-          Yetim kimdir?

Yetim kelimesinin aslı  ‘يتم ye-te-me’ fiilidir. Bu da sözlükte yalnız kalmak, tek başına olmak demektir.  ‘اليتيم el-yetîm’ aslında yalnız, tek başına, yegâne demektir. (Arapça’da tek ve benzersiz veya pek az bulunur kıymetli şeye de yetîm denilir.

 

Bunun için benzeri olmayan, ço değerli inciye "dürr-i yetîm" adı verilir.) ‘Yetîm bir çocuk’ denildiği zaman babasından ayrı tek başına kalmış çocuk anlaşılır.

Buradan hareketle babası ölüp yalnız kalan kimseye ‘يتيم- yetîm’ denir. Annesi ölene el-aciyyu (Türkçe’de öksüz), anne babası ölene de ‘el-ladîmu’ tabir edilir.[1]

Dilciler ‘yetîme’ bu ismin veriliş sebebinin onun güçsüzlüğü olduğunu söylerler. Zira  ‘يتم – ye-tu-me’ ‘adam zayıf düştü, güçsüz kaldı’ demektir.

Yetîim kelimesi Kur’an’da sekiz âyette tekil, bir ayette ‘يتيمين yetimeyn’ tarzında ikili, ondört âyette de يتامى – yetamâ (yetimler) şeklinde çoğul olarak geçiyor. أيتام yetîmler demektir ama bu haliyle Kur’an’da geçmemektedir.

Hz. Musa ile Allah’ın kendisine ilim verdiği bir kul ile yaptığı yolculukta iki yetimden bahsediliyor. “Ve duvara gelince; duvar o kasabada yaşayan iki yetîm oğlan çocuğuna aitti ve altında [hukuken] onların olan bir hazine [gömülüydü]...”[2]

 

-          Yetime ilgiyi teşvik

Mekke’de gelen sûrelerde genel manada yetîme yardım, iyi muamele ve ilgi göstermek öne çıkarken; Medine’de gelen âyetlerde yetîmlerin bakımı için daha somut ölçüler yer almaktadır. Bu âyetlerde yetîmlerin korunması daha kesin olarak ifadelerle emrediliyor, onlara yapılacak maddi yardımlardan söz ediliyor. Bu yardımlardan müslüman tolumda imkanı olan herkes sorumludur.

Yetîmlere iyi davranmanın Din’le veya hesap gününe iman ile ilişkilendirilerek anlatılması dikkat çekicidir. “Dini (ya da hesap gününü) yalanlayanı gördün mü? İşte böyle biridir yetîmi itip kakan. Yosulu doyurma arzusu/gayreti duymayan.”[3] 

Yani "gördünse bilirsin ya, görmedinse de bil! İşte öldükten sonra bu dünyada işlenecek amellere verilecek karşılığa inanmayan kimseler, ya da değerler sistemi olan Din’i kabul etmeyen kimseler yetîmi iter, kakar, ilgi göstermez, ihtiyacını gidermezler. Böyleleri Allah’tan korkmadıkları için öksüze,  zayıf kimselere insaf ve merhamet etmezler, hatta kovarlar, hakaret bile ederler.

Yetîmi itip kakanla, onu kötü muamele yapanla yoksulların/fakirlerin ihtiyacını karşılamayan, bu konuda hiç bir arzusu veya çabası olmayan aynı durumdadır. Burada zımnen söylenen: yetîmi gözetmekle ibadetin arasını ayırmak, ‘Allah’a karşı borçluluk bilinci’ anlamındaki dini yalanlamaktır.[4] 

Fecr Sûresinde de benzer uyarıları görüyoruz. Allah’ın kendilerine dünyalık imkan verdiği kimseler, aynı imkanlardan mahrum olan yetîm veya yoksullar mümkün olduğu kadar yardım etmeleri gerekir. Ama bunu hakkıyla yapmıyorlar. “Asla! Bilakis siz yetîme izzet ikram göstermiyorsunuz (onlara karşı cömert değilsiniz). Muhtaçları doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.”[5]

Böyle olunca da helâl-haram demeden biriktirilen, aşırı derece, hatta mülkün asıl sahibinden daha çok sevilen mal ve servet yetîme, yoksula, muhtaca ikram ve infak olarak ulaşmıyor.

