-Bakmak, ama görmek için

Dilimizde “bakar kör olmak” diye bir deyim vardır. 

Bu da bir şey arayan ama gözünün dibinde olmasına rağmen onu görememek demektir. Ya da yalın gerçek gözünün önünde olmasına rağmen bir türlü, onu anlamayan ve kabul etmemek demektir. Böyleleri için “gözünde perde var”, “basireti bağlanmış” da denir.

Burada kasdedilen elbette kafa gözüyle bir şeyi görüp görmemek değildir. Göz ile görülen şeyi anlamak, görülen şeyin arkasındaki gerçeği idrak edebilmek, ya da görülen şeydeki mesajı yakalayabilmektir.

Bilindiği gibi bakmak ile görmek arasında fark vardır. İnsan bir şeye bakar geçer. Baktığı şeyi görmek; onun farkında olmak, onunla ilgili zihninde bir şeklin, bir tasarımın belirmesidir.

Bakmanın ve kafa gözüyle görmenin ötesinde olan kabiliyete İslâm kültüründeki basiret denir. Yani gördüğünü anlamaktır. Bakıp geçmek değil, görmek ya da gördüğü üzerinde kafasında bir fikir oluşmasıdır.

Şu âyetin verdiği örnek oldukça ilginçtir: “Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok).” (A’raf 7/198)

Nesneler, eşyalar, sesler, renkler, haberler, oluşlar/olaylar aynı zamanda üzerinde düşünmeyi sağlayan objelerdir Bunların her biri farklı mesaj taşırlar.

Bir müslüman açısından bunların hiç bir sıradan olaylar değildir. Bunların arkasında bir kudret eli, var oluşlarında sebepler, hikmetler vardır. Bu kudret elini düşünmek, sebep ve hikmeti keşfetmek, bunlar üzerinde kafa yorup bir şeyler anlamak onları görmektir.

Bazıları için evrendeki her şey bu anlamda üzerinde düşünmeye değer birer hüccet, birer, delil, bir işaret, birer güzellik iken, yani Kur’an’ın deyimi ile heri bir ayet (belge, mucize, alamet) iken, bazıları için bunlar sıradan varlıklar veya olaylardır.

Kimileri için yaşadığı tecrübeler, karşılaştığı olaylar, hatta tarih ibret sahnesidir. Bazıları içinse böyle şeyler üzerinde düşünmeye değmeyecek kadar basit şeylerdir.

Bazıları Allah’ın daveti karşısında yüreği titrerken; duyguları dikkat kesilirken, bilinci dirilirken; kimilerinin kulaklarında ağırlık vardır, gözlerinde perde, yüreklerinde anlamaya engel kılıflar vardır. Böyleleri o ilahi çağrıyı duymazlar veya aldırmazlar.

Kimileri Allah’ın va’dine (mükâfat sözüne) ve vaidine (tehdidine) kulak verirler. Ödüle kavuşmak, ceza almamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimileri de ne Allah’ın va’dini önemser, ne de O’nun tehdidine aldırır.

Kimileri bir  bitkide, bir çiçekte, bir hayvanda, bir bebekte, felekte, yerde ve gökte; binlerce ibret ve ders bulurken, kimileri için bunlar tabiatta sürüsüyle mevcut sıradan varlıklardır.

Kimisi yanındaki ağır hastanın, cenazenin, kabristanın verdiği mesajı ve uyarıyı alır. Kimileri için ise cenaze sadece hüzün sebebi olur. Her ölüm, her cenaze giderken arkaya bir çok mesaj bırakır. Basiretle bakanlar; ölümlerin, cenazelerin, gidenlerin bıraktığı mesajları anlarlar.

Ancak böyle bir göze, ibret alacak bir bakışa sahip olmayanlar ise ancak ölenlerin bıraktığı mirasa bakarlar.

Bir kimse tarihten, olanlardan, tecrübelerden, hatalarından ve önden gidenlerden ders çıkarıp ibret almıyorsa, böylesinin gözü değil, gönlü kör (a’mâ) olmuştur. Baştaki gözün kör olması istenmez ama asıl felaket göğüslerdeki gözün, yani kalbin kör olmasıdır.

 

-Kalpler kör olur mu?

Kur’an kör olma, bakar olma olayına farklı bir açıdan bakıyor. İman edenlerin de olaya bu açıdan bakmalarını istiyor. Kur’an kalplerin kör (a’mâ) olmasından bahsediyor.

