-Sözlükte vech-yüz kelimesi

el-vech-yüz; temelde herkesce bilinen bir organın adıdır. Yüz, kişinin ilk karşılaştığı ve bedendeki en görünür ve şerefli organdır.

Buradan hareketle her nesnenin ilk karşılaşılan kısmı, en üstün ve başlangıç yeriyle ilgili kullanılmaktadır.

Mesela gündüzle ilgili olarak “vechü’n-nehâr-günün yüzü” deyimi kullanılır. “veccehtü fülânen” yüzümü falan kişinin yüzünün karşısına getirdim denir. Kasta, yönelişe, meyle vech; maksada, kendisine yönelinen şeye “cihet ve viche” denir ki bu da “teveccühü (yönelmeyi)” anlatır. Ya da “veccehtü eş-şey-yani bir şeyi bir cihete gönderdim, o da o cihete yönlendi” denir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 807)

Vech-yüz bir şeyin veya bir kimsenin “kendisi, zatı, benliği” anlamlarında kullanılır. Kur’an’da sık sık hem Allah (cc) hakkında, hem de insanlar hakkında yer almaktadır. (bkz: Bekara 2/115, 272, Nisa 4/125. Ra’d 13/22)

Kur’an’da hem fiil hali hem de vech-yüz olarak bir kaç anlamda kullanılıyor.

1.Bilinen organ; yüz. (Nisâ 4/43. Bekara 2/177. Nisâ 4/47. Mâide 5/6. A’raf 7/29/ İbrahim 14/50. Zariyat 51/29)

2.Hoşnutluk, rıza. (En’am 6/52. İnsan 76/8-9. Bekara 2/272. Ra’d 13/22. Kehf 18/28)

3.Allah’ın zatı. (Rahman 55/26-27. Kasas 28/88)

4.Uygun, bir şeyin hakikati. (Mâide 6/108)

5.Başlangıç, öncesi, ilk kısmı. (Âli İmran 3/72-73)

6.İlgi, sevgi, teveccüh. (Yûsuf 12/9)

7.Vecih olarak itibar/izzet, değerli, haysiyetli, mevki sahibi, şerefli, sevgili. (Âli İmran 3/45. Ahzab 33/69)

8.Benlik, öz, cevher. (Âli İmran 3/20)

 

-Kur’an’da yönelme (teveccüh) kelimesi

“Vech”in fiil hali Kur’an’da üç âyette belli bir istikamete, hedefe, daha doğrusu Allah’a yönelmeyi anlatır. İkisi tef’ıl kalıbıyla “veccehe” şeklinde, bir tanesi de “tefa’ul” kalıbıyla “teveccehe” şeklinde geliyor.

-Müşrikler, Allah’ı bırakıp kendilerine rızık veremeyen ve asla buna güçleri yetmeyeccek bazı varıkları tanrı edinirler. Allah (cc) insanları; “böyle yapmayın” diye uyarıyor. Sonra bir örnek veriyor. Başkasının malı olan ve onun tarafından doyurulan ile elindeki imkanları bir şekilde paylaşan bir olmaz. Allah’ı bırakıp da uydurma şeylere tanrı diye tapınanların hali buna benzer. (Nahl 16/73-75)

Arkasından bu durum başka bir örnekle açıklanıyor. (Nahl 16/76)

-Yine hz. Musa’ın bulunduğu şehirden çıkıp Medyen’e doğru yönelmesi aynı “veccehe” fiili ile anlatılıyor. (Kasas 28/22)

Şüphesiz ki yüzün bir yöne yönelmesi, (Türkçedeki ifadeyle teveccüh etmesi) kişinin öz benliğinin, bizzat kendisinin de yönelmesini anlatır. Yüz bir insanda karşılaşılan ilk organı olduğu gibi, bir yöne gitmeyi, ister fiziksel isterse manevi olarak bir tarafa yönelmeyi de ifade eder.  

 

-Vech’i (yüzü) ikâme etmek

İlginçtir, bir kaç âyette vech kelimesi ikâme fiiliyle geliyor. Üstelik emir kalıbıyla. “Allah (cc) hem peygamber’e, hem de müslümanlara yüzünüzü Allah’ın dininde, fıtrat dininde ikâme edin” diye emrediliyor.

“De ki: “Ey insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin canınızı alacak olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.”

(Bana şöyle de emredildi): “Hakka yönelen bir kimse (hanif) olarak yüzünü dîne çevir (ekım vecheke). Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma.

Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.” (Yûnus 10/104-106)

 

-Yüzü (vechi) ikâme etmek ne anlama geliyor?

İkâme’nin aslı “kâ-me” fiili;  ayak üzere kalkmak, dikilmek, düzeltmek, sabit olmak, gerçekleşmek, (divanında) durmak, “ikâme” ise; bir başkasını ayağa kaldırmak, dikmek, bir yerde oturmak (ikâmet etmek), bir şeyi koruyup kollamak, bir şeyi devam ettirmek, bir şeyin hakkını tam olarak vermek, uygulama alanına koymak demektir. (Cevherî, es-Sıhâh, 5/397. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/223-224)

Namazla birlikte (ekımu’s-salat) kullanıldığı zaman, bütün şartların hakkını vererek yerine getirmek olduğuna işaret ediliyor. (İbrahim 14/40. Tevbe 9/11. Bekara 2/43, 110, 277. Nisâ 4/77. Yûnus 10/78. v.d.) Kur’an’da “namaz kılın” şeklinde bir emirden çok, “namazı ikâme edin” denilmesi anlamlıdır.

İkâme fiili vecih kelimesi ile birlikte yüzünü çevirmek, yönelmek anlamına gelir. (Okuyan, M. Kur’an Sözlüğü, s: 703) Bir kaç âyette bu şekilde geçiyor.

İnsan sahip olduğu dünyalık şeyler üzerindeki tasarruf hakkını, kendi cinsinden olan başkalarıyla paylaşmaya razı olmaz. Allah (cc) mutlak otoritesini başkalarıyla paylaşmasılmasından razı değildir. Kur’an, bunu efendi-köle ilişkisiyle açıklıyor.  

Ancak şirk koşmanın, Allah’a ortak bulmanın ne denli bir yanlış ve haksızlık olduğunu düşünemeyenler zalimler; bilgisizce nefislerinin hevâsına uyarlar. (Rûm 30/29)

Arkasından da şöyle deniyor: “O halde (ey Peygamber)! Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir (ekım vecheke). Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru (kayyım) din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

“Gerçek aşikâr olduğu ve siz bu kâinatın ve insanın yaratıcısının,  hakiminin bir tek Allah olduğunu öğrendiğinize göre, o zaman kaçınılmaz olarak davranışlarınız bu âyette belirtildiği gibi olmalıdır.

Âyetin bu bölümünde böylelikle üç vurgu birden yapılıyor. 1) İslâm fıtrat (yaratılış) dinidir, 2) Fıtrat dini olan İslâm sağasağlamdır, dosdoğrudur, 3) İnsana düşen görev özünü/benliğini bu fıtrat dinine çevirmek, yani onu kabul edip hayat dini haline getirmektir.

Âyette geçen “hanîf” sözlükte; hak yola, çarpıklıktan doğruluğa, eğriden doğruya giden demektir. Bu kavram, İbrahim’in (as) dinine isim olmuştur ki başka dinlerden, bâtıl mabutlardan yüz çevirip yalnız bir Allah’a boyun eğen “müvahhid” demektir. "Şirk koşmaksızın tek Allah'a inananlardır." (Hac 22/31)

Âyeti şöyle anlamak mümkün: “Sen yüzünü dine öyle tut, öyle tam yönel ki, o eğriliklerden, o bozuk hevâlardan, batıl meyillerden sakınıp yalnız hakka meylederek dosdoğru Allah fıtratına, yani fıtrat olan (yaratılışa uygun düşen) Allah'ın dinine, o yaratışına sarıl ki insanları onun üzerine yaratmıştır.” Herkes yaratılış sözleşmesinde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A'raf 7/172) hitabına “belâ” (evet Rabbimizsin) demiştir. İnsan olarak yaratılmayı kabul etmekle yaratanın Rabliğine şahit olmaya söz vermiştir.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/255)

  1. âyetin lafzen “yüzünü dine çevir, yönelt” anlamına gelen kısmı, dine yönelip hiç sapmadan bu yol üzerinde kararlılıkla yürümeyi ve ona önem vermeyi anlatan temsilî bir ifade olduğu veya buradaki “yüz-vech” kelimesi kişinin zat ve sıfatlarıyla bütününü anlattığı için “bütün varlığınla dine yönel” şeklinde bir manası vardır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/288)

İnsana düşen kendini yaratanın, fıtratını belirleyenin gösterdiği yoldan gitmektir. Sonra bu fıtraatta sebat etmektir. Eğer kişi kendi kafasına göre (hevâsına uyarak) bağımsız hareket ederse, fıtratına yakırı hareket etmiş olur. Allah’tan başkasına tapmak da bu fıtratın uzağına düşmektir.

