Bu kalıp kavram Kur’an’da bir âyette « sübülü’s-selâm-selâmet yolları » şeklinde geçiyor. Burada iki kelime var : Selâm ve sebîl (sübül). Bunlara daha yakından bakalım.

 

-Sebîl-yol

Sebîl, yol anlamındadır. Çoğulu ‘sübül’dür. Kur’an’da geçmektedir: Mesela ;

“Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar (sebiller) da kıldı. Umulur ki doğru yolu bulursunuz.” (Nahl 16/15. Bir benzeri : Zuhruf 43/10)

Kur’ân’da çâre, imkan, delil, hüccet, güç, fırsat, yeterli araç, sebep gerekli zaman ve bedenî yetenek anlamlarında gelmektedir.[1]

Sebîl, yol, işlek yol, yolun ortası, az çok ayak basılıp üzerinde yürünen veya yolun çok kullanılan bölümü manalarına da gelir.[2]

Sebîl ; hayır ya da şer olsun herhangi bir şeye vasıta olmada, ulaşmada veya erişmede vasıta edinilen her tür şey için kullanılır.

Sebîl, aynı zamanda insanları Allah’ın yoluna götürücü deliller, işaretler, insanlara geçimlerini sağlatan meslekler anlamlarına gelmektedir.

Yine sebil, güç, imkan, fırsat, uygun zaman, kişisel yetenek manalarına da kullanılmaktadır. Mesela şu âyette güç ve fırsat anlamı da anlaşılır: “Allah kâfirler için mü’minler üzerine bir sebîl-yol kılmaz.” (Nisâ 4/141)

Sebîl kelimesi Kur’an’da farklı kullanışlarla beraber 176 (on tanesi çoğul : sübül) yerde geçmektedir. Bunlar ‘yol’,’bilinen yol’, ‘senin yolun’, ‘Benim yolum’ ‘Bizim yolumuz’, ‘Bizim yollarımız’, ‘Rabbinin yolu’, ‘O’nun yolu’, ‘onların yolu’, ‘yol oğlu’, 73 tanesi ise ‘sebîlullah-Allah’ın yolu’ şeklinde geçiyor. 

Dikkat edilirse bunların çoğunda sebîl (yol) Allah’a nisbetle kullanılıyor. Allah (cc) kendi kendine ulaşan yollara din, sırat, şeriat, minhac dediği gibi sebîl de demektir.

Sebîl’in çoğulu sübül’ Kur’an’da tek başına ve tamlama olarak on âyette geçiyor. Bunların çoğulda sebîl, bilinen yol, üzerinde kolayca yürünülen işlek yol anlamındadır.

Allah (cc) arı görevini yapsın diye onun gidebileceği yolları kolaylaştırdı. Kur’an  kolaylaştırılan bu yollara “sübüle Rabbike-Rabbinin yolları diyor. (Nahl 16/68-69)

Dört âyette yeryüzünün beşik gibi yapıldığı, üzerinde olanları sarsmaması için oraya dağların yerleştirildiği, insanlar varabilecekleri yere varsınlar diye yollar meydana getirildiği söyleniyor. Bunların hepsinde yol çoğul olarak sübül-yollar şeklinde geçiyor.

« Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; maksadınıza ulaşmanız için de nehirler, yollar (sübül’en) ve nice işaretler meydana getirdi.» (Nahl 16/15. Ayrıca bkz : Enbiyâ 21/31. Zuhruf 43/10. Nûh 71/19-20)

Bu aynı zamanda Allah’ın insanlar için güzel hayat imkanları hazırladığını gösterir.

Aynı gerçek bir âyette de hz. Musa’nın sözüyle dile getirliyor :

“Musa: Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır ne de unutur, dedi. Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar (sübülen) açan ve size gökten yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.” (Tâ-hâ 20/52-53)

Bir âyette hidâyet kasdedilerek “yollarımız-sübülenâ” şeklinde geçiyor. (İbrahim 14/11-12) Buradaki « sübülenâ-yollarımız » ifadesi İbrahim Suresi 9. âyetle başlayan bölümün tamamında izlenen ve bütün peygamberler tarafından tebliğ edilen mesajın öz ve esas itibariyle hep aynı olduğunu dile getiren çoğul bir ifade tarzıdır.[3] 

Konumuz olan « sübülü’s-selâm » tamlaması ise Kur’an’da bir defa, Mâide 5/16. âyette yer alıyor.

