Kelime olarak ıslah-sâlih

Sâlih ile ıslah aynı köktendir ve aralarında sıkı bir ilişki vardır. Islah ifsadın zıddıdır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/267)

Islah sözlükte; bir şeyi düzeltmek, onarmak, birine iyilik etmek, aralarını düzeltmek demektir.

‘Islah’ kavramı, maslahat olan şeylerin kazandırmak, fesadı gidermek, işleri yoluna koymak, uygun, elverişli ve faydalı hale getirmek, ‘mefsedet (zararlı ve ifsat edici) olan işleri azaltmak ve sulhu (barışı) fert ve toplum hayatına kazandırma çabasıdır.

‘Islah etmek’, aynı zamanda, her türlü günahtan sonra tevbe ederek imanın gereği sâlih amel işlemeye yönelmektir. Kur’an, müjdeci ve uyarıcı olan peygamberler geldikten sonra kim iman eder ve kendini ıslah ederse (düzeltirse) mükâfatı hak edeceğini söylüyor.

“Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse (ıslah ederse) onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (En’am 6/48. Bir benzeri: A’raf 7/35)

Buna göre ‘ıslah’ın iki boyutu var.

Birincisi; kişinin kendine yönelik boyutu. Kişinin bâtıldan hakka, yanlıştan doğruya, isyandan itaate, nankörlükten şükre, zarardan faydalıya dönmesi. Bu anlamda ıslah edenler (muslihler) iyi ve faydalı iş yaparlar, akıl ve din yönünden doğru bir yol üzerinde olurlar. Onlar, bedenlerinde, kalplerinde, mallarında ve işlerindeki fesat unsurlarını giderirler.

İkincisi; topluma yönelik boyutu. Topluma, faydalı ve erdemli davranışlarla katkıda bulunmak. Toplumu ifsat edici faaliyetlerden uzak durmak. Toplumun her açıdan daha iyi olması için çaba sarfetmek.

Yeryüzünün ıslahı, olgun bir kişilik ve toplum düzeninin kurulması ancak Allah’ın hükmüne uymakla mümkün olur. İnsana düşen önce iman ederek mü’min olması, sonra da ‘ıslah edici‘ anlamında ‘muslih‘ olmasıdır.

Sâlihler daha iyi mü’minlerdir.

Çünkü onlar kendi nefislerini ıslah edip, ibadet ve hasenât gibi sâlih amel işledikleri gibi, toplumun ıslahına katkı sağlayacak eylemleri de yaparlar.

Sâlihler ma’rufu, yani  dinin ve aklın güzel gördüğü bütün davranışları tavsiye ederler, bunlar yaygınlaşsın, hayata hâkim olsun diye çaba gösterirler. Münker, yani dinin ve aklın çirkin gördüğü  işler azalsın, topluma zarar vermesin diye mücadele verirler. (Âl-i İmran 3/114)

‘Islah etmek’, aynı zamanda, her türlü günahtan sonra tevbe ederek imanın gereği sâlih amel işlemeye yönelmektir. (bkz: A’raf 7/35)

Bu şekilde hareket edenler, iyi ve faydalı işler yaparlar, akıl ve din yönünden doğru bir yol üzerinde olurlar, fesada bulaşmazlar. Onlar, bedenlerinde, kalplerinde, mallarında ve işlerindeki fesat unsurlarını giderirler. Kur’an’ın deyişiyle karada ve denizde fesat peşinde olmazlar.

Allah’ın ‘ıslah etme’ fiili üç şekilde görülür:

Birincisi: Allah insanı ‘sâlih’ bir şekilde, en güzel bir biçimde, ‘salah’ olanı yapabilecek bir kabiliyette yaratır. Allah (cc) bazı kullarını özel olarak seçer. Onların durumları hep ‘sulh’ üzerindedir. Soyları da sâlihtir, amelleri de. Allah onların canlarını salih olarak alır. Bütün peygamberler bu anlamda ‘salih’ insanlardır. (Âli İmran 3/46)

İkincisi; Allah (cc), iman edip sâlih amel işleyen kimselerin kötü durumlarını düzeltir, onların üzerindeki fesadı giderir ve onları ‘ıslah’ eder.