 

-Yüzü Yaratana dönmek

Peygember’e yönelik bu çağrıyı Kur’an bir başka yerde şöyle yapıyor: “Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir (ekım vecheke)! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rûm 30/43)

Aynı emir Kur’an’ın muhataplarına da yöneltiliyor: “De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde (her ibadette)  yüzlerinizi (O’na) doğrultun (eqım vecûhekum). Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29)

Bir görüşe göre Allah (cc) burada organ olan yüzü kasdediyor. Bir başka görüşe göre ikâme fiiliyle istikamete, doğruluğa yönelmeyi; vech ile birlikte kullanarak teveccühü-yönelmeyi kasdediyor. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 807)

Burada geçen “vech-yüz” terimi, çok defa, “bütün varlığımı ya da bütün varlığımla kendimi Allah'a teslim ettim” (Ali İmran 3/20) anlamına gelen “eslemtu vechiye lillâhi” cümlesinde olduğu gibi, soyut anlamıyla, kişinin bütün varlığını, bütün dikkat ve duyarlığını dile getirmek için kullanılır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/274)

Yani Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında onun ümmetine, adaletli ve itidalli, ifrat ve tefritten sakınarak ölçülü olmayı, her secde zamanında ve mekanında yüzü  dosdoğru O’na, ya da O’nun kıble tayin ettiği Mescid-i Haram’a yönelmeyi, şirkten uzak kalarak, ihlasla, bütün benliği ile O’na ibadet etmeyi emretti.

Kur’an’da  bir kaç âyette yüzü (vechi), benliği âlemleri yaratan Allah’a döndürmek/yönelmek “teslim olma” fiili ile ifade ediliyor. Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında bütün İslâm ümmetine şöyle demelerini emrediyor:

(Ey Elçi!) Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim (eslemtü vechî)” ...” (Âli İmran 3/20)

Burada yukarıdaki âyetlerde söz konusu edilen “ekım vecheke, eqım vücûheküm-yüzünü/yüzünüzü ikâme edin” emrinin yerine getirildiğini görülüyor. Zımnen; “Yarabbi Senin emrine uyarak, Senin iradeni tanıyarak, Senin vahiyle gönderdiklerini kabul ederek, Senin emrini yerine getiriyorum. Hem ben, hem de -kıyâmete kadar- benim elçiliğimi kabul edip bana uyanlarla birlikte Sana yöneldik, özümüzü, benliğimizi, fıtratımıza koyduğun yeteneklerimizi, din/İslâm konusunda tartışanları, şüphesi olanları bir tarafa bırakıp Sana teslim ediyoruz” deniliyor.

Şayet müşrikler ve diğer gayr-i müslimler İslâm ve müslümanlarla uydurma sözlerle ve kelime oyunlarıyla tartışacak olurlarsa, hz. Peygamber ve müslümanlar mükellef kılındıkları imana sahip çıkarlar, Allah’a yönelmekten, İslâmı tebliğ etmekten vazgeçmezler.

Buradaki vech-yüz kişinin kendisi, kendi zatı anlamındadır. Nitekim hz. Peygamber (sav) “Yüzüm onu yaratana ve ona sûret verene secde etmektedir” buyurmuştur. (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizi, Deavât/32 no: 3421. Nesâî, Tat­bik/67-69 no: 1127-1129. İbn Mâce, İ. Salât/70 no: 1053)

“Bu âyette hz. Muhammed’e söylemesi emredilen “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü (vechî) Allah’a teslim ettim...” sözünün zikredilmesi sebebi hakkında iki açıklama yapılmıştır. Birincisi; bu söz kitap ehli ile mücadele etmekten yüz çevirmeyi ifade eder. Çünkü Peygamber (sav) bu âyet vahyedilmeden önce kendi peygamberliğinin hak oluşu hakkındaki delilleri defalarca onlara sunmuştu. Ancak onlar hakkı kabul etmekte direndiler. Bunun üzerinde Allah onlara son söz bağlamında bu âyeti indirdi.

Ebu Müslim Isfehânî’ye ait ikinci yoruma göre bu söz bir ortaya bir delil koyma anlamı taşır. Yahudiler, hırıstiyanlar ve o zamanki müşrikler bazı hükümler hariç, hz. İbrahim’in büyüklüğünü ve onun dindeki samimiyetini, sözlerindeki tutarlılığı kabul ediyorlardı. Bu yüzden Allah (cc) Hz. Muhammed’e İbrahim’in hanif dinine tabi olmasını (Nahl 16/123), daha önce hz. İbrahim tarafından teleffuz edilen sözü söylemesini istemişti.

