Kur’an’da günahları terketmek, günahtan dolayı bağışlanmayı istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor. Bunlar; nedâmet, tevbe, istiğfar ve inâbedir.

Nedâmet, pişman olmayı, yapılan hatanın farkında olmayı ifade eder. Bunun fail ismi olan ‘nâdim’ beş âyette (Mü’minûn 26/ 40. Şûrâ 42/157. Hucurât 49/6. Yûnus 10/54. Sebe’ 34/33),  nedâmet (pişmanlık) şeklinde  iki âyette geçiyor . (Mâide 5/31, 52)

Mü’min, kendisine haram veya mekruh olarak yasaklanan bir fiili yaptığı, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, öncelikle bunun bir hata olduğunu anlamalıdır. Bu hatasından/günahından dolayı pişman olmalı  (nedâmet duymalı).  En azından kendi kendine bunun bir günah, Allah’a karşı saygısızlık olduğunu itiraf etmeli. Günahtan duyulan pişmanlık tevbe gibidir. (Ahmed b. Hanbel,  1/376, 423, 433)

İstiğfar İstiğfar, söz, kalp ve fiille Allah’tan günahlarını örtmesini ve bağışlamasını (mağfiret) istemedir.  (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 543)

İstiğfar Kur’an’da bazen tek başın, bazen de tevbe ile ve tevbenin türevleri ile birlikte geçmektedir. (Bakınız: Ali İmran 3/135. Tevbe 9/98. Meryem 19/47. Âli İmran 3/65. Mâide 5/74. Hûd 11/3, 51, 90)

Allah (cc) mü’minlere istiğfar etmelerini emrediyor:

“... Şimdi Allah’tan mağfiret dileyin: İyi bilin ki Allah, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.” (Müzemmil 73/20. Bir benzeri; Fussilet 41/6)

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, doğrusu O çok bağışlayandır (Ğafûr’dur)” (Nûh 71/10)

Mü’minler, içlerini rahatsız eden günahkarlık duygularından arınmak için övgü (hamd) ve şükür ifade eden dua ifadeleriyle, Allah’a el açarlar ve O’ndan bağışlanma dilerler. (Yapıcı, A. İslâm’da Tevbe ve Dinî Yaşayıştaki Rolü, s: 51)

Onların bu durumu şu âyette daha net anlatılıyor: Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran 3/135)

Tevbe; günahtan veya hatadan geri dönmek, onları terketmek demektir. Bir başka deyişle, günah  işlemekten vazgeçmek,  itaat etmeye yönelmektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/244) Ya da günahı çirkin görerek onu terketmek,  bundan dolayı  pişmanlık 

duymak, tekrar günaha dönmemeye azmetmek, mümkün olduğu kadar ibadeti çoğaltarak Allah’a dönmek demektir. Bu dört şart bir araya geldiği zaman tevbe gerçekleşir. (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 101) 

Dinî terim olarak tevbe; bir insanın işlemiş olduğu günahından vazgeçmesi, özel olarak da günahı terkederek Allah’a itaate dönmesi ve işlediği suçu, kabahati bir daha işlemeyeceği hususunda Allah’a söz vermesi demektir. Bir başka deyişle tevbe; kişinin dinen kötü olandan, olumsuz huy ve davranışlardan uzaklaşarak samimiyetle iyi ve güzel olana (salah olana) yönelmesi, önceki günahlarını itiraf edip pişman olarak bir daha yapmamaya karar vermesi demektir. (Yapıcı, A. İslâm’da Tevbe ve Dinî Yaşayıştaki Rolü, s: 45)

Tevbe özür dilemenin, pişman olmanın bütün yönlerini kapsar. Zira özür dilemekte üç önemli  unsur vardır.  Özür dileyen, “ben yapmadım” diyebilir. Ya da “şu şu sebepten dolayı yaptım” diyebilir. Ya da “ Evet, hata yaptım/günah işledim, ama onu temamen terkediyorum” der. 

İşte bu sonuncusu tevbedir.

‘İnâbe’, kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır. İnâbe yapana ‘münîb’ denir.

