İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua olayı gündemdedir. İnsanlar hak veya bâtıl mutlaka bir dine inanırlar, bir veya birden fazla tanrıya (ilâha) ibadet ederler. Dua etmek de bu tapınmanın bir parçasıdır.

 

 

-Dua Nedir?

Dua’nın Arapça’daki “da’a-ve” fiilidir. Bunun masdarı da “dua, da’vet ve da’va” sözlükte; çağırmak, seslenmek, yalvarıp-yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak, dua veya beddua etmek gibi anlamlara gelir.[1]

Aynı fiil kökünden gelen 'da’va’; çağrı, temenni, istek ve savunulan görüş demektir ki bir hukuk terimi olarak, bir kimsenin hakim huzurunda bir başkasından hakkını istemesidir.

‘davet’; herhangi bir çağrı, seslenme,‘iddia'; ısrarlı bir istek, kendi görüşünün haklı olduğuna bir çağrı, bir davettir.

Davet, dava, iddia, müdde’i (iddia eden), istida (çağrı kağıdı-dilekçe) Türkçe’de aynı anlamlarda kullanılmaktadır.

Konumuz olan ‘dua ve davet’ elbette aynı kökten gelen ‘da’va ve iddia’dan farklıdır.

Dua aynı zamanda küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve niyaza anlamında kullanılan bir isimdir.[2]

Bu fiil ve bundan türeyen kelimeler Kur’an’da ikiyüzoniki yerde geçmektedir. Bu âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lutfunu dileme, çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardıma çağırma, bir durumu arzetme, Allah’ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarında kullanılmıştır.[3]

Dua ve onunla türdeş olan kelimeler Kur’an’da çok kullanılan kelimelerden biridir. Bu da duanın ne kadar önemli bir konu, ibadet ve sâlih amel olduğunu gösterir.  

 

-Kavram olarak ‘dua’,

Dua kulun bütün benliğiyle yüce Yaratana yönelerek ondan istemesi anlamında dinî terim ve bu amaçla icra edilen bir ibadet şeklidir. ‘Dua’, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, aciz olandan güçlü olana doğru meydana gelen bir istek ve niyazda bulunma, medet ummadır.

İslâmda dua, inanmış bir insanın acziyet ve tevazu içerisinde her zaman Rabbine müracaat etmesi, ubudiyetini ortaya koymasıdır. Bununla o, Allah’a sığınır, O’nun yüceliği, gücü ve azameti karşısında çaresiz ve aciz olduğunu itiraf eder. Dua bir yaratıcıdan istenebilecek şeyleri sadece O’ndan saygı ile talep etmeyi, O’nun lütuf ve inayetini ummayı anlatır.

Dua aynı zamanda Allah’ı zikir ve O’na saygı sunmaktır. Kulun kendi varlığının bilincinde olarak acizliğinin idrakine varıp Rabbine sığınmasıdır. Sadece darda kaldığında değil, bütün hayatı boyunca O’nunla irtibatı kesmemesidir. Dua sürekli Allah’ı anmak, O’ndan asla gafil olmamaktır.[4]

  1. el-İsfahânî; sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ (çağrı) ile anlam yakınlığı olmakla birlikte kavram olarak duada daima tâzim ve bununla birlikte talepte bulunma anlamının var olduğunun altını çiziyor ve buna müslümanların Hz. Peygamber’i çağırırken (dua) saygılı bir ifade kullanmalarını emreden âyeti (Nûr 24/63) delil gösteriyor.[5]

Dua, istiâne’dir. Bu da Allah’tan istemeyi, bittim noktasında Allah’tan istimdat etmeyi (medet ummayı), güçsüz oluşu Rabbine arzetmeyi ifade eder. Mü’min bunu her Fatiha okuduğunda tekrar eder: “Sadece Sana ibadet ederiz ve sadece Senden yardım isteriz (istiâneyi yalnızca Sana yaparız).”

 

-Dua ve davet

‘Davet’ ve ‘dua’ kelimeleri Kur’an’da bazen farklı anlamlarda, bazen de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Kimi âyetlerde ‘davet’, bir çağrı, bir nida, bir seslenme manasında geçtiği gibi, aynı kelime fiil ve isim olarak ‘dua-yakarış, yardım isteği manasında da kullanılmaktadır.

