz kere söylemiş olursun. Günahların Alic'in kumları kadar da olsa Allah bağışlar."

Abbas (r.a) dedi ki: "Ya Resûlullah (sav)! Bunu her gün yapamayan (için ne dersin)?"  Resûlüllah (sav) da şöyle buyurdu:

"Eğer bunu her gün yapamazsan o zaman her cuma yap. Her cuma yap­maya güç yetiremezsen o zaman her ay(da bir kere) yap." Böyle devam ede­rek en son: "Her yıl(da bir kere) yap" diye buyurdu." (Tirmizî, Ebvâbu's-Salat/350, (482)

 

  • Sonuç:

Peygamberin tesbih namazı kıldığına veya kıldırdığına dair bir rivâyet bulunmamaktadır.

Rivâyetlere göre birden fazla kişiye bu namazı tavsiye ettiği anlaşılıyor. Yukarıda geçtiği gibi, bir kaç tarik’den (kanal’dan) gelen hadisler, en azından ortada böyle bir tavsiyenin olduğunu gösteriyor.

Ancak rivâyetler arasında hem metinde geçen sözlerle ilgili, hem de Peygamberin bu tavsiyeyi kime yaptığı konusunda farklılıklar var. Buna rağmen rivâyetler pek çok uzman alim tarafından tutarlı ve güvenilir bulunmuştur.

Bazı beşinci hatta onuncu derece diyebileceğimiz kitaplarda az amele korkunç sevaplar/karşılıklar vadedildiği gibi, Tesbih namazı için de böyle vaadler duyulabilir.

Konuyu abartmadan, sevabını Allah’tan bekleyerek bu namazı güç yettiği kadar kılmakta bir beis olmasa gerek. Unutmamak gerekir ki nafile ibadetlerde bir sınır yoktur. Dileyen dilediği kadar yapar. Ancak vacip gibi algılanması, dayatılması, kılmayanların kınanması yanlıştır. Kılanların da milyonlarca ecri çantada keklik görmemesi, ayrıca asla farzların yerine geçirilmemesi gerekir.

Teravih ve Ramazan’da vitr-i vacip dışında hiç bir namaz cemaatle kılınmayacağına göre, Ramazanlarda, Kadir Gecesinde, mübarek gecelerde, imamları, ‘bize tesbih namazı kıldır’ diye sıkıştırmak yanlıştır. Herkes evinde veya başka bir yerde; her gün, haftada bir, ayda bir, senede bir veya ömründe bir defa kılabilir.

Yine hatırlamak gerekir ki, Şâri’nin, yani İslâm şeriatini ortaya koyan Allah ve Rasûlü’nün emretmediği, göstermediği, işaret etmediği bir şeyi, insanlar ibadet haline getirirlerse bid’at olur. Tesbih namazı Peygamber tarafından en azından işaret edildiğine göre bid’at kapsamına girmez.

Fakat cemaatle kılınması, hele hele illa da Kadir Gecesinde kılınması gerekir diye zannedilmesi bid’at olur diye düşünüyoruz.