-Kurban; yakın olmak

Kurbanın kelime manası, insanı Allah’a yaklaştıran şey demektir. Bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir ki, kurbanla insan Allah’a yaklaşmaya çalışır yahut kurbandaki niyyet ve samimiyet insanı Allah’a yaklaştırır.

Müşrikler putlarına, kendilerine Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyorlardı. İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.” (Zümer 39/3)

“Bu değinme, yalnız azîzlere/velîlere, meleklere ve “putlaştırılmış” kişilere tapınma ile sınırlı olmayıp aynı zamanda bunların sembollerine (heykel, resim, mumya, vb.) ve hayatta olmayan kişilerin gerçek veya temsîlî kabirlerine tapınmayı da kapsamaktadır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, )

Halbuki insanı Allah’a yaklaştıracak olan asıl sebebp onun dini Allah’a has kılmasıdır.

“Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne zenginliğiniz, ne de çocuklarınızdır: yalnızca iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar (Bize yakın olabilirler). Bu (gibi)leri, yaptıklarından dolayı çeşit çeşit ödüller beklemektedir ve onlar (cennet) köşkler(in)de (huzur ve) güven içinde yaşayacaklardır.” (Sebe’ 34/37)

Esasen Allah (cc) her açıdan kullarına yakındır. O her yerde hâzır ve nâzırdır. Zira Allah (cc) kudreti, ilmi ve tasarrufu ile her şeye hakimdir. Âlemlerin Rabbi olmak bunu gerektirir. Ancak insanlar bunu göremezler.

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

“Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.” (Mücadele 58/7)

“Hele can boğaza dayandığı zaman, O vakit siz bakar durursunuz. (O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.” (Vakıa 56/83-85)  

Peygamber (sav) öncelikle farz ibadetlerin, sonra da nafile ibadetlerin insanı Allah’a yaklaştıracağını haber veriyor:

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav); “Allah (cc) şöyle buyurdu” dedi: “Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma (veli kuluma) düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak/38)

Kur’an, insanın ancak hakkıyla iman ederek ve imanın gereği sâlih amel, yani Allah’ın razı olacağı faydalı, ıslah edici işleri yaparak Allah’a yakınlık kazanacağını haber veriyor. Kurban ibadeti bunlardan sadece bir tanesidir. 

“(Dünyada) iman ve amelde) öne geçenler ise (Âhirette de) öne geçenlerdir. İşte bunlar, naîm cennetlerinde (Allah'a) en yakın olanlardır. Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.” (Vakıa 56/10-14)

Kurban olmak Allah’a yakın olmaktır. O’na yaklaşmak elbette fiziki anlamda bir mekan yakınlığı değildir. O’na yaklaşmak fiziği metafiziğe taşımak, buraya ait olanı müteâl olan Allah sevgisine bağlamaktır. Allah’a yaklaşmak ancak ihlas ve aşkla, yani Allah’ı gereği gibi sevmekle olur. Kurban bu aşkın/sevginin bir aracıdır.

 

-Kurban; biraz et, biraz ziyaret, biraz da tatil mi?

Kim nasıl görüyorsa öyledir elbette? Kim ne derse desin, başka din mensupları kurban olayını nasıl anlarsa anlasınlr; İslama göre kurban ibadeti Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’na ait olanı yine O’na gönül rızası ile vermenin, fedakârlığın ve teslimiyetin, O’nun verdiği ni’metlerle sevinmenin ve insan ruhunu dindirmenin bir aracıdır.

O, ne basit bir adettir, ne bir kültürdür, ne de bütün malı mülkü belirsiz bir tarafa atmaktır. Ne sadece kan akıtma, ne sadece bir fedakârlık, ne de sadece fakir fukaranın et yemesiyle ilgilidir. Belki bunlarla beraber daha geniş manası, daha ulvî hedefi olan bir ibadettir.

Öyle ise bir müslüman için KURBAN BAYRAMI; et, kavurma, tatil ve benzeri maddi ve haz veren şeyler değil, Allah yolunda bağışladıklarının, Allah için yaptıklarının, sâlih amel olarak olarak ortaya koyduklarının, Allah rızası için paylaştıklarının sevinci, tebessümü, inşirahıdır. Yoksa insanların çoğunun anladığı anlamda bayram, hoplama, zıplama, süslenme, eğlenme, hele hele nefsi tatmin etme zamanı değildir.