Kur’an bir başka yerde Ahirette hoş kokulu tarifsiz içecek içmeye hak kazanan iyilere (ebrar’a) Allah’ın has kulları diyor. Onlar dünyda iken üzerlerina vacip olan hayrı yerine getirirler ve şiddeti dalga dalda yayılan bir Gün’ün korkusunu duyarlar. Onlar “ve kendi istek ve arzularına rağmen muhtaçlara, yetimlere ve esirelere yedirirler. (kendi kendilerine derler ki): “Biz sadece Allah rızası için yediriyoruz, sizden b ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”[6]

Aslında bazı fedakârlıklar ucunda cennet olan bedel ödenmesi gereken işlerdir. Kur’an buna ‘akabe’ye (bir yokuşa) tırmanmak’ diyor.  Akabe sözlükte, engin bir vadiden yüksek bir dağa doğru çıkan sarp yokuş demektir.

“Fakat insan (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiç bir bedel ödemedi. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek, Veya açlık gününde yemek yedirmektir (doyurmaktır), yakınlığı (ya da yakınında) olan bir yetîme veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.[7]

Bu sayılan fedakârlıkları yapmak dışarıdan zor görünse de aslında bu iyi olmak için, cennete ulaşabilmek için, zorluklara dayalı yaratılan insanı yapması gereken şeydir. Kimileri böylesine güzel bir sonuca ulaşmak için ödenmesi gereken bedeli ödemeye yanaşmaz, sayılan yerlere gereken yardımı ulaştırmaktan kaçınır. Bunun için kişinin kuvvetli bir imana sahip olması, sabırlı ve merhametli olması gerekir.

Bu bağlamda sabrı ve merhameti birbirine tavsiye etmek de son derece öenmlidir.[8] Sarp yokuşu tırmanmak olarak sıralan yardıma muhtaç kimseler arasında yetîmler de sayılıyor.

Yetîmler esasen topluma emanet edilmişlerdir. Bir milletin medeniyet ölçüsü yetîmlerine nasıl baktığı ile orantılıdır. Yetimleri perişan, sahipsiz, itilen ve kakılan, sokaklara terkedilmi ise orada medeniyetten, sosyal adaletten, mehametten söz etmek zordur. İslam göre iman eden kişi kendi çocuğuyla ilgiendiği gibi yakınındaki yetîmlerle ilgilenmesi gerekir.

Yakınlığı olan bir yetîme ki, bundan açıkça anlaşılan nesep yakınlığıdır. Bununla beraber komşuluk yakınlığı da olabilir.[9]

Bir başka görüşe göre âyetteki ‘yakın veya yakınındaki yetîm’ ifadesi, sadece akraba olan yetîmleri kapsamaz. Bundan amaç kişin yakınlarında olan veya onun ulabildiği yetîmler demektir. Zaten herkes yakınındakine al atarsa uzaklarda yetîm kalmaz. Bu yapılırken yetîmin inancına, etnik kökenine bakılmamalı.[10]

Kur’an Hz. Muhammed’e şöyle bir hatırlatmada bulunuyor: “O seni yetîm olarak bulup barınmanı sağlamadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni muhtaç bulup mala tamah etmekten korumadı mı? Öyleyse yetîmi azarlama.”[11] 

Duhâ Sûresinde hz. Peygamber’e dünyada iken verilen nimetler çocukluk döneminde verilen bir örnekle anlatılıyor. Şüphesiz bütün bunlar ona verilen el-Kevser nimetine  dahildir.[12]

Bilindiği gibi o doğmadan babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında iken de dedesini kaybetti. Ancak onunun yetîmliği Allah’ın yardımıyla ona hissettirilmeyecek şekilde amcasının yanında bakıma dönüşmüştü. Bundan dolayı peygamberin ilk yıllarındaki karşılaştığı sıkıntılardan yılmaması gerektiği öğütleniyor, dolaylı olarak Allah’ın kendisine yine yardım edeceği haber veriliyor. Bir açıdan da yetîmlere sahip çıkılmasının önemi ve yolu gösteriliyor.[13]