İlginç değil mi, kalplerin kör olması…

Yaygın kanaate göre körlük, kör (a’mâ) olmak bedendeki göze ait bir olgudur. Göğüslerde olan kalpler nasıl kör olur?

Allah (cc) şöyle buyuruyor:  “Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hâle gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.

(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu.

Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc 22/45-46)

Burada Kur’an’ın kelâm harikalarından, etkileyici bir söz sanatından biri ile karşı karşıyayız. Kur’an’ın fesâhat ve belâğat sanatına uygun bir şekilde.

Kalplerin kör (a’mâ) olması…

Önce bu âyetin geçtiği bağlama bakalım.

Bundan önceki âyetlerde şöyle buyuruluyor: “(Ey Elçi!) Eğer onlar (inkârcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh’un kavmi, Âd, Semûd, İbrahim’in kavmi, Lût’un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanladılar.

Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!” (Hacc 22/42-44)

Burada Mekke döneminde müşriklerden eziyet gören sahabeler ve yalancılıkla itham edilen Peygamber (sav) teselli ediliyor. Bu yanlış tutumun aynı zamanda müşriklerin öteden beri atalarından aldıkları bir gelenek olduğu da vurgulanıyor. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/27)

Arkasından da bu ve benzeri kavimlerin gelip geçtiği, bir kısmının bu dünyada hak ettikleri ceza ve onlardan arta kalanlar anlatılıyor: “… Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.”

Görecek gözü, işitecek kulağı, anlayacak dimağı, düşünecek kalbi olanlar onların hallerinden ibret alıp isyancı olmaz. Dünya hayatına aldanıp âhireti unutmaz. Malıyla, makamıyla, gücüyle şımarıp Rabbinin davetinden ve O’na kulluktan yüz çevirmez. Önceden yaşayan ama Allah’a kulluktan yüz çeviren, hatta O’nun davetiyle savaşan niceleri Mekke müşriklerinden, şu anda İslâmla mücadele edenlerden belki daha güçlü, daha zengin idiler. Ama şimdi nerdeler?

Bir kısmı da ağır cezalara çarptırıldılar. Onların kalıntılarını, kötü hatırlarını yeryüzünde, farklı yerlerde görmek mümkün. Basireti olanlar , yani yürek gözüyle bakanlar; harabelerde, ıpıssız kalmış yerlerde, kabristanlarda onların izlerini görürler. Eğer kişinin yürek gözü kör değise, çok şey görür, çok şey anlar.

Ama heyhat, yanındaki cenazeden, yakınındaki kabristandan ibret almayan; asırlarca önce ölüp gitmişlerden ibret alır mı?

Kur’an bu ibret almayan kalplere “kör olmuşlar” dedikten sonra Hz. Muhammed’den acele azap isteyenlerin hâlini anlatıyor. Hani Kur’an azgınları, âsileri, zalimleri uygun cezalarla tehdit ediyor ya? Buna inanmadıkları için “hadi vadettiğini gerçekleştir” diye aslında meydan okuyorlardı. Ama Allah (cc) ne yapacağını bilir ve O verdiği sözden dönmez.

“(Resûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır.” (Hacc 22/47-48)

 

-Kur’an’da a’mâ (kör) kelimesi

A’mâ sözlükte; görme kuvvetinin tümüyle gitmesidir. Veya görme yetisinin olmaması, kaybedilmesidir. Araplar şöyle derler: “amiyet aynahu-Gözleri kör oldu”. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/289-290. el-Isfehânî, R. el-Müfredat, s: 520)

el-A’mâ kelimesi Kur’an’da bir kaç anlamda kullanılıyor.

Birincisi; körlük/gözün körlüğü anlamında. (bkz: Abese 80/2. Nûr 24/61. Fetih 48/17. Kehf 18/101

İkincisi; kalbin/kalb gözünün körlüğü manasında. (bkz: Hacc 22/46. Bekara 2/171. Fâtır 35/19. Yûnus 10/43. İsrâ 17/72)

Kur’an’da a’mâ kelimesinin fiil veya masdar olarak daha çok manevi körlük, basiretsizlik, anlayış kıtlığı, katı yüreklilik manasında kullanıldığını görüyoruz. (Bkz: Mâide 5/71. Furkan 25/73. İsrâ 17/72, 97. Fussilet 41/44. A’raf 7/64. Bekara 2/18)