           

-Selâm

‘Selâm’, ‘se-li-me’ fiilinden gelen bir masdardır. Sözlükte; dış ve iç âfetlerden belâlardan veya dertlerden uzak olmak demektir. 

Bu fiilin masdarı “selâm veya selâmet” şeklinde gelir.[4] Bu da kurtuluş ve (tehlikeden) uzak olma manasındadır. Bazılarına göre selâmet âfiyettir, kurtuluştur.[5] Nitekim iki âyette selâm bu manada kullanılıyor. (Hûd 11/48. Enbiyâ 21/69)

‘se-li-me’ fiili ve onun türevleri olan kelimeler; barış, teslim olma, güvende olma, ayıp ve kusurdan uzak olma, barışa girme, hayır ve iyilik içinde olma, gibi anlamlara gelirler.[6]

Araplar İslâmdan önce ‘selâmün aleyküm’ şeklinde selâmlaşırlardı. Bu da onların aralarındaki barışın, tehlikesizliğin, güvenin bir alameti gibiydi. Sanki ‘burada savaş yok (rahat ol)” demiş olurlardı. İslâm geldikten sonra bunu benimsedi ve mü’minlere aralarında bu selâmı yaymalarını emretti.[7]

Kurtuluş, esenlik, barış ve güven, tehlikeden ve azaptan uzak olma gibi selâmın kapsadığı bütün güzellikler sonunda hidâyete uyanların hakkıdır.

Allah (cc) hz. Musa’ya ve Harun’a şöyle buyurdu:

“Öyleyse artık ona gidin ve deyin ki: ‘Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz; bunun için, İsrailoğulları'nın bizimle gelmesine izin ver ve onlara (artık) sıkıntı çektirme.  

Biz sana Rabbinden bir mesajla geldik; ve (bil ki O'nun bahşedeceği) nihaî kurtuluş ve esenlik (selâm) (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır:” (Tâhâ 20/47)

Bir başka yerde peygamberin muhataplarına esenlik ve selâmet dilemesi emrediliyor:

 “Ve (O, Elçisinin) şöyle diyeceğini de bilir: “Ey Rabbim, işte bunlar, inanmamakta direnen bir kavimdi.” “Fakat sen (verdikleri selâmı) güzel bir karşılıkla al, yani “(size de) selâm olsun” de. Nasıl olsa zamanı gelince (gerçeği) öğrenecekler.” (Zuhruf 43/88-89)

Burada zahiren ‘onlara selâm ver” deniliyor. Bunu “Allah’tan onları selâmete/kurtuluşa kavuşturmasını dile” veya “sizinle benim herhangi bir kavgam yok” şeklinde de anlamak mümkün.

Selâm’, Allah’ın güzel isimlerinden biridir.

“Allah'tır gerçek İlah! O'ndan başka yoktur ilah! O melik'tir, Kuddûs'tür, es-Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir, Aziz'dir...” (Haşr 59/23)

es-Selâm, Allah’a nisbet edildiğinde iki manada anlamak mümkün. Birinci manası, yaratılmışlara ait acz ve eksikliklerden uzak olmak. Allah’ın zatı açık ve gizli kusurlardan, yaratıklara mahsus değişikliğe uğramaktan, zeval bulup ortadan kalkmaktan münezzehtir (uzaktır). İkinci manası ise selâmetin kaynağı olup esenlik veren demektir.[8]

es-Selâm, hem Allah’ın noksanlıklardan uzak olduğunu, hem de O’ndan kullarına gelen esenliği, güveni ifade eder. Öyleki es-Selâm, her selâmetin kaynağı, kendisi ayıptan ve kusurdan uzak olduğu gibi selâmet uman, kurtuluş arayanları selâmete erdirecek olan da O’dur.[9]

-İnsanın önünde iki yol vardır

Yeryüzünde insanın yürüdüğü yolun adı ‘sebîl’dir. Bu yol aslında bir ‘tek’ olmasına rağmen, eğer insan kendi nefsine ve şeytana itaat ederse, ‘yol’ ikiye ayrılır : Allah’ın yolu ve diğer yollar. 

