-Sözlükte sadakât ve türevleri

“Sadakât”ın aslı, “sa-de-ka” fiilidir. Bu da sözlükte doğruluk, doğru söz söylemek, doğrulamak (tasdik etmek) demektir. Bunun masdarı ise ‘sıdk’tır. ‘Sıdk’, sözlükte, yalanın (kizb’in)  zıddı olan doğruluktur. Ya da “vakıaya uygun hüküm ifade eden” şey demektir.[1]

‘Sıdk’, yalnızca konuşmada ve bir olayı veya bir haberi başkalarına aktarmada değil; kelâmın (sözün) bütün çeşitlerinde de doğru olmaktır. Bu doğruluk söz vermede veya başka bir konuda, geçmişte ve gelecekte doğru olmayı, sözünde durmayı da ifade eder.

Sıdk; sözün hem objektif gerçeğe hem de sözü söyleyenin zihnindeki bilgiye uygunluğudur.[2] Bir başka deyişle, kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. Bu şartlardan birisi olmazsa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez. Böyle bir durumda sözün bir kısmına yalan, bir kısmına doğru denilebilir. Örneğin; bir inkârcı içinden inanmaksızın, ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ dese, bu hüküm söz olarak doğrudur.  Ancak bunu söyleyen kimse, içinde bunun doğru olmadığına inanmaktadır. (bkz:  Münafıkûn 63/1)

‘Sâdık’ kelimesi, ‘sıdk’ fiilinin fâil (özne) ismidir. İslâmı din olarak kabul edenler ‘sâdık’ kişilerdir. Doğru sözlü kimselere de sâdık denir. Sâdık kelimesi Kur’an tekil ve çoğul olmak üzere  altmışdokuz yerde geçmektedir.  

Çok doğru olanlara, doğruluğun en güzelini yapanlaraa, Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul edenlere ‘sıddîk’ denir. Onlar asla yalan söylemezler, itikatlarında (inançlarında) doğrudurlar ve bunu fiileriyle (amelleriyle) pekiştirirler. Sıddîk bağlı bulunduğu kökü her şeye tercih edecek kadar dengeli ve temkinli olan, bunda samimi olan, bu ahlâkı bütün hayatında  yaşayan insandır. Kur’an’da peygamberleri ve sâdık mü’minleri nitelemek üzere “sıddîk” kelimesi beş defa geçmektedir. Mesela; “Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, Sıddîk bir nebi idi...” (Meryem 19/41) Allah’a ve O’nun Elçisine hakkıyla iman edenler, Allah katında ‘sıddîk’ler ile şehidlerdir. (Hadîd 57/19. Ayrıca bkz: Meryem 19/56. Nisâ 4/69. Mâide 5/75))

‘Sadîk’ arkadaş demektir. Yani arkadaşını doğrulayan, ona doğru davranan, ona sadâkatle bağlanan en yakın dost demektir. 

 “Sa-de-ka fiilinin tef’il (ettirgen) kalıbı “sad-de-ka”, masdarı da ‘tasdîk”tır. Bu da tasdik etti, doğruladı demektir. Kur’an, Peygamberlere ve Hz. Muhammed’e indirilmiş olan vahyi kabul edip etmemeyi ‘tasdîk’ (doğrulama), onu yalanlamayı da ‘tekzîb’ (yalanlama) kelimeleriyle anlatıyor.  

 

-Sadaka ve sadakât

“Sa-de-ka”fiilinden masdar olan “sadaka” en geniş anlamıyla; Allah rızası için yapılan her iyilik, verilen ve harcanan her şeydir. Müslümanın Allah’ın emrine uymada gösterdiği doğruluğu (sadâkatı) ifade ettiği için ihtiyaç sahiplerine verilen yardımlara ‘sadaka’ denmiştir.

“Sadaka”, kişinin malından sırf Allah’ın hakkı olarak ayırdığı vergidir. Bir açıdan Allah’a sadâkatla bağlı olmayı ifade eder.

“Sadaka” geniş bir kavramdır. Bir çok vacip (farz) ve nafile ibadeti, yardımı ve iyiliği içerisine almaktadır. Nitekim, mü’minin zekât vermesi sadaka olduğu gibi, müslüman kardeşinin yüzüne gülümsemesi bile bir sadakadır.

“Sadaka” Allah’ın emrine uymadaki doğruluğu (tasdik etmeyi) anlattığı için bu ismi almıştır. Müslüman, Rabbinin yoluna harcama yaparak, O’nun verdiği ni’metleri yine O’nun razı olduğu şekilde harcayarak ‘sadâkatini-yani Allah’ı Rabb olarak tasdik ettiğini’ gösterir.