Bunun aslı ‘nâ-be, nevb’ fiilidir. (Türkçede kullandığımız nöbet –aslı nevbet- buradan gelir.) ‘Nâbe’fiili sözlükte tekrar, tekrar -defalarca- dönmek, bir şeye dönüş yapmaktır. ‘Nâbe’ aynı zamanda bir şeyden bir şeye dönüş yapmak, birinin yerine geçmek, sık sık gidip gelmek, nail olmak manasına da gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/377-378)

Bu fiilin özne ismi ‘nâib’(çoğulu; nüvvâb); bir iş veya konuda birinin yerine vekâlet eden, temsilci, meclisi başkanı demektir. Aynı kökten gelen ‘nevbet’; nöbet, devir, fırsat, kere, defa; ‘münâvebe’, nöbetleşe, nöbet ile demektir.

Bunun if’al kalıbı ‘e-nâ-be’, masdarı ise ‘inâbe’dir. Münîb, bu kalıbın özne ismi olarak bu yönelme işini yapandır. ‘İnabe’ sözlükte; Bir hususta birini diğerinin yerine geçirmek, yerini tutmak, sık sık gidip gelmek, Allah’a rücu’ etmek (dönmek) demektir.

‘İnâbe’ terim olarak ; Samimi bir şekilde Allah'a teslim olmak, ona yönelmek ve tövbe etmektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 774)  Şöyle söylenir: İnâbe; günah için tevbe etmek ve bu tövbe ile (Allah’a) yönelmektir. Münîb olan (hatasını) kabul eder ve (arkasından) tevbe eder, itaate yönelir.  (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/378)

İnâbe; Kalbi şüphelerin karanlıklarından çıkarmaktır. Bazılarına göre o; her şeyden her şeyin sahibi olan Zata yönelmektir. Ya da gafletten zikre, yanlızlıktan insanlarla beraber dostça yaşamaya dönmektir. (el-Cürcânî, Şerif A. b. Muhammed. et-Tarifat, s: 41)

İnâbe, Kur’an’da fiil ve özne olarak ondokuz âyette geçiyor. Bunlardan  oniki tanesinde  fiil formunda,  yedi âyette de münîb (Allah’a yönelen) şeklinde yer alıyor.

Bir tevbe kavramı olarak inâbe; tevbenin bir ileri derecesidir. Tevbe, kişinin görünür, bilenen günahları terketmesi, onlardan vazgeçmesi, ‘inâbe’ ise içindeki hatalardan, kötü niyet ve isteklerden kaçıp Allah’a yönelmesidir.

Ancak ‘inâbe’ sadece hata veya günahdan dolayı af ve bağışlanma için Allah’a yönelme değildir. Bu aynı zamanda her zaman, her durumda, samimiyetle, ihlasla, arı duru bir niyetle Allah’a yönelmedir. Allah’ı ve O’nun rızasını, O’nun sevgisini tercih etmedir. Allah’tan yana, Allah’ın rızasına ve O’nun ölçülerine (hudutlarına) uygun olan şeylere içten gelerek rağbet etmektir.

 

-Kur’an’da inâbe (yönelme)

Allah (cc) kendisine inâbe edenleri, yani samimi olarak, içten kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir. “İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dileyeni saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.” (Ra’d 13/27) 

Kur’an hz. Dâvûd’un Allah’ın kendisini denediğini anladıktan sonra istiğfar ettiğini ve O’na yöneldiğini haber veriyor: “... Derken Dâvûd, bizim kendisini sınadığımızı farketti, hemen Rabbinden af diledi ve baş eğip iki büklüm bir halde tevbe ederek rabbine yöneldi.” (Sad, 38/24) 

Burada Dâvûd’un (as) tevbe edip Rabbine yöneldiği konu, kendisine davalı olarak gelen kimseler hakkında acele karar vermesi olabilir. Eğer bu bir hata ise, hatadan pişmanlık duyup Allah’a af ve mağfiret için yönelme ‘inâbedir.’

Hz. Süleyman’ın (as) Allah’a yönelmesi de ‘inâbe’ fiiliyle anlatılıyor.

“Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık.Sonra tövbe edip bize yöneldi.” (Sad 38/34)

Şüphesiz Tağutlara (uydurma tanrılara) kulluk yapmaktan kaçınıp Allah’a yönelenlere müjdeler vardır: “Tâğût’tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele.” (Zümer 39/17)

Allah (cc) kendisine içten, samimiyetle yönelenleri doğru yola iletir.