İnsan doğumdan ölüme doğru giden bir yolcudur. Dünya hayatı insanın yolculuk zamandır ve insan için sabit, ebedî, takılıp kalınacak bir yer değil, onun asıl vatanına taşıyan geçici bir menzildir. Yolcuya üzerinde yürüyeceği ve kendisine hedefine götürecek sağlam, doğru ve güvenli bir yol lazımdır. Kendi özgür iradesiyle bu iki yoldan birini seçebilir. İnsanı yaratan Allah (cc), ona bu iki yolun ne olduğunu, özelliklerini, hangisine uyarsa, nereye gideceğini, nasıl bir sonuçla karşılaşacağını bildirmiştir. (bkz : Şems 91/7-8)

Bir âyette bu gerçek sebîl (yol) kelimesi kullanılarak anlatılıyor :

« Gerçek şu ki Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık ve onu işitip gören bir varlık haline getirdik ki kendisini deneyelim.

Kendisine sebîl (yol) gösterdik, ya şükredici, ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır). « (İnsan 76/2-5) İnsanın yaptıklarının sonucu kendisini bağlar.

« Yani, Allah insanı yalnızca “işitme ve görme” (duyuları), yani akıl ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırd etme içgüdüsel yeteneği ile donatmış değildir; ama aynı zamanda peygamberlere indirilen vahiy yoluyla onu fiilen de doğruya yöneltmektedir. »[10]

Kendi tecihleriyle doğru yoldan sapanlar cezayı, sırat-ı müstakım’i (doğru yolu) takip edenler ise ödülü, saadeti ve selâmeti hak ederler. Doğru yolu takip etmek, ya da Allah’ın gösterdiği yolda yüğrümek, esasen hayatı vahiyle inşa etmek, Allah’a şükrederek, O’nun koyduğu veya razı olduğu ölçülerle hareklet etmek demektir. İnsanın dini, mecazen onun üzerinde yürüdüğü yoldur.

Şu âyette sebîl, hem Allah’ın yolu anlamında, hem de onun dışındaki sapık yollar hakkında kullanılıyor. Sebîl burada ayrıca sırat’ın bir açıklaması sayılabilir. Zira âyetin başındaki yol « sırat » olarak geçiyor.

İşte bu, benim dosdoğru yolum (sırâtî müstakîmen). Artık ona uyun. Başka yollara (sübüle) uymayın. Yoksa onlar sizi parça parça edip O’nun yolundan (sebilihi) ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (En’am 6/153)

Kur’ân'a göre insanın yeryüzünde yürümesi gereken yolun adı SEBÎL'dir ve bu yol Allah'ın gösterdiği yoldur. 

 

-Sebîlü’r-rüşd (rüşd-doğru yol)

Sebîl kelimesi yol anlamında, hem sapık yollar için hem de doğru yollar için kullanılmaktadır. Yolun niteliği, kendisine eklenen takı veya sıfatlarla belirlenmektedir. Genel olarak yolun doğru veya sapık oluşunu belirtmek için rüşd ve ğayy kelimeleri kullanılmaktadır. Ğayy, İnsanın Allah’ın yolundan başka bir yola ayrılması demektir. Rüşd doğruluk, istikâmet demektir. Rüşd, hak yolunda sağlam ve sabırlı ve tam bir isabetle dosdoğru gitmektir.[11]

İnsan çeşitli sebeplerle Allah'ın gösterdiği yoldan ayrılır, başka yol tutarsa buna « sebilu’l-ğayy » denir. Ğayy,  ğa-va fiilinden gelir. Bu da azmak, sapmak anlamındadır.

