• Sözlükte ticaret

Türkçe sözlüklerde ticaret; 1. Ürün, mal vb. alım satımı. 2. Kazanç amacıyla yürütülen alım satım etkinliği. 3.Alışveriş sonucu elde edilen, yararlanılan fiyat farkı, kâr şeklinde tanımlanıyor.[1]

Değeri olan bir malı yine değeri olan başka bir mal veya para karşılığında değiştirme. Kâr amaçlı mal mübadelesi mesleğine ticâret, bu mesleğin mensubuna tâcir (çoğulu tüccâr) denir.

Arapça’da da aynı manada kullanılmaktadır.

Arapça’da ticaret kelimesinin aslı olan ‘te-ce-ra:’ fiili, bir kazanç elde etmek amacıyla anamalda tasarrufta bulunmak demektir. Alış veriş ve bir şey satın almadır (bey’ ve şirâu’dır).

Bunun fail (özne) ismi ‘tâcir veya tecr’ şeklinde gelir. Dil bilgini Cevherî, arapların şarap satıcılarına tâcir dediklerini naklediyor.[2]

İbnu’l-A’rabi şöyle demiştir: Bir husuta usta, mahir ondan ve ondan nasıl kazanç elde edileceğini iyi bilen kimseye “fülanun tâcirun bi-keza-Falanca kişi şu şeyin tâciridir” denir.[3]

Ticaret insanlığın ilk devirlerinden beri bilinen bir şey. İnsanlar her türlü ihtiyaçlarının bir kısmını bu yolla temin ederler. Ticaretin hem ekonomik faaliyet olarak, hem de sosyal boyutu ve işlevi vardır. Üretilen malların ihtiyaca göre dağılımı bu yolla sağlandığı gibi, insanlar ve kesimler arası ilişkiler bu imkanla çoğalır. Ticaret, pek çok kimse için kazanç ve geçim kaynağı olması açısından tarihten beri hep önemli olagelmiştir.

Bu kadar önemli olan ekonomik ve sosyal faaliyetin huzur ve güven ortamında olabilmesi, bu konuyla ilgili kişilerin haklarının korunması ve bu yolla ihtiyaçların hakkaniyet üzere temin edilmesi için ticaretin kurala, ahlâkî ilkelere, teâmüllere göre yapılması esastır. Hayatın her alanına en mükemmel ölçüleri getiren vahiy dini İslâm ticareti faaliyetlere de ilke ve ölçüler getirmiştir.

  • Kur’an’da ticaret kelimesi

Ticaret kelimesi yedisi Medine’de inen sekiz âyette dokuz defa geçmektedir. (Bakara 2/16, 282. Nisâ 4/29. Tevbe 9/24. Nûr 24/37. Fâtır 35/29. Saf 61/10. Cum‘a 62/11) Bunlardan beş âyet insanlar arasındaki alım-satımla ilgilidir. Üç tanesi Allah-insan ilişkisi bağlamında yer alıyor. İki âyet de ticaret konusundaki genel hukukî düzenlemeden söz ediyor. 

Kur’an’ın en uzun ayeti ‘Tedâyün-Borçlanma  âyeti’dir. Bu âyet, ticaretin temel meselelerinden olan borçlanma, alacak ve verecek konuları hakkında bazı prensipleri ortaya koyuyor ve bir bölümünde şöyle buyuruluyor:

“... Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın...”  

“İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu prensiplerden biri de hakkın korunmasıdır. Alacak ve borcun korunması, ifası gereken haklardandır. Hakkın icra ve ifası, onun bilinmesine, gerektiğinde isbat edilebilmesine bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve gerekse şahit tutma, isbat için hâlâ kullanılan en geçerli vasıtalardandır.[4]   

-Ticaret helâldir

İslâmda herkesin kanı, malı ve ırzı başkasına haramdır. Bunlar korunması gereken en temel haklardandır. Bir başkasına ait olan şeyi almak, kullanmak, yemek helâl değildir. Meğer izin alınmış, bağışlanmış ve ticaret yoluyla elde edilmiş olsun.