Kurban ibadeti, varlığın sahibine yönelişi ve boyun eğmeği (kunut’u) sembolize eder. Ya da mülkün Allah’a ait olduğunu, maldan fadakârlık yaparak fiilen göstermektir. “Senin emrine uyarak kestiğim bu kurban zaten Sana aitti” diyebilmektir.

Mü’min, kurban keserek O’na sevgisini ve gerçekten sadece O’na kurban olunabileceğini, sadce O’nun için kurban adanabileceğini gösterir. En azından bu inancını kendi içerisinde isbat eder, tadar ve bunun heyecanını yaşar.       

Kurban ibadeti söz konusu olduğu zaman, Kur’an’ın Saffât Sûresi 102 ile 119. âyetlerinde anlatılan hz. İbrahim  ve hz. İsmail ile ilgili kıssayı hatırlamam gerekir.

İlerlemiş yaşında kendisine İsmail (as) İbrahim (as), oğlunu Allah yolunda kurban etme ile imtihan edilmişti. Hayatı ve ölümü Allah için bilen (En’am 6/162), İbrahim (as) bu imtihanı başarı ile yerine getirerek büyük mükâfatlara kavuşmuştu. Bu olayda asıl maksat elbette insanın Allah yolunda kurban edilmesi değildi. Bu kötü âdet bâtıl dine inananların işiydi. Buradaki asıl amaç, inanan bir insanın en sevdiği şeyi Allah yolunda feda edebilmesidir.

Allah’tan gelen daveti, velev ki can vermek şeklinde olsa bile, tereddütsiz kabul eden oğlu İsmail (as) ise, kıyâmete kadar gelecek Tevhid bağlıları için bir teslimiyet, iman ve fedakârlık, takva, aşk ve bağlılık sembolü olacaktı.

Bir şeyin değerini, içinde değer ölçüsü olanlar daha iyi anlar. Zihninde değer ölçüsü olmayanlara istediğiniz kadar değerli şeylerden bahsediniz, anlamaz. İsmail’in değerini en iyi İbrahim bilir. O İsmail ki, ihtiyar bir Nebi’nin müstesna, seçkin ve sevimli oğlu idi. Gökten yere inmiş bir ‘büşra/müjde’, yerden göğe doğru yükselen bir peygamber duasıydı. En gözde adak, en seçkin sunak, en kabul edilmiş kurban idi.  

İbrahim (as), Allah’a yakın olmak bir ömür boyu O’nun razı olacağı kulluğu yapmanın yanında, en değerli varlığını kurban olarak adadı. Kurbanı kabul edildi. Bundan dolayı O artık  bayram yapabilirdi. Çünkü bayramı hak etmişti. Bu bayramın dengi olur mu? Bu mükâfatlara paha biçilir mi? Hem de öyle bir bayram ki dünya durdukça kutlanacak, Kâbe var oldukça yaşayacak, Hac ibadeti devam ettikçe, hacılar “Lebbeyk-buyur Ya rabbi” dedikçe sürecek bir bayram. Zira İbrahim’in adadığı şey büyüktü ve karşılığında hak ettiği bayramı da büyük oldu.

Allah onların kurbanını Tevhid dinine inanan herkes için bir örnek yaptı. Onların kurban ibadeti Muhammed ümmeti için de vacip kıldı. Kur’an İbrahim’de, İsmail’de, İshak’ta, onların çocuklarında, Hz. Muahmmed’de en güzel örnekler olduğunu haber veriyor. (Bkz. Ahzab 33/21. Mümtahıne 60/4-6) Çünkü onlar en değerli varlıklarını Allah yolunda kurban etmesini bilmişlerdi.

Öyle değil mi, kurbanın ne ise bayramın odur. Hangi değeri O’nun yoluna feda edebiliyorsan, işte bayramın o kadardır. Âdemin kötü oğlu gibi en değersiz malını güya kurban adadım diye verdiğini sanırsan, sonunda gökten senin kurbanına nûr değil, nâr iner.

Kurban ibadeti hem İbrahim’i (as) hatırlamak, hem de aynı teslimiyetin, aynı fedakârlığın devamını sağlamak, ayrıca mükâfata kavuşan İbrahim (as) gibi bayram sevincini yaşamak imkanıdır.Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir. Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlarına götürür.