"Ğayy"ın tam zıddı olan doğruluk yoluna « sebilü’r-rüşd » denir. Kur’an’da bir kaç âyette geçiyor. (Bkz : A’raf 7/146. Mü’min 40/29. 38)

Esasen Kur’an Allah’ın doğru yoluna, hidâyete, İslâma « rüşd », onun dışındaki inançlara, sapıklıklara, bâtıl yollara da « ğayy » demektedir. (Bekara 2/256. Cinn 72/2)

Allah yolundan sapıp başkalarını da o yolda gitmekten alıkoymak isteyenler o yolu eğri büğrü göstermeye çalışırlar. Bu eğri büğrülüklere Kur’an « ıvec » demektedir. (bkz : Âl-i İmran 3/99) Allah'ın yolu her türlü eğrilikten uzak, dümdüz yani « seviyy » bir yoldur. (Mülk 67/22) Güvenlidir, hedefe götürücü, kolay ve yanında yol haritası Kur’an, yol rehberi Peygamber (sav), yol işaretleri âyetler vardır. Hidâyet bir anlamda « sebîlü’r-rüşd »tür. Zira hidâyet de kişiyi hedefe ulaştırır, rüşd yolu da.

 

-Selâmet yolları (sübülü’s-selâm)

“Selâmet yolları (sübülü’s-selâm)” kavramı bir âyette geçiyor ve özellikle kendi serbest iradeleriyle doğru yolu bulmak isteyenlere “Allah’ın gösterdiği selâmet (kurtuluş) yolları” manasında kullanılıyor. Kitap ehlinden bahsedilen bir pasajda Allah (cc) şöyle buyuruyor :

« Ey Ehl-i kitâb! Tevrat'tan gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden, bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Rasûlümüz size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir nûr ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.

Allah onunla, rızasını izleyenleri selâmet yollarına (sübülü’s-selâm’a) iletir, onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola (Sırat-ı müstakim’e) iletir.” (Mâide 15-16)

Buradaki selâm kelimesi ; “esenlik, kurtuluş; maddî ve mânevî her türlü zarardan, kötülüklerden ve korkudan uzak kalma; dünyevî musibetlerden ve âhiret azabından kurtulma” mânalarını topluca ifade eden bir kelimedir.

Türkçe mealler bu kalıp kalıp kavramı ;« esenlik yollarına », « kurtuluş yollarına », « selâmet yollarına », « ebedi kurtluş yollarına » şeklinde çevirdiler.

Bazıları bunu her türlü kusurdan uzak, insanı güvenliğe kavuşturacak esenlik yurdu « cennet yoluna »[12], bazıları « necat (kurtuluş) yolları ve en sağlam metodlar (gidiş yolları)[13] olarak tefsir ettiler.

Selâmet yolları Allah’ın insanlar için şeriat (din) kıldığı, kendisine davet ettiği, onu insanlara tebliğ etsinler diye elçiler görevlendiği şeydir. O da kendisinden başka şeyi din olarak kabul etmediği İslam’dır. Hırıstiyanlık, yahudilik veya mecûsilik değildir.[14] Böylece Allah (cc) bu yola tabi olana cennetin yollarını kolaylaştırır.

« Sübülü’s-selâm »; Allah’ın insanlar için din kıldığı ve onları davet ettiği, onun için peygamber görevlendirdiği  kendi yoludur.  Ki bu da İslâm Dinidir. Allah (cc) ondan başka din ile amel etmeyi asla kabul etmeyecektir.[15]

Yani Allah’ın razı olduğu şeyleri izleyenleri selâmet yollarına,  her türlü âfetten uzak, korkulacak her şeyden güvenliğe kavuşturucu olan selâmet yurdu olan Cennet’e götüren esenlik yollarına iletir. El-Hasen ve es-Süddî der ki: es-Selâm Aziz ve Celil olan Allah’tır. Bu âyetin manası da ‘Allah’ın dinine, yani İslâma iletir’ demektir.[16]

