Gülümserdim hüdhüd’e

Bir bahçenin kenarına dikilen

Çıkını sırtında

Garip yolcu gibi

Hani Mekke´ye doğru gidenler var ya

Hani sırtında heybe, elinda âsâ

Hani alnında ter, yüreğinde umut olanlar var ya

Kıbleye doğru yürüyenler var ya

Onlara özenirdim uyku öncesi

“Ay doğdu üzerimize vedâ tepesinden”

“Çanakkale içinde vurdular beni”

“Kışlanın önünde redif sesi var”

“Dersim dört dağ içinde”

Diye şarkı söyleseydim

Derdim, saksıdaki çiçeğe

 

Bağdat, adamlar şehri

Kitap yazan ve okuyan şehir

Hikmeti bitimsiz bir hazine gibi

Yüreğinde saklayan şehir

Bağdat, bilginin ve tefekkürün

Bin asırlık sevdalısı

Bilirim, alnındaki beyazları

Bilirim, yetiştirdiğin gülleri

Ben, hikâyesini okurken

Leylâ ile Mecnun’un bir kaylûle vakti

Meğer Leylâ ile Mecnun

Meğer, iki hayal, ya da iki ruh

Bir bahçede sohbette imişler

Sohbette değil mihnette imişler

Son olanları duyduktan sonra

Ey Bağdat, hiç Leylâ’ya ev oldun mu!

Ey Kerbelâ’nın kan renkli çölü!

Mecnun sana da uğradı mı

Seninle susuz kaldı mı

Diye sordum

 

Hüdhüd, haber getiriyor baksana

Güneşe tapanların diyarından

Gücü tanrı yapanların ülkesinden

Yaşayan firavunların sarayından

Ahmak çağdaş nemrutlardan

Hüdhüd, dehşette, şaşkın

Dili dolaşıyor, anlatamıyor

Batı tarafını işaret ediyor

Ben çıkıp yollara bakıyorum

Her sabah bir niyaza  durur gibi

Her sabah bir özlemle…

Hüdhüd batı tarafını işaret ediyor

Put kuyularının olduğu tarafı

Bağdat yolundan bir haber geliyor

Bağdat´a moğollar girmiş diyor

Moğollar Bağdat´ı almış diyor

 

Ey dost,

Bir beldeye moğollar girince

Ya da firavun saltanatı

Ya da hitler kafası

Yahut siyonist nefesi

Neler olacağını sen anla

Gerisini ben anlatmayayım…

 

Su diniyor, yer donuyor, gök susuyor

Ehvah diyorum, eyvah

Nûr söndü, kitap öldü,  gül soldu

Bilge adamlar ağladı

Anneler ilk defa bu kadar

Canhıraş feryat ettiler

Bağdat´ı moğollar aldı

Demek ki benim rüyam bir masaldı

Bağdat’ı moğollar aldı

Ey tarih sus, fakat ağıt yak

Ey tarih anlatma, ama ağla

Bana arabesk mersiye söyle

Satırlarında haber değil

Sadece hüzün güfteleri kalsın

 

Süleymaniye’de bayram sabahı

Bir çocuk dedesini arıyor

Bir mü’min şadırvanda abdest alıyor

Selimiye, sevdalısına âşina

Gölgesi düşüyor peşine

Kayrevanda sayfalar çevriliyor

Devran iri taşlarında dönüyor

Tolunoğlu camiisinde bir talebe

Üstadına dersini takrir ediyor 

Kapılarını açıyor gururla Ezher

Mütevazi bilgelere ve çocuklara

Hacılar akın akın,

Uzaktan ve yakından

Bölük bölük Mekke’ye

Şehirlerin anasına doğru

Yola çıktılar, gidiyorlar

Ben güvercinlere bakıyorum

Bağdatın gözleri nemli ve suskun

Bağdatın yüreği ve dimağı ağlıyor

Onunla birlikte Kubbe-i Hadra da

Hem Medine’de

Hem yüreğimin ortasında

 

Güneş Bağdat´ın üzerinde hüzünlü,

Ay yas tutuyor karalarla

Eyvah diyorum, eyvah

Anlam talan edildi, ruh yıkıldı

Coğrafyanın kilidi söküldü

Bu bizim sokağımız, yolumuz

Şimdi bize yabancı, bize garip

Güvercin gagasında hiç bir şey yok

Hüdhüd, ortalıkta görünmüyor

Salih´in kavmi geri döndü

Lût kavmi vazgeçmiyor inadından

Sodom ve Gomore unutuldu

Kimse korkmuyor tufan´dan

Kimse anlamıyor develerin dilini

Kimse tanımıyor ebâbil kuşlarını

Ben, ey anne diyorum

Ey anne, duydun mu?

Bağdat ağlıyor…

Bağdat yanıyor…

 

Seninle bir ceviz ağacının altında

Son bir kez Su Kasidesi’ni okumuştuk

Seninle son kez bakmıştık ufuklara

Kavlimize göre gidecektik

Kaside-i Bürde´yi de okuyacaktık

Güneşli bir günde, burada

Değil mi, ey can! Değil mi

Bağdat´tan bir haber geliyor.