Ramazan bayramı nasıl kabul edilmesi umulan orucun ve sair ibadetlerin sonucunda iman edenlere ikram edilen sevinç günleri ise, KURBAN BAYRAMI da Allah yolunda adanana her ne varsa, onları feda edebilmenin, verebilmenin, bağışlayabilmenin, böylece Allah’a yaklaşma ümidi beslemenin bayramıdır. Mü’min için asıl bayram Âhiretteki hesaptan kurtulup Allah’ın rahmetini hak etmektir. Mü’min bir ömür boyu bunu ümit eder, bunun endişesini taşır. Bunu sağlamak üzere de iman üzere yaşar, yani imanını hayata hakim kılar, ölünceye kadar Rabbine hakkıyla kulluk eder.

Kurban bayramı, bir açıdan bu asıl bayramın bir işareti, bir muştusu, bir örneğidir. Yani Allah’a yakın olmak için O’nun yolunda iman ve ibadet, infak ve bağış olarak ne kurban ederse, daha dünyada iken onun karşılığını minyatür bir bayram olarak görür. Bu tıpkı, İslâmı yaşayanlara dünya hayatının “dâru’s-selâm-esenlik yurdu” kılınması, Cennetten bir numûne, Cennetin müstesna güzelliğinden dünyada bir miktar taddırılması gibi bir şeydir. Zaten İslâm, insan hayatını minyatür bir cennete çevirmek üzere Allah (cc) tarafından gönderimiş bir hayat proğramıdır.

 

-Bayram, bağışlanan kadardır

Bağışı büyük olanın, fedakarlığı çok olanın, hibesi değerli olanın bayramı o denli olur.

Kurban bayramının sevinci mükafatı, değeri, anlamı onden önce ve onda bağışlanan

değerli şeyler kadardır. Kim çok bağışta bulunursa, kim Allah için daha fazla fedakârlık yaparsa, kim Allah için çok şeyden vazgeçebilirse, kim daha çok kurban adarsa onun bayramı büyük olacaktır. Böyle bir müslümanın sağına soluna bakıp “nerde eski bayramlar” demesine gerek yoktur. Eskiden de bayram bu idi. Bayram mü’minlerle birliktedir, niyetlerindedir ve kurbanın boyutundadır.

Kur’an’ın deyişiyle kurbanların etleri ve kanları değil, mü’minlerin takvası Allah’a ulaşır. (Hacc 22/34) Öyleyse önemli olan eti için hayvan kesmek değil, Allah sevgisi için belli bir malı (hayvanı), belli bir zamanda Allah için feda edebilmektir.

Kurban ibadeti İbrahim’in ve İsmail’in samimiyetini, fedakârlığını, gönülden Allah’a bağlılığını bu zamana taşımaktır. Bunu bazı müslümanlar kurban keserek sembolik olarak yapabilirler. Bazı müslümanlar da bunu canlarını ve mallarını fiilen Allah yolunda vererek gerçekleştirirler. Kurbanın hangi amaçla emredildiğinin farkına varanların derdi Allah rızasıdır ve kurbanla ulaşılabilecek hayr’dır. Onlar ebedî bir vuslatın, bitmeyecek bir mükâfatın, sonu gelmeyecek bir sevincin, fani olmayacak bir hayatın, kışı olmayan bir baharın, devam edecek olan bir rızanın sevdasındadırlar. Yeter ki Allah (cc) razı olsun. Kurbanın anlamını idrak edenler Rablerinden gelenden razıdırlar ki değer verdiklerini O’nun yolunda feda edebiliyorlar.

Ne adadığının farkında olanlar, Âhiretteki ebedî vuslatı özlerler. Adağını yürekten tutanlar ancak bu vuslatın değerini bilirler. Kurban adağı aslında fiilî bir itiraftır. Müslümanlar ‘mülkün Allah’a ait olduğuna’ inanırlar ve sahip olduklarını gönül rızası ile mülkün asıl sahibine gönül rızası ile verirler.

Günümüz dünyasında maalesef insan farkında olmadan eşyaya, diğer insanlara, ideolojilere, dünyaya kul ve kurban oluyorlar. Varlıklarını bunlara armağan edip, bütün bir ömürlerini bunlara uğruna harcıyabiliyorlar. Böyle bir harcanmadan kurtulmanın yolu, yüce bir gaye için ‘adamak ve adanmak’tır. Bunu da İslâma teslim olarak ve tam bir hürriyete kavuşan şuurlu mü’minler yapabilirler.