“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.” (Şûrâ 42/13. Bir benzeri: Ra’d 13/27. Kâf 50/33)

Kur’an mü’minler in durumunu şöyle anlatıyor: “(O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık (tevekkül ettik), sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtahene 60/4.

“Öyleyse (ey mü’minler) ayrılığa düştüğünüz her konuda hüküm Allah’a aittir. (De ki): İşte Allah. Benim Rabbim budur.Yalnız O’na tevekkül ettim ve her zaman O’na yönelirim.” (Şûrâ 42/10)

Şuayb Peygamber (as) da Allah’a yöneldiğini açıklıyor:

“Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hûd 11/88)

Kur’an bir ayette yerin ve göğün düzenini hatırlattıktan sonra, bu gibi âyetlerde Allah’a yönelenler için ibretler olduğunu açıklıyor.

“Size (her türlü) işaretlerini (âyetlerini) gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur: Ama Allah'a yönelmiş olanlardan başkası (bundan) bir ders çıkarmaz.” (Mü’min 40/13)

Allah’ın âyetlerinden ibret alanlar iki ayette ‘münîb’ kelimesi ile anlatılıyor. (Bakınız: Sebe’ 34/9. Kâf 50/8)

Allah (cc) mü’minlere hem Allah’a  yönelmelerini; "Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz." (Zümer 39/54),

hem de kendisine yönelenlerin yolunu izlemelerini emrediyor: “Eğer (ana-baba), hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy…” (Lukman 31/15)

 

-Kur’an’da münîb

İsim olarak yedi âyette geçen ‘münîb’, iman ettikten sonra, ibadet, dua, zikir, tevbe, istiğfar ederek Allah’a yönelmek, özünü samimi bir şekilde Allah’a çevirmek anlamında kullanılıyor.

Münib olmak hz. İbrahim için övücü bir sıfattır.

“İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş (münîb) biri idi.” (Hûd 11/75)

Allah’ın âyetlerinden, yerde ve gökte yarattıklarından ancak içtenlikle Allah’a yönelenlerden başkası ibret almaz, ders çıkarmaz. (Mü’min 40/13)

“Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her (münîb) kul için bir ibret vardır.” (Sebe’ 34/9)

Münîb iki âyette ‘münîbîn’ şeklinde çoğul olarak yer alıyor.

“Hepiniz O'na yönelerek (münîbler olarak) O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.” (Rûm 30/31)

“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek (münîbîn olarak) O’na dua ederler. Sonra Allah, onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.” (Rûm 30/33)

 Allah’ın kulu olan, her açıdan O’na muhtaç olan insanın her zaman O’na yönelmesi gerekirken bazıları sadece felâket zamanlarında, dara düştükleri zaman Rablerini hatırlarlar, O’na yönelirler, O’na yalvarırlar. İhlaslı mü’minler elbette böyle yapmazlar.

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek (münîb olarak) O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar...” (Zümer 39/8)

Allah’ın âyetleri, yerde ve gökte olan her şey münîb olanların basiretini artırır, onlara ibret verir. “Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik. İsteyerek Allah'a yönelen (münîb) her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).” (Kâf 50-7-8)

 

-Yürekler ve yönelişler (münîb kalp)

Herkesin yüreği bir şeye, ya da birden fazla şeye meyleder, yönelir. Yürekler vardır dünyalıklara, servete, daha çok kazanmaya, daha güçlü olmaya, en sevdiğine, zevke sefaya, eğlenmeye, yeyip içmeye meyleder. Yürekler vardır, bunların ötesinde kendisine iki dünya sadeti kazandıracak şeylere yönelir. Yürekler vardır geçici, küçük, az bir miktar lezzet veren şeyleri tercih eder. Yürekler vardır sonsuzluk peşindedir, yüce hedeflere varmayı ister. Yürekler vardır, buraya ait olan şeyleri ister, bu nedenle buraya takılır kalır. Yürekler vardır daha yüksek makamlarda gözü vardır, daha yukarı daha yukarı çıkmak ister, daha meşhur olmak ister. Yürekler vardır Allah’tan başka veliler (putlar, tanrılar) edinir, onlara meyleder, onların sevgi ve hoşnutluğunu elde etmenin davasındadır. Yürekler vardır âhirete, oradaki mutluluğa/kurtuluşa yardımcı olacak şeylere yönelir. Yürekler vardır, her hususta Hakk’a ve hayra yönelir. Yürekler vardır her konuda çıkara, güce, hazza yönelir.