“İnanıp sâlih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene -ki o Rablerinden gelen haktır- inananların ise Allah günahlarını örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir (ıslah etmişler).” (Muhammed 47/2)

Üçüncüsü; Allah (cc) bütün insanlar için ‘salah-salih’ olan şeyleri ister. ‘Islah’ olmaları için onlara kabiliyet verir. Gönderdiği vahy (kitap) ve peygamberlerle onları ‘sâlih-maslahât’ olan işlere/eylemlere davet eder.

Ancak ‘sâlih amelin’ ne olduğunu bilmeyen ‘müfsitler’ sürekli Allah’ın emirlerine ters düşerler. Onların bu fesatlarına karşılık Allah (cc) onların amellerini ‘ıslah’ etmez. (bkz: Yûnus 10/81)

Yeryüzünün ıslahı, olgun bir kişilik ve toplum düzeninin kurulması ancak Allah’ın hükmüne uymakla mümkün olur. Rabbimiz, elçilerini bu görevle gönderir. İlâhî irade toplum üzerinde gerçekleşir ve yeryüzü ‘ıslah’ edilmiş olur. Ancak müfsitler yeryüzünü ve toplumu sürekli bozmaya çalışırlar.

Allah (cc) böylelerine; “Islah olduktan (sâlih bir duruma geldikten) sonra yeryüzünü ifsat etmeyin” (A’raf 7/56) diyor.

 

-Kur’an’da sâlihler

Kur’an sâlih amel işleyen, ya da doğru, sağlam, faydalı, dinde emredilen, sevap kazandırıcı eylemler yapana, yani hakkıyla ibadet eden mü’minlere ‘sâlih’ diyor ve onları övüyor. Bu da çoğul olarak ‘sâlihîn-sâlihler’ şeklinde 26 âyette yer alıyor. Mesela;

“Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün sâlihlere velilik eder.” (A’raf 7/196)

“Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz sâlihler (iyi kişiler) olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/25)

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle (sâlihlerle) birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69. Ayrıca bkz: Tahrim 66/4)

Yûsuf (as) sâlihlerden olmak için dua etti. (Yûsuf 12/101)  

Sâlih amel işleyen mü’minler sâlih, yaptıkları işlere ise sâlihât denir. Sâlihât hem amellerin sâlih olanlarını, hem de ıslah edici amelleri (faaliyetleri) kapsar.

Islah edici amelleri (sâlihât) yapan mü’minler aktif iyilerdir. Çünkü onlar önce kendi nefislerini, sonra da toplumu ıslah edecek faaliyet yaparlar, ya da bunlara öncülük ederler, samimiyetle sâlih amel işlerler.

Çeşitli âyet ve hadislerde sâlih ve aynı kökten kelimeler başta iman olmak üzere takva, affetme, tevbe, hidâyet gibi kelimelerle birlikte ve onlarla anlam yakınlığı içinde, bazı âyetlerde ise küfür, zulüm, fesad, seyyie gibi kelimelerle beraber ve onların karşıtı olarak kullanılıyor.

Sâlih kavramı Kur’an’da biri iyi hayırlı iş ve davranış, diğeri dinî ve ahlâkî bakımdan iyi davranışlara sahip kişi olmak üzere iki manada kullanılıyor. İlk manasıyla doksanüç, ikinci manasıyla otuziki yerde geçmektedir.

Pek çok âyette sâlih/sâlihât kelimesinin imanla birlikte ve çoğunlukla iman kavramının hemen arkasından zikredilmesi, esas itibariyle fiillerin ahlâkî mükemmelliğini ifade etmekle birlikte imanla da yakından ilgili olduğunu da göstermektedir. (Izutsu, T. Kur’an’da Dinî Ahlâkî Kavramlar, s. 269. M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/31)

Sâlih amel; faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu) olmayan davranışlar, İslâm’ın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işlerdir. Bununla insan ya kendine ya da çevresine faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır. Ya da bir zararı (mefsedeti) def’ eder, bir faydayı (maslahâtı) elde eder.