İslâmın getirdiği kurban ibadeti bu çarpık zihniyete bir tavır alıştır. Bu yanlışlığa, bu bozulmuşluğa, bu aldanmışlığa teslim olmamaktır. Kurban ibadeti; küresel sapmaya, bozulmaya, çürümüşlüğe rağmen, insan için gerçek güvenliğin hâlâ mümkün olduğunu gösterir. İnsanın fani hedeflere ve yalancı/uydurma ilâhlara kurban edildiği zamanımızda, İslâmın kurban ibadeti daha bir anlamlı hale geliyor.” (İslâmoğlu, M. Şafak Yazıları, s:115-116)

Bugün İbrahim ve onun oğlu İsmail en güzel bir isimle anılıyorsa, bunun sebebi onların tabi tutuldukları ağır imtihan, Allah yolunda ödedikleri bedel, verdikleri kurbandır. Bundan dolayı Allah (cc) onların kurbanını anlayacak bir kalbe sahip olanlara bir örnek, bir ibret yaptı.

Kurban konusunda nefisini Allah’a teslim eden, başka konularda da Allah’a teslim olmaya alışkanlık kazanır. Bugün sahip olduğu bir hayvanı boğazlamak suretiyle Allah’a adayan bir müslüman giderek başka değerli şeylerini de Allah için feda etmeye şuur kazanır.  

Taşlama yerinde şeytana taş atmak nasıl sembolik bir şey ve aslında şeytana ait şeyler, şeytanın yolu, şeytanın aldatmaları, şeytanın yeryüzündeki temsilcileri taşlanıyorsa; kurban da Allah yolundaki fedkârlığın sembolik ifadesidir. Hacc yolculuğunda şeytanı niçin taşladığının farkında olan, bu işin sadece küçük taşlar atma olmadığını bilen, şeytana ve ona ait her şeye karşı olduğunu ilan etmiş, şeytanın iki ayaklı yeryüzü temsilcilerine de itaat etmeyeceğini açıkça haykırmış olur.

Hacc’da şeytanı taşlayıp da ülkesine döndükten sonra şeytanî yollara gidenler, şeytanla işbirliği yapanlar, şeytanın temsilcilerine itaat edenler veya yollarından gidenler, tağutlara ve şeytanı memnun eden rejimleri benimseyip destekleyenler gerçekten hacca gitmemişlerdir.

Kurban bayramı, nefislerin, işlerin, paraların, evlerin, imkanların, gerekirse çocukların, canların, malların, dünyalıkların Allah yoluna seferber edilmesinin sevinç günleridir.

Bu açıdan Allah yolunda yaptığınız bağışlarınız ve fadakârlıklarınız, sunduğunuz kurbanlarınız ne kadarsa bayramınız da o kadardır. Bağışı ve teslimiyeti büyük olanın iki dünyada da bayramı büyük olur.

 

-Kurban; nimet külfet ilişkisine işaret

Her nimet, bir külfetin, bir zahmetin, bir çabanı, bir çalışmanın, bir mücadelenin sonucudur. Kişi bir sonuç ede etmek istiyorsa o sonuca ait o başarıya ait bedeli ödemek zorundadır.  

‘İslâm, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak feda eden veya etmeye hazır olan, ahlâk ve takva bakımından İsmail ve İbrahim (as) gibi olanların eliyle yücelir.

Tarih boyunca nice aziz insan, yeryüzünü fesada veren iktidar ve güç sahiplerine karşı, nice mütegallibeye ve tağuta karşı kıyam etmiş, mücadelede bulunmuşlardır. Bu mücadeleyi verirken her biri en değerli varlıklarını bu uğurda kurban etmesini bilmişlerdir. Zaten kurbanı olmayan bir dava ne zaman başarıya ulaşmıştır ki? Bedeli ödenmeyen bir başarıdan tarih söz etmemektedir.

Cennete gitmek kolay olmadığı gibi, dünyalık bir zafer de bedelsiz olmaz.

Yani kurbanı verilmeyen mücadele başarılı olmaz.

Nesiller içerisinde sahabe nesli gibi yoktur. Onların örnek hayatı, faziletleri, İslâma hizmetleri, Allah yolundaki fedakârlıkları kıyâmete kadar anlatılacak ama bitmeyecek.