Muhtaçlara ikram edilmemesi; yetîm veya zayıfların horlanması hak hukuk tanımayan, ya da hakların kuvvet yoluyla alındığı, adalet ve merhametten mahrum zorba toplumların sorunudur. Kur’an hakların çiğnenmesinin ciddi bir hata olduğunu söylediği gibi zayıfların ve yetîmlerin gereği gibi korunmamasını da kınamaktadır. Üstelik onlara yardım etmek, ilgi göstermek, korumak ve aşağılamamak aynı zamanda verilen nimetlere bir şükürdür.

Yetîmlere iyi muamele, onlara çeşitli şekillerde iyilik yapmak, malı sevmesine rağmen yetîmlere infak etmek, maddi ve manevi yardmda bulunmak İslâm açısından en makbul ameller (işler) arasındadır, gerçek erdemdir (el-bir’dir).[14]

Allah (cc), İsrailoğullarına da yetîmleri tavsiye etmiş, onlara iyilik edilmesini istemişti. Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetîmlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekatı verin" diye de emretmiştik…”[15]

Buradaki emir yetimlere şefkat duymaya, onları himaye altına almaya, mallarını korumaya ve onları azarlamamaya yöneliktir. Hz. Peygamber’in (sav) şu hadisi bu anlamı tamamlamaktadır. “Ben ve -kendisinin olsun başkasının olsun- yetîmi koruyup gözeten kimse ile şu ikisi gibi Cennette birlikte olacağız demiş” ve şehadet parmağı ile orta parmağını işaret etmiştir.”[16]

İbni Abbas (ra) anlatıyor; Rasûlüllah buyurdu ki: “Kim müslümanlar arasından bir yetîm alarak yiyecek ve içeceğine dahil ederse, affedilmez bir günah (şirk gibi) işlememişse, Allah onu mutlaka cennetine koyacaktır.”[17]

Kur’an’da yetîmler ve kimsesiz çocuklar için yapılması istenen harcamalara bugünün diliyle  “yetîmler için fon” diyebiliriz. İslâm ta baştan beri yetîm ve kimsesizlerin, ister yakın akrabaları, ister islâm toplumu, isterse siyasi otorite tarafından olsun, mutlaka korunmasını, aynen diğer çocuklar gibi en iyi şartlarda yetiştirilmelerini öngörüyor. Bu bakım ve himaye işini de ahlakî ilke olarak tavsiye etmekle kalmıyor; belli esaslara, uygulabilir kurallara bağlıyor.

Mesela savaş sonrası elde edilen ganimetlerin beşte birinde yetîmlerin payı vardır. … bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin (fey’in) beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına, yetîmlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”[18]

Âyette geçen ‘fey’, savaşmadan ele geçen düşman malıdır. Savaş sonucu ele geçen düşman malına da ganîmet denilir. Âyetin açık anlamına göre bu tür mallar, altıya bölünür. Allah'ın hakkı Ka'be'ye ve diğer mescidlerin onarımına harcanır. Bir kısım bilginlere göre de Allah'a pay ayrılması, saygı içindir. Bütün ganîmetler beşe ayrılır: Resûl'e, onun akrabâsına, yetîmlere, yoksullara ve yolculara birer hisse verilir.”[19]

Benzer ölçüleri Haşr suresi yedinci âyette de görüyoruz:  

Miras taksiminde hukuken hak sahibi olmasalar da yetîmlerin gözününde bulundurulmaları isteniyor:  “Miras taksiminde, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan, onlara da verin, güzel söz söyleyin.”[20]

Buradaki yetîm, Nisa 11. âyette miras taksiminde adları geçmeyen ölen oğlundan kendisine mal kalan dede yetîmleri olabilir. Bu şekilde geçmesi adeta “yetîmlerin hakkı her payın önünde gelir” mesajını taşır.[21]