İsim olarak ‘davet’, çağrı, nidâ, dava, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara da gelir.

Çağrı Allah’tan insana doğru olursa ‘davet’, kuldan Allah’a doğru olursa ‘dua ve niyaz’ dememiz uygun olacaktır. Şöyle de düşünebiliriz: Sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (cc) kendi yarattığı kulundan bir şey istemez, ona muhtaç değildir. Allah’ın insandan bir yardım istemesi akıl ve din dışıdır. Öyleyse Kur’an’da geçen ‘davet’ (Allah’ın duası) vahiy yoluyla kullarını hidâyete bir çağrıdır, bir uyarıdır ve kulluk yapmaları için onları bir teşviktir.  

Yaratılmış olan, çok sınırlı gücü bulunan ve her zaman başkasına ve başka şeye muhtaç olan, aciz ve zelil bir kulun Allah’tan bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olamaz. Onun, Allah’tan bir şey istemesi aşağıdan yukarıya doğru, aciz olandan güçlü olana doğru bir yakarıştır. Tazim (yüce sayma) anlayışı, samimiyet ve boynu bükük bir halde olmalıdır.[6]  

İslâmî kavram olarak ‘davet’; İslâm’a, Allah’a çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Bu yönüyle davet Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrı yanında Allah’a yakarıştır. (Bekara 2/186. Yûnus 10/89)

Kur’an’da ‘davet; aynı zamanda isimlendirme diyebileceğimiz bir şekilde de geçmektedir. Müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlarına ilâh demektedirler. Sonra da bu şekilde adlandırdıkları putlarından yardım istemektedirler. “O’ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” (A’raf 7/197. Ayrıca bak: Hacc 22/73)

Burada ilâh diye çağrılan putlardan bir şey isteme aynı kelime ile ifade edilmektedir. Bu çağrının arkasında bir dua, yani yalvarıp yakarma, yardım isteme anlayışı yatmaktadır.

-Allah’ın daveti;

Âlemlerin rabbi kullarını vahiy yoluyla ilah olarak yalnızca kendisine inanmaya ve ibadet etmeye, hayatlarını kendisinin indirdiği ölçülerle sürdürmeye, kendisine şükretmeye, hata ederlerse kendisinden bağışlanma istemeye ve yalnızca kendisine dua etmelerini istemektedir. Kötü insanlar, şeytan ve uydurma ilahlar insanları ateşe çağırırlar. “... Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır (davet eder).” (Bekara 2/221. Bir benzeri: Yûnus 10/25)

Allah (cc) insanları bağışlamak üzere kendine davet ediyor. (İbrahim 14/10) Çünkü O’nun iman edenleri davet ettiği şey, onlara hayat verecek olan şeydir. Allah (cc) şüphesiz bütün kalplere hakim olandır, kişiye onun kalbinden daha yakındır. (Enfal 8/24. Hûd 11/61)

-Peygamberlerin daveti;

Elçiler, kendilerini görevlendiren/gönderen makam adına iş yaparlar. Peygamberler de Allah’ın elçileridir. Onların daveti kendilerine değil Allah’adır, Allah’a kulluk etmeye çağrıdır. (Mü’min 40/42) Kur’an Peygamberin şahsında müslümanlara, insanları Allah’ın yoluna nasıl davet edeceklerini öğretiyor: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzelbir şekilde mücadele et...” (Nahl 16/125)

Allah’ın elçileri; muhataplarının bir kısmı her ne kadar davetlerine sağır, kör, duyarsız, akılsızca, inkâr ve inat ile karşılık verseler de onlar görevlerine devam ettiler. (Enbiyâ 21/45. Neml 27/80-81. Rûm 30/52-53. 71/5-8)

-Müslüman davetçilerin daveti;

Kur’an, müslümanların arasından her zaman insanları hayra çağıran, iyiliği öğütleyen, kötülüğklerden sakındıran öncü davetçilerin olmasını emretmektedir. (Âli İmran 3/104)

Allah (cc) insanları Allah’a davet eden davetçi öncüleri övüyor.Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet 41/33)

-Cennetliklerin daveti;