Böyle bir sonuca onlar, Allah yolunda bedel vererek ulaştılar. Herkesin rahmet peygamberine karşı savaştığı bir zamanda onlar Allah’tan geleni tasdik ettiler. Kınayanların kınamasından, işkencecilerin zulümlerinden, savaşçıların ölüm darbelerinden, maruz kaldıkları mahrumiyetlerin hiç birinden korkmadılar. Allah’a ve Rasûlü’ne teslim oldular. İslâmı hayatlarına hakim kıldılar. İslâm devletini önce yüreklerinde kurdular. Allah için evlerini, işlerini, mallarını, hanımlarını, imkanlarını, vatanlarını terketmesini bildiler. Bütün bunları çekinmeden, ibadet aşkıyla, sevdaları uğruna kurban ettiler. Allah da onlara Peygamberin yanında Ona arkadaş olma, sahabe olma şerefini kazandırdı. Medine devletini, İslâmın gölgesinde bahtiyar bir hayatı, dünya izzetini ve Cennet müjdesini verdi.

Bundan daha büyük bir zafer, bundan daha büyük bir kazanç, bundan büyük makam ve bayram düşünebilir mi? 

Muhammed (sav) ve O’nun seçkin sahabeleri bayramı İslâmî tebliğ görevini tamamladıktan, İslâmı gönüllere ve hayata hakim kıldıktan sonra Veda’ Haccında yüzbini aşkın mü’minle en çoşkulu bir şekilde yaşamıştı. İşte o gün mü’minlerin gerçek bayramıydı. Allah yolunda verilmesi gereken her şey verilmiş, zafer elde edilmiş, hayatlar Allah rızasına göre tanzim edilmiş, zulmün, şirkin, küfrün saltanatı haram beldelerde sona erdirilmiş, yani kısaca Allah için kurbanlar feda edilmiş ve sonucu alınmıştı.

Artık sıra sembolik bir mana taşıyan koç, koyun, deve boğazlamaya gelmişti. Daha değerli şeyleri Allah adına kurban eden bu şerefli insanlar için koç, koyun veya deveyi kurban etmek çok daha kolaydı.

Allah yolunda çalışmanın, yaşamanın, sevmenin, fedakârlıkta bulunmanın, Allah’ı koyduğu sınırları korumanın manası bu idi. Allah’ın indirdikleriyle hükmedebilme gayretinin, azminin, şuurunun pekiştiği zaman demektir bayram. Bu uğurda bir şeyler feda etmeye hazırlanmanın adıdır kurban. Allah için ödenmesi gereken bedelin işaretidir kurban. Eldeki imkanları O’nun yolunda infak ederek, hakkıyla kulluk yaparak, hak uğrunda yoğun çaba sarfederek (cehd ederek) O’na yakın olmaya çalışmanın ismidir kurban.

Hacc ile, Kâbe ile, Arafat ile, İbrahim ile, İsmail ile, Muhammed Mustafa ile, sahabe ile buluşmanın anıdır bayram. İslâmın gönüllere ve hayata hakimiyetinin sevincidir bayram.

Zalimlerin müslümanlar üzerindeki tasallutunun reddedildiği, zulmün son bulduğu, sömürünün en aza indirildiği gündür bayram. Müslüman gönüllerin birbirini sevdiği, kardeşliğin gereğini yaptığı, dertlerin paylaşıldığı zamandır bayram. Mescid-i Aksa’nın esaretten kurtulduğu, müslümanların yaşadığı beldelerde imanın hayata hakim kılındığı, bütün İslâm ülkelerinin hür ve huzurlu olduğu zaman daha bir bayram, daha bir bayram.

Zillete razı olanların heyhat bayramı hiç gelmeyecek. Ezilmeye, horlanmaya, sömürülmeye mahkûm olanların, baskıya boyun eğenlerin, mankurtlaşanları, Âhireti unutup dünya saltanatını tercih edenlerin bayramı dağların ardında.

Müslümanların değerleri aşağılanırken, zenginlikleri yağmalanırken, kutsalları çiğnenirken, ülkeleri işgal altında ve fitne içinde iken bayramın buruk ve eksik olacağı açıktır.

Hüseyin K. Ece

07.08.2017

Zaandam