Âli İmran 3/20 sanki şöyle deniyor: “Ey Muhammed! Eğer seninle bu meselelerde tartışılırlarsa onlar deki: “Ben İbrahim’in yoluna uydum ve halen o yoldaki istikâmet üzereyim. Sizler de onun yolunun hak ve hakikat olduğunu, her türlü şüphe ve töhmetten uzak bulunduğunu pekâlâ bilmektesiniz” Bu ifade bağlayıcı bir delildir.” (Öztürk. M. Kur’an’ın Mu’tezili Yorumu, s: 210)

Tek bir ilâha inanan mü’min yürekte Allah’ın otoritesi dışında hiç bir varlık yer edinemez. Tek ilâha inanmak aynı zamanda inanç, ibadet, ahlâk ve değer yargılarını, hayata dair temel ilkeleri o inanca uygun hale getirmeyi gerektirir. Allah katında geçerli olan din doğru yol olan İslâmdır. Bu da kuru bir slogan değildir. O sadece isim veya sembol, kalbe huzur veren bir düşünce de değildir. Burada söz konusu edilen İslâm hakkıyla teslim olmakla gerçekleşen, Kur’an’ın (vahyin) hakem yapıldığı İslâmdır.

Kendilerine apaçık âyetler, belgeler (vahiy) gelmesine rağmen din konusunda ayrılığa düşenlerin aksine Peygamber ve ona tabi olan mü’minler, Tevhide teslim olarak çizgilerini net bir şekilde ortaya koyarlar. (Kutub, S. fi-Zılâl’i’l-Kur’an, 1/380)

Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun denildiği zaman, ataları kendilerini alevli ateşe sürüklese bile “hayır biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” derler. (Lukman 31/21) Buna karşın “Kim muhsin (iyi niyet ve güzel davranış sahibi) olarak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.” (Lukman 31/22)

Allah’ın yolunu bırakıp atalarından kendilerine intikal eden bâtıl inanç ve gelenekleri sürdürenler aslında şeytanın davetine uymuş olurlar. Ancak kim kendini iyiliğe adamış, güzel davranan, yaptığı her işi güzel yapan muhsin olarak kendini Allah’a teslim eden kopması mümkün olmayan en sağlam bir tutamağa yapışmış olur. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB 4/314)

Âyette geçen muhsin kelimesinin masdarı olan “ihsan” “bir işi samimiyetle, iyi niyet ve ihlasla yapmak” demektir. Ayrıca “ başkalarının haklarını veya daha fazlasını verme”, -Cibril hadisinde geçtiği gibi- “Allah’ı görüyor gibi ibadet etme” (Buhârî, İman/37) manasına da gelir.

“Onlar, yahudi ve hırıstiyan olnalr hariç hiç kimse cennete giremeyecek dediler. Bu onların kuruntusudur (boş temennisidir). De ki: “Eğer sözünüzde doğru iseniz kesin delilinizi getirin.” (Bekara 2/111)

Ancak durumun onların zannettiği veya temenni ettikleri gibi olmadığını takip eden âyet haber veriyor. “Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü (men esleme vechehu) Allah'a teslim ederse onun mükâfatı Rabbi katındadır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Bekara 2/112)

Hayır mesele onların hayal ettiği gibi değil. Cennet ne yahudilere, ne de hırıstiyanlara mahsustur. İşin gerçeği şudur: Kim özünü şirkten ve şirk görüntülerinden temizler, ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelir, Allah’ı görüyormuş gibi kendini Allah’ın huzurunda bilirse, bütün ibadetlerini şartlarına uyarak ve kalb huzuru ile yaparsa; bunun Allah katında mutlaka karşılığı olur. İşte bunlara müslüman denir ve Cennet gibi bir mükâfat yurdu da böylelerinin hakkıdır. Allah katındaki din de işte bu İslâmdır.  