Bu âyet hem sosyal adaleti, hem de İslamın tavsiye ettiği merhamet, şefkat, karşılık beklemeden yardım (infak), cömertlik gibi faziletleri işaret ediyor. Az çok mal bırakıp ölen kimsesin terekesinden –varsa- muhtaç yakınlara, yetîmlere, hizmetçilere de bir pay verilmesi tavsiye ediliyor.[22]

Yetîmlere nafaka verilir, yani onlara Allah için harcama yapılabilir. “Sana (kime) neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak yapacağını harcama öncelikle anne-babanıza, akrabanıza, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlardaır. Her ne iyilik yaparsanız yapın, Allah onu mutlaka bilir.”[23]

Buncan önce gelen âyetlerin akışından buradaki yetîmlerden maksat savaş yetimleridir denilebilir. Bu bağlamda yetîm, velisini Allah’a kurban verdiği için velisi Allah olmuş kimselerdir. Bu yüzden mücahidlerin yetîmleri, İslamın çocuklarıdır.”[24]

Rivâyete göre yetîmlerin mallarını hile ile yiyenlerle[25], veya rüşd yaşına erişmeden yetimin mal varlığına dokunmama ile ilgili[26] ayetleri inince insanlar yetîmler ile bir arada olmaktan ve onların mallarına bakmayı üslenmekten sakınır oldular. Bu iş onlara zor göründü ve durumu Peygamber’e ilettiler. Bunun üzerine aşağıdaki âyet indi.[27]  

“Bu dünya ve ahiret hakkında... Sana yetîmler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız (hayatı paylaşırsanız), (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Kaldı ki Allah fesatçılık yapanı ıslah edenden ayırmasını bilir...”[28]

Âyete göre düzeltme amacıyla aralarına karışıp mallarıyla ilgilenmek, onların faydalarına olacak şekilde davranmak, onları gelecek için eğitip terbiye etmek, her halde bu türlü hayırlardan akçınmaktan daha iyidir. Onların müslümanların yakını ise veya herhangi bir şekilde onlara yakın olmak, onlardan haberdar olmak durumu olursa bilinmeli onlar dinde müslümanların kardeşidir. Dinde kardeş olanlar da kardeşlik hukukunu gözetirler.[29]

 

-          Yetîm malına haksızlık yapmak

Kur’an yetîmlerin mallarını haksız yere yiyenleri, onları istismar edenleri cehennemle tehdit ediyor. Haksızlıkla yetîmlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir”[30]

Yetîmlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.”[31]

Onları himaye ederken, varsa mallarını dikkatlice korumak ve zamanı gelince de kendilerine geri ödemek Kur’an’ın emridir. Bu şekilde olan bir çocuk âkil-bâliğ olunca ve rüşd yaşına ulaşınca, artık malı kendisine verilir. Bundan sonra o, kendi malının üzerinde tasarruf hakkına sahiptir.

Evlilik çağına gelinceye kadar yetîmleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin...”[32]

Yetimin malına, kendisi erginlik çağına varıncaya kadar, onu değerlendirmek amacı dışında sakın yaklaşmayın.  Verdiğiniz her sözü yerine getirin, çünkü verdiğiniz sözden (Hesap Günü'nde) mutlaka sorguya çekileceksiniz![33]

“ve rüşd yaşına erişmeden once yetîmin mal varlığına –onun iyiliği olmadıkça- dokunmayın…”[34]

Yani, bir kimsenin vesâyeti altındaki yetim rüşd çağına geldiğinde, önceki vasî, ondan borçlanmak veya sahibinin rızası ile ondan yararlanmak suretiyle kanunî yollardan yetîmin malına “dokunabilir”. “Onun iyiliği için olmadıkça” şeklinde çevirilen ibarenin lafzî karşılığı, “en iyi olan şekilden başka bir tarzda” şeklindedir ve yetîmin malını iyileştirme niyetine işaret eder.[35] 

Peygamber (sav) de yetîmin hakkını çiğnemekten sakındırıyor. “Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetîm ve kadın!”[36]