Bir âyette insanlara, karşılıklı rızaya dayanan ticaret imkânı varken haksız yollara tevessül edilmemesi uyarısı yapıldıktan sonra hukukî ve ticarî işlemlerin aldanma ve aldatmadan uzak, açık ve güvenilir biçimde tarafların bilgi ve hür iradesiyle gerçekleştirilmesi ilkesi vurgulanıyor:[5]

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisa 4/29)

Ticaretten bahseden diğer âyetlerde dünyadaki maddi ticaretin prensiplerinden çok,  ticaretin simgelediği kısa vadeli dünyevî kazanca odaklanıp âhiretteki gerçek kazanıma yönlendirme ve ticarî işlemlerin müminleri Allah’ı hatırlamaktan alıkoymasını engelleme amacı ön plandadır.[6]  

“Kur’an’ın dini alana transfer ettiği satın alma, ticaret, kâr, terazi, tartı, rehin almak, ücret, ödünç, borç gibi ticarî kavramlar hayli dikkat çekicidir.”[7] Bunların yalnızca bilinen maddi ticaretle ilgili olmadığını, hepsinin dinle ilişkisi olduğunu, dinin bu alandaki tasavvuru da inşa etmek istediğini de anlıyoruz.

-Ticaret değil, Allah sevgisi öncelikli olmalı

Bazı âyetler, iman edenleri ticaret konusunda önemli bir uyarıyı barındırıyor. Sonuç ta insan mala, servete, çok kazanmaya, daha çok şeye sahip olmaya düşkündür. (Âli İmran 3/14) Hatta insanlardan bazıları dünya malı edinmeye, geçici şeylerle oyalanmaya öylesine kendisi kaptırır ki, zaman gelip geçer, ömür biter. Öyleki kulluk görevlerini yapmaya zaman kalmaz, ölüm kapıya dayanır ve neticede mezarı boylar. (Tekâsür 102/1-2)

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu (sorumsuzca davrananları) hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/24)

Burada sayılan ve insanı Allah’a ibadetten alıkoyan diğer şeyler Allah’tan daha sevgili, daha değerli, daha öncelikli olursa, bu o insan için hüsrandır. Bilerek yoldan çıkmış fasıklar için Allah’ın emrinin (hükmünün) nasıl geleceğini O’ndan başka kimse bilemez.

Buna karşın Allah’a ve Ahirete ve bir anlamda dünya hayatının fani, ahiret hayatının baki olduğuna yakinen iman eden, sorumluluk bilinciyle davranan mü’minler farklıdır. Onları ne ticaret, ne lahv (oyalayıcı şeyler), ne dünya çıkarları Allah’a karşı kulluk görevlerinden alıkoymaz. Onlar ticarete aldanıp gaflete düşmezler.

Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı kimselerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr 24/37)

Nitekim Asr-ı Saâdet’te müslümanlar ticaretle, bağ ve bahçe ile uğraşırlardı, ancak bu faaliyet onları Allah’ı zikretmekten, O’na karşı görevlerini yerine getirmekten alıkoymazdı.[8]

-Ticaretün len-tebûr:

Allah’ın kelâmını gereğini yapmak üzere tilavet edenler, özelde namazın hakkını verenler, genelde Allah’a hakkıyla ibadet edenler, özelde sahip olduklarından Allah yolunda infak edenler, genelde servet/mal konusunda vahyin ölçüleriyle hareket edenler tüketilemez, batma ihtimali bulunmayan, hiç kesintiye uğramayacak bir ticaret bekleyebilirler.

“Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç (ticaret) umabilirler.” (Fatır 35/29)

Bu âyette ticaretin kâr/kazanç anlamında kullanıldığı açıktır.

-Cenneti kazandıracak en kârlı ticaret

İman edenleri azaptan kurtacak en önemli ticareti Kur’an şöyle belirliyor:

Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?

Allah'a ve Resulüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”

Buna karşı mü’minler daha neler kazanırlar? İşte cevabı:

“İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.

Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.”  (Saff 61/10-13)

Allah katında geçerli olacak sahih imandan sonra günün imkanlarıyla ve bizzat bedenle/canla Allah yolunda yoğun çaba göstermek, çok çalışmak, fedakârlıkta bulunmak hakikaten çok kârlı bir ticarettir.  Öyleki bu ticaretin socunda elde edilen kâr: Günahların bağışlanması, altlarından ırmaklar akan Adn cennetlerine girebilme, orada en güzel meskenlere yerleştirilmek. Ki böyle bir sonuç muhteşem bir kazançtır.

Bu da yetmez, dahası var: Allah yolunda çalışanlara O’ndan yardım ve yürekleri, zihinleri, beldeleri ve niyetleri İslâm’a açan bir fetih.

Bunu hak eden mü’minlere müjdeler ve selâmlar olsun.