Sâlih amel, bir kötülüğün yerini iyiliğe bırakmasına vesile olan işlerdir. Bu da imanın toplumsal boyutu olduğunu gösterir.

Buna fıkıhta ‘maslahât’ denir. ‘Maslahât’; sulhün, sağlam ve faydalı olmanın getirdiği menfeattir. Maslahâtın tersi ‘mefsedet’tir. Bir iş giderek insan ve topluma her bakımdan zarar veriyorsa bu gibi işlerin/eylemlerin adı ‘mefsedet’tir.

İnsanların bütün amelleri/yaptıkları işler ‘maslahât’ ve ‘mefsedet’ çizgisinde değerlendirilir. Dinde ‘maslahât’ sayılan bütün ameller güzel görülür, yapılması emredilir. Bu gibi işlerin hem kişinin kendisine, hem de topluma yönelik boyutu vardır. Yani dinen maslahât olan eylemlere de ‘ıslah edici’ işler diyebiliriz.

‘Sâlih amel’ ile insanın faydasına olan, dünyevî-uhrevî mutluluğuna vesile olacak, yükselmesini sağlayacak olan tüm çalışmalar, eylem, aksiyon, icad-keşif ve davranışlar anlaşılmalı.

Sâlih kul denildiğinde de dünyada da âhirette de büyük sonuçlar almaya aday insanlar kasdedilir. Bu bakımdan mü’minleri ahirette olduğu gibi, dünyada da başarıya ileten tüm çalışmalar sâlih amel kapsamına girebilir.

Çünkü salah/ıslah; dinî-uhrevî, dünyevî her işi, en iyi, en kaliteli, tek kelimeyle, neyi hedefliyorsa onu gerçekleştirmeyi sağlayacak şekilde yapmak demektir. (Sülün, M. İman-Amel İlişkisi, s: 337-338)

 

-Bir de muhsin olmak var

Islah edici ameller söz konusu olduğu zaman bir de “muhsin olmayı” hatırlamak gerekir. Muhsin olmak; yani aktif iyi olmak, sâlihât işlemek veya cihad etmek (Allah yolunda çok çalışmak).

Muhsin, ihsan sahibi olan demektir. İhsan ise ibadette, Allah’ı görüyomuş gibi ibadet etmek, itikatta, Allah’ı sahih bir bilgi ile tanımak, ahlâkta ve günlük hayatta her şeyi güzel yapmak demektir. Muhsin, bu üç anlamı da kapsar.

Allah muhsinleri (güzellik üretenleri, güzel davrananları) sever. (Bekara 2/195. Mâide 5/13. Âli İmran 3/134, 148) Allah (cc) muhsinlerle beraberdir. (Ankebût 29/69) Allah’ın rahmeti muhsinlere yakındır. (A’raf 7/56)

İman etmek, muhsin olma bilincini de gerektir. Mü’min, muhsinlerden olmak için gayret eder. Zira ibadet bir anlamda ihsan ahlâkını kazanma çabasıdır.

Muhsin olmak aynı zamanda aktif iyi olmak demektir. Yani hem kendisi iyi olmaya çalışır, hem çevresini güzelleştirmeye gayret eder, hem de güzel ve iyi olan şeylerin yaygınlaşması için yoğun çaba sarfeder. Maddi ve manevi imkanlarından infak eder, zekât ve sadaka verir, yardım eder, yardıma yardımcı olur. Yardım edenlerle birliktedir. Fedakârdır, cömerttir, cesurdur, mürüvvet sahibidir, başkalarını kendinden çok düşünendir. Kendisi için sevip istediği şeyi başkaları için de isteyendir. Kendisinin kavuşmak istediği şeylere, başkaları da kavuşsun diye çalışır.

İyiliğin yaygınlaşması, benimsenmesi, ahlâk haline gelmesi için çalışır, yani emr-i bi’l-ma’ruf yapar. Kötülüklerin, zulmün, haksızlıkların, fitne ve fesatların, anlaşmazlık ve kavgaların, muhtaçlığını ve mağduriyetlerin azalması yoğun çaba gösterir, yani nahy-i ani’l-münker yapar.  