Kur’an’da “sadaka” beş defa, bunun çoğulu olan “sadakât” ise sekiz defa, yerine göre zekât, yardım, bildiğimiz sadaka, gönülden bağış anlamlarında geçmektedir.

Onlardan sadakaların (sadakât’ın taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.” (Tevbe 9/58)  

Buradaki sadakayı “Allah için sunulan şeyler” diye anlamak mümkün. Sadaka terimi, hem inanan kişinin bir başkasına sevgi ve merhamet saikiyle gönüllü olarak sunduğu her şeyi, yaptığı her türlü yardımı, dinen yükümlü olduğu yardımları (bkz: Bekara 2/263, 264), cömertçe sunulan şeyleri, hem de zekâtı kapsar. Zira zekât kişiyi bencil tasarruflarının yol açabileceği kirlerden arındırır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/366)

Kur’an sahabelere Peygamberle (sav) gizli bir şey konuşmak istediklerinde önceden sadaka vermelerini emretmişti. (Mücadile 58/12-13)

Hacı adayı hacda kurban kestikten sonra başını traş eder ve ihramdan çıkar. Bir engelden dolayı başını traş edemezse bunun karşılığında 3-7=10 gün oruç tutması veya kurban kesmesi, ya da uygun miktarda sadaka vermesi gerekir. (Bekara 2/196)

İnsanların kendi aralarında fısıldaşmalarında bir hayır yoktur. Buna karşın iyi olanı, insanların arasını düzeltmeyi veya sadaka vermeyi teşvik edenin bu konuşmasında hayır vardır. (Nisâ 4/114)

Mü’min bir erkeğin evlendiği hanıma verdiği mehire de “sadaka” denmektedir. Bu hem nikâhın mükemmel olmasını, hem de karı koca arasındaki ‘sadakâtı-bağlılığı’ sağlaması sebebiyledir. (Nisâ 4/4)

Mü’minlerin yakınlarına, yetimlere ve fakirlere yaptıkları yardımlar da sadakadır. (Bekara 2/196)

Kur’an, güzel bir sözü ve bağışlamayı, başa kakılan sadakalardan daha üstün tutmaktadır. Bu sadaka ister zekât şeklinde verilmiş olsun, isterse yardım şeklinde verilmiş olsun, farketmez. (Bekara 2/263)

Allah (cc), haksız bir kazanç olan ‘riba’ya -faize- bereket vermez, onu yok eder. Ama bunun karşısında “sadakaları” artırır, onlara bereket verir. (Bakara 2/276) Bundan dolayı mü’minler mallarını faizle artırmayı değil, sadaka vererek bereketlendirmeyi tercih ederler. İhtiyaç sahibi olan kimselere ihtiyaçları ölçüsünde sadaka vermeye devam ederler. Bu sadakanın ölçüsünü ihtiyaçlar ve müslümanların cömertlikleri belirler. (Bkz: Bekara 2/177)

Sadaka-ı fıtır denilen ‘fıtra’, bedenin bir sadakasıdır ki, Ramazan ayı içerisinde kendilerine zekât düşen kimselere verilir.

Hadislerde geçen ‘sadaka-i cariye’ ise, devam eden, sevabı süren sadaka demektir. “İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç sey bundan istisnadır: Sadaka-i câriye (devam eden sadaka), kendisinden yararlanılan ilim, kendisine hayır dua eden sâlih evlat.”[3]

Sadaka vermek anlamına gelen ‘tasadduk etmek’ kelimesi de aynı kökten gelir ve vererek sadâkatle bağlılığı aramak demektir.

Kur’an zekât’ ibadetini zekât kelimesiyle anlattığı gibi, bazı yerlerde “sadaka” diye de anmaktadır. Sadaka, önce vacip (farz) ve nafile olmak üzere ikiye ayrılır. Farz olan kısmına ‘zekât’ denilir. Zekât vermek, malı arındırdığı gibi onu verenin imandaki ‘sıdk-doğruluk’ ve samimiyetini de ortaya koyar.