Bu kadar yönelişler  arasında en güzel, en isabetli, en sonsuz, en hak, en kurtarıcı ve yüzü ak edici, en sahici, en faydalı, en şahâne olan ‘münîb kalpler’in tercihidir.

‘Münîb kalp’ Kur’an’da bir âyette geçiyor.

“O gün cennet takva sahiplerine yaklaştırılacak ve hiç uzaklaştırılmayacak.

(Onlara) size va’dedilen (yer) budur (denilecek).

Allah’a yönelen ve O’nu her zaman aklında tutanlara (vaad edilen). İnsan kavrayışının dışında olduğu halde Rahman'ın ürpertisini duyan ve yönelen bir kalp (kalb-i münîb)ile (O'na) gelmiş olan (herkese).” (Kaf 50/31-33)

Rabbine tahsis edilmiş, O’nun sevgisine özgü bir yürekle dünyada bununla yaşayan, hayat hedefine doğru bununla yürüyen ve bununla mahşere gelen kimse için.

Âyette geçen ‘evvâb’, Allah’a dönüşü çok olan ve çok tevbe eden manasına gelir.

Burada ödevine riayet eden, vazifesini bilip takvalı davranan, Allah’ın sınırlarını koruyanın (Tevbe 9/112) ödülü açıklanıyor. Böylesi görmediği halde Rabbinden korkup O’na saygı duyar. Henüz hesap için Allah’ın huzuruna gelmediği, âhiret perdesi açılmadığı halde Rahman olan Rabbine iman eder, azabının dehşetinden ürperir. Allah’a yönelmiş bir yürek, her şeyden önce Allah’ın rahmetine sığınır. Cennet işte böyle olanlara yaklaştırılacak. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/245)

‘Münîb; bir tarafa yüz çeviren ve tekrar o tarafa yönelen manasına gelen ‘inâbet’ten türemedir. Bu tıpkı pusulanın ibresine benzer. Onun ibresini ne tarafa çevirirseniz çevirin o her zaman kutup tarafına gelir. Kalb-i münîb’e sahip olan mü’min de her zaman ve her durumda, iyi halde de kötü halde de, nimette de felâkette Allah’a yönelir. Bundan anlaşılmaktadır ki Allah’ın yanında asıl değerli olan şey iddia değil, samimiyetle, canu gönülden O’na yönelenin tavrıdır. Bu yönelmedeki kararlılıktır. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 5/447)

Münîb kalp günahına tevbe eden, Allah’ın hoşlanmadığı şeylerden, O’nun razı olacağı şeylere dönen, yönelen kalptir. (Taberî, M. b. Cerir. Tefsir, 11/429)

Münîb kalp, yani muhlis (ihlaslı), Allah’a itaati kabul etmiş kalptir.” (el-Hâzin, Muhammed b. İbrahim, Lübâbu’t-Te’vil fi-Meâni’t-Tenzil, 4/190. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/272)

Cennet Allah’ın sonsuz rahmeti karşısında içi titreyen ve O’nun huzuruna adanmış bir yürekle gelen kimseye yaklaştırılır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1035)

O her taraftan niyetini, çabasını, ilgisini çekip Allah’ın rızasına dönen, hayatında karşılaştığı acı ve tatlı olayla sebebiyle Allah’a yönelişinde sebat eden kalptir. Bunu en güzel “gönülden bağlanma” veya “adanmış gönül” deyimleriyle anlatabiliriz.

Münîb kalp aynı surenin 27. âyetinde geçen “dalâlin baîd-uzak bir sapıklık” tavrının tam tersidir. İnkârcılar tercihleri ile uzak bir sapıklığa düşerler. İman edenler ise “selîm veya münîb kalp”leri ile Allah’a ve O’nun cennetine yakın olurlar.