Kur’an cennetliklerini bir halini şöyle anlatıyor: “Onların duaları: Ey Allah’ım Sen Sübhânsın. Oradaki sağlık dilekleri (tahiyyeleri); selâm, “davaların (dualarnıı/davetlerinin) sonu da Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” olacaktır.” (Yûnus 10/10)

-Şeytanın daveti;

İnsanın amansız düşmanı olan şeytan kendi çağrısına uyanları elbbte hayra, ma’rufa, iyi olan şeylere, itaat ve teslimiyete, cennete ve saadete dağil; isyana, kötülüklere, şekâvete (bedbahtlığa) ve ateşedir.Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.” (Fâtır 35/6. Bir benzeri: Lukman 31/21)

-Küfrün imamlarının (öncülerinin) daveti;

Küfür, inkâr, isyan, zulüm ve günah işlemekte başkalarına öncülük (imamlık) edenler de peşlerine takılanları sonuçta ateşe davet ederler. Biz onları (Firavun ve adamlarını), ateşe çağıran öncüler (imamlar) kıldık. Kıyâmet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir.(Kasas 28/41) Yani Firavun gibileri kötülüğün sembolü olarak insanların karşısına çıkarıldı.

 

-Kur’an’da dua

Kur’an’da duanın önemi, mahiyeti, kime nasıl dua edileceği, duanın hedefi, Allah’tan neler istenebileceği, kabul edilen dualar, peygamberlerin ve müslümanların duaları var. Bunları şöyle özetlemek mümkün:

-Dua etmek insanın fıtratında vardır;

İnsan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Allah’tan yardım isterler: “İnsana bir zarar dokundumu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder: zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize dua etmemiş gibi döner-gider…” (Yûnus 10/12. Ayrıca bkz: Yûnus 10/22. Lukman 31/32. Zümer 39/49)

-Dua Allah’ın emridir ve önemli bir ibadettir;

Kulluk faâliyetlerinin en önemlilerinden biri de duadır. Allah (cc) Kur’an’da kendisinin mutlak Kudret sahibi olduğunu, yalnızca kendisine dua edilmesi gerektiğini, dualara yalnızca icabet edebileceğini beyan ediyor. “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bekara 2/186. Ayrıca bkz: A’raf 7/29, 94. Âli İmran 3/159. İsrâ 17/24)

-İnsan ve insan hayatı dua ile anlam ve değer kazanır;

Allah’ın katında insanın değeri onun Allah’a kaşrı tavrı ile belli olur. Eğer kul Rabbine karşı sorumluluk bilinci (takva) ile davranıyorsa, O’nun davetine icabet ediyorsa, O’nu hesaba katarak hareket ediyorsa, O’nun rızasını gözetiyorsa ve yalnızca ona dua ediyorsa O’nun katında değer kazanır, kendisine ikram edilir (kerâmetli olur). “De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan 25/77)

-Dua etmekten kaçınmak kibirdir;

Dua eden, kendisinin aciz, yardıma muhtaç, sınırlı bir varlık ve belki de hatalı-günahkâr olduğunun farkındadır. Hiç bir şeye muhtaç olmamak yalnızca es-Samed olan Allah’tır. İnsan pek çok şeye muhtaçtır, ama öncelikle ve her şeyden çok Allah’a ihtiyacı vardır. Bunun farkında olmayıp kendi kendine yettiğini zannedenler istiğna duygusuna kapılırlar. Böyle kimselere Kur’an müstağni diyor. (Alak 96/7) Böyle kimseler Allah’a dua etmeyi lüzumsuz sayarlar, buna ihtiyaçları olmadığını sanırlar. (Mü’min 40/60)

-Allah’ın davetine icabet olarak dua edilier;

Hak ve isabetli davet Allah’ın çağrısıdır. (Ra’d 13/14) Zira Allah insanı kurtuluş yollarına, esenlik yurduna davet etmektedir. (Yûnus 10/25) Şeytanın, nefsin hevasının çağrısı, batıl dinlerin, batıl yolların daveti sanaldır, tehlikeli, zararlı ve sonu ateştir. İnsana düşen Allah’ın davetine icabet edip Rabbine yönelmektir. (Ahkaf 46/5)