Bütün alimlerin görüş birliğine göre şu âyette geçen ‘sadakât’, zekât anlamındadır:  “Sadakalar (sadakât) ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler (yoksullar), zekât işinde çalışan görevliler, kalpleri İslâma ısındırılmak istenenler, (azat olmak isteyen) köleler, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar. Bu Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah Alîmdir, Hakîmdir.” (Tevbe 9/60)

Şu âyetteki sadakanın da zekât anlamına gelmesi muhtemel: “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin...” (Tevbe 9/103)

“Burada “sadaka” öncelikle, her Müslümana farz olan ve malın belli bir kısmının verilmesini öngören zekât'ı (arındırıcı yükümlülükler’i) ifade etmektedir.”[4]

Kişinin bağlılığındaki güç ve dürüstlüğü “sadakât” ile ifade edilir. Kişinin sadakâtine delil olsun için malından Allah adına çıkardığı miktara da “sadaka” denilmiştir. Burada söz edilen sadaka, bir müslümanın arınmak amacıyla yılda bir defa vermekle yükümlü olduğu miktarı belli zekâttan farklı bir şey osa gerektir.[5]

 Az veya çok, sevabını umarak gönlünden kopanı sadaka olarak verenlerle alay edenler için elem verici bir azap vardır. (Tevbe 9/79) Halbuki Allah (cc) hem tevbeleri kabul eder, hem de kendi kendi rızası için verilen sadakları geri çevirmez. (Tevbe 9/104)

Kur’an; “Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir” (Bekara 2/271) diyor. Buna göre sadaka vermek, bağışmak, infak etmek yetmez. Allah için yapılan bağışın da güzel bir şekilde olması gerekir. Zira; “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan Ğani’dir (sınırsız zengindir), Halîmdir (hemen cezalandırmaz).” (Bekara 2/263) Dahası Kur’an; “... sadakalarınızı (sadakâtüküm) başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın...” diyor. (Bekara 2/264)

Peygamber (sav) pek çok hadisinde bu anlamda sadaka vermeyi teşvik ediyor, bunun imanî bir görev olduğunu haber veriyor. Hadislere göre farz olan zekâtı vermek sadaka olduğu gibi Allah’ı zikir, adaletle iş görmek, bir mazluma yardım etmek, iyilik etmek, namaz için adım atmak, yoldaki engelleri kaldırmak, güzel ve tatlı söz söylemek, hatta müslüman kardeşin yüzüne tebessim etmek de sadakadır.

Peygamber şöyle buyurdu: “Herkim helâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez- Allah bu sadakayı sağ eliyle kabul eder. Sonra onu dağ gibi olana kadar sizin birinizin sütten kesilmiş tayını büyüttüğü gibi sadaka sahibi için büyütür.”[6]

Yarım hurma (sadaka) ile dahi olsa, ateşten korunun. Bunu da bulamazsanız hoş ve güzel sözle (ateşten korunun!)”[7]

“İsraf etmeden ve kibirlenmeden yeyiniz, içiniz, elbise edininiz, sadaka veriniz.”[8]

“Her Müslüman üzerine sadaka vermek vacibdir.” Sahabeler: -Ey Allah’ın Elçisi, sadaka verecek bir şey bulamaz ise ne yapar? dediler. Nebi (sav): -“Eliyle çalışır hem kendine fayda verir hem de tasadduk eder” buyurdu. Sahabeler: -Çalışmaya güç bulamaz ise ne yapar? dediler. Peygamber (sav) Nebi (sav)”Şiddetli ihtiyaç sahibine, bunalmış mazluma yardım eder” buyurdu. Sahabeler: -Buna da güç bulamazsa ne yapar? dediler. Nebi (sav): “Maruf işlesin, münker işlemesin. Bu da o kimse için bir sadakadır” buyurdu.”[9]

 “İçerisinde güneşin doğduğu her günde insan bedeninden herbir eklem için sadaka vardır. İki kişi arasında adalet yapmak bir sadakadır. Binitine binmek isteyen veya eşyasını ona yüklemek isteyen kimseye yardım etmek bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken sahibinin attığı her adım sadakadır. Yoldan geçenlere eziyet veren şeyleri oradan gidermek bir sadakadır.”[10]

“Allah’tan kork ve hiçbir iyiliği küçümseme. Bu, su isteyen birisine kovandan su vermek veya Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak dahî olsa.”[11] 

Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.[12]

Her ma’ruf (iyilik) bir sadakadır.”[13]

 

-Bir ahlâkî ilke olarak sıdk ve sadâkât

Sıdk kelimesi Kur’an’da bazıları mecazi anlamda olmak üzere ondört yerde geçmektedir.

Âyet, hadis ve İslâmî kaynaklarda “hakikati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek” anlamında masdar; “hakikati ifade eden, gerçeğe uygun olan söz, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik” anlamında isim olarak kullanılır.