İhsan üzere hareket eden, hayatın her alanına güzellikler, iyilikler, dostluklar yerleşsin diye aktif olarak çalışan kimsedir. O çok iyi bir hak savuncusu, iyi bir çevreci, iyi bir eğitimci, estetikten ve sanattan yana, temizlik sevdalısı, dostluk elçisi, barış mücâhididir.

 

-Sâlihler yeryüzüne vâris olurlar

Kur’an şöyle diyor: 

“Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: Arz’a iyi kullarım (sâlihler) varis olacaktır" diye yazmıştık.” (Enbiyâ 21/105)

“Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.” (A’raf 7/128. Bir benzeri: Nur 24/55.

Bu âyetlerii nasıl anlamak gerekiyor? Yeryüzüne varis olmak nasıl gerçekleşebilir?

Sâlih amel işleyenler mü’minler olduğuna göre dindar mü’minler mi yeryüzüne hâkim olacaklar? Bu hâkimiyet siyasî bir hâkimiyet mi, ekonomik bir hakimiyet mi? Yoksa imanda, ahlâkta ve adalet dağıtmada örneklikte mi?

Buradaki ‘el-ard’ âhirette yeniden yaratılacak yer olarak anlaşılabilir mi? (Şevkânî; Fethu’l-Kadîr, s: 1115) Ve sâlihler oraya mı mirasçı olacaklar?

Bu âyet ve sâlih işler yapanlara Allah’ın güzel bir hayat yaşatacağını, onlara ahirette çok değerli ödüller vereceğini bildiren âyetlerle (Nahl 16/97) ilgili hadisler birlikte değerlendirildiğinde bu kavramın hem bireylerin hem toplumların din ve dünyaları için hayırlı ve faydalı olan, ahlâkî ve meslekî ölçülere uygun mükemmellikte yapılan bütün işleri hakkını vererek liyaketle yapan, böylece hem dünyada, hem de ahirette başarılı ve mutlu olmayı hak eden insanı ifade ettiğini söylemek mümkündür. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/31-32)

“Yeryüzüne sâlih kullarım varis olacaktır” ifadesi açıktır ki, “eğer (gerçekten) inanıyorsanız mutlaka (insanların) en üstünü olacaksınız” (Âl-i İmran 3/139) va’dinin bir yankısıdır.

Allah’ın insan için vadettiği izzete ve değere kavuşmak ancak inanıp sâlih ameller; hem sevap kazandırıcı hem de ıslah edici  faaliyetler ortaya koymakla mümkün olur.  

“Kavramın bu şekilde açıklanması durumunda yeryüzüne sâlih kulların mirasçı kılınacağını anlatan âyetler daha iyi anlaşılır. Buradaki ‘sâlih kullarım’ ifadesinin, iman, namaz, oruç vb. dini mahiyetteki salah eylemlerinde bulunanlardan ziyade. ‘yeryüzü hâkimiyetine elverişli olmanın temel şartlarını’ yerine getirenleri kasdettiğini düşünebiliriz.

Söz konusu varis olmanın temel şartları, çalışma ahlâkî kalite, adalet vb. evrensel ilkelerin yanında, maddi yani ağır basan pozitif bilim, teknik ilerleme vs. olduğu -ve bunu da son asırlarda gayri müslimler başardığı- için, âyet müslümanların aleyhine de olsa, bir gerçeği dile getiriyor.

Bu âyetiyle Kur’an, dünyada daima, dinî vazifelerinin yanı sıra, Allah’ın kâinata yerleştirmiş olduğu kanunları (sünnetullah’ı) çözmeye çalışan kulların hâkimiyet kuracağını bildirmiş olmaktadır. Ki böyleleri, Kur’an’ı sözleri ile yani teoride tasdik etmiyorlarsa da, halleriyle yani pratikte tasdik etmektedirler.” (Sülün, M. İman-Amel İlişkisi, s.337-338)

 

Hüseyin K. Ece

15.02.2019

Zaandam