-Allah’tan başkasına dua edilemez;

Yani Allah’tan istenebilecek şeyler asla diri veya ölü, canlı veya cansız hiç bir varlıktan istenmez. Zira onlar Allah’ın yapacağı şeyleri yapamayacağı gibi, böyle yapmak ilahlığı başkasına vermektir, yani şirk koşmaktır. Allah Peygamberin şahsında insanlara şöyle diyor: “Deki: Ben, yalnızca Rabbime dua ederim ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmam.” (Cin 72/20) Allah’tan başkasına tapanlar veya onlara dua edenler apaçık bir sapıklığını, şaşkınlığın, aldanmanın içindedirler. (Hacc 22/12, 13. Mü’min 40/20. Fâtır 35/14. İsrâ 17/56, 67. Neml 27/62. Yûnus 10/106. Zuhruf 43/86 ve diğerleri) Allah iman edenlere de; “Mescitler şüphesiz Allah içindir; o halde Allah’ın yanında başka birine dua etmeyin” (Cin 72/18) buyuruyor.

-Allah’a O’nun güzel isimleriyle dua edilir;

Allah (cc) kendisine en güzel isimlerle hitap ve dua edilmeye layıktır. Zira en güzel isimler (esmâu’l-hüsnâ) O’na aittir. (İsrâ 17/110. Tâhâ 20/8) Kur’an mü’minlere Allah’a O’nun güzel isimleriyle dua etmelerini emrediyor.”

-Dua içten, yürekten, ihlasla yapılır;

Dua’nın ihlas, samimiyet, alçak gönüllü bir halde olması gerekir. Kişi, kendi arzularına esir olduğu müddetçe Allah’a bu anlamda yaklaşamaz, arzular sürekli engel olurlar. “Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez...” (A’raf 7/55-56) Kur’an, dini sadece Allah’a has kılarak kendisine ibadet ve dua edilmesini emrediyor.

Bu demektir duanın kabulü için öncelikle kulu İslama tam bir teslimiyetle teslim olması, Allah’tan gelenleri tam bir sadakatle kabul etmesi, onları samimiyetle hayatına uygulaması gerekir. O, diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na dua (veya ibadet) edin. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.” (Mü’min 40/65. Ayrıca bkz: Mü’min 40/14. A’raf 7/29) Kur’an, sıkıştıkları zaman Dini Allaha’a tahsis edip, kurtuldukları zaman kulluktan yüz çevirenler gibi olmaktan sakındırıyor. (Yûnus 10/22-23. Ankebût 29/65. Zümer 39/8. Rûm 30/33. Lukman 31/32)

-Duada tesbih/tenzih ile birlikte yapılır;

Tesbih/tenzih, “Sübhanellah” demektir. Bu da Allah’ın her türlü noksan sıfatlardan uzak olduğunu itiraf ve kabul etmektir. Mü’min dua ederken de tesbih eder. (Âli İmran 3/191)

-Duada diğer mü’minler de unutulmaz;

Müslüman dua ederken kendinden başlayarak anne-babası ve diğer müslümanlar için de dua eder, onlar için de hayr ve hesene, af ve mağfiret ister. (İbrahim 14/41) Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr 59/10)

-Günahların affı için de dua edilir;

İnsan hata edebilir, günah işleyebilir. Ama Rabbine saygısı olan ve O’nun azabından korkan bir mü’min kendi nefsine zulmettiği (günah işlediği) zaman hatasını anlar, pişman olur, sonra da tevbe ve istiğfar eder. Yani Rabbinin kendisini bağışlaması affetmesi ve günahlarını silmesi için dua eder. Bu konuda babamız Âdem ve eşinin tavrı mükemmel bir örnektir. “Dediler ki: Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve merhamet etmezsen gerçekten kaybedenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)

-Dua edeple yapılmalıdır;

Kur’an dua etmeyi emrettiği gibi nasıl yapılacağını da bir açıdan öğretiyor. Mü’min, dua ederken Allah’a herhangi birine hitap eder gibi yapmaz. İçten yalvara yalvara, korkarak (saygı duyarak) ve duasının kabul edileceğini ümit ederek dua eder. “(Onlar), yataklarından (geceleri) kalkarak korku (havfen) ve ümit içinde (tama’an) Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden başkalarına harcayanlardır.” (. Ayrıca bkz: Secde 32/16. A’raf 7/55, 56. Enbiyâ 21/90)