Burada söz konusu edilen ticaretten maksadın tam ne olduğu bilinmemekte beraber pek çok tefsirci bunu iman ve cihad (Allah yolunda yoğun çaba) olarak anlamışlardır. Çünkü Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Allah, karşılığında cennet vaad ederek müminlerin canlarını ve mallarını satın almıştır”  (Tevbe 9/111) Sanki şöyle deniyor: “Sizler Allah’a iman eder, sonra O’nun yolunda cihad eder misiniz? Bunu yaparsanız O da sizin günahlarınızı bağışlar.”[9]  

“Bazı müfessirler, bu zafer vaadini, Müslümanların savaşla gelen fetihlerinin bir öngörüsü olarak değerlendirirler. Ama bunun, Kur’an mesajının manevî zaferini ve daha önce onu anlamamış olanlar arasında hızla yayılmasını kasdettiği ihtimali daha kuvvetlidir.”[10]

-Ticaretten daha değerli

Allah (cc) dünya işlerini ve gönül eğlendirmeyi kulluk görevine tercih edenler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni (ey Peygamber) ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cum’a 62/11)

Peygamber'in (sav) kıldırdığı Cuma namazının ortasında, uzun zamandır beklenen ticaret kervanının Suriye'den geldiğinin işitilmesi üzerine topluluğun çoğunun camiden dışarı fırlaması olayı îma edilmektedir. Ancak daha geniş anlamıyla yukarıdaki âyet, gerçek müminlerin bile her zaman uzak kalamadıkları beşerî zaafları kasdetmektedir: yani, geçici, dünyevî menfaatler uğruna dinî vecîbelerin ihmal edilmesi eğilimi.[11] 

Bu âyetin nüzul sebebi ile ilgili kaynaklarda Cabir b. Abdullah’tan şöyle bir haber yer alıyor. Peygamber (sav), cuma günü hutbe irâd ederdi. Bir gün tam hutbe vaktinde Şam’dan bir kervan geldi. İnsanlar ona doğru gittiler. Geriye sadece oniki kişi kaldı. (Bir rivâyette onlardan birisi Abdullah b. Cabir idi). İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu.”[12] 

Bunun üzerine Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor: “Nefsimi elinde olana yemin ederim ki, eğer hep birlikte çıkmış olsalardı, Allah bütün vadiyi onların üzerine ateşle doldururdu.[13]

Âyet her ne kadar özel bir olay üzerine inse de mesajı açık, geniş ve herkese, her devre yöneliktir. Burada Cuma ibadetiyle herhangi bir eğlence türü şeyin karşı karşıya gelmesi halinde ticaretin, yani kâr getiren bir meşguliyetin, oyun ve eğlencenin ibadete tercih edilmesi kınanıyor. Ticaret de dahil Allah’tan bağımsız bir alan olmadığı hatırlatılıyor.

İnsanı oyalayan, kulluk görevlerini yapmaktan alıkoyan her türlü eğlence ve boş işlere Kur’an ‘lehv’ diyor. Âyet böyle bir bir lehv’in, eğlence veya oyalanmanın mü’mini Allah yolundan alıkoymaması gerektiği uyarısı yapılıyor.

O zamanlar bir kervan geldiği zaman ona karşı sevinç gösterisi olmak üzere def çalınırdı. Âyet buna ‘lehv’ kelimesi ile işaret ediyor.

Halbuki Allah’a karşı karşı hakkıyla saygılı davranan mü’minleri ne mal, ne ticaret, ne dünya işleri, ne evlat takıntısı Allah’ın anmaktan, ahirete hazırlanmaktan alıkoymaz. Onlar bütün bunlara rağmen kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışırlar.  Ticaret, alış-veriş, gaçinme kaygısı ve telaşları onlara ayak bağı olmaz. (Nûr 24/37)

“Bu âyete dayanarak insan eylemlerininin tümü üç amaca nisbet edilebilir: Hayr, fayda/çıkar, haz. Âyette birincisini eğitim, ikincisini ticaret, üçüncüsünü de eğlence temsil ediyor. Âyet zımnen; “hayrı terk ederek fayda ve hazza koşarsanız, yarar ve haz hayırsızlaşır” mesajı vermektedir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1127)

-Kazanç getirmeyen ticaret

Kur’an bir de kazanç getirmeyen ticaretten bahsediyor. Münafıkların, yani dinde ikili oynayanların hidâyet yerine dalâleti tercih etmelerinden. Kur’an onların bu ahmaklıklarını kâr etmeyen ticarete, boşa giden alış verişe benzetiyor.

“Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.

İşte onlar, hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (Bekara 2/15-16) 

  • Kur’an’da ticaret kelimesiyle ilgili diğer kavramlar

Bunlar bey’ ve şirâu kelimeleridir.

-Bey’

‘Bey’; değeri belirlenmiş bir şeyi verip bir değeri almak. ‘Şiraû’ ise, bir değeri verip onun karşılığında değeri belirlenmiş bir şeyi alma anlamındadır. “ebi’tü’ş-şey”; bir nesneyi satışa sunmak demektir.[14]

‘bey’ Kur’an’da altı âyette yedi defa geçiyor. (Bekara 2/254, 275, 282. İbrahim 14/31. Nûr 24/37, Cum’a 62/9) Bir âyette faiz konusundaki yanlış bir kanaati düzeltmek üzere geliyor.

  “Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım (bey’un) tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı (bey’a) helal, faizi haram kılmıştır...”  (Bekara 2/275)

Kur’an, içerisinde alış verişin, kar etmenin mümkün olmadığı bir gün (Ahiret Günü) gelmeden önce mü’minlerin infak etmelerini tavsiye ediyor.

“İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş (bey’un), ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık harcasınlar.” (İbrahim 14/31. Bir benzeri: Bekara 2/254)

“Kur’an, bu öğüt ile 245. âyetin konusuna yeniden dönmektedir: “Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir?” Bu nedenle, “Allah yolunda harcama”nın burada yalnızca kişinin servetinden yapacağı harcamaları değil, Allah yolundaki her türlü fedakarlığı kapsadığı sonucunu çıkarabiliriz.”[15]

Mü’minler Cuma saatinde alış-verişi, her türlü ticari faaliyeti veya dünyalık çalışmaları terkedip topluca ibadet etmeye gitmeliler.

“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi (bey’) bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a 62/9)

-Biat,

İslam hukukunda seçmeyi, onaylamayı, desteklemeyi ifade eden ve daha çok siyasi anlamı olan ‘biat’in aslı, satmak, satın almak anlamına gelen bey’ masdarıdır.

“Bayea’s-sultan” Kendisine verilen çok az mala veya hediyeye karşılık bütün gücüyle sultana itaat edeceğine dair yükümlülük ya da sorumluluk altına girdi demektir. Buna biat veya mübayaa denir. Kur’an buna şöyle işaret ediyor:  “O halde akdettiğiniz şu biatten dolayı size müjdeler olsun...” (Tevbe 9/111)[16]

‘Biat’, yöneticiliği birine vermek, bir kimsenin yöneticiliğini benimsemek demektir.                                                                                                                                                      

Kavram olarak ‘biat’, müslümanların devlet başkanını (veliyyü’l emr’i) seçme,  belirleme ve İslâmí hükümlere uygun işlerde ona bağlılık göstermedir.  

‘Bey’’, yani alım-satım bir değer karşılığında bir değeri vermek demektir. Araplar önceden alış-verişlerde yaptıkları satış akdini (anlaşmayı) kuvvetlendirmek üzere el sıkışırlardı. Buradan hareketle, müslümanlar da bir başkan seçerken el sıkışma örneğini almışlar ve aralarındaki benzerlikten dolayı buna  da ‘biat- bey’at’ demişlerdir.

Biat Kur’an’da bir kişinin Hz. Peygamber’e gelerek onun nübüvvetini tanıyıp İslâm’a girdiğini bildirmesini, bunun karşılığında dünyevî ve uhrevî imkân ve nimetlerden yararlanma hakkını kazanmasını ifade eder (Feth 48/10, 18. Mümtehine 60/12).

-Şirâu;

‘Şirâu’ ve bey’ kelimeleri anlam olarak birbirlerine bağlıdırlar. Şirâu’nun fâil ismi ‘müşteri’, değeri verip değeri belirlenmiş şeyi alan, bey’in fâil ismi olan ‘bâyi’ ise; değeri belirlenmiş şeyi verip değeri alan manasına gelir.  Bundan dolayı bey’ ve şirâu lafızları birbirinin yerine kullanılır olmuştur.[17] 