Üçüncüsü; hüccetten/delilden yana kör, hüccetsiz/delilsiz manasında. (Bkz: Tâhâ 20/117)

 

-Gözler değil yürekler kör olur

Arapça’da kalbi kör kişi için “raculün a’min” denir. “Racülün a’miye’l-kalbu” da câhil demektir. Buna göre ayette “el-a’mâ” hakka karşı kör, basiretsiz, hakikat konusunda basiretsiz anlamına gelir. Bu kâfirin özelliğidir. “basîr-basiretli olmak” da mü’minin özeliği olur. Bu nurun hidâyet, zulumâtın dalâlet (sapıklık) manasında kullanılması gibidir. “Falanca kalbinde kör oldu” sözü de bunu anlatır.

“el-E’ma-daha kör”; yani kendisiyle hakka ulkaşabileceği bir delili olmayan anlamında kullanılır.

Yukarıdaki âyette baştaki gözlerin kör olmasından bahsedilmediği açıktır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/290) 

“... kalpler kör olur” sözü gerçek değil, mecazi anlamdadır. Kalp, tüm duygular, zihnî ve ahlakî niteliklerin merkezi olarak kabul edildiğinden, bu sözler kendi inatçılıklarının onları duymaktan ve akıllı hareket etmekten alıkoyduğunu ima etmek üzere kullanılmıştır. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 3/375)

Tarihte zalim oldukları için cezalandırılan bir çok belde ve kavim vardır. Âyetin ifadesi onların harap, perişan, helâk olmuş hâllerini son derece canlı ve etkili bir şekilde muhataplara sunuyor.

Âyet muhatapların önceki Âd, Semûd, Nûh kavmi gibi azgın kavimlerin başlarına gelenlere bakmalarını, bundan ders çıkarmalarını; dolaysıyla akıllarını başlarını almalarını söylüyor. O azgın kavimlerin başına gelenler, kendilerine gelen hakikati ve peygamberleri yalanlayan hakkında Allah’ın geçerli sünnetidir (kanunudur). Bu insanların hakikati duyacak kulakları, gerçeği idrak edecek kalpleri, yol gösterecek akılları yok mu? Eğer yoksa, demek ki kafalardaki gözler değil, göğüslerin sakladığı yürekler kör olur. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 9/170)

Âyette kullanılan hayret ifadesiyle inkârcıları seyahat etmedikleri için değil, bunlardan gezip dolaşanların etraflarına ibret gözüyle bakmadıklarını anlatmak içindir.  

 Bu âyet müslümanlara gezip dolaşırken geçmiş milletlerden kalmış harabelere alıcı gözle bakmayı, kötülükleri yüzünden yok olup gitmiş milletlerin hâlinden ibret almayı tavsiye etmektedir. Ancak, ibret almak bir basiret ve olgunluk işidir. Âyette de belirtildiği gibi asıl körler, kalp gözlerini kaybedenler; yani, tarihi basiretle inceleyip, tarihi olaylar üzerinde düşünmeyen, bu yüzden de geçmiştekilerin işlediği hataları tekrar edenlerdir.

Âyetler cezayı hak etmiş kavimlerin durumundan kısaca bahsettikten sonra müşriklere soruyor: “Yeryüzünü gezmiyorlar mı ki?...” Bu yerleri görüp ibret alsalar da onların düştüğü yanlışlara düşmeseler. Bunların kalpleri mi yok ki gördükleri halde kavrayamıyorlar? Duydukları halde ders almıyorlar? “... Çünkü kör olan onların gözleri değildir, fakat göğüslerindeki kalpleridir...

Âyet “göğüslerindeki yürekleri” diyerek konuyu ve kalplerin kör olabileceğini bir daha vurguluyor. Ne yazık ki kör olan kalpler geçmiş milletlerin harap olmuş yurtlarına bakıp ibret alacaklarına, iman edip kendilerini kurtaracaklarına; Allah'ın kendileri lehine belli bir süre ertelediği azabın hemen gelmesini istiyorlar. (Kutub, S. fi-Zilâli’l-Kur’an, 4/2430)

Burada öncelikle Kureyş kafilerinin ve farklı beldelerde seyahat eden Arapların kasdedildiği söylenebilir. Çünkü onlar önceden helâk olan kavimlerin kalıntılarını yanında duruyorlardı veya yanlarından geçiyorlardı.