İslâm kültüründe sıdk, başlıca ahlâkî erdemlerden biri diye gösterilir.[14] Zira sıdk, insanın kalitesinin, karşılıklı güvenin ve ahde vefanın göstergesidir. Ailenin sağlam temeli, huzurunu sağlayan sebeplerden biri, toplum hayatında güvenin ve emniyetin sübabıdır.

Bazı ahlâk alimleri sıdkın çeşitlerinden söz ederler. Mesela; 1-Konuşmada sıdk. Sözün her çeşidinin gerçeği yansıtması, zararlı  ve yalan olmaması, verilen sözün yerine getirilmesi gerekir.

2-Niyet ve iradede sıdk. Kişinin iç dünyasında dürüst olması, gerçeği dile getirmeye niyetli ve istekli olmasıdır. Bu noktada şu hadisi hatırlamak gerekir. “Allah sizin cisimlerinize (şekillerinize) ve mallarınıza değil kalplerinize ve amellerinize bakar.”[15]

3.Karar vermede sıdk. Kişinin iyi ve doğru olduğuna inandığı bir işi yapmaya doğru karar vermesi ve bu kararı kararlıklı uygulamasıdır. Bu özellikle kötü alışkanlıkları ve günahları terketmedeki kararlılığı anlatır.

4.Amelde sıdk. Sevap işleri ve iyilikleri gösteriş için değil sırf iyi ve gerekli olduğu için yapma, kötülükleri de aynı anlayışla terketme bilincidir.[16] Bu da sözde ve özde dürüst olmayı, doğru söylemeyi, işinde dürüst olmayı, işini sağlam yapmayı, emâneti korumayı, sözünde durmayı, anlaşmalara uymayı, ahde vefayı kapsar.

Peygamber (sav) sıdk ile ilgili şöyle buyurud:“Size sıdk’ı (doğruluğu tavsiye ederim); çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Doğruluğu ilke edinen kimse Allah katında sıddîk diye yazılır. Yalan söylemekten sizi menederim; çünkü yalan söylemek günaha, günah da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.”[17]

Sıdk, yani doğruluk huzur kaynağı, yalancılık ise şüphe ve huzursuzluk sebebidir.[18]

Perygamber Muhammed (sav) “sâdık ve masdûk”tur, yani sıdk sahibi, doğru olan ve doğruluğu herkesçe kabul edilendir.[19]

Akâid kitaplarında bütün peygamberlerin beş temel niteliğinden birinin de “sıdk” olduğu yer alır.[20]

Kıyâmet öyle bir gündür ki, dünyada iken imanında doğru olan, Kur’an’ı tam bir teslimiyetle kabul eden sâdık kimselerin bu ‘sıdkları-doğrulukları’nın fayda vereceği bir gündür. (Mâide 5/119) Dünyada iken sâdık olanların, İslâmı, Kur’an’ı ve O’nu tebliğ eden peygamberi tasdik edip, tam bir bağlılıkla ibadet edenlerin mükâfatını Allah (cc) verecektir. ‘ Sıdk’tan uzak kalan iki yüzlü münafıklar ise azabı hak ederler. (Ahzâb 33/24)

Türkçede daha çok “sadakât” olarak kullanılan kelime aslında Kur’an’da ve hadislerde geçen ‘sıdk’tır. Bu da doğruluğu, dürüst olmayı, samimiyeti, içi dışı bir olmayı, bağlılığı ve vefayı, sağlam ve güçlü dostluğu anlatır.[21]

Sıdk/sadakât sahiplerine Kur’an sâdıklar diyor. ‘Sıdk’ sahibi olmaya da “sadakât” denir. Sâdık olan aynı zamanda ‘sadakât’ sahibi kimsedir. O sözünde durur, içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yoldur.

Mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri de ‘sadakât’ sahibi olmaktır. Türkçede sadâkat; müslüman kardeşinin iyiliğini istemek anlamına geldiği gibi, insanlara karşı dürüst davranmaya, dostluğa bağlı olmaya da denir.  Bu anlamdaki sadakâtın zıddı ‘hıyanet’, sıdk’ın zıddı ise kizb’tir (yalandır). Bu sıfatlar ise olgun bir müslümana yakışmaz.

Müslümanlar, karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her türlü muamelelerinde sadakât ahlâkı üzerinde, dürüst ve iyiliksever olmalıdırlar. Karı-koca arasında mutlaka ‘sadakât’ duygusu olmalıdır. Hem evdeki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine karşı ‘sâdık’ olmalılar. Müslüman arkadaşlıkta, akrabalıkta, üzerine aldığı emânette, kendisine iyilikte bulunanlara karşı, anlaşmalarında, ahde vefada sadakât sahibidir.