“Buradaki “kurtuluş” olarak çevrilen selâm kelimesi iç huzurunu, kararlılığı ve hem fiziksel hem de ruhsal nitelikteki her türlü kötülükten emin olmayı gösterir.”[17]

Kur’an’a iman edip Allah’ın rızasını arayanları Allah (cc) doğru yola ve kurtuluşa erdirir. Bir başka deyişle onları inkârın karanlıklarından imanın aydınlığına, ‘sırat-ı müstakim’ denilen doğru yola, peygamberlerin, sıddîkların (doğruların), şehitlerin ve sâlihlerin yoluna erdirir.[18]

İnsanlardan kim kendi tercihiyle Allah’ın gönderdiği Nûra (hidâyete) iman edip, Allah’ın razı olacağı şeyleri yaparsa; Allah da onu kendisini dünyada ve âhirette küçük düşürecek, bedbaht edecek, zararlı şeylerden kurtaracak selâmet yolarına iletir, ona hidâyet eder. Bu sayede insan Rabbine, kendine ve diğer insanlara karşı görevlerin i yerine getirir. İyi olan şeyleri tercih eden, kötü şeylerden kaçınan; sorumlu, samimi, güzel ahlâklı, sâlih ve ıslah edici birisi olur. Kişi uyduğu bu din ile kendisini dünya ve âhirette bedbaht edici şeylerden kurtaracak yollara kavuşur.[19] Yani hayat şekline, yaşama biçimine, din anlayışına, yaşam felsefesine kavuşur.

Buna göre gerçek kurtuluş, gerçek barış, gerçek iç huzuru veya gerçekten zarardan kurtulma, istenmeyen şeylerden uzak olma Allah’ın rehberliği (hidâyeti) ile olabilir. Kim Allah’ın rızasını gözeterek O’ndan gelen hidâyeti kendi iradesiyle tercih ederse, o kişi doğru yola, kurtuluş ve selâmet yollarına iletilir. Bir başka deyişle kurtuluş yolunu, gerçek saadeti bulmak ancak Allah’ın gönderdiği hidâyetle mümkün olabilmektedir.

Dünyada inanç, ibadet, hayat anlayışı yani din olarak pek çok yollar vardır. Herkes inandığı dinin hak, gittiği yolun kurtuluş (selâmet) ve saadet  olduğuna inanır. Doğru bildiği din üzere yaşarsa mutlu olacağını, korktuklarından emin umduklarına nail olacağını, kötülüklerden uzaklaşacağını zanneder. Kur’an bu yanlış zannı reddediyor.

Allah (cc), rızasına uyanları Kur’an ve Hz. Muhammed’le ‘selâm yollarına’, yani her türlü üzücü şeylerden uzak, korkulacak şeylerden güvenliğe kavuşturucu olan Cennet’e götürecek esenlik ve kurtuluş yoluna ulaştırır.  O (cc) insanları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. (Bekara 2/157. Mâide 5/16) Ancak bu demek değildir ki Allah (cc) dilediğini selâmet yollarına, dilediğini felaket ve bedbahtlık yollarına sevkeder. Burada insanın özgür iradesi devreye giriyor. Kişi bu sonucu kendisi seçer. Allah (cc) da ona seçtiği yolu kolaylaştırır.

Konumuz olan âyet bir şeyin altını çiziyor: “Allah onunla (Kitap’la), rızasını izleyenleri selâmet yollarına (sübülü’s-selâm’a) iletir… »

Bu demektir kim Kitab’a iman eder, onu hayatına uygularsa, dahası kim Allah’ın rızasını izlerse, yani Allah rızasını isterse, Allah rızasına uygun işleri (amelleri) yaparsa « selâmet yollarına » ulaştırılır. Yani ancak böyle yapanlar dünyada ve âhirette selâmete kavuşurlar. Selâm kavramın çağrıştırdığı, sonuçlara, esenliklere, müjdelere, güzelliklere, güvene, itminana, mutluluğa ulaşırlar. İslâm dışı hayat anlayışının sebep olduğu korku, kaos, zarar, bedbahtlık, nankörlük, tereddüt, bunalım, huzursuzluk, güvensizlik, hiçlik düşüncesi, amaçsızlık, isyan, zulüm gibi kötülüklerden ve cehennem odunu olmaktan uzak (sâlim) olur.