‘şirâu, iştera’ Kur’an’da farklı kalıplarda tümü fiil olarak yirmibeş defa yer alıyor ve mecazi olarak karşılığında başka bir şeyin elde edildiği her türlü alışverişle ilgili kullanılıyor. (Mesela; Bekara 2/16, 79, 86, 90, 102, 174, 207. Yûsuf 12/20, 21. Nisâ 4/74.  Âli İmran 3/77, 187, 199. Tevbe 9/9. Maide 5/44. Nahl 16/95. Lukman 31/6 gibi)

Her iki kelime Kur’an’da, maddî alandaki alım satım yanında dinî ve ahlâkî bağlamda olumlu ya da olumsuz bir davranışta bulunup karşılığında iyi veya kötü bir sonuca ulaşmayı ifade etmek üzere de kullanılıyor. Bazı âyetlerde şirâu kavramıyla âhirete karşılık dünyayı (Bakara 2/86. Nisâ 4/74), imana karşılık inkârı (Âl-i İmrân 3/177), hidâyete karşılık dalâleti (Bakara 2/16, 175) satın alanlar yerilmektedir. Aynı şekilde din konusunda ahidlerini yerine getirmeyenler “Allah’la olan ahidlerini ve yeminlerini az bir bedel karşılığında satanlar” (Âl-i İmrân 3/77) ve “Allah’ın kitabını az bir bedel karşılığında satanlar” (Âl-i İmrân 3/187. Tevbe 9/9) sözleriyle kınanmakta, “Allah’ın ahdini az bir çıkar karşılığı satmayın” (Nahl 16/95) denilmektedir.

Karı kocanın arasını bozmak amacıyla sihir öğrenenlerin kınandığı bir âyette (Bakara 2/102) bu tutum insanın bir kötülük karşılığında kendini satması diye nitelendirilmekte ve bunun çok çirkin bir alışveriş olduğu bildirilmektedir. Buna mukabil Allah’ın rızasını elde etme karşılığında kendini O’na satan kişiden övgüyle söz edilemtedir. (Bakara 2/207)

Bey‘ ve şirâ kavramlarının dinî bağlamda kullanımına en güzel örneklerden biri olan bir âyette (Tevbe 9/111) Allah’ın cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın aldığı (iştera) ifade edildikten sonra, “Yapmış olduğunuz bu alışverişten (bey’)  dolayı sevinin, işte büyük kazanç budur” deniliyor.[18]

-Sonuç yerine

Kur’ân’da ticaret, bey’, şirâu kavramları alış-verişin maddi, ahlâkî ve uhrevî boyutlarını ve ölçülerini belirlemenin yanında ‘keyl (ölçme, ölçü)’, ‘vezn (tartma, tartı)’ gibi kavramlar da ticarî ahlâk bağlamında geçmektedir. Başlıca dinî ve ahlâkî görevlerin sıralandığı bazı âyetlerde (Mesela; En‘âm 6/151-153. A‘râf 7/85. Şuarâ 26/181-183) ölçü ve tartıda dürüstlük emredilmekte, başka bir yerde (Mutaffifîn 83/1-3) ölçü ve tartıya hile karıştıranlar kınanmaktadır.

Peygamber (sav) de bazı hadislerinde güvenilir tüccarları överek, hile yapanları kınayarak ticaret/alış-veriş ahlakına sahip olunması gerektiğini işaret etmiştir.[19]

 

18.08.2015

Zaandam-Hollanda

 

 

[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara Thr. 2/1475

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Mektebetu’l-Hilâl, Beyrut Thr. 2/214

[3] Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1985, s: 96

[4] TDV Meali âyet Açıklaması, İstanbul 2005, s: 47

[5] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/134

[6] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/134

[7] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 1/9

[8] Buhârî, Büyû/8, 10 No: 2060, 2064

[9] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1425-2004, 2/3061

[10] Esed; M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1145

[11]Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1145

[12] Buhârî, Büyu’/11 no: 2064. Taberî, Tefsir, 12/98

[13] Taberî, Tefsir, 12/98. en-Nisâbûrî, A. Vahidî, Esbâbu’n-Nüzûl, Daru’l-Ma’rife, Beyrut Thr. s: 319

[14] Isfehânî, R. el-Müfredât, s. 87

[15] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/77

[16] Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 87

[17] Isfehani, R. el-Müfredat, s: 381

[18] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/145

[19] İbn Mâce, Ticârât/1, 3 no: 2137, 2139,2145, 2146. Tirmizî, Büyû’/4 no: 1208, 1209, 1210, Deavat/36 no: 3428, 3429. Darimî, Büyu’/7, İsti’zan/57