Mümin için Allah’ın huzuruna “selîm” ve “münîb” bir kalb ile çıkmaktan başka bir şeyin faydası yoktur. İman öncelikle kalbî bir tasdiktir. İbadetlerin temeli olan ve onlara gerçek değerini kazandıracak olan “niyet” de kalbde gerçekleşir. (Buhârî, İman/41 no: 54) (http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuranda-kalp-kavrami-ocak-2013)

“O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)” (Şuarâ 26/89)

‘Arınmış yürek’ diye çevirebileceğimiz ‘kalb-i selîm’; şirk ve şüpheden uzaklaşmış, iman esaslarına samimiyetle inanmış, manen sağlıklı kalptir.( İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/651) Hz. İbrahim böyle bir yüreğe sahipti. A (as) Rabbinin huzuruna selim kalp ile varacaktır. (Saffât 37/84)

Kalb-i selîm mü’minin kalbidir. Zira bu kalp (din açısından) sağlamdır, bir anlamda istikâmet üzeredir. Münafıkların ve kafirlerin kalpleri marazlıdır (hastalıklıdır). (el-Hâzin, M. b. İbrahim, Lübâbu’t-Te’vil fi-Meâni’t-Tenzil,  3/327. Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2281 . İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/651. Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s: 1242)

Selîm kalp Allah’ı birleme ve öldükten sonra dirilme ve ‘hakikat’ konusunda zerre kadar şüphesi olmayan kalptir. Selîm kalp şükreden ve manevi hastalık bulaşmayan sağlıklı kalptir. (Taberî, M. b. Cerir. Tefsir, 9/454. Şevkânî, M. Ali b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1242)

Selîm kalp halis, tertemiz, arınmış kalptir şeklindeki açıklama  en isabetli açıklamadır. Zira selîm kalp yerilen bütün özelliklerden arınmış, buna karşılık en güzel ve övülen sıfatlarla bezenmiş yürektir. (Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2281)

Selîm kalp; daha dar ve özel manada, İslâm'dan başka her şeye kapalı olan kalbdir. Onun, öncelikle küfürden, tereddütten ve şirkten sâlim olması gerekir. Böyle bir kalbin olmadığı kişilkte müslümanlık kuru bir iddia olur.

Selim kalbe geçişin bir basamağı ‘münîb kalp’tir. Allah’a yönelen samimi mü’minler bu tercihleriyle, Allah’tan gelenleri kabul etmeleriyle, samimi bir niyetle yüreklerini ‘selîm’ yaparlar.

Kur’an’ın (vahyin) amacı da insanlara selîm kalp kazandırmaktır.

Kur’an, Allah sevgisinde ve korkusunda samimi, şirk, küfür, haset, kin, isyan ve nifaktan, Tevhide aykırı inançlardan salim, kötü duygulardan ve niyetlerden arınmış ve Allah’a yönelen kalbe ‘münîb kalp’ diyor. Böyle bir yürek; sürekli Allah’ı zikreder, yaptığı her işde Rabbinin ölçülerine dikkat eder ve O’nun rızasını gözetir. O’na yönelir, O’nun verecği karşılığa meyleder. Tercihi Haktır, Haktan yana olan şeylerdir, hakkaniyettir.

 

 -Son söz

Bir âyette bir kimseye yarın kıyâmette Allah’ın huzuruna selîm kalp ile gelmesi fayda verir denirken, diğer âyette Rahman olan Allah’a içten saygı duyup korkan münîb kalp sahiplerine Cennet yaklaştırılır deniyor. Demek ki selîm kalp ve münîb kalp benzer şeyleri ifade ediyorlar.

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi hakikatten (bir daha) saptırma ve bize rahmetini bağışla: Sensin (hakikî) Lütuf Sahibi.” (Âli İmran 3/8)

“...Rabbim! Beni Sana çok şükreden, Seni çok zikreden, Senden çok korkan, Sana itaat eden, Sana saygı gösteren, Sana yönelen (münîb) ve tövbe eden kimse yap...” (İbni Mâce, Dua/2 no 3830. Tirmizî, Deavât/114 no: 3551)

“Ey kalpleri çekip çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerinde sabit tut.” (Tirmizî, Deavât/124 no: 3587)

 

Hüseyin K. Ece

03.07.2016

Zaandam