Mü’min, yüksek olmayan bir sesle, içten, ama yalvarak dua eder. Zira bu Rabbimizin emridir. (En’am 6/63. A’raf 7/55. Meryem 19/3) Peygamber (sav) de hafif bir sesle dua edilmesini tavsiye etmiştir. (Buhârî, Deavât/50 no: 6384. Cihad/131 no: 2992, Kader/7 no: 6610. Tevhid/9 no: 7386. Müslim, Zikir/13 (44) no: 6863. Tirmizî, Deavât/3, 59 no: 3371, 3457)

-Dua her halde ve her zaman yapılır;

Bazı dualar için belli vakit, belli ibadetlerin içinde, arkasında ve önünde, bazı günler vardır. Bununla birlikte akl-i selim müslümanlar her zaman, her yerde, günü her saatinde, her pozisyonda Allah’ın ve O’nun elçisinin (sav) öğrettiği gibi Rablerini zikrederler ve O’na içten dua ederler. (Âli İmran 3/190-195. Yûnus 10/12)

Mesela; ezandan sonra, abdest alırken, mescitlere gireken ve çıkarken, Ramazan’da, iftar açarken, sahurda, hac ibadetini icra ederken, Mescid-i Haram’da, Arafat ve Müzdelife’de, eve girip çıkarken, insanlarla karşılaşınca, yeyip içerken, giyinirken, hapşırınca, helaya girip çıkarken, ders ve toplantılarda, yolculuğa çıkarken ve yolculuk esansında, Hilali görünce, gök gürleyince, Arefe gününde, Kadir Gecesinde, kabir ziyaretinde, uykuya yatarken ve uyanınca, sabah veya akşam erince, bela ve musibet, kıtlık ve bir nimete kavuşunca, yağmur yağsın diye, yani her gün, bir ömür boyu dua edilebilir.

Salatın (namazın) bir anlamı da duadır. Namaz kılan bir bir müslüman aynı zamanda dua da etmiş olur. Bunun yanında o namazın başında, içinde ve sonunda muhtelif dualar eder.[7]

-Duada Allah’tan istenebilecek şeyler istenir;

Mesela; Kur’an göre Allah’a hakkıyla teslim olanlardan olmak için (Bekara 2/128), hidâyet için Fatiha 1/5-7. Âli İmran 3/8),  arınmak (tezkiye olmak) için (Bekara 2/129), şeytanın vesveselerinden, aldatmalarından korunmak için (A’raf 7/200. Fussilet 41/36. Mü’minûn 23/97-98. Nahl 16/98), şirkten ve putlara tapmaktan korunmak için /İbrahim 14/35-35), af ve mağfiret (bağışlanma) için (Mü’minûn 23/109, 118. Bekara 2/285, 286. Âli İmran 3/16, 147, 193. A’raf 7/23. İbrahim 14/41 ve diğerleri), anne babanın mağfireti, rahmete kavuşmaları için (İsrâ 17/24. Neml 27/19. 71/28),dünya ve âhirette hasene (iyilik), yani dareyn saadeti için (Bekara 2/200-201. A’raf 7/156), nimetlere, rızıklara, ilâhi lütuflara şükretmek için (Zuhruf 43/12-14. Ahkaf 46/15. Neml 27/19), zor durumdan, ağır yükten kurtulmak için (Kehf 18/10. Enbiyâ 21/78. Âli İmran 3/156), sâlihlerle birlikte ölmek, ya da âhirette onlarla birlikte olmak için (Âli İmran 3/193. Yûsuf 12/101), âhirette üzülmemek ve cehennem azabından  korunmak için (Âli İmran 3/16, 191, 193. Furkan 25/65-66. Bekara 2/201. İbrahim 14/41. Şuarâ 26/87), cennet ehlinden olmak için (Şuarâ 26/83-85) dua edilir.