Bu uyarılardan sonra umulur ki (davet edildikleri şeyi) yeniden düşünürler ve akleden bir yüreğe sahip olurlar. Zira vahiy onları kurtuluşa ve mutluluğa davet ediyor. Onların bu çağrıyı anlayacak akılları, duyacak kulakları olmalı değil mi? Ama ne yazık ki pek çokları gibi Kur’an’ın ilk muhataplarından bir kısmı akleden kalpten yoksun idiler. Yani kalpleri a’mâ olmuştu.  (el-Cezâirî, Ebu Bekr.  Eyseru’t-Tesâfîr, s: 1113)

Burada Allah (cc) aklı kalbe izafe etmiştir. Çünkü aklın mahalli orasıdır. İşitme yerinin kulaklar olması gibi. Kalplerin körlüğü de hakkı idrak edememek ve ibret verici şeylerden ibret almamaktır.

İlk dönem tefsircilerinden Katâde: “Gören göz, insan için bir amaç ve bir fayda için yaratılmıştır. Fakat asıl faydalı olan basiret kalptedir” demiş.

İbni Abbas demiş ki: Allah’ın “Kim burada kör ise, o âhirette de kördür” (İsrâ 17/72) âyeti inince Abdullah b. Ümm Maktum “Ey Peygamber; ben dünyada gözleri görmeyen bir kimseyim, âhirette de mi kör olacağım” diye sordu. Bunun üzerine “Çünkü gözler kör...” âyeti indi. Yani bu dünyada kalbi kör olduğu için İslâmı görmeyen bir kimse âhirette de cennet nimetlerini göremeyecektir.” (Kurtubî, M. b. Ahmed. Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2114)

Kur’an’da dört âyette “hiç gören ile kör (a’ma) bir olur mu?” diye soruluyor. (Bkz: Ra’d 13/16. Fatır 35/19-21. Mü’min 40/58. En’am 6/50) Bu âyetlerde gören göz veya kör ile sadece kafadaki gözden bahsedilmediği açıktır. Burada gören ile; akleden kalbe, basiret sahibine, ibret nazarıyla bakana; a’mâ kelimesiyle de hakikate karşı kör olana, ilâhi daveti idrak etmeyene, hidâyete kapalı olana, basiretsiz, katı, inatçı ve nankör kimselere işaret edildiğini söyleyebiliriz.

Hiç gören kör gören bir olur mu? Olmaz elbette. Birisi basiret sahibi, öteki hakka karşı kör. Zira basiret iman etmiş bir kalbin ulaştığı idrak ve kavrama yeteneğidir. Kalp gözünün açıklığı, iman nûruyla bakabilme, Allah’ın âyetlerini, Hakikati anlayabilme ve gereğini yapabilme anlayışıdır.

Basiret derin anlayış, aklın rüchaniyetidir. İşlerdeki kapalılıklara nüfuz edebilmedir. Bu da baştaki gözün eşyanın hakikatini ve iç yüzünü dışarıdan bakarak görmesine benzer. (en-Ne’al, M. F. Mevsuatu’l-Elfâzı’l-Kur’aniyye, s: 150-151)

Basîret sahibi olanlar, Hakk’ı anladıkları gibi baktıkları zaman da Allah’ın nûruyla bakarlar. (Tirmizî, Tefsir/16 no: 3127) Bu bakımdan kendi hatalarını anlarlar, kusurlarını ve eksikliklerini görürler ve düzeltme yoluna giderler.

Yüreklerin kör (a’ma) olması da bunun tersidir. İlk dönem müfessirlerinden Mücahid; “her bir kişinin aslında dört gözü vardır. Bunların ikisi dünyası için başındadır, ikisi de âhireti için kalbindedir. Başındaki gözleri kör olup da, kalbindeki gözleri görecek olursa, bu körlüğün ona bir zararı olmaz. Şayet başındaki gözleri görür de, kalbindeki gözleri kör olursa, onun dünya gözü ile görmesinenin kendisine hiç bir faydası olmaz” demiş. (Kurtubî, M. b. Ahmed. Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2114)

Demek ki asıl körlük ve daha beteri göz körlüğü değil; kalb körlüğüdür ki, bundaki zararın haddi hesabı yoktur.

 

Hüseyin K. Ece

10.01.2019

Zaandam