 

-          Son söz

Bazı çocuklar herhangi bir sebepten dolayı yetîm kalabilirler. Bu hayatın bir parçası. Yetîm kalmayı önlemek mümkün değilse de yetîmin yükünü hafifletmek, onun güzelce yetişip hayata karışmasına yardımcı olmak mümkündir. Yetîmin malını koruyan, ilgilenen, eğitimine yardımcı olan kimseye ‘veli’, kendisine bir yetimin bakımı emanet edilen kimseye de ‘vasî denir. Onların vazifesi emanetlerinde bulunan yetîmleri kollamak, görüp gözetmek, varsa mallarını ve mali menfeatlarini onların adına korumaktır. Bunu  yapmayan, üstelik yetîmin malına göz koyan, hile veya haksız bir şekilde yemeye kalkışan, yetîmi itip kakan, hor gören, onun iyi malını kendi kötü malı ile değiştirmeye kalkışan emanete hiyanet etmiş olur. Bu gibiler âyetin tehditi kapsamındadır. Böyle bir tutum ‘temizi pis ile değiştirmek’ gibidir. Ya da helâli bırakıp haramı almak gibidir.

Yetîm bir anlamda kazananı ölmüş, kendisi de kazanmaktan aciz olan kimsedir.[37] Yetîmlik, sadece anne babadan mahrum kalmayla sınırlı görülmemeli. İnsan, sahip olması gereken herhangi bir şeyden yoksun ise, o şeyin yetîmidir. Sağlık, bilgi, ilgi, sevgi, şefkat, itibar, çevre, para, mal gibi değerleden yoksun olanların bu değerlerin yetîmi olduğu söylenebilir. İlgili konularda insanların ihtiyaçlarını giderme, onlara yardım etme yetîmlere yardım gibidir.[38]

Her insan şu veya bu anlamda bir yetîmdir. Çünkü herkes yalnız yaratılır[39] ve Kıyamet günü herkes Allah’ın huzuruna hesap vermek için yalnız/tek başına çıkar.[40]



[1] İbni Mnzur, Lisânu’l-Arab, 15/308

[2] Kehf 18/82

[3] Maûn 1-2

[4] M. İslamoğlu, K. Surelerinin Kimliği, s: 501

[5] Fecr 89/17-20

[6] İnsan 76/8-9

[7] Beled 90/11-16

[8] Beled 90/17

[9] Elmalılı, Tefsir (sad.) 9/229

[10] M. Okuyan, Kısa S. Tefsiri, 1/231

[11] Duhâ 6-9

[12] Kevser 108/1

[13] M. Okuyan, Kısa S. Tefsiri 1/309

[14] Bekara 2/177

[15] Bekara 2/83

[16] Müslim, Zühd/42 no:7469. Buhari Talak/25 no: 5304. Edeb/24 no: 6005. Ebu Davud, Edeb/122 no:5150. Tirmizi, Birr/14 no: 1918

[17] Tirmizî, Birr/14 no: 1917)

[18] Enfal 8/41

[19] Cassas, el-Ahkâmu’l-Kur’an, 3-6061. Heyet, Kur’an Yolu, 5/219-221. S. Ateş, Tefsir 3/513-515

[20] Nisa 4/8

[21] M. İslamoğlu, Meal s: 147

[22] Heyet, Kur’an Yolu, 2/14

[23] Bekara 2/215

[24] M. İslamoğlu, Meal s: 73

[25] Nisa 4/10

[26] En’am 6/152

[27] Taberi, Tefsir 2/381-385

[28] Bekara 2/220

[29] Hucurat 49/10

[30] Nisa 4/10

[31] Nisa 4/2

[32] Nisa 4/6

[33] İsra 17/34

[34] En’am 6/152

[35] M. Esed, Meal s: 263)

[36] İbni Mace, Edeb/6 no: 3678

[37] M. İslamoğlu, Meal s: 1204

[38] M. Okuyan, Kısa S. Tefsiri 1/310

[39] En’am 6/94

[40] Meryem 19/95

 

Hüseyin K. Ece