Mü’min, önce özünde (kalbinde) ‘sâdık’ olmalıdır. Kalbinde yalana, hileye, düsmanlığa, üç kağıtçılığa, fitneye yer vermemelidir. Ondan sonra da sözünde ve  işinde doğru olmalıdır. İşini düzgün ve sağlam yapmalı, hileden ve aldatmadan uzak durmalıdır.

Mü’min, verdiği sözde durur, emâneti korur, yerine getirir, yalandan uzak durur, aldığı vazifeyi yerine getirir, emâneti ehline verir. Allah’a ibadet ve itaatında tam bir ‘sadâkat’ ahlâkı sergiler. Rabbine kalbinden bağlıdır. O’nun huzurunda O’nu kandırmaya, başkasına tapınmaya, ibadetinde hile yapmaya yeltenmez.

Sadakât aynı zamanda vefalı olmaktır. Vefa öncelikle, birine karşı ister baştan verilen, isterse verilip kendisine hatırlatılan şeylere karşı borcunun şuurunda olarak o borcu eda etmek demektir. (Bekara 2/40) Dostluğa, arkadaşlığa, verilen söze bağlı kalmak, iyiliğin kıymetini bilmek vefadır. Vefalı olmak bir taraftan sadakât gösterimesi gerekenlere karşı sorumluluğun farkında olmak, bir taraftan da ona karşı olabilecek borcu ödemektir.

-Son söz yerine

İman edenler sıdk sahibi sâdıklardır. Onlar Allah’ın katından gelen ‘sâdık’ bir daveti ‘tasdîk’ ettiler ve ‘musaddık ve sâdık-doğrulayan, sıdk ve sadakât sahibi, inançlarında ve işlerinde dosdoğru kimse oldular. Allah (cc) onları şöyle övüyor: “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği peygamberler, sâdık olanlar (doğrulayan, doğru olanlar), şehidler ve sâlihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar.” (Nisâ 4/69)

“İnsana sadakât yakışır görse de ikrah/Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah”

 Hüseyin K. Ece

09.06.2017

Zaandam-Hollanda

 

[1] Cevherî, H. es-Sıhah, 4/256. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/214. el-Cürcânî, Ş. et-Tarifât, s: 135

[2] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 409

[3] Darimî, Mukaddime/44 no: 523

[4] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/380

[5] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/359

[6] Buhârî, Zekât/8 no: 1410. Müslim, Zekât/20 (63) no: 2342. Tirmizî, Zekât/28 no: 661. Nesâî, Zekât/48 no: 2526. İbn Mâce, Zekât/28 no: 1842. İbni Huzeyme, Zekât/131 no: 2425. İbni Hibban, Zekât/8 no: 3316

[7] Buhârî, Zekât/10/ no: 1417. Müslim, Zekât/20 (66) no: 2347

[8] Buhârî, Libâs/1. Bir benzeri: Nesâî, Zekât/66 no: 2560.İbni Mâce, Libâs/23 no: 3605

[9] Buhârî, Zekât/30 no: 1445. Müslim, Zekât/17 (55) no:2333. Nesaî, Zekât/56 no: 2539

[10] Buhârî, Sulh/11 no: 2707, Cihad/72 no: 2891, /128 no: 2989. Müslim Zekât/17 (56) no:2335. İbni Hibban, Zekât/66 no: 3381).

[11] Müslim, Birr/44 (144) no: 6690. Tirmizî, Et’ime/30 no: 1833

[12] Tirmizî, Birr/36 no: 1956

[13] Buhârî, Edeb/33 no: 6011. Müslim, Zekat/17 (52) no: 2328. Tirmizî, Birr/45 no: 1970. İbni Hibban, Zekât/66 no: 3379

[14] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 37/100

[15] Müslim, Birr/10 (33, 34) no: 6542-6543

[16] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 37/100

[17] Buhârî, Edeb/69 no: 6094. Müslim, Birr/29 (103-105) no: 6637-6638. Ahmed b. Hanbel, 1/7 no: 18

[18] Tirmizî, Kıyâmet/60 no: 2518

[19] Buhârî, Enbiyâ/1 no: 3332, Bid’ul-halk/6 no: 3208, Kader/1 no: 6594

[20] Mesela; Taftazânî, Şerhu’l-Akâid (İslam Akâidi, ter.), s: 302. Sâbık, S. Akâidu’l-İslamiyye, s: 157

[21] TDK Türkçe Sözlük, 2/1239