 

-Dua ve ibadet ilişkisi

Dua, ibadet ve taat kelimelier birbirine yakın manadadırlar. Kulun Rabbinden ikram, yardım, lütuf, af bağışlanma istemesi duadır. İbadet ise aslında itaat etmek, boyun eğmek, emre uymak ve bir şeyin izinden gitmektir. Din dilinde ise özel anlamda Allah’ın emrini yerine getişrme için ihlaslı bir şekilde rutin kulluk görevleri yapmak, genel anlamda ise, Allah’ı rızasına uyan amelleri yapmak, hayatı O’nun razı olacağı şekilde inşa edip sürdürmek demektir.

Peygamber (sav) “Dua ibadetin özüdür” diyerek Mü’min 60. âyeti okumuştur. (Ebu Dâvud, Salat/23 no: 1479. İbni Mâce, Dua/34 no: 3828. Tirmizi, Deavat/1 no: 3372) “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60) Çünkü ibadette asıl hedef Allah’ın rızasını kazanarak O’nun yardımı elde etmektir. Kişinin Allah’a dua etmesi aynı zamanda O’na kul olma çabasıdır. Bu bakımdan ibadet kabuk, dua öz gibidir.[8]

Bir çok âyette dua veya davet (fiil halinde), hem Allah’tan başkasından istemek, hem de O’ndan başkasına ibadet etmek anlamında da kullanılıyor. Bunun da insanın değerini düşüren bir eylem olduğu vurgulanıyor. Mesela; Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın (ted’ûne) hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).” (A’raf 7/194. Ayrıca bkz: Nisa 4/117. A’raf 7/197)

Şüphesiz Allah’ın dışında tapınılan varlıkların hiç bir gücü yoktur. Bu âciz varlıklar kendilerine bile bir fayda sağlayamazlar. Onlardan bir şey beklemek üzere onlara tapınma boşunadır. (Bkz: Hacc 22/73. Fâtır 35/13, 40. Ahkaf 46/4. Zümer 39/38)

Allah’tan başkasına tapanlar, bir anlamda putlarını yardıma çağıranlar, onlardan medet umanlar âhirette pişmanlıklarını dile getirecekler (Mü’min 40/73-74), böyleleri kesin bir bilgiye değil, ancak zanna uyarlar ve yalan söylerler. “... Allah’tan başkasına tapanlar (yed’ûne) (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.” (Yûnus 10/66)

Üstelik Allah’tan başkasından imdat bekleyenlere, onlara yardımlarını umarak ibadet edenler onlardan hiç bir yardım görmezler. Tapınılan şeyler kandilerine tapan ahmaklara hiç bir fayda sağlayamazlar. (Bkz: A’raf 7/37. Nahl 16/86. Hûd 11/101)

Allah’ın dışında tapınılmak, yardımı istenilmek üzere uydurulan bütün tanrılar batıldır. (Bkz: Hacc 22/62. Lukman 31/30) İnsana düşen yalnızca kendisini yaratan ve rızık veren Alemlerin Rabbine ibadet etmesi, yalnızca O’ndan istemesidir. “De ki: “Rabbimden bana apaçık deliller gelince, Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza (ted’ûne) tapmam bana yasaklandı ve bana, âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.” (Mü’min 40/66)

Görüldüğü gibi bu âyetlerde geçen duanın fiili hali genellikle yardımını ummak üzere yüce bir güce tapma, yönelmek manasında kullanılıyor. Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir. Böyleleri kibirlidir ve Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arzetmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki samimi bir ilişkidir. Kul halini arzeder ve Yüce Makamdan bir şeyler ister. Bu durum, kulun Allah’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir. Küçüğün büyükten olan ricası, söz, fiil ve davranış olarak yalvarmak, samimi istek ve içtenlikle olur. Böyle bir dua da mü’minler için ibadettir.

Hüseyin K. Ece

12.04.2017

Zaandam

 

 

 

 

 

[1] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 244. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/267

[2] Cilacı, O. TDV İslâm Ansiklopedisi, 9/530

[3] Parladır, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 9/531

[4] Zülâloğlu, F. Kur’an’da Dua ve Rasûllerin Dua Örnekleri, s: 23

[5] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 244

[6] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 151

[7] Geniş bilgi için bkz: Yıldız, A. Dua Söylemden Eyleme, s: 77-100

[8] Yıldız, A. Dua Söylemden Eyleme, s: 31-32