Âyette geçen ‘selâm’ı  Türkçe’de ‘kurtuluş’ kelimesi yeterince açıklayamıyor. Selâm (selâmet) Allah’ın es-Selâm isminin insanın hayrına bir tecellisi, bir yansımasıdır. Bu bir anlamda Allah’tan gelen selâmdır ve ilâhi bir va’dtir.. Öyle ki es-Selâm olan Allah, aynı kökten gelen İslâm ile insanları selâm yollarına iletiyor. Bununla dünyada ‘es-Silm’e-barışa ve mutluluğa’ (Bekara 2/208. Nisa 4/90, 91), âhirette ise Mahşer Günü Hesabın şiddetin ve zorluğundan selâmete ve nihayet ‘dâru’s-selâm’a-esenlik yurdun’a, sonsuz kurtuluşa ve mutluluğa (En’am 6/127) ulaştırıyor. 

Bu hem hidâyet üzere yaşamanın kazandırdığı bir sonuç, hem batıl (sapık) hayat anlayışlarının zararlarından uzak olmayı, hem de sonsuz kurtuluşu, mutluluğu ifade eder. Selâmet, insanın İslâmla birlikte ulaştığı iç dünyasında ve günlük hayatındaki barışı, sukûneti, saadeti, dinginliği ve doymuşluğu da ifade eder.

İnsanları ‘rüşd-doğru, akla uygun’ olana götürecek olan yol burada çoğul olarak geldi: ‘Sübülü’s selâm-selâm yolları’. İslâm yolu, hidâyet yolu bir tane olsa da ona varan yollar  çok olabilir. İnsan o hidâyet yoluna farklı yerlerden varabilir.

 

-Ezcümle

« Sübülü’s Selâm », kurtuluş, emniyet ve Allah’a teslimiyet yoludur. Kim o yola kendi iradesiyle girerse, ölünceye kadar o yolda yürürse ; kurtulur, güvene (selâmete) kavuşur. Şirkin, küfrün, nifakın, sapıklığın, kötü davranışların, yanlış fikirlerin, bâtıl düşüncelerin  zararlarından, nefsin ve şeytanın kandırmalarından  selâmette olur. Kendi hayatını, ailesini ve yaşadığı toplumu « dâru’s-selâm-esenlik/barış yurdu » yapmaya çalışır ve sonunda ebedi « dâru’selâm-selâm yurdu » olan Cennete kavuşur. Zaten gerçek kurtuluş da budur.

 

11.03.2017

Zaandam

 

[1] Ünal A., Kur’ânda Temel Kavramlar, s: 134-139

[2] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s : 327

[3] Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/503

[4] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 350

[5] İbni Manzur, M. b. M. Lisânu’l-Arab 7/240

[6] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 299 ve 603

[7] İbni Manzur, M. b. M. Lisânu’l-Arab, 7/241

[8] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s 350. İbni Manzur, M.b. M. Lisânu’l-Arab 7/241. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/341

[9] Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/524

[10] Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1215

[11] Elmalılı, H.Y. Hak Dini Kur’ân Dili (sad.), 7/198

[12] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1045. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s : 327

[13] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/499

[14] Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 4/503. el-Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 2/25. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 1/289

[15] Taberî, İbni Cerir, Câmaiu’l-Beyan, 4/503

[16] Kurtubî, el-Camiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1045

[17] M. Esed, Kur’an Mesajı, 1/188

[18] Heyet, Kur’an Yolu, 2/190

[19] Abduh, M.-Rıza, M. R. El-Menar (çev.), 6/406

t Kitabı Kur’an, 1/189