Yüreklere hicran katarak

Moğollar Bağdat´a girdi diyor

Bağdat fena yandı diyor

Bağdat şimdi saf ağıt ve hüzün

Bağdat şimdi pişmanlık ve hayıflanma

Lokma boğazıma düğümleniyor

Gök üzerime çullanıyor

 

Eyvah diyorum,

Saraybosna kuşatılınca anlamıştım,

Mostar Köprüsü vurulunca

Kandahar ölünce bir Nisan günü

İstanbul düşünce tahtından

Mescid-i Kebir Kurtuba’da öksüz

Kalınca ve siyahlara bürününce

Bağdat´ın da düşeceğini anlamıştım.

Şeyh Şamil teslim olduğu gün

Bütün medreseler susmuştu

Ezanların arkasından

En mahzun sâlâlar okunmuştu.

Bağdat´ın düşeceğini anlamıştım

Yanıbaşında hainleri duyunca

İşgalcilerle masaya oturunca

Dicle ve Fırat o zaman

Hüzün olup akmışlardı

Şimdiki gibi…

 

Güvercin gitti ve boş döndü

Hüdhüdün nutku tutuldu, konuşamıyor

Su Kasidesi mersiyeye döndü

Bizim evin kenarındaki

İşaret taşına kan bulaştı

Kirazlar bu sene çiçek açmadılar

Bu sene kızlar tarlalardan

Gelincik toplamadılar

Babam bu güz misafirlere

Bal ikram edemedi.

Babamı son defa ağlarken

Gördüm dün gece

O koca adam ağlıyordu.

O zaman anlamıştım Bağdat´ın düşeceğini

Çünkü babam ağlıyordu

Çünkü babam;

Yani babalarımız

Endülüs düştüğünde de

Çok ağlamışlardı.

 

Seninle İstanbul´da Sahaflarda

Bir ´vav´satmıştık, hatırlıyor musun?

Hani Karahisârî´nin Vav´ını

Sen, son köşeyi dönerken sevincinden

Ben, dili bağlı kalakalmıştım...

Sonra biliyorsun, `vav´ satmamız yasaklandı

Hatta ´vav´ı sevmek de;

Sen ağladın, hüngür hüngür

Ellerinin bağlı oluşuna kahrettin

Ben Bağdat´ın düşüşüne sebep aradım

Vav’ı sevmek yasaklanınca

Anlamıştım devranın aleyhimize döndüğünü

Vadiler dolusu şehit düşünce

Çanakkale kıyılarına

İşin ciddiyetini anladım bir daha

Şimdi, ne o ceviz ağacı kaldı

Ne de okuyacağımız kasideler

Anne, Bağdat düştü diyorlar

Duydun mu?

 

Biliyor musun Kufra Çölünde,

Ömer Muhtar toplantı yapıyor?

Annem, kardeşlerim ve ben

Kıbleye dönük, seccâdede

Dua ediyoruz

Çünkü dua bereketli

Çünkü dua kuvvet ve umut

Çünkü Ömer Muhtar dua bekliyor

Bağdat´ın dua beklediği gibi

Ömer Muhtar’ın şehit edildiği gün

Bağdatın düşeceğini anlamıştım.

Ama Ömer Muhtar daha çok yaşayacak

Kıravatlı eşkıyalardan

Modern cellatlardan.

 

Âh bir Bilâl olsaydı, âh bir gelseydi

Asırlarca süren bir ezan okusaydı

Belki dirilirdi Bağdat

Belki İstanbul´a çöken sis dağılırdı

Belki Kudüs’ün kapıları açılırdı

Belki gün doğardı İslâmâbad’a

Buhara kuşanırdı tekrar tacını

Semerkand gülümserdi yeniden tarihe

Engürü temizlenirdi karasından

Belki Ezher-i Şerif’in üzerinden

Silinirdi Firavun gölgesi

Buhara yeniden bayram ederdi

Belki saygın bir başkan

Teslim ederdi Kudüs’ün anahtarlarını

Muhterem bir başkana.

 

İstersen yeni bir ceviz ağacı

Bir elma ağacı arayalım

Gölgesine oturmak için.

İstersen işgal edilmemiş

Bir parça toprak kaldıysa yeryüzünde

Kirletilmemiş bir toprak kaldıysa

Konaklayalım orada

Yeniden Su Kasidesi’ni okumak için

Yeniden Kaside-i Bürde’yi dinlemek için

Ya da Ebu’l-Beka eş-Şerif’in

Endülüse Ağıt’ını.

Her bir yaprakta bir imza bulup

Geleceğe ısmarlayalım

Gözesini keşfedip sonsuzluğun

Kana kana içelim.

 

Bu arada, az kalsın unutuyordum;

Dedem bundan bir kaç yıl evvel

Şuraya; şu bayıra, hayat aşıladı

Taşı kazdı ve toprağı kazdı

Sırtıyla su taşıdı ve tohum ekti

Yüreğini ekti ve ağaç dikti

Dilinde dua vardı kalbinde umut

Önünde sonsuza yürüyen bir ışık

Şimdi orada dedemin bahçesi var

Şimdi orada dedemin emeği var

Ve izi var, imzası var

Biliyor musun, orada…

Dedemin bahçesi var…

 

Anne, uyandır beni.

Anne, başımda mısın?

 

22.05.2006

Zaandam

Hüseyin K. Ece