İşte Allah bunu va’dediyor, hz. Muhammed de bunu haber vermişti. Bu da bir kuruntu, bir hayal, bir söylenti, ya da falanca kişiye ait kişisel görüş değildir. Buna vahiy ve selim akıllar da şâhitlik eder. İslâm bir anlamda Allah’a karşı yüz aklığı, alın temizliğidir. “Yüz aklığı ve alın temizliği” deyimi sahibinin içinin ve dışının, niyet, düşünce ve davranışlarının temizliğinden bir kinâyedir. Bu âyetteki yüz-vech, parçayı anıp bütünü kasdetmek metoduyla kişinin bütününden mecazdır. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/386)

Kur’an bu gerçeği bir de şu âyette destekliyor: “Bütün varlığıyla Allah’a adanan, sürekli iyilik yapan ve bir muvahhid (hanîf) olarak İbrahim’in dinine -ki Allah İbrahim’i dost edinmiştir- tâbi olan kimseden daha güzel dinli biri olabilir mi?” (Nisâ 4/125)

Tabi herkes kendi inanaç sistemini, üzerinde yürüdüğü yolun en iyisi olduğunu savunur. Ama onların elinde bu konuda objektif, kesin ölçüler yoktur. Kesin ölçü Allah katından vahiy yoluyla gelen Tevhid Dini İslâmdadır. Zira bunun kaynağı insan aklı, atalar geleneği değil; vahiydir, yani bizzat insanı Yaratan Allah’tır. Allah’ın koyduğu ölçülerden daha doğru, daha isabetli ve mutlak ölçü olabilir mi? (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/117)

İnsanların İbrahim gibi Allah’a yönelmeye, ya da İbrahim’im temsil ettiği hanîf inancına çağıran Kur’an, yine İbrahim ve onun örnekliğinden bahseden bir pasajın sonunda şöyle diyor:

“Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir?...” (Bekara 2/130) Kendine cahilce kötülük edenlerden başkası, dünyada seçkin kılınan, âhirette iyiler arasında olan ve kendi hayatında Tevhid dininin en büyük temsilcisi olan İbrahim’in dininden yüz çevirmez. Zira onun temsil ettiği, bayraklaştırğı, şirke karşı savunduğu din Allah’ın  

Allah’a teslim olmak bizzat Allah’ın kullarına emridir. (bkz: Zümer 39/54. Mü’min 40/66. En’am 6/71)

Bu teslimiyetin en canlı örneklerinden biri de İbrahim’dir (as). Kur’an hz. İbrahim’in (as) aynı şekilde bütün benliği ile Allah’a yöneldiğini, özünü bütünüyle O’na teslim ettiğini haber veriyor. O yıldızların, Ayın ve Güneşin tanrı olamayacaklarını tecrübe, akli çıkarımlarla ortaya koyduktan, sönüp giden, fani, yaratılmış olan varlıkların tanrı olamaycağını anladıktan  sonra şöyle dedi: “Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim (veccehtü vechiye); ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’am 6/79)

Böylece hz. İbrahim pek çok müslüman ilim adamının Allah'ın varlığını ve birliğini aklî delillerle ispat et­mek bakımından önemsedikleri gözleme dayalı bu istidlâli ile hem putperest kavminin inançlarını çürütmüş, hem de Tevhid dinin en temel ilkesi olan ilâh inancının nasıl olması gerektiğini göstermiştir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/342)

Hz. Ali’nin anlattığına göre Peygamber (sav) namaza başlarken tekbirden sonra bu âyeti ve En’am 6/162-163. âyetleri okur dua ederdi. (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizî, Deavât/32 no: 3421)

 

-Sonuç olarak

Hz. Muhammed’in “yüzünü bütün benliğinle Rabbine yönelt” emrini bihakkın yerine getirdiğine onun peygamberlik hayatı şâhit olduğu gibi, ibadeti, duası ve teslimiyeti de şâhittir.  Onu izleyen sahabeler ve samimi müslümanlar da yüzlerini Rabbe döndüler, O’na ve O’nun hükümlerine hakkıyla teslim oldular, oluyorlar. Bu teslimiyet kıyâmete kadar devam edecektir.

Zira bu ikrar tıpkı Tevhid veya Şehâdet kelimesini söylemek, “Allah’tan başka tanrı yoktur” demektir. “Hayatım, ölümüm ve bütün ibadetlerin âlemlerin Rabbi Allah içindir” demenin, tarih boyunca insanların uydurduğu dinlerden, tanrı inançlarından, hayat anlayışlarından uzaklaşıp Allah’ın dinine teslim olup müslümanca yaşamaya kara vermenin, “sizin dininiz size benim dinim bana” diyebilmenin ilanıdır. Zira bu, ciddi bir tercihtir, hayatın en önemli seçimidir.

 

Hüseyin K. Ece

08.06.2018

Zaandam